Keldani kavmine gönderilen peygamber. Ülül-azm adı verilen altı büyük peygamberden biridir. Peygamberimiz Muhammed dan sonra, peygamberlerin ve insanların en üstünüdür. Kendisine on suhuf indirildi. Allah ona; Halilim (dostum) buyurdu. Bu sebeple Halilürrahman olarak zikredilir. Oğulları, İsmail ve İshak da peygamberdir. Torunlarından da peygamberler gönderilmiş olduğu için Ebül-enbiya (peygamberler babası) denilmiştir. Babası Taruhtur. Bir rivayete göre annesinin adı Emiledir. İbrahim dan önce de her kavme peygamber gönderildi. Araplar, İbrahim ın ilk oğlu İsmailin; Beni İsrail de, ikinci oğlu olan İshakın soyundandırlar.
İbrahim , Keldanilerin memleketi olan Babilin doğu tarafında ve Dicle nehri ile Fırat nehirleri arasındaki bölgede doğdu. Babası, Taruh isminde temiz bir mümin idi. Annesi, İbrahim a hamile iken, babası Taruh vefat etti. Bundan sonra İbrahim ın annesi, İbrahim ın amcası olan, azer ile evlendi. azer, üvey babası ve amcası olup, putperest idi.
İbrahim , sevgili peygamberimiz Muhammed ın ecdadındandır. Peygamberimizin soyu ona dayanır. Peygamber efendimiz bir hadiste; “Ben babam (ceddim) İbrahimin duası, kardeşim Îsanın müjdesi ve annemin rüyasıyım” buyurdu.
ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerden anlaşıldığı ve binlerce İslam kitabında yazıldığı üzere, Peygamberimizin anaları ve babaları arasında bulunmakla şereflenen bahtiyarların hepsi; zamanlarının ve memleketlerinin en asil, en şerif, en cemil, en temiz zatları idi. Hepsi de; aziz, mükerrem ve muhterem idi. İbrahim ın babası Taruh da, böylece, mümin idi ve fena ahlaktan, adi ve çirkin sıfatlardan uzak idi.
al-i İmran suresinin başında bildirildiği üzere, Kuran-ı kerimin ayetleri iki türlüdür: Biri muhkemat olup, manası açık, meydanda olan ayetlerdir. İkincisi; müteşabihat olup, görülen, anlaşılan, meşhur olan manayı vermeyip, meşhur olmayan manası verilen ayetlerdir. Yani, bunların açık ve meşhur manalarını vermek, akla ve dine uygun olmazsa, meşhur olmayan mana vermek, yani tevil etmek icab eder Açık manalarını vermek günah olur. Mesela, tefsir alimleri “el” kelimesine kudret, gücü yetmek manasını vermişlerdir. İşte, bunlar gibi, Enam suresinde meal-i şerifi; “İbrahim, babası azere dediği zaman…” olan yetmiş dördüncü ayet-i kerimesinde, “azer” kelimesi, “Ebihi” kelimesinin atf-ı beyanı olduğu Beydavi tefsirinde yazılıdır. Bir kimsenin iki ismi olup, bu iki isim, birlikte söylendiği vakit, birinin meşhur olmadığı, ikincisinin meşhur olduğu anlaşılır ki, bu ikincisine, atf-ı beyan denir. Bunun için, belagat, fesahat ve icaz kaidelerine göre, İbrahim iki kimseye baba demektedir. Birisi, kendi babası, diğeri, baba dediği başkasıdır. ayet-i kerimenin manası; “İbrahim, azer olan babasına dediği zaman” demektir. Böyle olmasaydı, Kuran-ı kerimde; “Babası azere dediği zaman” demeyip; “azere dediği zaman” veya “Babasına dediği zaman” demek yetişirdi. azer, kendi babası olsaydı; “Babası” kelimesi fazla olurdu.
Musa ın dininin hak olarak tatbik edildiği seneler içinde, Tevrat alimlerinin hepsi ve Îsa ın havarileri ve bunlara tabi olan papazlar, azerin asıl baba olmayıp, İbrahim ın amcası olduğunu söylemişlerdir. Bazı hakikatten habersiz olanların yazdığı gibi, Taruh kelimesi, azer isminin İbrani karşılığı değildir. Yani, ikisi de, bir adamın ismi değildir. Kuran-ı kerimde, Tevrat ve İncile uygun ayet-i kerimeler pek çoktur. Hindistandaki İslam alimlerinden Rahmetullah Efendi , “Beyan-ül-hak” kitabının Türkçe tercümesi, otuzuncu sahifesinde diyor ki: “Nesh, yani Allahın değiştirmesi, yalnız emirlerde ve yasaklarda olur. İmam-ı Begavinin “Mealim-üt-tenzil” ismindeki tefsirinde; “Nesh, kısas ve haberlerde olmaz. Fen bilgilerinde ve hesap ile bulunan bilgilerde de olmaz. Yalnız, emir ve yasaklarda olur” diye yazılıdır. Nesh; emir ve yasakları değiştirmek demek değildir. Bunların yürürlük zamanlarının bittiğini haber vermek demektir. Kuran-ı kerim, Tevratın ve İncilin hepsini değil, birkaç yerini nesh etmiş, yürürlükten kaldırmıştır.” Bu ayet-i kerimeyi, bu bakımdan da, tevil etmek lazım gelmektedir.
Bakara suresinde, Yakup a, çocuklarının; “Ve senin babaların İbrahim ve İsmail ve İshakın da Rabbi” dedikleri mealindeki yüzotuzüçüncü ayet-i kerimeden, İsmail ın, Yakup ın babası olduğu anlaşılmaktadır. Halbuki, Yakup , İshak ın, bu ise İbrahim ın oğludur. İshak da, İsmail ın kardeşidir. Şu halde, İsmail , Yakup ın babası değil, amcasıdır. Demek ki, Kuran-ı kerimde amcaya, baba denildiği de vakidir. Arabinin çeşitli lügatlerinde, amcalara, baba denildiği, tefsir kitaplarında, bu ayetin tefsirinde yazılıdır. Peygamberimizin bir köylü Araba, amcası Ebu Talib ve Ebu Lehebe, Abbasa çok defa baba dediği, kitaplarda yazılıdır. Her millette, her lisanda, her zaman, amcalara, üvey baba ve kayın pederlere ve her hami ve yardımcıya baba denilmesi adet halindedir. Hem de, azer, İbrahimin hem amcası, hem de üvey babası idi. Firuzabadi de, “Kamus”da böyle olduğunu bildirerek; azer, İbrahim ın amcasının ismidir. Babasının ismi Taruhtur diyor. Din kitaplarının bu kadar açık beyanı karşısında; azerin amca olması kavli zayıftır. Kuvvetli kavle göre, azer babasıdır demek, zayıf ve çürük bir sözdür. alimlerin sözlerindeki inceliği anlamamak olur.
İmam-ı Süyuti “Kitab-üd-derc-il-münife” kitabında, azerin, İbrahim ın babası olmadığını, amcası olduğunu vesikalarla ispat etmektedir. Bu kitap, Süleymaniye Kütüphanesinin Reis-ül-küttab Mustafa Efendi kısmında 1150 numarada kayıtlıdır.
“Envar-ül-Muhammediyye”de diyor ki, Alinin bildirdiği hadiste; “adem dan babam Abdullaha gelinceye kadar, hep nikahlı ana-babalardan geldim. Hiç bir babamın nikahsız, zina ile çocuğu olmadı.” buyruldu.
İslami ilimlerin; tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvuf kısımlarında derin bilgisi olan ve çok kıymetli kitapları ile insanlara büyük hizmet eden, ebedi saadet yolunu gösteren Senaullah-ı Dehlevi (Pani-püti) hazretleri, “Tefsir-i Mazhari”nin birinci ve üçüncü ciltlerinde buyuruyor ki: “Enam suresindeki (azer) kelimesi, (Ebihi) kelimesine atf-ı beyandır. azerin, İbrahim ın babası değil, amcası olduğunu bildiren haberler daha doğrudur. Arabistanda, amcaya baba denilir. Kuran-ı kerimde de, İsmail a, Yakup ın babası denilmiştir. Halbuki amcasıdır. azerin asıl ismi Nahur idi. Nahur, dedelerinin hak dininde idi. Nemrudun veziri olunca, dinini dünyaya değişerek kafir oldu. Fahreddin-i Razi ve selef-i salihinden çoğu da azerin amca olduğunu bildirdiler. Zerkani , “Mevahib-i ledünniyye”yi şerh ederken, İbn-i Hacer-i Heyteminin ; “azerin amca olduğunu, Ehl-i kitap ve tarihçiler sözbirliği ile bildirmişlerdir” sözünü vesika olarak yazmıştır. İmam-ı Süyuti; azerin, İbrahim ın babası olmadığını, esas babasının Taruh olduğunu, İbn-i Abbas bildirdi diyor. İbn-i Abbasın bu sözünü, Mücahid ve İbn-i Cerir ve Süddi, senetleri ile bildirmişlerdir, İbn-i Münzirin tefsirinde de azerin amca olduğunun açıkça bildirildiğini yine Süyuti haber vermektedir.”
“El-Müstened” kitabında; azerin, İbrahim ın babası olmadığını, amcası olduğunu, İmam-ı Süyuti ispat etmektedir. “Babam ve baban Cehennemdedirler” hadis-i şerifi, Ebu Lehebin Cehennemde olduğunu bildirmektedir demektedir.
İbrahim ın peygamber olarak gönderildiği Keldani kavmi, yıldızlara ve putlara tapıyordu. Bu kavmin o devirdeki kralı Nemrud idi. İnsanlara; putlara ve kendine tapmayı emreden Nemrud, cebbar, zalim ve büyüklük taslayan ve çok zulmeden azgın bir kraldır. Nemrudun babası Kenan, Ham soyundandır. Nemrud, dünyanın meskun bölgelerine hakim idi. İlk taç giyen odur. Gurur ve sefahat, cehalet ve ahmaklıkla haşa uluhiyyet davasında bulundu. O zaman insanların pek çoğu ona boyun eğmişti.
Bir hadiste buyruldu ki: “İsmini duyduğunuz kimselerden, yeryüzüne dört kişi malik oldu. İkisi mümin, ikisi de kafir idi. Mümin olan iki kişi, Zülkarneyn ile Süleyman idi. Kafir olan ikisi de Nemrud ile Buhtunnasar idi. Beşinci olarak, yeryüzüne, benim evladımdan biri, yani Mehdi malik olacaktır.”
Kuran-ı kerimde Bakara suresi 258. ayet-i kerimede mealen; “Allah, kendisine saltanat ve mülk verdi diye (azarak) İbrahim ile Rabbi hakkında mücadele edeni (Nemrudu) görmedin mi?… (Haberi sana ulaşmadı mı? Habibim elbette sen bilirsin. Kuran-ı kerimde sana haber verildi) buyrulmaktadır.
“Mearic-un-nübüvve” adlı eserde kaydedildiğine göre Nemrud, saltanatının ilk yıllarında adalet ve insaf ile idare etti. Sonradan şeytanın vesvesesine aldanarak kibre kapıldı ve ilahlık davasında bulundu. Bütün insanları kendine taptırmak istedi. Kendisinin heykellerini yaptırıp, her tarafa gönderdi. İnsanlar, Allaha iman ve ibadet etmeyi bırakıp, Nemruda, yıldızlara ve putlara tapmağa başladılar.
Nemrud ve ona tabi olanlar, azgınlık ve isyan içinde yaşamakta iken, bir gün Nemrud bir rüya gördü. Bir rivayete göre, rüyasında gökyüzünde bir nurun parladığını, güneşin, ayın ve yıldızların bu nurun ışığında kaybolduğunu gördü. Diğer bir rivayete göre ise, rüyasında bir kimse gelip kendisini tahtından kaldırıp yere vurduğunu gördü. Müneccimlerini toplayıp gördüğü bu korkunç rüyayı tabir ettirdi. Müneccimler; Yeni bir peygamber ve din gelecek, senin saltanatını temelinden yıkacak! Ona göre tedbirini almalısın diye tabir ettiler. Nemrud, bu işin tedbiri kolaydır dedi. Buna mani olacağı zannına kapılıp, gücüne güvenerek önemsemedi ve; “Bundan sonra kimse çocuk sahibi olmayacak. Hanımlardan uzak durulacak. Doğan çocuklar, erkekse öldürülecek, kızsa bırakılacak!” emrini verdi. Bu işi gerçekleştirmek için memurlar tayin etti. Her on ailenin başına bir memur vazifelendirip, halkı o sene kontrol altına aldı. Bütün erkekleri şehirden dışarı çıkardı. Şehrin çevresine de nöbetçiler dikti ve erkeklerin şehre girmesini engelletti. Yeni doğan erkek çocukları derhal öldürtüyordu. Bu suretle yüzbin masum bebeğin öldürüldüğü nakledilmiştir.
Doğacak erkek çocukların öldürülmesi için emir verildiğinde, annesi İbrahim a hamile idi. Babası Taruh ise bu sıralarda vefat etmişti. İbrahim ın annesi, Taruhun kardeşi azer ile evlendi.
Mümine bir hanım olan bu kadın, azerin şerrini bildiği için, doğacak çocuğa bir zarar vermesinden korkuyordu. Kurtulmak için; “Eğer karnımdaki bu çocuk erkek doğarsa, götürüp Nemruda teslim edersin. Böylece Nemrud seni daha çok sever ve sana kıymet verir” demesi üzerine azer buna sevindi. Doğum zamanı yaklaşınca, onu başından savarak zararından korunmak için; “Kadınların doğum yapmasında ölmek tehlikesi de vardır. Çok korkuyorum. Sen puthaneye git, benim için dua et kurtulayım” dedi. Böylece hile ile azeri yanından uzaklaştırdı. azer puthaneye giderek içeri kapanıp çıkmadı. Bu sırada İbrahim ın annesinin doğum zamanı geldi. Hemen doğum hazırlıklarını tamamlayıp gizlice bir mağaraya gitti. Orada İbrahim dünyaya geldi. Nemrud gibi zalim bir diktatörün bütün tedbirleri boşa gitmiş ve İbrahim dünyaya gelmişti. Annesi onu iyice emzirip, mağaranın veya onu bıraktığı ark gibi bir yerin ağzını iyice kapatıp şehre döndü. azere haber gönderip eve gelmesini istedi. azer eve gelip merakla halini sorunca; “Başın sağolsun, bir erkek çocuk doğurdum. Çocuk zayıf doğdu ve hemen öldü” dedi. Buna azer de inandı. İbrahimin annesi, azer evden çıkıp gidince gizlice çocuğunu bıraktığı mağaraya gider, onu emzirip dönerdi. Çocuğunun yanına gittiğinde bazan onu, parmaklarını emer bir halde görürdü. Dört parmağından ağzına; yağ, bal, süt ve hurma şırası gelirdi. Ne zaman yalnız kalsa Allah Cebrail ı gönderir bu gıdaları parmaklarına akıtırdı.
İbrahim ın mağarada ne kadar kaldığı hususunda rivayetler muhtelif olup; yedi, onüç, onaltı veya onyedi yaşına, kadar kaldığı rivayet edilmiştir. Mağaradan çıktıktan sonra, Keldani kavmine doğru yolu anlatmaya başlamıştır. Bu kavim putlara ve yıldızlara tapıyordu. Azgın kralları Nemrud da ilahlık iddia ediyor, insanları kendine taptırıyordu. İbrahim putlara ve yıldızlara tapmanın batıl ve yanlışlığını, Nemrudun da aciz bir insan olduğunu açık delillerle ve anlayacakları bir usulle anlattı. Bu husus, Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirildi; “Biz (büluğundan) önce İbrahime, tevhide ve putlara tapmaktan sakınmaya yol bulabilecek rüştünü (veya Musa ve Harundan önce peygamberlik) verdik. Biz onun buna layık olduğunu biliyorduk.” (Enbiya suresi: 51) Müfessirler bu ayet-i kerimenin tefsirinde şöyle buyurmuşlardır: “Biz İbrahime (büluğundan) önce rüştünü verdik” buyrulan ayet-i kerimede, eğer İbrahim ın büluğundan önceki zaman murad ise; “Onun rüştünün” manası; din ve dünya iyiliğine yol bulmasıdır.
İbrahim mağaradan çıkıp üvey babası azerin evine gittiği zamanlar, başta kavmin kralı Nemrud olmak üzere insanlar korkunç bir sapıklık ve azgınlık içinde idiler. İbrahim , Allahın verdiği rüşd ve hidayet ile insanların hidayete kavuşmaları, Allaha iman ve ibadet etmeleri için tebliğe başladı. Önce üvey babası olan azere, putlara tapmaktan vazgeçip, Allaha iman etmesini söyledi. İbrahim üvey babası azere, peygamberlik gereği, gayet yumuşak bir tavırla, putların; işitmeyen, görmeyen, fayda ve zarar vermekten aciz; onlara tapmanın ise sapıklık ve boş bir şey olduğunu söyledi. Üvey babasını imana davet etmesi ve nasihati, Kuran-ı kerimde Enbiya suresinde bildirilmiştir. Bu husus ile ilgili ayet-i kerimelerin tefsirinde müfessirler şöyle bildirmişlerdir: İbrahim üvey babasına; “Niçin bir fayda vermekten aciz olan şeylere taparsın? Dua, niyaz ve ibadet ancak, her şeye kadir olan, her şeyi bilen Allaha yapılır. Putlar kendilerini bile korumaktan aciz şeylerdir. Hiç onlara tapılır mı?” dedi. Yine azere; “Ey babacığım! Bana; vahiy yoluyla sana gelmeyen, senin bilmediğin bir ilim; Allahı tanımak, iman etmek ve Onun hükümleri geldi. Bana tabi ol, söylediğim şeyleri kabul et. Seni, doğru bir yola, doğru bir imana kavuşturayım. Ta ki sapıklıktan kurtulup hidayete kavuşasın. Ey babacığım! Şeytanın seni aldatmasına kapılma, şeytanın seni aldatmak için süslü gösterdiği putlara tapma. Küfründen vazgeç. Şüphesiz ki şeytan, Allahın emrine uymayıp isyan etmiştir. Böylesine asi olan şeytana uyma! Eğer putlara tapmakla küfürde, iman etmemekte ısrar edersen, şeytana uyarsan, korkarım ki bu isyanın sebebiyle azaba düşer, ebediyyen felakete uğrarsın! Şeytanı dost edinmiş olursun ve şeytanla birlikte Cehenneme atılırsın. Böylece ebedi bir felaketi düşün de şeytana uyma, putlara tapmaktan vazgeç! Allaha iman et ve ebedi saadete kavuş” dedi. İbrahim ın, üvey babası azere nasihati ve onu imana çağırması Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirilmiştir:
“(Ey Resulüm!) kitabda (Kuranda bildirilen) İbrahimin (babasıyla olan) kıssasını (İslama davet ettiğin kimselere), zikret, anlat. Çünkü o Sıddık (doğruluğu tam, sıdkı bütün) bir peygamber idi. Yine hatırla ki, İbrahim babasına şöyle demişti: “Ey babam! işitmez, görmez ve sana hiç bir faydası olmaz şeylere niçin tapıyorsun? Ey babam! Gerçekten bana, sana gelmeyen bir ilim (vahiy yoluyla tevhid ilmi) gelmiştir. O halde bana uy da, seni doğru yola ileteyim.
Ey babam! (Allaha ortak koşarak, putlara ibadet ederek) şeytana uyma, çünkü şeytan, Rahmana (Allaha) asi oldu.
Ey babam! Doğrusu ben korkarım ki, (şeytana uyman sebebiyle) sana Rahmandan bir azab gelir de şeytana (Cehennemde) yar, (yardımcı, arkadaş) olursun.” (Meryem suresi: 41-45)
azer, İbrahim ın yumuşaklıkla söylemesine ve Allaha imana davet etmesine rağmen bunu kabul etmedi ve sert bir lisanla; “Ey İbrahim! Nedir bu öğütler? Yoksa sen bizim putlarımızı, tanrılarımızı red mi ediyorsun? Eğer tanrılarımızı kötülemekten vaz geçmezsen, sana çirkin sözler söylemekten geri durmam veya seni öldürürüm. Evimden yurdumdan çık, uzaklaş, git!” dedi.
Puthanenin nazırı yani bakıcısı olan azer, put yapıp satarak geçimini temin ederdi. Yaptığı putları çocuklarına sattırırdı. İbrahim ın da satmasını ister ona da verirdi. azerin oğulları, putları halk arasında överek satarlardı. İbrahim da, satmak için kendine verilen puta ip bağlayıp; sürükleyerek pazara götürürdü. İnsanların yaptığı bu putların; güçsüz, kudretsiz olduğunu göstermek için, sürükleyerek götürdüğü putun başını suya sokar, alay ederek; “Hadi iç!” derdi. Böylece insanlara, bu aciz putlara tapmalarının manasızlığını, gösterirdi. azer, kıyamet günü, yüzü simsiyah ve toz toprağa batmış bir halde İbrahim a gösterilecektir. İbrahim ona, ben sana dünyada iken benim bildirdiklerime iman et (putlara tapma) demedim mi? deyince, azer; “İşte bu gün sana asi olmayacağım” diyecek. Fakat iş işten geçmiş olacak, artık affolunmayacak. Bundan sonra azer, kana bulanmış bir sırtlan suretinde İbrahim a gösterilecek ve ayaklarından tutulup Cehenneme atılacaktır. Bu hususlar “Sahih-i Buhari”de rivayet edilen bir hadiste bildirilmiştir.
O zaman insanların putlara tapması; yıldızları ilah kabul etmeleri ve putları da, ilah kabul ettikleri yıldızlara yaklaşma vasıtası olarak düşünmeleri sebebi ile idi. İbrahim Keldani kavmini bu hususta da uyararak, yıldızlara tapmanın, onları ilah kabul etmelerinin batıl ve yanlış olduğunu, gayet açık bir şekilde, anlayacakları tarzda bildirdi. Bu husus Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirildi: “Vakta ki İbrahim (üvey) babası azere; Sen putları kendine tanrılar mı ediniyorsun? Gerçekten ben, seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum demişti. Biz İbrahime (azerin ve kavminin dalalette olduğunu öğrettiğimiz gibi) tevhidde yakin üzere sabitlerden olması için, göklerin ve yerin melekutunu (mülkünü de) öylece gösterdik.” (Enam suresi: 74, 75) Bu ayet-i kerimede zikredilen “Melekut” kelimesi için Mücahid ve Said bin Cübeyr (rahmetullahi aleyhima); “Arşa kadar yedi kat sema ve arzın tabakalarıdır” demişlerdir. Katade ise, “Melekut” kelimesini şöyle tefsir etmiştir: “Semanın melekutu; güneş, ay ve yıldızlar, arzınki ise; dağlar, ağaçlar ve denizlerdir.” Bütün bunlar; Allahın büyüklüğünü, her şeye kadir olduğunu ve alemleri yoktan var ettiğini gösteren birer işaret ve delildir. İbrahim a, semavatın ve arzın melekutu gösterildiği beyan burulduktan sonra, mealen şöyle buyruldu: “Vakta ki İbrahimin üzerini gece bürüdü (hava karardı). Yıldız gördü. Bu mu benim Rabbim? dedi. Yıldız batınca (kaybolunca); Ben böyle batanları sevmem dedi. Sonra ayı doğarken gördü. Rabbim bu mudur? dedi. Fakat o da batıp kaybolunca; Yemin ederim ki, eğer Rabbim beni hidayet üzerinde sabit kılmasaydı elbette ben dalalete düşenler topluluğundan olacaktım demişti. Daha sonra güneşi doğar halde görünce; Rabbim bu mudur? Bu gördüklerimden daha büyük dedi. Batınca da şöyle dedi: “Ey kavmim, bu gördükleriniz hep yok olan varlıklardır, ben sizin Allaha şirk koştuğunuz şeylerden kati olarak uzağım” dedi. Şüphesiz ben bir muvahhid (Allaha iman eden) olarak, yüzümü, gökleri ve yeri yaratan Allaha çevirdim. Ben Allaha ortak koşanlardan (müşriklerden) değilim.” (Enam suresi: 76-79)
İbrahim ın yıldızları, ayı, sonra da güneşi göstererek; “Bu mu benim Rabbim” dediğini bildiren ayet-i kerimeler, Mazhari tefsirinde şöyle tefsir edilmiştir: “Gece vakti gösterdiği yıldızlar zühre ve müşteri yıldızı idi. Yıldızları, ayı ve güneşi göstererek; “Bu mu benim Rabbim” demesi, yıldızlara tapanları ilzam içindir. Onun bu ifade şekline baş vurması; batıp kaybolan bu varlıkların ilah olmadığını, bunları yaratanın Allah olduğunu, Ona iman etmek lazım geldiğini kesin ve kati deliller ile göstererek, yıldızlara tapanları sükuta mecbur etmek için idi. Çünkü puta ve yıldıza tapan Keldani kavmi, yıldızları ilah tanıdıklarından, işleri yıldızlara bağlıyorlardı. İbrahim böyle davranmakla; onları içinde bulundukları dalaletten, sapıklıktan kurtarmak, delil göstererek hakikati bildirmek ve Hakka kavuşturmak istedi. Bu sebeple de; yıldızları, ayı, güneşi göstererek; “Size göre güya bu benim Rabbimdir öyle mi?” dedi.” Yukarıdaki ayet-i kerimenin tefsiri, Beydavi tefsirinin “Şeyhzade haşiyesi”nde ise şöyle yapılmıştır:
İbrahim böyle söylemekle yıldızlara tapan bir kavme, delil göstermek yoluyla hakikati bildirmek istemiştir. Onları iyice düşünmeye ve anlamaya sevketmek istemiştir. Yıldızları, ayı ve güneşi gösterip her biri için; “Bu mu benim Rabbim?” diyerek önce dikkatlerini çekmiş, sonra da böyle inanmalarının batıl olduğunu söylemiştir. Yani adeta şöyle demiştir. İyice bir düşünün. İlah dediğiniz bu yıldızlardan daha parlak olan ay ve güneş doğup batıyor. Bunların hepsi daima değişiyor, başkalaşıyor, yani doğuyor, batıyor. Bunlar nasıl ilah olabilir. Bunları bir yaratan vardır. O da Allahdır. O, noksan sıfatlardan münezzeh ve her şeye kadirdir.
İbrahim , Keldani kavmini sapıklıktan kurtarmak ve hidayete kavuşturmak için, taptıkları yıldızların ve putların ilah olmadığını anlayabilecekleri açık delillerle gösteriyordu. Onlara; “Nedir bu taptığınız bir takım heykeller, suretler? Bu cansız ve aciz şeylerin ne faydası ne de zararı vardır. Ey kavmim! Taştan, ağaçtan yaptığınız putlara tapmayı bırakınız, Allaha şirk koşmayınız! Kesinlikle biliniz ki, sizin ibadet ettiğiniz şeyler, asla size fayda verme gücüne sahip değildirler. Her şeye kadir olan Allaha iman ediniz ve Ona ibadet yapınız. Eğer Allaha ibadet ederseniz mükafatını; şirk koşarsanız, azab ve cezasını göreceksiniz. Döneceğiniz yer ahirettir. Yaptıklarınızın hesabını Allaha vereceksiniz!” şeklinde ikazda bulundu. Fakat, Keldani kavmi İbrahim a şöyle dedi: “Biz babalarımızı, putlara ibadet ediciler olarak bulduk. Böylece onlara uyarak putlara tapmaktayız.” Bu cevap karşısında İbrahim ; “Ey putlara tapan kavim! Yemin ederim ki siz de, babalarınız da apaçık bir sapıklık içinde bulunmaktasınız!” dedi.
Bu husus Kuran-ı kerimde bildirilmiş olup, mealen şöyledir: “Biz (büluğundan) önce İbrahime, tevhide ve putlara tapmaktan sakınmaya yol bulabilecek rüştünü (veya Musa ve Harundan önce peygamberlik) verdik. Biz, onun buna layık olduğunu biliyorduk. O zaman o, babasına ve kavmine; “Sizin tapmakta olduğunuz bu heykeller nedir?” demişti. Onlar; Biz atalarımızı bunların tapıcıları olarak bulduk (ve biz onlara uymaktayız) dediler. (İbrahim) dedi ki: “Yemin ederim ki siz de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz.” Onlar (İbrahimin , atalarına dalalet izafesine ihtimal vermedikleri için hayretle); “Sen bize bu sözü gerçek olarak mı söylüyorsun? Yoksa latife mi yapıyorsun? (bizimle eğleniyor musun?).” dediler. O da; “Hayır, sizin Rabbiniz hem göklerin, hem de yerin Rabbidir ki, bunları O yaratmıştır ve ben de bu dediğime şahidlik edenlerdenim. Allaha yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp (bayram yerinize) gittikten sonra ben putlarınızı elbette kıracağım dedi.” (Enbiya suresi: 51-57) Mücahid ve Katadenin kavillerine göre İbrahim ; “Putlarınızı kıracağım” diye herkesin duyacağı şekilde açıkça değil, gizlice söylemiş, bunu da bir kişi duymuştu.