"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
İslam Tarihi - İbnül Esir
Mesnevi Şerif - Mevlana
Peygamberler Tarihi
Tabakat - İbn Sad
Mitoloji
Diğer Kitaplar

İbrahimin faziletleri ve Özellikleri

İbrahim ülül-azm peygamberlerin ikincisidir. Ülül-azm; Allahın emirlerini insanlara tebliğ etmek, bildirmek hususunda gayret ve azm sahibi, bu hususta insanlardan gelen işkence ve sıkıntılara sebatla, yılmadan katlanan demektir. İbrahim , peygamberimiz Muhammed dan sonra bütün peygamberlerden ve resullerden üstündür. Peygamberimiz Muhammed ise, her zamanda, her memlekette yani dünya yaratıldığı günden kıyamet kopuncaya kadar, gelmiş ve geleceklerin her bakımdan en üstünüdür. İbrahim dan sonra gelen bütün peygamberler onun neslindendir. Bu bakımdan Ebül-enbiya yani peygamberler babası diye isimlendirilmiştir. Kuran-ı kerimde, şu sıfatlarla anılmıştır: Halim (yumuşak huylu); Reşid (doğru yolda giden, doğru yolu gösteren); Evvah (çok dua eden, merhametli, ince kalbli, imanı kuvvetli); Münib (Hakka bağlanan); Kanit (itaat eden, boyun eğen); Şakir (şükür ve hamd edici); Sıddık (sıdkı, doğruluğu tam); Salih (iyilik ve salah sahibi); İctiba ve İstıfa (seçilmiş).

İbrahim , peygamberlik vazifesini yapması, sıkıntı ve belalara katlanmasıyla da medhedilmiştir.

Kuran-ı kerimde Bakara suresi 124. ayet-i kerimede mealen şöyle buyruldu: “Bir vakit Rabbi İbrahimi bir takım kelimeler (emirler ve yasaklar) ile imtihan etti. İbrahim onları tamamen yerine getirdi. Allah; “Ben seni insanlara imam (dinde önder, rehber) yapacağım.” buyurdu…” İbrahimin imamlığı umuma olup ve ebedidir. Zira sonra gelen peygamberler onun neslindendir. Ayrıca, ondan sonra gelen peygamberler, dinlerinin iman edilecek temel esaslarında ve insana ait bütün kemallerde, ona uymakla, bereketli ve emin olan yolundan gitmekle emrolunmuşlardır. İbrahim Allaha, sonra gelecek ümmetler içinde hayırla yad edilmesi için dua etti. Bu duası kabul olundu. Allah onu bütün insanlara imam kıldı. Kıyamete kadar bütün dinlerdeki insanlar, dağınık taifeler din ve mezhepte bazıları, hesap ve nesepte ise hepsi, İbrahim a mensup olduklarını söylediler. Bütün dünya milletleri İbrahim a karşı muhabbet ve tazime riayet ettiler. Kıyamete kadar insanlar arasında, kalblerin mahbubu, azizi ve mergubudur. Muhammed ın ümmeti her namazda salavat okurken; “Ya Rabbi! İbrahime ve İbrahimin aline salat (rahmet) ettiğin gibi Muhammede ve aline de salat et” demektedir. Kuran-ı kerimde mealen şöyle buyruldu: “Gerçekten İbrahim, hak dine yönelen, Allaha itaat üzere bulunan, bütün iyi hasletleri kendinde toplayan bir imam idi (rehberdi).” (Nahl suresi: 120) İmam (rehber) buyrulması çok ümmetlerde toplu olarak bulunmayan üstünlükleri, faziletleri, kemal dereceleri kendinde topladığı içindir. Veya zamanında bütün insanlar küfr üzere olup, ondan başka iman eden olmadığı içindir. “Fevayih-i Mıskiyye” de bildirilen bir hadiste; “Kıyamet günü bütün insanlar kabirlerinden kalkınca, melekler, İbrahim elbisesiz olarak ateşe atıldığı için, Cennetten getirdikleri hullelerden ilk önce ona giydirirler.” buyruldu.

Kuran-ı kerimde İbrahim ın vasıflarını bildiren bazı ayet-i kerimeler mealen şöyledir:

“Hakikaten İbrahim bir ümmetti. Allaha itaatkardı. (Batıl dinlerden uzak ve) Hanif idi (muvahhid bir müslümandı.)” O (hiçbir zaman) müşriklerden olmamıştır. O (Allahın) nimetlerine şükredendi. Allah onu beğenip seçmiş, kendisini doğru yola iletmişti. Biz ona dünyada bir hasene vermiştik. Şüphesiz ki o, ahirette de salihlerdendir. (Ey Muhammed!) Sonra biz sana bütün batıl dinlerden uzak olan İbrahimin dinine (tevhidde, yumuşaklık ve mudara ile hak dine davette, müşriklere deliller getirmekte ona) tabi ol. “O, müşriklerden olmadı diye” vahyettik (O, tevhid dininde olanların başı idi).” (Nahl suresi: 120-123)

Bu ayet-i kerimenin tefsirini müfessirler şöyle bildirmiştir:

1- ayet-i kerimede İbrahim ın tek başına bir ümmet olduğu bildirilmiştir. Bunun tefsirinde birkaç husus vardır: 1- İbrahim hayır yolu gösterir, bunu öğretirdi. Bir ümmette bulunan güzel hasletler yalnız onda toplanmıştı. Bu sebeple başlı başına bir ümmet olmuştu.

2- Mücahid şöyle buyurdu: O zaman insanlar küfür üzere iken, sadece İbrahim mümin idi. Bu sebeple yalnız başına bir ümmet olmuştur. Resulallah, Zeyd bin Ömer bin Nüfeyr hakkında; “Allah onu tek başına bir ümmet olarak gönderir.” buyurdu.

3- Tevhid ve hak dini üzere bir ümmetin meydana gelmesine vesile olduğu için, ona başlı başına bir ümmet buyrulmuştur.

2- “Allaha itaatkar idi.” Emirlerini yerine getirirdi. Ebüd-Derda buyurdu ki: İbrahim namaz kılarken kalbinin cızırtısı çok uzak mesafeden duyulurdu.

3- “Hanif idi.” Hanif, tam olarak İslama meyleden, yönelen demektir. İbn-i Abbas şöyle buyurdu: İlk önce İbrahim sünnet olmuş, hac vazifelerini yerine getirmiş ve kurban kesmiştir. Bunlar hanifliğin hususiyetlerindendir.

4- “O müşriklerden değildi.” Yani, İbrahim küçüklüğünde de, büyüdüğü zaman da tevhid itikadı üzere idi. Kureyş müşrikleri kendilerinin İbrahim ın dini üzere olduklarını söylüyorlardı. Onların iddia ettikleri gibi, İbrahim müşriklerden değildi. Çünkü o, tevhid (kelam) ilminin esaslarını ortaya koydu. Zamanın kralına karşı kainatın yaratıcısının varlığını delillerle ispat etti. “Benim Rabbim, dirilten ve öldürendir” dedi. Sonra; “Ben batanları (kaybolanları) sevmem” buyurarak putlara ve yıldızlara ibadet edilmesinin batıl ve boş bir şey olduğunu ispat etti. Putları da kırdı. Bu yüzden Nemrud ve kavmi tarafından ateşe atıldı. Allah, kuşları diriltmek suretiyle, ona, ölüleri nasıl dirilttiğini gösterdi.

5- Az olsun, çok olsun Allahın bütün nimetlerine şükredici idi ve misafirsiz yemek yemezdi.

6- Allah, onu peygamber olarak seçti.

7- Allah, onu doğru yola yani tevhid dini olan İslama hidayet etti.

8- Allah, ona dünyada hasene verdi. Bu hasene, Allahın ona peygamberlik vermesi, kendisini halil (dost) kılması, ihtiyarlığında evlad ihsan etmesi, Muhammed ın ümmetinin namazlarında Muhammed a salat okudukları gibi, İbrahim a da salat okumasıdır. Yani namazlarda; “Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammedin kema salleyte ala İbrahim…” demeleridir.

Katade şöyle buyurdu: “Allah İbrahim ı bütün mahlukata sevdirdi. Bütün dinlerin mensupları ondan memnun idiler, onu çok severlerdi.”

Allahın İbrahim ı, Halil (halis bir dost) edinmesi, onu ilahi sırlara vakıf kılarak ihsan buyurmasıdır.

İbrahim a “Halil” isminin verilmesinin sebebi ile ilgili çeşitli rivayetler yapılmış olup, en muteberi; Allaha karşı pek ziyade muhabbeti olması ve Allahın rızasını ve muhabbetini celbeden ibadet ve taatları yapması sebebiyledir.

İbrahim İbranice konuşurdu. İbranice Arapçaya benzerdi. İbrahim ismi, İbranice olup, manası; “Ebi rahim” yani merhametli baba demektir. İbrahim peygamberler babası olup, bütün insanlara karşı merhametli olduğu için bu isimle anıldı. İbrahim ın kumaş tüccarlığı ve ziraatla de meşgul olduğu rivayet edilmiştir. İnsanları doyurmak, misafirlere ziyafet vermek için ziraat yapardı. Sürüleri, koyunları ve sığırları sayılamayacak kadar çoktu. Bütün bunları insanların menfaatine harcamıştır. Köy, kasaba ve şehirler imar etmiştir.

İbn-i Abbasdan şöyle rivayet edilmiştir: “Allah İbrahim a çok mal ve zenginlik verdi. İbrahim misafir, yolcu ve garipler için iki kapılı bir misafirhane yapmıştı. İçinde kışın kışlık, yazın yazlık elbiseleri ve daima yiyeceklerle dolu bir sofrayı hazır bulundururdu. Muhtac kimseler bir kapıdan girer, karnını doyurur, istediği elbiseyi giyer ve diğer kapıdan çıkıp giderdi. Misafirhanede; yiyecek, içecek ve giyecekler eksildikçe tamamlardı.” Onun bu işteki sadakatinden dolayı mezarının bulunduğu Halilurrahmanda (bugün İsrail işgalindeki Hebron), onun vefatından sonra da, oraya gelen misafirlere kusursuz ikramda bulunulurdu. (Osmanlı Devleti zamanında ve daha önceki devirlerde buraya gelen misafirlere ikramı karşılamak için, gelir olarak köyler vakfedilmişti.)

İbrahim ın sünneti olan misafirperverlik ve cömertlik, her dinde çok öğülmüş, hadis-i şerif de; “Misafirperver olmayanda hayır yoktur.” buyrulmuştur. Ancak bu hususta da ölçüyü gözetmek lazımdır.

Dinimizde esas olan, misafir gelince; tekellüf etmemeli, kendisini sıkıntıya sokmamalıdır. Nitekim hadiste; “Misafir için tekellüf etmeyiniz. Sonra ona düşman olursunuz. Misafire düşman olan, Allaha düşman olmuş olur. Allaha düşman olana da, Allah düşman olur.” buyrulmuştur. Garib bir misafir gelirse, onun için borç yapmak ve tekellüf etmek caizdir. Fakat birbirlerini ziyarete gelen dostlar için sıkıntıya girmemelidir. Gidip gelmemeye sebep olur. Ebu Rafi anlatır: Resulallah bana şöyle buyurdu: “Filan yahudiye söyle, Receb ayına kadar borç un versin. Misafirim gelmiştir.” Yahudi; Teminat vermeyince vermem dedi. Döndüm ve; “Ya Resulallah! Teminat istiyor dedim. Peygamber efendimiz; “Vallahi ben gökte eminim, yerde eminim. Eğer verirse, geri veririm. Şimdi zırhımı teminat göster.” buyurdu. Götürdüm ve teminat verdim.

Bir dostunu, bir sevdiğini misafir edip, yemek vermek; birçok sadakadan daha üstündür. hadiste; “Üç şeyden sual yoktur: Kulun sahurda yediğinden, iftar ettiğinden, misafirlerle yediğinden.” buyruldu. Cafer bin Muhammed buyurdu ki: “Din kardeşlerinle sofraya oturduğun zaman, acele etme ki uzun sürsün. Çünkü bu zaman ömürden sayılmaz.” Hasen-i Basri hazretleri; “Kendine, babasına, annesine sarf ettiğinin hesabı vardır. Ama misafirlere ikram edilen yemekten sual yoktur” buyurdu. Büyüklerden bazıları misafir gelince sofraya çok yemek koyarlar ve; hadiste; “Misafirlerden artan yemeği yiyene, bu yediğinden sual yoktur.” buyruldu. Bunun için, sizin önünüzden kaldırıldıktan sonra, bunları yiyeceğim derlerdi.

Emir-ül-müminin Ali buyurdu ki: “Müslümanların önüne çeşitli ve fazla fazla yemek koymayı, bir köle azad etmekten daha çok severim.” hadiste buyruldu ki: “Allah kıyamet gününde; “Ey insanoğlu! Dünyada acıktım, bana yemek vermedin buyurur. Bütün alemlerin sahibi iken, Sen nasıl acıkırsın? derler. Bir din kardeşin aç idi. Ona yedirseydin, Bana yedirmiş olurdun buyurur.” Peygamber efendimiz; “Bir din kardeşine doyuncaya kadar yemek ve su vereni, Allah Cehennemden yedi hendek uzaklaştırır. Her bir hendek arasında beşyüz senelik yol vardır.” buyurdu ve yine buyurdu ki: “Sizin hayırlınız, yemeği çok vereninizdir.”

Dinimize uygun olarak bir kardeşine misafir gitmenin ve gelen misafire ikram etmenin nasıl olacağını, İslam alimlerinin büyüklerinden İmam-ı Gazali şöyle açıklamıştır: Birbirine ziyarete giden dostların şu dört edebe dikkat etmeleri lazımdır:

1- Çağrılmadığı yere yemek vaktinde gitmemelidir. hadiste;

“Çağrılmadan bir kimseye yemeğe giden, giderken günah işler, yemekte ise haram yemiş olur.” buyruldu. Ama tesadüfen giderse, izinsiz yememelidir. Buyurun, yiyin denirse, kalbden söylenmediğini bilirse, yine yememelidir. Bir sebep, söyleyerek güzellikle el çekmelidir. Fakat güvendiği bir dostunun evine giderse, kalbinden geçeni bilirse caizdir. Hatta dostlar arasında bu sünnettir. Peygamber efendimiz, Ebu Bekir ve Ömer acıktıkları zaman, Ebu Eyyubel-Ensari ve Ebül-Heysem-i Tehyanın evlerine giderler, yemek isterlerdi. Ev sahibinin böyle bir şeyi çok sevdiği bilinince, böyle davranmakla onun iyilik yapmasına yardım edilmiş olur. Peygamber efendimiz Berirenin evine gider, o evde olmasa da yemeğinden yerdi. Çünkü buna sevineceğini bilirdi. Muhammed ibni Vasi vera sahiblerinin büyüklerindendi. Talebesi ile Hasen-i Basrinin evine gider ve bulduklarını yerlerdi. Hasen-i Basri eve gelince, buna sevinirdi. Bazı insanlar, Süfyan-ı Sevrinin evinde böyle yaptılar. “Bizden öncekilerin adetini bana hatırlattınız, çünkü onlar böyle yaparlardı.” buyurdu.

2- Arkadaşı misafirliğe gelince hazırda olanı getirmeli, tekellüf ve zahmet etmemelidir. Bir şeyi yoksa borç almamalıdır. Çoluk-çocuğuna yetecek kadardan fazla bir şeyi yoksa, onlara vermemelidir, yani çoluk-çocuğun ihtiyacına öncelik vermelidir. Aliyi bir kimse yemeğe davet etti. Buyurdu ki: “Üç şartla gelirim: Pazardan bir şey getirmeyeceksin, evinde olandan başka bir şey almayacaksın, çoluk-çocuğunun nasibini kısmadan vereceksin.” Fudayl bin Iyad ; “Birbirinden kesilen insanlar, tekellüf sebebiyle kesilmişlerdir. Tekellüf (zahmet) aradan kalkarsa, çekinmeden birbirlerine gidip gelebilirler” buyurdu. Büyüklerden birine, bir dostu tekellüfte bulundu. Buyurdu ki: “Yalnız yesen böyle yemezsin, ben de yalnız olsam böyle yemem. Bir araya gelince, niçin bu tekellüfe lüzum görülüyor? Ya tekellüfü aradan kaldır, yahut bundan sonra bir daha gelmem.” Selman-ı Farisi ; “Bize, Peygamber efendimiz tekellüf etmememizi ve hazır olanı misafire ikramdan kaçınmamamızı söylerdi” buyurdu. Enes bin Malik ve diğer Eshab-ı kiram birbirlerinin önüne ekmek ve kuru hurma getirirler; “Hazır olanı aşağı görüp misafirin önüne koymamak mı; yoksa önüne geleni beğenmeyerek, aşağı görüp yememek mi, daha çok günahtır, bilmiyoruz” derlerdi. Yunus , misafirlerin önüne ekmek ve kendi ektiği tere otundan getirir ve; “Allah tekellüf edenlere (yani misafire hazır olandan başka şeyler ikram edenlere) lanet etmeseydi, tekellüf eder, size çok şey ikram ederdim” buyururdu. Buradan, işlerde tekellüf etmektense, doğruluk üzere ve olduğu gibi görünmenin daha iyi olduğu anlaşılmaktadır.

3- Ev sahibini zorlamamalıdır. İki şey arasında onu serbest bırakırsa, kolayını seçmelidir. Peygamber efendimiz bütün işlerde böyle yapardı. Selman-ı Farisinin yanına birisi geldi. Önüne bir parça arpa ekmeği ve tuz getirdi. O kimse; “Eğer kekik olsaydı, bu tuzla iyi giderdi” dedi. Selmanın bir şeyi yoktu. Hemen gidip su kabını rehin bırakarak kekik satın atıp geldi. O kimse yemeği yiyince de; Allaha hamd olsun ki, verdiği rızka bizi kanaat edici eyledi dedi. Selman “Sende kanaat olsa, su kabım rehinde olmazdı” buyurdu. Zor olmadığını, hatta ev sahibinin memnun olacağını bildiği yerde, misafirin ev sahibinden istemesi caizdir. İmam-ı Şafii Bağdatta Zaferaninin evinde idi. Zaferani her gün, çeşit çeşit, yemekler pişirirdi. Bir gün İmam-ı Şafii kendi yazısıyla bir kağıda istediği yemeği yazdı. Zaferani hizmetçisinin elinde bu yazıyı görünce çok sevindi ve bu nimete şükür olarak hizmetçisini azad eyledi.

4- Ev sahibi gelenlere; “Canınız ne ister, ne seversiniz?” demelidir. Onların istediklerine kalben razı olursa, bunun sevabı daha çok olur. Peygamber efendimiz “Bir müslüman kardeşinin arzusunu yerine getirene, milyon sevab yazılır ve milyon günahı silinir, milyon derece kazanır. Firdevs, Adn ve Huld Cennetlerinden nasib alır.” buyurdu. Bir şey getireyim mi, getirmeyeyim mi? diye sormak, mekruh ve çirkindir. Hazırda ne varsa getirilir, yemezse geri götürülür.