"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

İbrahimin ölülerin nasıl diriltileceğini görmek istemesi

Rivayet edilmiştir ki, bir gün İbrahim deniz kenarında bir hayvan leşi gördü. Denizin dalgaları yükselince, balıklar ve denizde yaşayan diğer canlılar, dalgalar çekilince de karadaki canlılardan kuşlar ve yırtıcı hayvanlar bu leşten yiyorlardı. Böylece bu leşin her bir parçası bir canlının karnına gidiyordu. İbrahim bu manzarayı görünce, Allahın, canlıların parça parça yiyerek tükettiği bu hayvanın zerreler halinde dağılan cesedini, nasıl bir araya getirip dirilteceğini gözüyle görmek istedi. İbrahim , Allahın dirilttiğini ve öldürdüğünü yani yaratanın da öldürenin de Allah olduğunu kesin, olarak biliyor ve inanıyordu. Nitekim daha önce Nemruda; “Benim Rabbim diriltir ve öldürür.” demişti. Bu hususta asla şüphesi yoktu. Bu hadiseyi görerek; “Ya Rabbi! Ölüyü nasıl diriltirsin bana göster?” demesi, İlm-el-yakin bildiği şeyi ayn-el-yakin derecesinde yani bizzat görerek bilmek istemesi sebebiyledir. Bunun için dua edince, Allah; “Sen benim kudretimle ölüleri dirilteceğime iman ettin, bu sana kifayet etmez mi?” buyurdu. İbrahim ; “Ya Rabbi! Ben muhakkak iman ettim ki, sen ölüleri diriltmeye kadirsin. Bunu kesin olarak biliyorum. Fakat, senin kudretinin tecellisini dünyada iken gözümle de görmüş olayım” dedi. Bunun üzerine Allah, İbrahim a dört kuş tutup, bu kuşları iyice görüp tanımasını emretti. Bu kuşların ne olduğu hakkında çeşitli rivayetler vardır. İbrahim bunları iyice tanıyıp, özelliklerini öğrendi. Sonra keserek tüylerini yoldu. Her birini inceden inceye parçalayıp, parçalarını da birbirine iyice karıştırdı. Başlarını yanında bıraktı. Karıştırdığı parçaları ise dörde ayırıp, dört ayrı dağın üzerine koydu. Bundan sonra her birini ismiyle yanına çağırdı. Parçalar havada birbirinden ayrılıp, aynı cinsten olanlar birleştiler. Böylece her hayvanın kendi parçası toplanıp, bir araya geldi. Sonra İbrahim ın yanında başlarıyla birleşip dirildiler. Bu husus, Kuran-ı kerimde şöyle bildirildi; “Ey Habibim! Hatırla ki, İbrahim şöyle demişti: “Ey Rabbim! Ölüleri nasıl diriltirsin? Bana göster.” Allah; “Ölüyü diriltmeye kadir olduğuma inanmadın mı?” buyurdu. İbrahim ; Evet. Kesin olarak inandım. Lakin (gözümle de görerek) kalbim mutmain olsun istedim dedi. Allah buyurdu ki: “Kuşlardan dört cins tut ve bu kuşları iyice tanıdıktan sonra kendi elinle parçala ve her dağ başına onlardan birer parça koy. Sonra onları; Allahın izniyle yanıma gelin diye kendine çağır; onlar süratle sana geleceklerdir. Bil ki Allahazizdir, irade ettiği şeyi yapmaya kadirdir. Her işinde hikmet sahibidir.” (Bakara suresi: 260)

Bu hadisenin sebebi, Said bin Cübeyrden şu şekilde olduğu da rivayet edilmiştir: Allah, İbrahim ı kendisine, halil yani dost edinince, Azrail , Allahın izni ile bunu müjdelemek için İbrahim a geldi. Bu müjdeyi verince, İbrahim ; “Bunun alameti nedir?” diye sordu. Azrail ; “Allah senin duanı kabul eder, duan ile ölüleri diriltir” dedi. Bunun üzerine İbrahim , “Ya Rabbi! Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster!” diye dua etti. Bu sebeple duası kabul olunup, kuşların diriltilmesi hadisesi vuku buldu.

İbrahim ın Hacer ile evlenmesi ve İsmail ın doğması:
İbrahim ın zevcesi Sareden çocukları olmuyordu. Yaşları da gittikçe ilerliyordu. İbrahim kavuştuğu nimetlere şükredip, bir de evlad ihsan etmesi için Allaha; “Ey Rabbim! Bana salihlerden bir oğul bağışla ki, davet ve taatta yardımcım, ve gurbette munisim olsun” (Saffat suresi: 100) diye niyazda bulundu. Sare de böyle istiyordu. Fakat çocuğu olmuyordu. Sare Mısırda kendisine hizmetçi olarak verilen Haceri azad edip, İbrahim ile evlenmesini istedi. “Belki ondan senin çocuğun olur” dedi. Bunun üzerine İbrahim Hacer ile evlendi. Bu evlilikten İsmail dünyaya geldi. Muhammed ın nuru, İsmail a intikal etti. İbrahim onu çok sever ve hiç yanından ayırmazdı.

Hazret-i Sare, nurun kendisine intikal edeceğini umuyordu. Bu sebeple Hacere karşı kalbinde gayret hasıl oldu. İbrahim ise Sareyi hoş tutuyor, devamlı hatırını soruyor, gönlünü alıp, onu incitmemeğe gayret ediyordu. Nihayet Sarenin gayreti iyice arttı ve İbrahim dan, Hacer ile oğlu İsmaili başka bir yere götürüp bırakmasını istedi. Allah, İbrahim a Sarenin bu isteğini yerine getirmesini bildirdi. İbrahim , Allahın emriyle, Hacer hatun ve İsmaili yanına alıp Şamdan ayrılarak, onları o sırada susuz ve ıssız bir yer olan Mekkeye götürdü. Bundan sonrası İmam-ı Buharinin Abdullah ibni Abbas hazretlerinden rivayet ettiği hadiste şöyle anlatılmaktadır:

“İbrahim , İsmailin anası Hacer ve emzirmekte olduğu oğlu İsmail ile beraber Mekkeye geldi. Hacer ile İsmaili Beyt-i şerifin yanında yüksek bir yerde ve Zemzem kuyusunun üzerinde büyük bir ağacın yanına bıraktı. Halbuki o tarihte Mekkede hiç bir kimse olmadığı gibi, içecek su da yoktu. İşte İbrahim , Hacer ile oğlunu burada bıraktı. Yanlarına içi hurma dolu bir sepet ve içi su dolu bir testi de koydu. Sonra, İbrahim Şama gitmek üzere oradan döndü. İsmailin anası Hacer, İbrahimin arkasını takip etti ve; “Ey İbrahim! Görüp görüşecek bir ferd, yiyip içecek bir şey bulunmayan bir vadide bizi bırakıp nereye gidiyorsun?” dedi. Hacer, tekrar tekrar bu sözleri söylemesine rağmen, İbrahim ona iltifat etmeyip yoluna devam etti. Nihayet Hacer ona; “Bizi burada bırakmayı sana Allah mı emretti?” diye sordu, İbrahim; “Evet, Allah emretti” diye cevap verince, Hacer; “Öyleyse Allah bizi zayi etmez ve korur” diyerek, oğlunun yanına döndü. İbrahim de ayrılıp Mekkenin üst tarafında Hacer ile İsmailin gözlerinden kayboldu. Seniyye mevkiine varınca, yüzünü Kabeye çevirdi. Sonra ellerini kaldırarak (mealen) şöyle dua etti: “Ey Rabbimiz! Ben soyumdan bir kısmını (İsmail ile onun zürriyetini) hürmeti vacib olan mukaddes evinin (Kabenin) yanına ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Ey Rabbimiz! Orada namazı dosdoğru kılsınlar diye, insanlardan bir kısmının gönüllerini o yerlere yönelt. (Kabeyi ziyarete gelsinler.) Onları çevreden gelecek her türlü meyvelerle rızıklandır ki, sana şükretsinler. (İbrahim suresi: 37) Artık İsmailin anası, oğlu İsmaili emziriyor ve testideki sudan içiyordu. Nihayet testideki su tükenince, hem Hacer, hem de çocuğu susadı. Hacer, çocuğunun susuzluktan toprak üstünde yuvarlandığını görünce, yavrunun bu acıklı haline bakmaktan üzüldü. Onun yanından kalkıp, o mıntıkada Kabeye en yakın dağ olan Safa tepesini buldu ve bunun üstüne çıktı. Sonra vadiye karşı durup; “Bir kimse görebilir miyim?” diye baktı. Fakat hiç bir kimseyi göremedi. Bu defa Safa tepesinden indi. Vadiye varınca, ayağını çelmesin diye entarisinin eteğini topladı. Sonra, çok müşkül bir işle karşılaşan bir insan azmiyle koştu. Nihayet vadiyi geçip Merve tepesine geldi. Orada da biraz durdu ve; “Bir kimse görebilir miyim?” diye baktı, fakat hiç bir kimse göremedi. Hacer, bu suretle Safa ile Merve arasında yedi defa gidip geldi. İşte bunun için hacılar, Safa ile Merve arasında say ederler. Hacer, son defa Merve üzerine çıktığında bir ses işitti ve kendi kendine hitab ederek; “Sus, iyice dinle” dedi. Sonra dikkatle dinleyince, bu sesi evvelki gibi bir defa daha işitti. Bunun üzerine Hacer, sesin geldiği tarafa bakıp; “Ey ses sahibi, sesini duyurdun. Eğer sen bize yardım edebilecek vaziyette isen, imdadımıza yetiş, bize yardım et” dedi. Ve böyle der demez (şimdiki) Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde bir melek, Cebrail göründü. (Bir rivayette) Cebrail ; “Kimsin?” diye sordu. Hacer; “İbrahimin çocuğu olan İsmailin anası Hacerim” dedi. “Sizi kime emanet etti?” deyince; “Allaha” cevabını verdi. Cebrail ; “Sizi her şeye kadir olana emanet etmiş” dedi.” İbn-i Abbas rivayetine devam ederek şöyle dedi: Topuğu ile (veya kanadıyla) toprağı kazıp suyu (Zemzemi) meydana çıkardı. Hacer (bu durumu görünce), taşıp zayi olmasın diye hemen suyun etrafını çevirip havuz haline getirdi. Bir taraftan da testisini doldurmağa çalışıyordu. Su ise, avuç avuç alındıkça tekrar fışkırıyordu. Allah, İsmailin anasına rahmet etsin! O, Zemzemi kendi haline bırakmış olsaydı, yahut suyu avuçlamasa idi, muhakkak Zemzem, akar bir ırmak olurdu. Hacer, bu sudan içti. Çocuğa süt olup emzirdi. Cebrail Hacere; “Sakın mahvoluruz diye korkmayınız! İşte şurası Beytullahın yeridir. O beyti, şu çocukla babası yapacaktır. Muhakkak ki Allah, o beytin ehlini zayi etmez” dedi. Beytullahın mahalli, tepe gibi yerden yüksekçe idi. (Zamanla) seller, sağını solunu kazıp aşındırmıştı.

Hacer bu şekilde yaşarken, günün birinde Cürhüm kabilesinden veya onların ehl-i beytinden bir cemaat, Keda yoluyla gelip Mekkenin alt tarafına kondular. Cürhümiler, Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde bir takım kuşların dolaştığını görünce; Kuş kısmı, muhakkak bir suyun başında döner, dolaşır. Halbuki biz bu vadide su bulunmadığını biliyorduk; (durumu) anlayalım diyerek, oraya, ayağına çevik bir iki kişi gönderdiler. Onlar, orada Zemzem kuyusunu bulunca, dönüp suyun mevcut olduğunu haber verdiler. Bunun üzerine Cürhümiler de kuyunun yanına gelip, yerleştiler. Cürhümiler geldiğinde, İsmailin anası da su başında idi. Cürhümiler ona; “Bizim, de şuraya gelip, civarınızda barınmamıza müsade eder misiniz?” dediler. Hacer de; “Evet, inebilirsiniz ve bu sudan istifade edebilirsiniz. Fakat bu suda mülkiyet iddia edemezsiniz” dedi. Onlar da razı oldular. Kadınlarla, muhabbetle sohbet etmeye muhtaç olduğu bir sırada, Cürhümilerin gelişi, Hacerin arzusuna muvafık oldu. Böylece, Cürhümiler Mekke civarına yerleştiler. Sonra kabilelerinden başka insanlara haber gönderdiler. Onlar da gelip Mekkede yerleşerek ev-bark sahibi oldular.”