Yakub uzun müddet dayısının yanında kaldı ve ona hizmet etti. Yusufun doğduğu sene Allah tarafından, Kenan diyarı ahalisine peygamber olarak vazifelendirildi. Ona vahy edilip, Kenan diyarı ahalisini bir olan Allaha iman ve ibadete davet etmesi emredildi.
Bunun üzerine Yakup dayısı Layana gelerek, gördüğü iyilikleri için teşekkür etti ve; “Muhakkak ki Rabbim beni, Kenan diyarı ahalisine peygamber olarak vazifelendirdi. Oraya gitmemi emir buyurdu” diyerek müsaadesini istedi. Dayısı; “Ey Yakub! Muhakkak ki sen bana uzun zaman arkadaşlık ettin. Bu uzun zaman içinde, senden ancak hayır gördüm. Şimdi ise peygamber olarak vazifelendirildiğin yere ailenle git. Senin ve kızımın ayrılığı bana zor gelir. Fakat senin razı olman, benim rızamdan öncedir. Şimdi dilediğin kadar mal-mülk alıp götür” dedi. Yakup da, dayısına; “Allah benim sebebimle, sana hayır ihsan etsin” diye cevap verdi. Dayısı ona beşyüz adet koyun, beşyüz adet sığır ve çokça at ve katır hazırladı. Yakup , hanımı ve oğullarıyla birlikte Kenan iline gitmek üzere yola çıktı. Yanında Zülfa ve Belhe isimli cariyeleri de vardı.
Yakub Kenan diyarına yaklaştığı zaman, onu melekler birbirlerine müjdeleyerek karşıladılar. Kardeşi Iys, Yakup ın peygamber olarak gönderildiğini ve Kenan diyarına doğru gelmekte olduğunu işitince: “Peygamber olmağa ben ondan daha layığım” diyerek kızdı. Adamlarıyla birlikte Yakubun öldürülmesini istedi. Yakup kardeşi Iysa elçi gönderdi. Elçi, geriye dönüp, kardeşi Iysın dörtyüz kişiyle birlikte, Yakup ın üzerine gelmekte olduğunu haber verdi.
Iysın gelmekte olduğunu haber alan Yakup , oğlu Robili çağırdı ve; “Şu dağın ardında bulunan amcan Iyse git selamımı söyle” dedi. Ayrıca; “Seninle beraber büyüdük, babamız öldü, bütün mallarımı elimden aldın. Benim helak olmamı istedin. Ben senden uzaklaştım. Şimdi sana Allahın emriyle geldim. Allah beni peygamber olarak gönderdi” diyerek, bu sözlerinin bildirilmesini istedi. Robil, amcasına gidip babasının söylediklerini bildirince; Iys, Yakup ın bu davetini de kabul etmedi. Bunun üzerine Yakup , Allaha dua etti. Kendisini ve ehlini, kardeşinden gelecek kötülüklerden korumasını diledi. Kardeşi için hediyeler hazırladı ve yanında bulunanlara; “Allahın bereketiyle yürüyün. Muhakkak ki Allah, Iysın hile ve tuzağını bizden defeder” buyurdu. Yakup , oğulları ve aşiretiyle birlikte yürüdüler. Iys ve beraberindeki dörtyüz kişi ile karşılaştılar. Yakup , ehlinin ve oğullarının önüne geçti. Iys ile mübarezede onu yere serdi. Onun göğsüne oturup; “Ey Iys! Allahın kudretini gördün mü?” dedi. Bunun üzerine Iys özür dileyip ağladı. Yakup ona merhamet edip, göğsü üzerinden kalktı ve kucaklaştılar. Iys, Yakup a; “Ey kardeşim! Bugüne kadar sana karşı yaptığım hatalarımdan dolayı beni affetmeni ve mağfiretim için Allaha istiğfarda bulunmanı istiyorum. Allah seni peygamber göndermekle, benim üzerime üstün kıldı” dedi. Yakup da ona dua etti ve dedi ki: “Ey kardeşim! Müjdeler olsun. Allah beni peygamber olmakla hususi kıldı. Senin zürriyetinden Eyyubu peygamber gönderecektir” dedi. İkisi birlikte Kenan diyarına gelip orada yerleştiler.
Yakub orada kendisi ve oğulları için evler yaptırdı. Bu sırada Rahil adlı hanımından Bünyamin isminde bir oğlu oldu. Bu oğlu doğduğu zaman, annesi Rahil vefat etti. Yusufla kardeşi Bünyamin öksüz kaldılar.
Yakub , insanları Hak dine ve bir olan Allaha inanmağa ve Ona ibadet etmeğe davet etti. Kenan diyarı ahalisinden çok kimse ona iman etti. Bu durumu, Kenan ilini idare eden Şüceym bin Daran isimli kral haber aldı. Yakup ın Kenan iline hakim olup, saltanatını sona erdireceğinden korkuyordu. Yakup ı merak edip, vezirleri ile birlikte huzuruna vardılar. Onun elbiselerinin, sarığının ve bütün sergilerinin yünden olduğunu gördüler. Melik Şüceym, Yakup a; “Sen kimsin, benden izinsiz olarak buraya nasıl geldin?” diye sorunca, Yakup ; “Ben, Yakup bin İshakım. Bu mekana, Allahın izniyle geldim. Çünkü Allah, yerlerin ve göklerin maliki, sahibidir. Seni ve kavmini bir olan Allaha iman ve ibadet etmeniz için, bir de benim Onun kulu ve peygamberi olduğumu bildirmek üzere geldim. Eğer davetimi kabul edersen, inananlardan ve kurtulanlardan olursun. Allah bununla sana çok sevab verir. Şayet kabul etmezsen, seninle Allah rızası için harb ederim” dedi. Melik bu söz üzerine kızıp, küçümseyerek; “Ne ile harb edeceksin? Hangi ordunla karşıma çıkacaksın?” diye sordu. Yakup yanında duran oğullarına bakıp; “Allahın meleklerinin yardımıyla, şu oğullarım ve bana inananlarla” cevabını verdi. Yakup ın bu sözüne iyice sinirlenen melik, vezirlerine; “Bu,ne diyor?” diye sordu. Bir müddet susup, sıkıntısı ve kızgınlığı gidince, yaşlı olan veziri ayağa kalkarak; “Ey melik! Bu sözler seni kızdırmasın. Çünkü bu sözler, delilerin ve mecnunların sözleridir” dedi.
Melik ve adamları geldikleri yere döndükten sonra Yakup , insanları Allaha iman ve ibadete davet etmeye devam etti. Bu daveti esnasında inananlar olduğu gibi, hiç aldırmayanlar da vardı.
Yakub , Kenan ilinde insanları Allahın dinine davet etmeğe devam ediyor, bu uğurda insanlardan gelen birçok sıkıntılara katlanıyordu. Peygamberliğinin ilk yıllarında zevcesi Rahil ölmüş ve Yusuf ile Bünyamin öksüz kalmışlardı. Yakup , bu iki oğlunu çok seviyordu. Çünkü her ikisi de anne şefkatinden mahrum kalmışlardı. Yakup ın bilhassa, Yusufa karşı aşırı muhabbeti vardı. Bakıp yetiştirmesi için, onu kızkardeşine verdi. Halası Yusuf u öyle sevdi ki bir an bile ayrılığına dayanamaz oldu. Yakub, kız kardeşine; “Ey kardeşim! Yusufu artık bana teslim et. Allaha yemin ederim ki onun, benden bir saat uzak kalmasına dayanamıyorum” dedi. Kız kardeşi de, Yakuba ; “Ben de ondan bir saat uzak kalamam” diye cevap verdi. Yakup ısrar edince de; “Mademki almak istersin bir müddet daha yanımda kalsın da doya doya yüzüne bakayım, sonra gel al!” dedi. Yakup bir müddet daha Yusufu halasına bıraktı ve dönüp gitti.
Hazret-i İshakın, İbrahim dan kalan bir kuşağı var idi. Onu “Ata yadigarıdır” diye saklardı. İshak vefat etmeden önce o kuşağı kızına vermişti. O da uzun müddet sandıkta saklamıştı. O kuşağı sandıktan çıkarıp, uyuduğu bir sırada Yusufun gömleği içinden beline bağladı. Yakub, Yusufu almaya gelince; kızkardeşini çok üzgün ve hüzünlü gördü. Yakup ; “Ey kardeşim! Niçin üzgünsün?” diye sorunca, kardeşi; “Nasıl üzülmeyeyim, dedem İbrahimden ve babam İshakdan bana kalan aziz ve mübarek kuşağı sandıktan almışlar. Aradım bulamadım. Onun için üzgünüm” cevabını verdi.
İbrahim ın dininde, bir kişi bir kimsenin eşyasını çalsa, mal sahibi de onu yakalasa, o hırsız, mal sahibinin kölesi olurdu. Mal sahibi o kimse hakkında dilediği gibi tasarrufta bulunurdu.
Kız kardeşinin kuşağının çalındığına Yakup da üzüldü. Birlikte evin her tarafını aradılar, bulamadılar. Aranmadık sadece Yusufun üzeri kaldı. Yakup ; “Yusufu da arayın” dedi. Kız kardeşi; “Yusuf küçüktür ne bilsin?” dedi. Fakat Yakup ısrar edince, Yusufun da üzerini aradılar. Kuşağı Yusufun belinde buldular. Yakup da bu hale mahcub olup üzüldü. Kız kardeşi; “Vallahi o benim elimdedir. Onun hakkında dilediğim gibi hareket ederim” dedi. Yakup da; “İşte Yusuf, işte sen, dilediğin gibi hareket edersin. İster azad edersin, ister emrinde tutarsın” dedi. Kız kardeşi onu ölünceye kadar yanında tuttu ve serbest bırakmadı. İki sene sonra vefat edince, Yusuf serbest kaldı. Yakup da onu alıp evine götürdü.
Yakub Yusufu çok sever, bütün oğullarından aziz tutar ve yanından ayırmazdı. Nitekim Kuran-ı kerimde şöyle bildirildi: “(Habibim!) Yusufun babasına (Yakuba); Ey babacığım! Rüyamda bir yıldız, ay ve güneşi, bana secde eder gördüm dediği vakti hatırla. (Yakub rüya tabirini iyi bilirdi.) Yusufa; “Ey oğlum. Sakın bu rüyanı kardeşlerine anlatma. Sonra (şeytanın vesvesesi sebebiyle helakin için) sana kötülük yapıp, tuzak kurarlar. Zira şeytan, insanın apaçık düşmanıdır” dedi. “Rabbin seni (bu rüya ile dereceni yükselttiği gibi) seçecek, sana rüya tabiri ilmini öğretecek. (Allah seni aziz eyleyip, devlet ve ululuk verecektir. Kardeşlerin sana muhtaç olacaklardır.) Daha önce ataların İbrahim ve İshaka nimetlerini (peygamberlik ile) tamamladığı gibi sana ve Yakubun soyuna da nimetlerini tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin bu nimetlere müstehak olanları bilir. Lazım olan işlerde hikmetini icra eder.” (Yusuf suresi: 4, 5, 6)
Yakub ın Yusufa fazla muhabbet beslemesini ve ona kendilerinden daha fazla ilgi göstermesini kardeşleri kıskandılar ve hased ettiler. Yusufa beraberce tuzak kurup, onu öldürmek istediler. Babalarından korktukları için ne şekilde kötülük yapacaklarını bilemiyorlardı.
Yusufun rüyasını işitip, babalarının yaptığı rüya tabirini öğrendiler. (Bu rüyayı nasıl öğrendikleri kesin olarak bildirilmedi.) Kıskançlık ve hasedleri gittikçe arttı. Bu husus Yusuf suresi 8, 9 ve 10. ayetlerinde şöyle bildiriliyor:”Hani kardeşleri bir araya gelip şöyle demişlerdi: “Yusuf ve (ana baba bir) kardeşi (Bünyamin), babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki biz (birbirimizi destekleyen, kuvvetli) bir cemaatiz. (Biz on adet oğluyuz, hiç birimize onun kadar itibar ve himmet etmez). Babamız (onları bizim üzerimize tercihinde) açık bir yanlışlık içindedir. (İçlerinden biri dedi ki) “Yusufu öldürün veya onu uzak bir yere atın ki, babanızın teveccüh ve iltifatı yalnız size olsun. Bundan (Yusufu öldürüp veya uzak bir yere bıraktıktan) sonra da (işlediğiniz bu cinayetten dolayı Allaha tevbe eder, babanıza güzel muamelede bulunarak) salihlerden bir topluluk olasınız.” Onlardan birisi (Yehuda veya Robil) onlara dedi ki: “Eğer benim sözümü tutarsanız, Yusufu öldürmeyin. (Zira o büyük günahtır). Onu bir kuyunun dibine bırakın ki, (oraya uğrayan) yolculardan birisi çıkarıp başka bir yere götüre… (Münasibi budur.)” Bu sözü hepsi uygun buldular ve Yusufu babasından istemek işini Yehudaya havale ettiler. Çünkü Yakup , oğulları içinde en çok Yehudanın sözüne itibar ederdi. Ancak Yehuda, Yusufun öldürülmesine razı değildi. Kardeşlerinin ona bir kötülük yapmalarından korkuyordu. Onlardan, öldürmeyip kuyuya atacaklarına dair kesin söz aldı. Hep birlikte Yakubun huzuruna vardılar. Ondan Yusufu istediler.
Onlar, babalarının, Yusuf ı kendilerine emanet etmeyeceğini hissediyorlardı. Çünkü Yakup ın, onların Yusufu hased ettiklerini öteden beri bildiğinin farkındaydılar. Yusuf ı babalarından alıp beraberlerinde götürebilmek için hileye başvurdular. Babalannın yanına; Yusufu çok seviyor, ona karşı pek şefkatli ve merhametli tavırlarla vardılar. Babalarını ikna edip Yusufu elinden almanın yollarını aradılar. Ona diller döktüler. Zaman zaman yaptıkları gibi ertesi gün de kıra giderek, çayır ve çimenler üzerinde istirahat edip, koşu ve ok atma yarışı yapacaklarını ve yanlarında Yusufu da götürmek istediklerini söylediler. ayet-i kerimede mealen bildirildiği gibi babalarına; “Ey babamız. Sen Yusufu bize (emanet hususunda) niye inanmıyorsun. (Onun hakkında bizden niçin korkuyorsun?) Halbuki biz ona karşı şefkatliyiz ve onun hayrını (iyilik ve faydasını) istiyoruz dediler. Yarın onu bizimle kıra gönder, bizimle (meyve) yesin, (ok atmak ve koşmak suretiyle) oynasın. Biz onu zarardan muhafaza ederiz dediler.” (Yusuf suresi: 11-12)
Yakub rüyasında, on tane kurdun Yusufa hücum edip, öldürmeye kasdettiklerini görmüştü. O kurtlardan biri onu himaye etmiş, bu sırada yer yarılarak Yusuf oraya girmiş, üç gün sonra tekrar ortaya çıkmıştı. Yakup , bu rüyadan sonra, kardeşlerinin Yusufa bir şey yapmalarından korkuyordu. ayet-i kerimede oğullarına şöyle dediği bildirilmektedir: “(Babaları onlara); “Onu götürmeniz beni mahzun eder. Siz ondan habersiz iken onu kurt (gelip) yemesinden korkarım dedi. (Bunun üzerine oğulları); “Biz kuvvetli bir cemaat iken onu kurt yerse aciz ve güçsüz kimseler olmuş oluruz dediler.” (Yusuf suresi: 13-14)
Yakub oğullarının teminat verip ısrarı ve yemin etmeleri üzerine, Yusufun da onlarla beraber gitmek için meyl ettiğini görünce, kazaya razı olup, izin verdi. Sabah olunca Yusufa ; “Gel şimdi seni bir kere öpeyim ve güzel kokunu koklayayım. Belki bir kere daha seni göremem. Zira dünya ayrılık evidir” dedi. Elbisesini giydirdi, güzel kokular sürdü. Bağrına basıp öptükten sonra kardeşlerine ısmarlayıp; “Yusufu iyi gözetin” diye tenbih etti. Onlar da gözetip koruyacaklarına dair söz verdiler.
Yusuf onlarla beraber babasından ayrıldı. Babalarına yakın iken kardeşleri ona ikramda bulunuyor ve yakınlık gösteriyorlardı. Uzaklaşıp gözden kaybolunca ona karşı olan düşmanlıklarını gösterip, kaba davrandılar. Yusufu öldürmek istiyorlardı. Bu sırada Yehuda isimli kardeşi, daha önce vermiş oldukları sözü hatırlatıp, öldürülmesine karşı çıktı. Onlara; “Onu öldürmeyeceğinize dair söz vermediniz mi?” diyerek, onun kuyuya atılmasını teklif etti. Yehudanın teklifini hepsi kabul ettiler ve kendilerince bilinen bir kuyunun yanına götürdüler. Üzerinden gömleğini çıkardılar. Yusuf onlara; “Ey kardeşlerim! Beni kuyuya atıyorsunuz. Ama kuyuda elbisesiz ne yaparım” deyince, ona; “Rüyanda gördüğün güneşi, ayı ve onbir yıldızı çağır. Sana yardım ederler” dediler ve Yusuf ın beline bir ip bağlayıp kuyuya bıraktılar. Sonra Yusufun gömleğini alıp koyunlarının yanına geldiler. Bir koyun boğazlayıp, gömleği onun kanına buladılar. Akşam olunca da babalarına ağlayarak geldiler ve Yusufun kanlı gömleğini gösterip; “Ey bizim babamız! Hakikaten biz gittik, yarış edecektik. Yusufu da eşyalarımızın ve elbiselerimizin yanına bırakmıştık. (Bir de ne görelim) onu kurt yemiş. Biz doğru söyleyenler olsak da (biliyoruz ki) sen bize inanıcı değilsin dediler.” (Yusuf suresi: 17) “Bir de üstüne yalan bir kan bulaştırılmış olan gömleği getirdiler. Yakup onlara; “Hayır, nefisleriniz sizi aldatıp böyle (büyük) bir işe sürüklemiş. Artık bana düşen sabr-ı cemildir. Sizin bu yaptıklarınız üzerine sabrımla Allahtan yardım isterim” dedi.” (Yusuf suresi: 18) Yakup çok sevdiği oğluna hasretinden dolayı üzülüp ağlayarak, üzerine kan bulaştırılmış gömleği yüzüne gözüne sürdü. Yakup gömleğe baktı, kana bulanan gömleğin hiç yırtılmamış olduğunu görünce; “O kurdun Yusufuma karşı şefkati sizden fazla imiş. Vallahi bugüne kadar bu kurt gibi yumuşak huylu bir kurt görmedim. Oğlumu yemiş de sırtından gömleğini bile yırtmamış. Bu söyledikleriniz yalandır. Yusufa ne ettinizse siz ettiniz. Fakat elimden ne gelir. Benim için sabretmekten güzel bir şey yoktur” dedi. İçli içli ağladı ve kalbini Allaha bağlayıp, oturdu.
Yakub çevresinde çok iyi tanınır, ilim ve makam sahipleri ona hürmet gösterirlerdi. Eğer isteseydi, oğulları tarafından kurt yediği bildirilen Yusuf hakkında araştırma yaptırır, onun hal ve durumu hakkında bilgi edinebilirdi. Ancak böyle bir yola başvurmadı.
Yakub ın oğlu Yusuf hakkında böyle bir araştırma yaptırmamasının sebepleri, Razi tefsirinde şöyle bildirilmektedir:
1- Allah, Yakup ı böyle bir araştırma yapmaktan men etmiş olabilir.
2- Yakup , Yusufun Allah tarafından korunacağını, onun şanının ve mertebesinin yüksek olacağını biliyordu.
3- Yakup , oğullarının bu hususta yaptıklarını araştırıp, ortaya koymak suretiyle, onların insanların dillerine düşmesini istemedi.
4- Bir babanın iki oğlundan birisi diğerine zulüm ettiği zaman, bu durum babaya çok acı gelir. Eğer zulmeden oğluna, lazım gelen cezayı vermese, haksızlığa uğrayan oğlu için yüreği yanar. Zulüm yapan oğluna ceza verse, bu defa baba olma sebebiyle onun için kalbi üzülür. Her iki halde de baba olan kimse acı bir durumla karşı karşıya kalmaktadır. Yakup böyle bir musibete maruz kalınca, en doğru işin, sabır ve sükut olduğunu, bu işi Allaha havale etmek gerektiğini daha doğru buldu.
Yakub , oğlu Yusufun ayrılığından dolayı üzülüyor, üzüntüsünü içine atıyordu. Mahzun ve kederli olduğu halde bunu kimseye göstermek istemiyordu. Sabrederek cenab-ı Hakka ilticada bulunuyordu. Takdir-i ilahiye razı olup, halinden kimseye şikayette bulunmuyordu. Ona kavuşacağı günü hasretle bekliyordu. Çünkü oğlunu kurdun yemediğini yakinen biliyordu. Bir gece rüyasında Azrail ı gördü. Ona; “Yusufun ruhunu kabz ettin mi?” diye sordu. Azrail da; “Kabzetmedim” cevabını verdi. Yıllarca ümid ile yaşayıp, Allahtan sabr-ı cemil diledi.
Sabr-ı cemil, başa gelen bela ve musibet karşısında, mahluklara hiç şikayet etmemek ve sabırlı olmaktır. Yakup da kimseye şikayet etmedi ve mealen; “Ben büyük kederimi, mahzunluğumu yalnız Allaha arzediyorum dedi.” (Yusuf suresi: 86)
Bir babanın, oğluna karşı şefkatinden dolayı üzüntüsü ve ağlaması elinde olmadığından, onun sabrına ve Allaha tevekkül etmesine mani değildi. Çünkü elem verici bazı hadiseler karşısında sessizce ağlamak mubahtır. Buna insan mani olamaz. Nitekim Buhari ve Müslimin bildirdiklerine göre; sevgili Peygamberimiz küçük yaşta olan oğlu İbrahim vefat edince ağladı ve buyurdu ki: “Kalb mahzun olur, göz yaşlarını akıtır. Fakat Rabbimizin gazabına sebep olacak bir şeyi söylemeyiz ve biz ey İbrahim! Senin firakından dolayı elbette mahzunuz.”
Hülasa böylece sessiz olarak ağlamak mubahtır. Fakat bir musibetten dolayı feryad ve figan etmek yani yüksek sesle ağlamak, saçını başını yolmak, yakasını yırtmak, elbisesini parçalamak dinimizce yasaklanmıştır. Takdir-i ilahiye isyan özelliğinde olan bu tür hareketlerden kaçınmalıdır.
Atıldığı kuyudan Mısıra giden bir kervan tarafından kurtarılıp, Mısır maliye nazırına köle olarak satılan Yusuf nazırın hanımı Züleyhanın arzusuna karşı geldiği için, iftirasına uğradı ve zindana atıldı. Zindanda uzun müddet kaldıktan sonra Mısır melikinin gördüğü bir rüyayı tabir ederek, yedi yıl bolluktan sonra yedi yıl kıtlık olacağını haber vermesi üzerine, zindandan kurtuldu ve maliye nazırı oldu. Bereket yıllarında bol bol erzak depo etti. Yedi yıllık bir bolluktan sonra Mısır ve civarındaki ülkelerde kıtlık ve kuraklık baş gösterdi. İlk bir sene hiç yağmur yağmadı. Ekinler biçilmedi ve halk elinde olan tahılları yedi. İkinci yıl da şiddetli bir kıtlıkla karşılaştılar. Üçüncü yıl da böyle geçti. Hiç bir yerde tedbir alınmadığından, Mısırdan başka hiç bir ülkede buğday kalmadı. Bunu öğrenen insanlar, akın akın Mısıra gelmeye başladılar. Ne kadar kıymetli mal ve elbiseleri varsa buğdaya değiştiler. Dördüncü yıl da ne kadar mal, davar ve kumaş varsa, getirip karşılığında buğday aldılar.
Kıtlık bu şekilde devam ederken, Yakup oğullarına; “Mısıra gidip biraz buğday getirin. İşittim ki Mısır sultanının bir hazinedarı varmış, tahıl ambarlarının hepsi onun elinde imiş. İbrahim ın dini üzere imiş. Nasıl bir kimsedir gidip görün ve biz İbrahim oğullarındanız deyin. Belki İbrahim ın soyundan olduğunuzu bilir de size kolaylık gösterir” dedi. Bünyamin haricindeki diğer on oğlunu gönderdi. Bünyamin, Yusufun yadigarı olup, onu yanından hiç ayırmazdı. Çünkü o, Yusufla ana bir kardeştiler.
Yakub ın oğulları Mısıra gittiler. Yusuf ın huzuruna çıktılar. Yusuf onları tanıdı. Bu husus Yusuf suresi 58. ayetinde mealen şöyle haber verilmektedir: “Kardeşleri Yusufun huzuruna girince, Yusuf onları tanıdı. Onlar ise kendisini tanımıyorlardı.”
Yusuf onlara; “Siz kimsiniz? Ne maksadla geldiniz?” diye sorunca, onlar da; “Şam tarafından buğday almağa geldik” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Yusuf ; “Yalan söylüyorsunuz. Siz buğday alıcıları değil, casuslara benziyorsunuz. Maksadınız neyse haber veriniz.” dedi. Bunun üzerine kardeşleri; “Biz Kenan vilayetindeniz. İhtiyar bir babanın on evladıyız. Babamızın ismi Yakubdur. Beldemizde kıtlık var. Mısırdan başka yerde buğday bulunmadığını ve senin iyi bir kimse olduğunu duyan babamız, bizi sana gönderdi” diye cevap verdiler. Yusuf onlara; “Şimdi babanız nerede ve kiminle beraberdir?” diye sorunca onlar da; “Kenan ilinde bizim en küçük kardeşimizle beraber kaldı. Babamızın, o küçük kardeşimizin annesinden bir oğlu daha vardı. Adı Yusuf olan o oğlunu çok severdi. Kırda telef oldu. Onun derdinden babamız, ismi Bünyamin olan küçük oğlunu yanından hiç ayırmaz. Yusufa olan üzüntüsü sebebiyle gözleri de görmez oldu. Bir ev yaptırdı. Yusufa olan üzüntüsü sebebiyle o eve Beyt-ül ahzan dedi. Her gün o eve girer. Yusuf diye ağlar” dediler.
Yusuf emretti. Onların parası alındı, hepsi için birer yük buğday verildi. Onlara; “Bir daha gelirken, öteki kardeşinizi de getirin! Onu getirmezseniz size zahire vermem” dedi. Paralarını da gizlice zahirenin arasına koydurdu. Bu husus Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirildi: “Vakta ki Yusuf onların zahirelerini yükletip, hazırladı. Onlara dedi ki: “(Bir daha gelirken) baba bir kardeşinizi (Bünyamini) de getirin. Görmüyor musunuz ki (yani işte görüyorsunuz) size tam ölçek veriyorum. (Babanızın yanında kalan biraderiniz adına da zahire veriyorum.) Ben misafirperverlerin hayırlısıyım. Eğer onu bana getirmezseniz artık benim yanımda size hiç bir zahire yoktur. Yanıma da gelmeyiniz, diyarıma da girmeyiniz”. Dediler ki: “Onu babasından istemeye çalışırız ve her halde bunu yaparız.”
“Yusuf onların zahire yüklerini hazırladı. Uşaklarına da; Sermayelerini yüklerinin içine koyuverin. Olur ki, ailelerine döndükleri zaman bunun farkına varırlar da belki yine (kardeşleri Bünyamin ile beraber buraya) dönerler dedi. Vakta ki babalarına (Kenan iline) döndüler, dediler ki: “Ey babamız! (Eğer Bünyamini bizimle beraber göndermezsen) bizden zahire men olundu. Şimdi kardeşimizi bizimle (Mısıra) gönder ki zahire alalım. Biz onu koruyucularız.” Yakup onlara dedi ki: “Bundan önce, kardeşi Yusufu size (emanet hususunda) inandığım gibi, onu (Bünyamini) da inanır mıyım? Allah en hayırlı koruyucudur ve O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.”
“Yakub ın oğulları getirdikleri yüklerini açtıkları zaman, (ihsan olarak) sermayelerini kendilerine iade edilmiş buldular. Dediler ki: “Ey babamız! Daha ne istiyoruz. (Bundan ziyade iyilik olur mu?) İşte sermayemiz de bize iade edilmiş. Biz onunla tekrar ailemize zahire getiririz. Kardeşimizi de koruruz. (Kardeşimiz Bünyamini götürmekle) bir deve yükü zahire de fazla alırız. Bu (seferki aldığımız) az bir ölçektir, bizi idare etmez.” (Yusuf suresi: 59-65)
Yakub ; “O akçeyi geri götürün. Belki yanılmış olabilirler. Yahut bizi denemişlerdir. Peygamber oğullarıdır. Görelim, helali haramı seçerler mi? demiş olabilirler” dedi. Sonra Bünyamini geri getireceklerine dair onlardan söz aldı. ayet-i kerimede bildirildiği gibi; “Etrafınız kuşatılıp çaresiz kalmanız müstesna, onu (Bünyamini) geri getireceğinize dair Allahtan bana sağlam bir taahhüt verinceye kadar sizinle beraber göndermem.” dedi. Onlar da babalarına teminatlarını verince; o da; “Allah benim ve sizin bu dediklerinize vekil (şahit olsun)” dedi.” (Yusuf suresi: 66)
Yakub söylediklerine Allahı şahid tuttuktan sonra onlara mealen; “Ey oğullarım! Mısıra varınca hepiniz bir kapıdan girmeyin. Herbiriniz ayrı ayrı kapılardan girin. (Bununla beraber bu sözümle) Allahın kazasından hiç bir şeyi sizden gideremem. Hüküm ve kaza ancak Allahtandır. Ben ancak ona güvenip dayandım. Tevekkül edenler de ona güvenip dayanmalıdır” dedi.” (Yusuf suresi: 67) Bu sözüyle onlar üzerine nazar isabet edeceğinden korktu.
Yakubun oğulları Mısıra vardıkları zaman, babalarının bildirdiği gibi değişik kapılardan şehire girdiler. Kardeşleri Bünyamini Yusuf ın yanına getirdiler ve; “İşte o küçük kardeşimiz budur, getirdik.” dediler. Yusuf onları huzuruna aldı, gereken ikram ve iltifatta bulunduktan sonra, onların her ikisinin birer odada yatabileceği şekilde hazırlık yapılmasını hizmetçilerine emretti. Onlar onbir kardeş idi. Her ikisi birer odaya istirahat etmek için verildiler. Bünyamin yalnız kalınca ağladı ve; “Kardeşim Yusuf sağ olsa idi benimle beraber bir odada kalırdık” dedi. O vakit Yusuf ; “Gel sen de benim odamda misafir ol” dedi. Fakat Bünyamin kardeşi Yusufu hala tanıyamamış ve kardeşlerinden ayrı kaldığına bile üzülmüştü. Bunun farkına varan Yusuf bulundukları odada kimseyi bırakmadı ve Bünyamine; “Ölen kardeşin yerine, benim sana kardeş olmamı ister misin?” diye sorunca, Bünyamin; “Senin gibi eşsiz bir kardeşi kim bulabilir. Fakat senin baban Yakup değil, ve seni annem Rahil doğurmadı” deyince, Yusuf ağladı ve kalkıp Bünyaminin boynuna sarılarak; “Ben senin kardeşin Yusufum” diyerek kendisini tanıttı.
Bu husus Kuran-ı kerimin Yusuf suresi 69. ayetinde mealen; “(Kardeşleri) Yusufun huzuruna girince o, kardeşini (Bünyamini) kendi yanına aldı: Ben senin hakiki kardeşinim. Onların (geçmişte hakkımızda) yapmış oldukları şeyler için mahzun olma dedi.” buyrularak haber verilmiştir.
Bünyamine; “Tasalanma, onların bana ettiklerinden dolayı, Allaha şükrediyorum. Senin bildiğini onlar bilmemektedirler” dedi. Bünyamin, kardeşi Yusufu tanıyınca çok sevindi ve göz yaşları dökerek babası Yakup ın, oğlu Yusufun ayrılığından dolayı çektiği mihnet ve sıkıntıları haber verdi. Bunun üzerine Yusuf kardeşi Bünyamine; “Sakın beni onlara bildirme” dedi. Bünyamin; ayrılmak istemediğini söyleyince, Yusuf ; “Fakat babamızın benim yokluğuma ne kadar üzüldüğünü bilirsin. Sen de, bir sebep olmadan burada kalırsan, üzüntüsü daha da artar. Buna başka bir yol bulalım” dedi. Bünyamin de; “Karar senindir. İstediğini yap.” cevabını verdi.
İbrahim ın dininde, bir kimsenin bir şeyi çalınsa, mal sahibi de malını hırsızın elinde yakalasa, malı çalan, mal sahibine kölelik ederdi. Musa zamanına kadar, bu hüküm aynen devam etmişti.
Yusuf , tedbir olarak, Mısır melikinin altından yapılmış su tasını, kardeşi Bünyaminin yükünün içine koymalarını emretti. Tası, Bünyaminin yükü içerisine koydular.
Bu hususlar Kuran-ı kerimde şöyle bildirildi: “Vakta ki Yusuf kardeşlerinin (her birine birer deve yükü olmak üzere) yüklerini hazırladı. (İhtiyaçlarının hepsini yerine getirdi ve onların haberi yok iken) su kabını (öz) kardeşinin (Bünyaminin) yükü içine koydu. (Kafile şehirden ayrılıp, biraz mesafe katettikten) sonra, bir münadi yetişip şöyle nida etti: “Ey kafile ehli! Durun! Muhakkak siz hırsızlarsınız.” (Yusuf ın kardeşleri) geriden gelenlere dönerek; “Ne kayboldu. Aradığınız nedir?” dediler. Dediler ki “Melikin su kabını arıyoruz. Onu getirene bir deve yükü (zahire) var. Ben de buna kefilim. (Yakubun oğulları); “Vallahi siz de bilirsiniz ki, biz buraya fesad çıkarmak için gelmedik. Biz hırsız da değiliz. (Eğer biz hırsız kimseler olsaydık, daha önce yükümüz içine konulan sermayeleri geri getirip vermezdik)” dediler. (Yusuf ın adamları) dediler ki: “Eğer (hırsız değiliz) sözünüzde yalancı çıkarsanız, (sizin dininizde) hırsızın (su kabını çalanın) cezası nedir?” (Yakubun oğulları) dediler ki “Onun (bizim dinimizde, tası çalanın) cezası, (çalınan mal, yani su kabı) kimin yükünde bulunursa, odur. (Yani hırsız, mal sahibinin kölesi olur.) Biz zalimleri (hırsızlık yapanları) böyle cezalandırırız.” (Yusuf suresi: 70-75)
Yusuf ın kardeşleri, pederlerinin dininde hırsızlığın hükmünü söyledikten sonra, Yusuf ın adamları; “Yüklerinizi aramamız lazımdır” dediler. Onları yoldan çevirip geri getirdiler. ayet-i kerimede buyruldu ki:”(Yusuf ) derhal kardeşinin (Bünyaminin) yükünden önce diğerlerinin yüklerini aramaya başladı. Nihayet, onu (su kabını) kardeşinin (Bünyaminin) yükünden çıkardı. İşte biz Yusufa böyle bir tedbiri (vahiyle) öğrettik. Yoksa Mısır melikinin dininde kardeşini (Bünyamini) tutmak ve esir etmek mümkün değildi. Ancak, Allah onu (babasının dini üzere tutmasını) irade etti. (Yusuf ı kardeşlerine üstün kıldığımız gibi) dilediğimiz kimseyi (ilimle) nice derecelere yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde bir alim vardır.” (Yusuf suresi: 76)
Kaybolan su kabının, ummadıkları bir şekilde Bünyaminin yükünden çıkması üzerine, Yusufun kardeşleri telaşa kapıldılar. Bünyamine serzenişte bulundular. Sonra Kuran-ı kerimde Yusuf a şöyle dedikleri bildirilmektedir:”(Yakub ın oğulları) dediler ki: “Ey Aziz! Hakikat bunun ihtiyar bir babası vardır. (Onu bizden fazla sever. Kaybolan kardeşimizin acısını onunla unutur.) Binaenaleyh onun yerine birimizi alıp onu azad eyle. Biz, muhakkak seni iyilik edenlerden görüyoruz, ihsanını tamamla.” (Yusuf suresi: 78)
“Yusuf onlara; “Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını (günahı olmayanı) alıkoymaktan Allaha sığınırız. Çünkü o takdirde (sizin dininize göre, verdiğiniz fetvaya göre) biz de elbette zalimlerden oluruz.” (Yusuf suresi: 79)
“Yakubun oğulları, kardeşleri Bünyamini alabilmekten ümidlerini kestiler. Fısıldaşarak bir kenara çekildiler. Onların büyükleri (Robil, Şemun veya Yehuda olduğu rivayet edilmiştir); “Babamızın sizden Allahın adıyla teminat almış olduğunu, daha evvel de Yusuf hakkında işlediğimiz kusuru bilmez misiniz? (Muhakkak bilirsiniz.) Artık ben, babam bana izin verinceye (yanına çağırıncaya) veya Allah (kardeşimi kurtararak iadesine) hükmedinceye kadar buradan (Mısırdan) katiyyen ayrılmam. O Hakimlerin hayırlısıdır, hakkın gayrı ile hükmetmez.” (Yusuf suresi: 80) Kendisi orada kaldı ve Kuran-ı kerimde kardeşlerine mealen; “Siz, babanızın yanına dönün (hadiseyi olduğu gibi anlatın) ve deyin ki: “Ey babamız! Muhakkak ki oğlun (Bünyamin, bizim gördüğümüze göre) hırsızlık yaptı. Biz ancak gördüğümüze şahidlik ederiz. (Su kabı Bünyaminin yükünden çıktı.) Gaybı bilmeyiz ve gaybın bekçileri de değiliz. Eğer bize inanmazsan içinde bulunduğumuz (ve döndüğümüz) şehre (Mısır halkına) da, aralarında geldiğimiz kervana da sor. (Su tası onun yükünde nasıl bulundu?) Biz, şüphesiz doğru söyleyicileriz” şeklinde bildirilmektedir. (Yusuf suresi: 81-82)
Bünyamin, Yusuf tarafından alıkondu. Büyükleri (Şemun, Robil veya Yehuda) de Kenana dönmeyip Mısırda kaldılar. Yakubun oğullarından dokuz tanesi Mısırdan Kenan diyarına gelince, olan her şeyi babalarına anlattılar. Yakup söylenenleri dinledi. “Ah Yusuf!” diye inledi ve Kuran-ı kerim de mealen şöyle dediği bildirildi:”(Yakub ) şöyle dedi; “Hayır! (Aranızda kararlaştırdığınız bu işi) nefsleriniz sizi aldatıp süsleyerek, kolay gösterdi. (Yoksa Mısır meliki bizim dinimizdeki hırsızın hükmünü ne bilsin?) Artık bana düşen sabr-ı cemildir. Umulur ki, Allah onların (oğullarımın üçünü) hepsini birden bana getire. Şüphesiz Allahalimdir, hakimdir.”
“Yakub onlardan yüz çevirdi: “Ey Yusufun firakıyla beni kaplayan hüznüm ve üzüntüm! Gel! Tam şimdi senin gelmen zamanıdır” dedi. Hüzün ve kederinden gözlerine ak düştü. (Evladına hasretten kalbi üzüntü ile dolu olup, kalbinde) onu tamamen tutar, izhar etmezdi.” (Yusuf suresi: 83-84) Yakup gece-gündüz durmadan ağlardı. Yusuf ın ayrılık ateşinden o kadar ağladı ki, gözlerine ak düşüp görmez oldu. Onun bu haline oğullarının veya diğer ehl-i beytinin, ayet-i kerimede şöyle dediği bildirilmektedir: ”Oğulları, Yakuba , “Yusufu anmaktan geri durmuyor, onun sevgisinde gevşeklik göstermiyorsun. Vallahi, sonunda ya kederinden hastalanıp eriyeceksin, yahut helak olacaksın” dediler. Onların bu sözleri karşısında Yakup ; “Ben, kalbimde tutamadığım hüzün ve kederimi, yalnız Allaha arz ediyorum. (Size bir şikayetim yoktur.) Ben, sizin bilmeyeceğiniz nice şeyleri Allah tarafından biliyorum” dedi.” (Yusuf suresi: 85)
Yakub , oğlu Yusufun ayrılığı üzerinden uzun zaman geçmiş olmasına rağmen, Allahtan ümidini kesmemişti. Oğlu Yusufa kavuşacağı günü umid ediyor ve merakla bekliyordu. Mısıra buğday almak için gidip kardeşleri Bünyamini de bırakıp gelen oğulları; Yakup a Mısır maliye nazırının durumunu anlattıkları zaman, Yakup kendini zor tutup; “Bu, olsa olsa Yusuf olur” dedi ve Yusuf suresi 87. ayetinde mealen zikredildiği gibi; “Ey oğullarım. (Mısıra) gidin. Yusufla kardeşlerinden haber sorun. Allahın rahmetinden ümid kesmeyin. Zira hakikat şudur ki, kafirler güruhundan başkası, Allahın rahmetinden ümidini kesmez dedi.” Yani: “Oğullarım! Tekrar Mısıra gidiniz de Yusufdan ve kardeşi Bünyaminden bir haber sorun. Onlara ait malumat edinmeye çalışınız ve Allahın rahmetinden, fazl ve ihsanından ümidinizi kesmeyiniz. Allahın rahmet ve bereketiyle kardeşiniz Yusufa kavuşabilirsiniz” dedi.
Allahın rahmetinden ümidini kesmek, mümin için asla caiz değildir. Mümine yakışan; kavuştuğu nimetlerden dolayı cenab-ı Hakka hamd ve şükretmek; bir musibet ve belaya uğrayınca da onun giderilmesi için Allaha niyazda bulunmaktır.
Hiç bir zaman ve hiç bir surette ümidsiz olmamalıdır. Çünkü bir kimse Allahın varlığını, kudretini, rahmetinin sonsuzluğunu ve ihsanını bilip tasdik ederse, Onun rahmetinden de ümid kesmesi mümkün değildir. Allah Hicr suresi 56. ayetinde mealen,”Rabbinin rahmetinden, sapıklar (Allahın rahmetinin genişliğini, ilminin ve kudretinin sonsuzluğunu, Allahı bilmekte hata edenler) dan başka kim ümidini keser” buyurarak, rahmetinden ümid kesmenin büyük günah ve dalalet olduğunu bildirdi.
“İhyau Ulumiddin” de yazılı olan hadis-i şeriflerde buyruldu ki:”Beni İsrailden bir kimse, insanları Allahın rahmetinden ümidsiz ederdi. Onlara ağır işler söylerdi. Allah kıyamet günü ona; “Kullarımı benim rahmetimden ümidsiz ettiğin gibi, bugün, ben de seni rahmetimden ümidsiz ederim der” ve “Allah; “Kulum gökler dolusu kadar günah işlese, istiğfar edip bana ümid etse, onu affederim” ve “Kul dünyayı dolduracak kadar günah işlese, ben de dünya dolusu rahmet ederim.” buyurdu.
Hazret-i Ali de günahlarının çokluğu sebebiyle ümidsiz olan birini gördü. O kimseye; “Ümidsiz olma! Allahın rahmeti senin günahından büyüktür.” buyurdu.
Yakubun oğulları kardeşlerine gitmek üzere; biraz para, biraz yün ve biraz da yağ alarak Mısıra doğru yola koyuldular. Yola çıkmadan önce Yakup Mısır maliye nazırına verilmek üzere bir mektup yazıp, oğullarına verdi.
Yakubun oğulları Mısıra vardıkları zaman Yusufun huzuruna girince, söyledikleri Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir: “(Yakub ın oğulları Mısıra gidip) Yusufun huzuruna çıktılar. Dediler ki: “Ey Aziz! Bize ve ailemize darlık (kıtlık, fakirlik ve açlık) ulaştı. Çok az ve değersiz bir sermaye ile geldik. (Sermayemizin azlığına değersiziğine bakmayıp, lutfen) bize yine tam ölçek ver. (Kardeşimizi bize iade etmek ve pek ehemmiyetsiz olan sermayemizi kabul etmek suretiyle) hakkımızda ayrıca tasaddukta bulun. Zira Allah sadaka verenleri mükafatlandırır.” (Yusuf kardeşlerinin bu sözleri karşısında); “Siz (sonunun nereye varacağını) bilmeden Yusufa ve kardeşine yaptığınızın kötülüğünü anlayıp ondan tevbe ettiniz mi? dedi.” (Yusuf suresi: 88-89) “Yani Yusufu kuyuya attınız ve kardeşini ondan ayırdınız.” Bu arada babalarının gönderdiği mektubu Yusufa verdiler. Yusuf mektubu alıp okudu, ağladı. Yine ayet-i kerimede şöyle buyuruldu: “(Yusuf ın bu sözü üzerine Yakup ın oğulları;) “Yoksa sen gerçekten Yusuf musun?” dediler. Yusuf da ; “Ben Yusufum ve bu da kardeşim (Bünyamin) dir. Allah (birbirimize kavuşturmakla) bize, lutf ve ihsanda bulundu. Zira hakikat şudur ki, kim Allahtan korkar, belalara katlanırsa, muhakkak Allah (takva ve sabır sahibi olan) muhsinlerin mükafatını zayi etmez” dedi.
(Yusuf ın bu sözü üzerine kardeşleri) dediler ki; “Yemin ederiz ki, Allah, (zikrettiğin sıfatlar, güzel ahlak, ilim, hilim, fazilet ve saltanatla) muhakkak seni bizden üstün kıldı. Hakikat biz sana yaptığımız muameleden dolayı günahkar olduk.” Yusuf onlara dedi ki: “Bugün size, bir kınama, bir ayıplama yoktur. Allah size merhamet etsin. O, merhametlilerin en merhametlisidir.” (Büyük ve küçük bütün günahları afleder.)” (Yusuf suresi: 90-92)
Kardeşlerinin hatırını sorduktan sonra onlara ikramlarda bulundu. Babasının halinden haber sordu. Dediler ki; “Bu sefer biz Bünyamini bırakıp vardığımızda o kadar ağladı ki, gözleri görmez oldu.”
Rivayet edilir ki, Yusuf ın kardeşleri ona; “Siz, bizi sabah-akşam yemeğe davet ediyorsunuz. Biz ise sana yaptıklarımızdan ve kusurumuzdan dolayı utanıyoruz” dediler, Yusuf da cevabında dedi ki: “Mısırlılar, şimdiye kadar hakkımda; “Yirmi dirheme satılmış bir köleyi ulaştığı şu mertebeye kavuşturan Allahı tenzih ederiz.” diyorlardı. Şimdi ise sizin sayenizde seref kazandım. Mısırlıların nazarında yükseldim. Çünkü onlar sizin benim kardeşlerim olduğunuzu, benim de İbrahim ın torunlarından ve Yakup ın oğullarından olduğumu öğrendiler.”
Senelerdir süren ayrılığın sona ermesini ve babasının sevinmesini isteyen Yusufun, kardeşlerine Kuran-ı kerimde mealen şöyle dediği bildiriliyor: “Yusuf kardeşlerine; Şu gömleğimi babama götürün ve yüzüne sürün. O, benim kokumu koklasın ve gömleğimi gözlerine sürsün. O artık rahatlıkla görmeğe başlar. Sonra bütün ailenizi de bana getirin.” (Yusuf suresi: 93)
Yakub ın oğullarından Yehuda; “Kanlı gömleği babama götürüp onu kedere boğmuştum. Bu gömleği de ben götürüp onu sevindireyim” dedi. Yusuf kardeşlerine pek çok buğday verdi. Hayvanlarını yükleyip, Mısırdan Kenan diyarına doğru yola çıktılar. Allahın takdiri ile Yusuf ın kokusu, Yakup a ulaştı. Yakup çok sevdiği oğlunun kokusunu duyunca, ayet-i kerimede, yanındakilere şöyle dediği bildirilmiştir: “Vakta ki kafile Mısırdan ayrıldı. (Yakub yanındakilere); Eğer bana yaşlılık sebebiyle noksan akıllılık nisbet etmezseniz, ben muhakkak Yusufun kokusunu buluyorum dedi. (Yanında bulunanlar) dediler ki: “Sen (Yusufa olan) aşırı muhabbetinde devam ediyorsun (Onu unutamıyorsun).” (Yusuf 94-95) Yani sen hala Yusufa karşı eski muhabbetini sürdürüyorsun. Yusuf senden ayrılalı uzun zaman oldu. Daha sen Yusufu unutmazsın ve dilinden düşürmezsin.” dediler. Yehuda, Kenan diyarına gelince, kervandan ileriye geçip Yusuf ın gönderdiği gömleği ve bir mektubu babasına götürdü. Yusufun gömleğini, Yakup ın gözlerine sürdü. Allahın fazlı ve ihsanıyla gözleri hemen açılıp görmeye başladı. Bu sırada Yusuf ın gönderdiği mektubu da Yakuba verdi. Yakup mektubu okuyunca; “Allaha yemin ederim ki, bu mektup melik mektubu değil, peygamber mektubudur. Bu mektubu yazan da olsa olsa Yusufumdur.” dedi. Bunun üzerine Yehuda, oğlu Yusufun hayatta olduğunu müjdeledi. “Seni ve bütün hanedanını Mısıra davet ediyor.” dedi.
Yakub müjdeyi getiren oğluna; “Yusufu nasıl bıraktın?” diye sorunca o da; “Yusuf, Mısır maliye nazırıdır” dedi. Yakup ; “Ben nazırı ne yapayım, hangi din üzeredir?” deyince, oğlu da; “O, İbrahim ın dini üzeredir” cevabını verdi. Bunun üzerine Yakup ; “Nimet tamamlandı.” diye şükretti.
Bu sırada diğer oğulları da gelmişlerdi. Yakup ile oğulları arasındaki görüşme, Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir: “Yakub ; “Ben size, sizin bilmeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından muhakkak biliyorum demedim mi?” dedi. Oğulları; “Ey bizim babamız! Allahtan bizim için günahlarımızın mağfiretini iste. Gerçekten biz günahkarlardan olduk” dediler.
(Yakub da); “Sizin için, Rabbime, sonra istiğfar ederim. Hakikat şudur ki, çok günah örtücü, çok merhamet edici ancak Odur” dedi.” (Yusuf suresi: 96-97)
Müfessirler, Yakup ın oğullarına; “Sizin için sonra istiğfar ederim” buyurmasının sebebini, değişik şekillerde izah etmişlerdir. Fahrüddin-i Razi hazretleri bunun sebeplerini şu şekilde beyan buyurdu:
1- Yakup istiğfarı seher vaktine tehir etti. Çünkü seher vakti duaların kabul olması için en uygun zamandır.
2- Yakup , oğulları için mağfiret dilemeyi, Cuma gecesine tehir etti. Zira Cuma gecesi, dua ve tevbelerin kabulü için en uygun zamandır.
3- Yakup ; oğullarının hakikaten günahlarına pişman olup, tevbe edip etmediklerini ve tevbelerinin ihlasla olup olmadığını anlamak için istiğfar etmeyi geciktirdi.
4- Yakup , oğulları için hemen istiğfar etti. Sizin için sonra istiğfar ederim demesi; “Gelecekte de istiğfar etmeye devam edeceğim” manasınadır.
“Bahr-ül ulum” ve “Kadı Beydavi” tefsirlerinde diyor ki: Yakup , sizin için sonra istiğfar ederim dedi. Bu, mazlumun affetmesi şartını bildiği için, Yusufla görüştükten sonra sizi affederse istiğfar ederim demektir. İstiğfarı, Yusufla görüştükleri vakte kadar tehir etti.