İbrahim ın dini hanif dinidir. Hanif kelimesi (Hanef) masdarından türemiş olup sıfat-ı müşebbehedir. Yanlış ve sapık olan şeye hiç dalmadan doğruya yönelen manasına gelmektedir. Kelime bazan meyletmek, bazan da istikamet (doğruluk) manasına kullanılır. Hanifin çoğulu (Hunefa) dır. Hunefa (hanifler); İslamiyetten önce putlara tapmayan, putperestlerden bu hususta ayrılan, hac yapan, sünnet olan, kısacası İbrahimin dininde bulunan araplardan bir cemaate de denmiştir. Ümeyye bin Ebi Salt ile İslamiyetten evvel Arabistandaki hatiplerin meşhurlarından olan ve herkesi İsmail ın dinine çağıran Kus bin Saide bunlardandır. Külliyat-ı Ebil-Bekada diyor ki: “Hanif kelimesi, Kuran-ı kerimde müslim lafzı ile beraber zikredildiğinde, hac yapan, tek başına zikredildiğinde, müslüman olan manaları murad edilmiştir.”
İsmail da İbrahim ın dinini bildiren bir Nebi idi. Haniflerden Kus bin Saide, İslamiyetin gelmesine yakın bir zamanda, Ukaz panayırında okuduğu bir hutbesinde; “…Yemin ederim ki, Allahın indinde bir din vardır. Şimdi bulunduğunuz dinden daha sevimlidir. Ayrıca gelmesi yaklaşan bir peygamberin gölgesi başınız üstüne düştü. Ona iman eden bahtlı kişiye ne mutlu. Vay ona isyan ve muhalefet eden talihsizlere ve yazıklar olsun ömürlerini gaflette geçiren ümmetlere!…” diyerek insanlara gelecek olan ahır zaman peygamberini müjdelemiştir.
İbrahim için Kuran-ı kerimde Hanif buyrulması batıla değil, Hakka yönelmesi sebebiyledir. Yani Keldani kavminin taptığı putlara asla tapmayıp, onları tahkir edip, Allaha ibadet ettiği içindir. Hanif olmak; dinde istikamet üzere olmak demektir. İstikamet ise, yalnız Allaha yönelmek ve sadece Allahı Rab bilip, bütün işlerinde Onun emrine tabi olup, bu istikamette yürümektir. Bu hususta Bakara suresi 112. ayet-i kerimede mealen şöyle buyruldu: “Hayır, onların dediği gibi değil! Kim taat ve amelinde ihsan mertebesine yükselerek yüzünü (kendini) tamamen Allaha çevirirse (teslim ederse), işte ona Rabbi katında amelinin ecri (olarak Cennet) vardır. Onlara hiç bir korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar.” Yine Ahkaf suresi 13. ayet-i kerimesinde mealen; “Rabbimiz, Allahtır deyip, Onun vahdaniyetini (bir olduğunu) ikrar edenlere, (bu, ilmin hulasasıdır), sonra din işlerinde (amellerin nihayeti olan) istikamet üzere bulunanlara, bir korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar.” buyrulmaktadır.
Hanif dini tabiri de; kendisinde eğrilik bulunmayan, dosdoğru olan din manasınadır ki bu da İslamiyettir. Haniflik de, İslam dini manasınadır. Hanif, daha çok İbrahim ın milleti ve müşrikliğin zıddı olarak bildirilmiştir. Nitekim Bakara suresi 135. ayet-i kerimesinde mealen; “Yahudi ve hristiyanlar, müslümanlara; Bizim dinimize girerseniz hidayete erersiniz dediler. (Ya Muhammed)! De ki, hanif olduğu (her batıl inanıştan uzaklaşıp, hak dinde bulunduğu) halde, İbrahimin dinine tabi oluruz” buyrulmaktadır.
Hanif kelimesi bazan da tevhid ve ihlas ile, dinde istikamet üzere olmayı tekit için zikredilmektedir. Beyyine suresi 5. ayet-i kerimede mealen; “Onlar, kitaplarında, hanifler olarak (batıl itikad ve dinlerden yüz çevirip) İslama meylederek yalnız Allaha ihlas ile ibadet etmek, farz namazları vaktinde kılmak, zekatı mahalline vermekle emrolundular” buyuruldu. Bu ayet-i kerimedeki Hunefa kelimesi, tevhid ve ihlas ile dinde istikamet üzere olmayı tekid için zikredilmiştir. Hanif kelimesi bu iki şekilden başka manada da gelmiştir.
Kısaca haniflik, İbrahim ın dininin esas vasfıdır. Bununla beraber, bu husus yalnız ona mahsus değildir. Haniflik, umumiyetle müşrikliğin (Allaha, şirk, ortak koşmanın) zıddı olarak, bütün peygamberlerin bildirdikleri tek bir imanın, yalnız Allaha iman ve ibadet etmenin adıdır. Bu sebeple Şihristani, “El-milel ven-nihal” adındaki eserinde, hunefayı (hanifleri), umumi manada müşriklerin, daha umumi manada ise sabitlerin (yıldıza tapanların) zıddı olarak almıştır. Sabiilik de, umumi manasıyla müşrikliğin esası, temeli olan eski ve batıl bir dindir.
Hunefa (hanifler); şirk olan bütün batıl inanışlardan uzak durmayı şiar edinen, sadece Allaha iman ve ibadete çağıran ve hakkın mücadelesini veren, peygamberlerin yolunda gidenler demektir. Hanifliğin en bariz vasfı; şirkten uzak durup, Allaha iman ve ibadet etmektir. Hac suresi 30 ve 31. ayet-i kerimelerinde mealen şöyle buyruldu: “Rics olan putlara ibadet ve tazimden kaçının. Yalan söylemekten, yalancı şahidlik etmekten de sakının. Allaha şirk koşmayın. Allah için halis müslümanlar, Ona şirk koşmayanlar olun. Kim Allaha şirk koşarsa, sanki o, gökten düşerek helak olup da kuşların onu kaptığı, yahut rüzgarın, onu, helakine sebep olacak uzak bir yere attığı şey gibidir. (Yani kim imandan küfre düşerse nefsinin arzu ve istekleri onu perişan eder. Şeytanın vesvesesi onu dalalet vadisine düşürür).”
Haniflik; putlara tapmak sefaletinden ve herhangi bir şeyi mabud edinmekten kurtulup, yalnız Allaha iman ve ibadet etmektir. Kısaca kamil bir mümin ve müslüman olmaktır. Bu mana kelimenin kökünden gelmektedir. Netice itibariyle haniflik; bütün batıl inanışlardan uzak durup, İslama dönmek ve İslam üzere olmaktır.
İbrahim a indirilen suhufda yer alan ve dininin esaslarından olan hususlardan bir kısmı, Kuran-ı kerimde bildirilmiştir:
1- “Kimse kimsenin günahını yüklenmez. Kimse başkasının günahından muahaze olunamaz.” (Necm suresi: 38) Kureyş kafirlerinin ileri gelenlerinden biri olan Velid bin Mugire, Peygamber efendimizin bildirdiği hususları ve nasihatleri dinler ve bunları dinledikçe de epeyce etkilenirdi. Bu haliyle, Peygamberimize tabi olmaya ve iman etmeye meyletmişti. Ebu Cehilin de amcası olan Velid bin Mugirenin bu hali, Kureyş müşriklerinin dikkatini çekmişti. Ona; “Yoksa ecdadının dinini, (putlara tapmayı) terk mi ediyorsun? Müslüman mı oluyorsun?” dediler. Velid bin Mugire onlara; “Ben, Muhammedin iman etmeyenler ve müslüman olmayanlar için bildirdiği azaba düşmekten korkuyorum. Ben, o azablara dayanamam” dedi. Bunun üzerine, müşriklerden biri Velid bin Mugireye; “Sen malının yarısını bana ver, senin azabını ben üzerime alayım” dedi. Güya ona garanti verdi. O da kabul edip malından vermeye razı oldu. Böyle bir teklife inandığı için, iman etmekten mahrum oldu. Sonra, kendisini aldatan müşriğe söz verdiği maldan bir kısmını verip, bir kısmını vermedi. Kendisi gibi bir müşriğe aldanıp mal vermekle, Cehennem azabından kurtulacağını zanneden Mugire, böylece imandan mahrum oldu. Bu ayet-i kerime, Velide günahını yükleneceği hususunda söz veren o müşriğin, sözünün doğru olmadığını ortaya koymaktadır.
İbn-i Abbas şöyle buyurdu: İbrahim dan önce, bir kimse başkasının işlediği suçtan dolayı cezalandırılırdı. Mesela bir kimsenin babası, oğlu, kardeşi, hanımı veya kölesi, birini öldürse, buna karşılık, onların yerine o kimse öldürülürdü. Bu durum, İbrahim zamanına kadar devam etti. İbrahim böyle haksız bir muameleden onları menetti. Kimsenin başkasının günahı yüzünden hesaba çekilemeyeceğini Allahın emriyle onlara bildirdi. Bu husus İslam Hukukunda; “Ukubatta niyabet cari olmaz” tabiri ile ifade edilmektedir. Bu bir kaide-i külliyedir. Bu bakımdan kimse, başkasının günahını boynuna almakla onu kurtaramaz. Fakat taahhüdünün cezasını çeker.
Ayrıca hadiste; “Bir kimse, İslamda kötü bir çığır açarsa, bunun günahı ve kıyamete kadar bunu yapanların günahları kendisine verilir” buyruldu. Kötü çığır açanların bu şekilde günahkar olmaları, başkalarının günah işlemelerine sebep oldukları içindir.
2- Bir diğer husus da mealen şöyledir: “İnsan için, (ahirette), ancak (dünyada) ihlasla işlediği salih ameller ve niyeti fayda verir.” (Necm suresi: 39)
Bu da İbrahim ın suhufunda ve Musa ın Tevratında bildirilen hususlardandır. Bir kimse, sebebiyet vermediği müddetçe başkasının günahından mesul olmadığı gibi, başkasının işlediği salih amelden dolayı da mükafata müstehak olmaz. Ancak haberlerde meyyit namına sadaka vermenin, başkasının yerine hac etmenin onlara faydası olduğu bildirilmiştir. Başkasının yaptığı iş, yine o kimsenin bizzat çalışmasına bağlıdır. Faydası da bu şekilde olur.
Mesela, peygamberlerin aleyhimüsselam şefaatinden, meleklerin istiğfarından, müslümanların duasından ve evlad-ü iyalin yani çoluk-çocuğun verdikleri sadakadan faydalanmak, faydalanan kimsenin iman sahibi olmasına bağlıdır. Bu faydalanma, kişinin iman etmesi ve halini düzeltmek için çalışıp gayret göstermesinin semeresidir. Bundan anlaşılıyor ki, başkasının, bir kimse hakkında yaptığı iyiliğin fayda vermesi, fayda görecek kimsenin imanlı olmasına, bu hususta çalışıp gayret göstermesine bağlı oluyor. Bu takdirde, başkasının çalışması ve gayreti de sanki, fayda görecek kimsenin çalışması ve gayreti gibidir. Çünkü, başkasının yaptığı işin, bir kimse hakkında faydalı olması, o kimsenin iman sahibi olmasına bağlıdır. O kimse imanlı olmasa idi, ne kendi yaptığının, ne de başkasının onun namına yaptığının faydası olurdu. Çünkü kafir bir kimsenin bunlardan faydalanması imkansızdır. Bir kimse, iyi bir iş yapar, başkalarının da bu işin sevabından hisse almasına niyet ederse, o kimse de yapılan işin sevabından faydalanır.
Bir kimse adına, başkasının yaptığı salih bir amelin fayda verdiğine dair bildirilen haberlerden bazısı şunlardır:
İbn-i Abbasdan şöyle rivayet edilmiştir: Bir kadın, çocuğunu Resulallah efendimize arzedip; “Ya Resulallah! Bunun için hac olur mu?” diye sual etti. Resulallah efendimiz “Evet, onun için ve senin için bunun ecri olur.” buyurdu.
Yine Eshab-ı kiramdan birisi Resulallah efendimize “Benim annem vefat etti. Onun için sadaka versem, ona sevabı olur mu?” diye sorunca, Resulallah efendimiz “Evet olur.” buyurdular.
3- “Onun (her mükellef insanın) hayır ve şerden ibaret olan ameli, kıyamet gününde mizanında görülür.” (Necm suresi: 40) Yani insan kıyamet gününde amelini mizanda görür. Burada mümin için müjde, kafir için hüzün vardır. Çünkü Allah mümine sevinmesi için salih amellerini gösterir. Kafir ise, kötü amellerini görünce üzülür; gamlı ve çok kederli olur.
4- “İnsana, çalışmasının karşılığı (kıyamet günü) tam olarak verilecektir.” (Necm suresi: 41) Yani herkes çalışmasının karşılığını görecektir. Günah işlemişse, o günahından dolayı ceza çekecektir. Îman sahibi günahkarın günahlarının affedilmesi de umulur. Salih amel işleyen mümin de ihlasına göre, işlediği güzel amelin sevabının en az on misli sevaba kavuşur. Yediyüz misli sevaba nail olacak olan müminler de bulunacaktır.
5- “(Öldükten sonra) bütün mahlukatın dönüşü ancak Rabbinedir.” (Necm suresi: 42)
Bu ayet-i kerimede muhatab hakkında iki husus vardır: 1- Muhatab umumidir. Buna göre ayet-i kerimenin meal-i alisi şöyledir: “Ey akıl sahipleri! Bütün mahlukatın dönüşü ancak Rabbinedir.” Buna göre, ayet-i kerimede kötülük yapanın, kötülüğünden vazgeçmesi için şiddetle tehdit edildiğini, iyi kimsenin de, iyiliğinde devam etmesi ve iyiliğini çoğaltması için aynı şekilde teşvik olunduğunu anlamaktayız. 2- Yahut muhatab Resulallah efendimizdir. Buna göre Resulallah efendimiz teselli buyrulmaktadır. O zaman ayet-i kerimenin meal-i alisi şu şekildedir; “Ey Resulüm! Sen, kafirlerin muamelelerinden dolayı hüzünlenme. Çünkü, bütün mahlukatın dönüşü ancak Rabbinedir. Onlar ahirette layık oldukları cezaya çarptırılacaklardır.”
6- “Muhakkak ki; güldüren de ağlatan da Odur (Allahdır).” (Necm suresi: 43)
Tefsir alimleri bu ayet-i kerimeyi şöyle tefsir etmişlerdir: 1- Birbirine zıt olan gülmek ve ağlamayı bir mahalde (insanda) yaratmaya kadir olan Allahdır. Burada, insanın bütün yaptıklarının Allahın kaza ve kaderi ile olduğuna delil vardır. Gülmeye ve ağlamaya kadar insanın bütün yaptıklarını Allah yaratır. 2- Cennet ehlini Cennetle güldüren, Cehennemlikleri Cehennemde ağlatan Odur. 3- Yeryüzünü bitkilerle güldüren gök yüzünü yağmurla ağlatan Odur. 4- Sevindiren ve mahzun eden Odur. Çünkü sevinç gülmeye, hüzün ağlamaya sebeptir.
7- “Muhakkak ki; (dünyada) öldüren, (ahirette) dirilten Odur.” (Necm suresi: 44) Ondan başkasının öldürmeye ve diriltmeye kudreti yoktur. Hatta, katil maktulü (öldürüleni) yaraladığında, ölüm, Allahın yaratması ile meydana gelir.
8- “Nutfe rahme inzal olunduğu zaman, Allah, nutfeden (her canlıdan) erkek ve dişi iki sınıfı yarattı.” (Necm suresi: 46) Allahın nutfeden (meniden) yaratması Onun yüce kudretini göstermektedir. Nutfe tek bir şey olduğu halde, Allah ondan muhtelif uzuvlar, farklı tabiatlar, erkek ve dişi yaratmaktadır. Bütün bunlar Allahın kudretiyle olmaktadır.
9- “Kıyamette yeniden diriltmek de Ona (Allaha) aittir.” (Necm suresi: 47)
İnsanlar öldükten sonra Allah onları tekrar diriltecek. Herkes yaptığının, karşılığını bulacak; iyi amel işleyenler mükafatını görecek, kötü amel işleyenler de cezasını çekecektir.
Bu hususlar, Musa a vahyedilen Tevratda da bildirilmiştir.
“Mearic-ün-nübüvve” kitabında şöyle bildirilmiştir: “İbrahim a vahyedilen suhufda bildirilen şeylerin ekserisi ibret verici kıssalar (hadiseler) ve nasihatler idi. Bunlardan bir kısmı Kab-ül-Ahbardan rivayet edilmiş olup şöyledir:
1- Hak teala hazretleri buyuruyor ki: “Ey ademoğlu! Ben sizin her gün yaptığınız ibadetlere razıyım. Siz de benim her gün verdiğim rızıklara razı olun.”
2- Ey ademoğlu! Acele etme, rızk taksim olunmuştur. Hırslı olan mahrum kalır. Cimri olan kötülenir. Hased eden üzülür. Dünya devamlı değildir. Rızk verici, sizi yaratan ve yaşatan Allahdır.
3- Ey ademoğlu! Şimdi fırsatın var iken elinde olanı Allah için ver ki, ilerde sana rehber olsun.
4- Ey ademoğlu! Nimet verene şükreyle.
5- Ey ademoğlu! Bütün ömrünü dünyayı istemekle geçirdin. Ya ahireti ne vakit taleb edeceksin?
6- Ey ademoğlu! Size göz verdim. Görmesi caiz olmayan şeylerden gözünüzü çeviresiniz. Ağzınızı yarattım. Söylenmesi caiz olmayan sözü söylemeyesiniz.
7- Ey ademoğlu! Uzun emel ile dünyayı ve az ameli ile ahireti isteyenlerden olma! Sözü abidlerin kelamına işi münafıkların ameline uygun olanlardan ve ihsan olmadığı zaman kanaat; muradı hasıl olmayınca da sabr etmeyenlerden olma. Eğer bunlardan olursan sana öyle bir bela veririm ki, herkese ibret olursun.
8- Ey ademoğlu! Her kim seni dost edinirse kendisi için edinir. İzzet ve celalime yemin ederim ki, ben seni senin için dost edinirim. Sakın kendini benden uzak eyleme.
9- Ey ademoğlu! Sen daima kendi ayıblarını gözet; başkasının ayıblarını araştırma. Aksine davranırsan insafsız olursun.
10- Ey ademoğlu! “La ilahe illallah” diyen kimsenin, bununla beraber bir çok ameller yapması da lazımdır. Bunlar; Tevazu sahibi olmak, ömrünü benim zikrimle geçirmek, nefsini haramlardan korumak; benim rızam için gariplere yanında yer vermek, fakirlere ihsan eyleyip yetimlere acımaktır.
11- Ey ademoğlu! Ne zaman kalbinde bir kasavet, sıkıntı ve darlık duysan, malında noksanlık bulsan yahut bedeninde hastalık hissetsen veya nafakanda bereketsizlik olsa, bilmiş ol ki, söylediğin malayani (faydasız boş) bir sözün neticesidir.
12- Ey ademoğlu! Eğer Cenneti seviyorsan Hak teala da taatı sever. Sen Hak tealanın sevdiğini işle ki, O da seni sevdiğine kavuştursun. Eğer Cehennemi sevmiyorsan, Hak teala da günahı sevmez. Sen Hak tealanın sevmediğini terket ki, O da seni sevmediğinden korusun.
13- Ey ademoğlu! Şüpheli şeylerden sakın ki, beni bilesin. Açlığı adet eyle ki beni tanıyasın. Bana ibadet etmekle kendinden geçerek bana kavuşasın.
14- Ey ademoğlu! Eğer dünyaya çalıştığın kadar ahiret için çalışsaydın, hesapsız Cennete girerdin. Eğer kanaat etseydin, herkesten zengin olurdun. Eğer haramdan sakınsaydın, dinini halis ederdin. Eğer yalan söylemeği terk etseydin Sıddıklardan olurdun.
15- Ey ademoğlu! Gücünün yettiği şeyi muhtaçlardan esirgemezsen, muradını hasıl ederim. Ben senin misafirine ikram ettiğim gibi, sen de benim misafirime ikram eyle. İbrahim ; “Ya Rabbi! Senin misafirin kimdir?” deyince, Hak teala; “Kapınıza gelen her fakir ve garib benim misafirimdir” buyurdu.
16- Ey ademoğlu! Sizler günah işleyici, ben ise affediciyim. Günahınıza pişman olarak bana gelirseniz sizi affederim ve günahınıza bakmam.
17- Ey ademoğlu! Sana gadab geldiği zaman beni hatırlarsan, gadablanınca, seni anar ve sana acırım.
18- Ey ademoğlu! Kim benim verdiğim az rızka razı olursa ben de onun az amelinden razı olurum.
19- Ey ademoğlu! Üç şey vardır: Biri bana mahsustur. Biri sana. Diğeri de ikimiz arasındadır. Bana mahsus olan ruhtur. Sana mahsus olan bedendir. İkimiz arasında olan da; senden dua, benden kabul etmektir. Sakın aramıza haram lokma ile perde çekme.
20- Ey ademoğlu! Ne kadar dünyaya gönül bağlarsan, kalbinden muhabbetimi o kadar çıkarırım. Ne kadar dünyaya sarılırsan imanının parlaklığını o kadar gideririm. Ey ademoğlu! Seni dünyalık toplaman için değil, bana ibadet edesin diye halk ettim. Mazlumların bedduasıyla dergahıma gelme, Zira ben, mazlumların duasını elbette kabul ederim.
21- Ey ademoğlu! Sana yeni rızık göndermediğim hiç bir gün yoktur. Verdiğim rızkı yer, bana isyan eder ve günah işlersin. Sonra dua edersin, kabul eder, istediğini veririm. Seni Cennetime davet edince, kabul etmezsin. Senin bu işin insafa sığmaz.
22- Ey ademoğlu! Dua etmeyi ihmal etme! Duanı kabul ederim. Ne kadar günah işlesen benden ümidini kesme. Benim rahmetim her şeyden, çoktur. Ey ademoğlu! Sen istemeden iman verdim. Zannediyor musun ki, bu kadar istemene ve yalvarmana rağmen sana Cennet vermeyeyim. Elbette veririm.
23- Ey ademoğlu! Sana ihsan etmeyene sen ihsan eyle. Sana söylemeyene sen söyle (dargın durma), ve sana hıyanet edene sen nasihatte bulun ve iyilik eyle. Sana zulmedeni sen affeyle. Kötülük yapana iyilik et. Eğer böyle yaparsan Cennete önce girenler arasında bulunur, rahmetime kavuşanlardan olursun. Sana da peygamberlerin sevabını veririm.
24- Ey ademoğlu! Sefer azığı hazırla! Çünkü gidecek yol uzundur ve günah yükünü hafif eyle! Zira azab şiddetlidir. Gemini sağlam yap ki deniz derindir. Amelini halis eyle! Çünkü Rabbin her şeyi gören ve bilendir.