"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Zülkarneyn

Peygamber veya veli. Kuran-ı kerimde kıssası, doğuya ve batıya seferleri zikredilmiştir. Nuhun oğlu Yafesin soyundandır. Asıl ismi İskenderdir. Doğuya ve batıya gittiği için, İskender-i Zülkarneyn namıyla anılmıştır. Yemende yaşamış olan Münzir İskender ile Aristonun talebesi olan Makedonyalı İskenderden daha önce yaşadı. İbrahimle birlikte haccetti. Onun elini öpüp duasını aldı. Teyzesinin oğlu olan Hızırı , ordusuna kumandan tayin etti. Yecüc ve Mecüc kavminin insanlara zarar vermelerine mani olmak için taş ve demirden bir sed yaptı. Asya ve Avrupa kıtalarına hakim oldu. Her tarafa Allahın emir ve yasaklarını yaydı. Kafirlerle savaşıp, müminlere güzel muamelede bulundu. Vazifesini bitirip ömrünü tamamlayınca, Medine ile Şam arasında, Şama beş günlük mesafedeki Dumet-ül-Cendel denilen yerde vefat eyledi. Mekkede veya yine o civarda Tehame dağlarında defnedildi.

İskender-i Zülkarneyn, doğuya ve batıya (yeryüzüne) hakim olan bir cihangirdi. Nitekim Resulallah efendimiz bir hadis-i şeriflerinde; “İsmini duyduğunuz kimselerden, yeryüzüne dört kişi malik oldu. İkisi mümin, ikisi de kafir idi. Mümin olan ikisi, Zülkarneyn ile Süleyman idi. Kafir olan ikisi de, Nemrud ile Buhtunnasar idi. Beşinci olarak yeryüzüne benim evladımdan biri, yani Mehdi malik olacaktır” buyurmuşlardır.

Musaya gelen Tevratın bir yerinde Zülkarneynden bahsediliyordu. Resulallah efendimiz Mekkede peygamberliğini ilan edip, geçmiş ümmetlerin başlarına gelen ibretli hadiselerden bahsedince; Kureyş müşrikleri, Ona karşı muhalefet etmek için kendilerince daha ilgi çekici olan hikayeler bulup anlatmaya başladılar. Yahudilerden ve İranlılardan duydukları masallar ve geçmiş ümmetlere dair hikayelerle, Resulallah efendimize karşı çıkmaya kalkıştılar. O sırada ahır zaman peygamberinin kendi içlerinden çıkacağı ve oraya hicret edeceği inancıyla Medineye gelip yerleşmiş olan birçok yahudi vardı. Mekkeli müşrikler, Medine yahudilerine adam gönderip, Resulallah efendimizi imtihan için malumat istediler. Medine yahudileri onlara; Eshab-ı Kehfi, yeryüzünün doğusuna ve batısına gidip fetheden Zülkarneyni ve ruhun mahiyetini sormalarını tavsiye ettiler. Sonra da; “Eğer bu üç şeyden haber verirse peygamberdir, Ona uyun. Eğer cevap veremezse yalancının biridir, istediğinizi yapın” dediler. Yahudilerden bu bilgileri öğrenen Mekkeli müşrikler, Resulallah efendimize gelip bu üç soruyu sordular. Resulallah efendimiz, kimseden ilim öğrenmemişti, okuması yazması bile yoktu. İnsanlara söyledikleri, Allahın kendisine vasıtalı ve vasıtasız olarak bildirdiği veya kalbine ilham ettiği şeylerdi. Tabi ki, O, ne Eshab-ı Kehfi, ne ruhun mahiyetini, ne de Zülkarneyni bir yerden öğrenmiş değildi. Müşrikler gelip sorularını sorunca Allah, Resulüne Kehf suresini inzal buyurdu. Bu surenin 83-98. ayet-i kerimelerinde Zülkarneynin doğuya ve batıya seyahati, bu sırada karşılaştığı kavimler ve kafirlere olan muamelesi anlatıldı. Bu vesileyle müslümanlar da Zülkarneyn hakkında en doğru bilgilere sahip oldular. Bu ayet-i kerimelerde mealen buyruldu ki:

“Senden Zülkarneyni sorarlar. Sen; Ben size onun halinden (Allah katından) haber vereyim de! Biz onu yeryüzünde bir kudrete erdirdik. (Onu dünyada hakimiyete, güzel bir tasarrufa muktedir kıldık) ve ona her (istediği) şeyden bir sebep verdik. (Onu ilme, kudrete ve başka ne lazımsa hepsine malik eyledik.) O da, (batıya doğru) bir yol tuttu. Nihayet güneşin battığı yere ulaştı. Onu (güneşi) sanki kızgın siyah çamurlu bir pınar içine batarken buldu. Ve onun yanında bir kavim buldu. Ey Zülkarneyn! (Sen muhayyersin. İslama gelmezlerse dilersen öldürmek suretiyle bu kavme) azab et! Yahut onların hakkında hüsn-i muamele (onları, hak dine çağırarak kendilerini irşada çalışırsın. Kendilerine dini meseleleri talim) edersin” dedik. Zülkarneyn hak dine daveti seçip), dedi ki: Her kim (ben dine davet ettiğim halde küfürde ısrar ile nefsine) zulmederse biz ona öldürmekle azab ederiz. Sonra da o, kıyamette Rabbine döndürülür. Allah ona işitilmemiş şiddetli azabı ile azab eder. Ama, kim iman eder, salih amelde bulunursa, onun için dünya ve ahirette çok güzel bir mükafat (Cennet) vardır. Ona emrimizden kolay tarafını da söyleyeceğiz. Sonra o, başka bir yol tuttu (doğuya gitti). Nihayet üstüne güneşin (ilk önce) doğduğu yere ulaştığı zaman, onu bir kavmin üzerine doğuyor buldu ki, biz onlar için buna karşı (korunacak) hiç bir siper yapmamıştık. İşte (Zülkarneynin işi) böyle idi. (Kudreti, mülkü, saltanatı anlatılanlar gibi idi.) Halbuki onun yanında olan (asker, aletler ve kuvvetin gizli ve açık) cümlesini ilmimizle kuşatmışızdır. Sonra yine bir yol buldu (doğudan kuzeye gitti). Nihayet iki dağ arasına ulaştığı zaman, onların önünde hemen hiç söz anlamaz bir kavim buldu. Onlar (tercümanları vasıtasıyla); Ey Zülkarneyn! Yecüc ve Mecüc taifesi bu yerde fesad (katil, tahrip, ziraatı telef) edicilerdir. Acaba biz sana masrafını tayin etsek de bizimle onların arasına sed yapsan dediler. (Zülkarneyn;) Rabbimin bu işte bana verdiği kudret, sizin vereceğiniz haraç ve masraftan hayırlıdır. Haydi siz bana (bedeni) kuvvetle (ve lazım olan aletlerle) yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir sed (duvar) yapayım. Bana demir kütleleri getirin dedi. (Onu getirdiler. O iki dağın arasını su çıkıncaya kadar kazdılar. Temelini kayalarla doldurup üzerine bir kat demir, bir kat odun döşediler.) Ta ki, iki yanı (iki dağın arası) eşit oldu. (Sonra çalışanlara) Üfleyin (körüklerle ateşi tutuşturun) dedi. Nihayet o (demir) ateş gibi olunca; Getirin bana, üstüne erimiş bakır dökeyim dedi. Artık (Yecüc ve Mecüc kavmi) onu aşmaya güç yetiremedikleri gibi, onu (duvarı) delip geçmeye de kadir olamadılar. (Zülkarneyn); İşte bu (sed) Rabbimin bir rahmetidir. Fakat Rabbimin vadi geldiği vakit (kıyamet yaklaştığı zaman) ise, o bunu dümdüz yapar. Rabbimin vadi bir haktır” dedi.”

Bu ayet-i kerimeleri tefsir eden müfessirler, hadis-i şeriflerde ve çeşitli rivayetlerde bildirilen haberlerle oldukça geniş açıklamışlardır. Bu bilgilerin ışığında Zülkarneynin hayatı ve halleri şöyle anlatılmıştır:

Salih bir zat olan Zülkarneyni Allah, yeryüzündeki insanlara, emir ve yasaklarını tebliğ ile vazifelendirdi. Zülkarneyn , Allaha niyazda bulunup; “Ya Rabbi! Bana tevcih ettiğin bu işte ancak sen yardıma kadirsin. Beni hangi ümmetlere gönderdiğini, onlara hangi asker ve kuvvetle ve nasıl galib geleceğimi, bunun için hangi çarelere baş vuracağımı, onlara karşı çoğunluğu nasıl elde edeceğimi, hangi hilm ve sabırla karşı duracağımı, nasıl hitab edeceğimi ve lisanlarını nasıl anlayacağımı, sözlerini hangi kulak ile duyacağımı, hangi göz ile onlara nüfuz edeceğimi, karşılarına hangi hüccetle çıkacağımı, işlerini hangi hikmetle düzenleyeceğimi, aralarında hangi ilim ve adaletle hükmedeceğimi bilmiyorum. Bu bahsettiğim şeylerden hiçbiri bende yok. Ya Rabbi! Sen Rahimsin. Sen hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemezsin. Bilakis sen, kullarına merhamet edensin” dedi. Bunun üzerine Allah şöyle buyurdu:

“Sana verdiğim vazifeyi yapabilmen için kuvvet ihsan ederim. Göğsünü açarım. Her şeye gücün yetecek hale gelirsin. Anlayışını açar, konuşmanı genişletirim, kulağını açarım, ta uzaktakileri işitirsin. Basiretini genişletirim, çok uzakları görür, her şeye nüfuz edersin. Tedbirli olmak istidadını veririm, her şeyi sağlam yaparsın. İstediğin her şeyi ihsan ederim. Bunları, senin için muhafaza ederim. İstediğini her zaman bulursun. Ayağını sağlam bastırırım. Sana heybet veririm, hiç bir kimse sana kötü gözle bakamaz. Ben sana yardım ederim. Hiç bir şey sana zarar veremez. Seni kuvvetlendiririm, hiç bir şeye yenilmezsin. Kalbine kuvvet veririm, hiç bir şeyden korkmazsın. Nur (aydınlık) ve zulmeti (karanlığı) emrine verir, onları senin askerin yaparım. Nur, önünde yol gösterir; zulmet, arkandan seni muhafaza eder.”

Allah bulutları ve başka vasıtaları Zülkarneynin emrine verdi. Ona ilim ve kudret, insanlar üzerinde tasarruf ve hakimiyet verdi. Ayrıca; beyaz ve siyah olmak üzere iki sancak ihsan etti. Zifiri karanlık olan gecede beyaz sancağı açınca ortalık aydınlığa gark olurdu. Gündüz harp ederken düşman askerinin karanlıkta kalmasını arzu ederse, siyah sancağını açar, düşman tarafı zifiri karanlık, kendi tarafı aydınlık olur, böylece kısa zamanda düşmana galib gelirdi. Her sefere çıkışında, önü aydınlık, arkası karanlık olurdu. Çok geçmeden memleketi genişledi, devleti güçlendi. Allahın emir ve yasaklarını bütün dünyaya yaymayı azmetti. Teyzesinin oğlu olan Hızırı kendisine vezir, ordusuna kumandan tayin etti.

Allahın emriyle, müminlerden meydana gelen ordusu ile birlikte, ilk önce batıya yürüdü. Vardığı her yerde kafirleri hak dine davet etti. İnananlara iltifat ve ikramda bulunup inanmayanlarla harp etti. Batıda meskun yerlerin sonuna vardı. Artık karalar bitmiş, hep deniz başlamıştı. Oraya vardığı sırada güneşin batma vakti idi. Güneş kızarmış bir halde sanki bir çamur pınarında batıyor gibiydi. İnsan gözü güneşin o şekilde battığını zannediyordu. Elbette ki, güneş, değil o denizden, dünyadan bile defalarca büyüktü. Zülkarneyn orada bir kavim buldu. Bu kavmin fertleri kafir idi. Vahşi hayvan derilerinden elbise giyerler, denizin dışarı attığı balık cinsinden şeyleri yiyerek geçinirlerdi. Değişik bir dille konuşan, bu güçlü kuvvetli kimselerin acayip tabiatları, yadırganacak adet ve huyları vardı. Allah, Zülkarneyni , onlar hakkında serbest bıraktı. Dilerse iman etmeyenleri öldürmesini, isterse onların hak dini kabul etmeleri için gayret göstererek güzel muamelede bulunmasını bildirdi. Zülkarneyne Allahın bildirmesi; eğer kendisi peygamber ise, melek ile; değilse, yanında bulunan bir peygamber ile veya tabi olduğu peygamberin dini dairesinde kendisinin yaptığı ictihad iledir.

Zülkarneyn bunlardan ikincisini tercih edip, hüsn-i muamelede bulundu ve onlara; “Her kim nefsine zulmederek davetimi kabul etmez, küfürden ayrılmazsa; elbette onu öldürürüz. Sonra da ahirette Rabbimizin mahkeme-i kübrasına sevk olunur. Allah da onu şiddetli ve ebedi olan Cehennem azabıyla cezalandırır. Ama kim davetimi kabullenir, Allahın emir ve yasaklarını gözetir ve tasdik eder, yapması emredilen ibadet ve vazifeleri yerine getirirse, onun için çok güzel ve ebedi olan Cennet vardır. Böyle iman eden kimse için kendisine emrettiğimiz şeylerde kolaylık söyler, ona; namaz, zekat, cihad gibi yapabileceği şeyleri teklif eder, yapamayacağı meşakkatli şeyleri emretmeyiz” dedi. Onları imana davet etti. Bir kısmı imanla şereflendi, bir kısmı da yüz çevirdi. Zülkarneyn , iman etmeyenlerin üzerine yürüdü ve karanlık içinde bıraktı. Onlar karanlıkta ne yapacaklarını bilemediler. Helak olacak bir hale gelince, Zülkarneyne yalvararak tevbe edip, davetine icabet ettiler. Allahın varlığına ve birliğine iman edip, Onun emir ve yasaklarına canla başla tabi olacaklarına söz verdiler.

Zülkarneyn , bu müslümanlardan kalabalık bir ordu kurdu. Bu ordunun arkasını karanlıkla emniyete aldı. Beyaz bayrağı nur ile önünü aydınlattı. Ordusu ile uğradığı her yerde, ne kadar millete rastlamışsa hepsini hak dine davet etti. Allaha imana ve ibadete çağırdı. Îman etmeyenler cezalarını gördüler. Yaya olarak Mekke-i mükerremeye gitti ve haccetti. İbrahimle görüştü. Hayır duasını aldı. Nasihatlerine mazhar oldu.

Zülkarneyn daha sonra doğuya yöneldi. Güneşin ilk ışıklarının vurduğu en uçtaki kara parçasına vardı. Orada güneşten korunacak kaya ve ağaç cinsinden hiç bir şey yoktu ve buranın insanları, güneş doğunca, yeraltındaki mahzenlerine veya denize girerlerdi. Güneşin şiddetli sıcağı geçince, girdikleri yerlerden çıkıp, ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlardı. Zülkarneyn , onları da hak dine davet etti.

Zülkarneyn , daha sonra, kuzeye bir sefer yaptı. İki dağ arasına vardı. O iki dağın yakınında oturan kalabalık bir kavimle karşılaştı. Bilmediği bir dille konuştuklarından bir şey anlamıyordu. Bir tercüman vasıtasıyla veya Allahın ihsanı olarak Zülkarneyn , onların sözlerini anladı. O kavmin padişahı, Zülkarneyni iyilikle karşıladı. Hediyeler takdim etti. Bütün kavmi ile birlikte hak dini kabul etti. Zülkarneynin iltifatına mazhar oldu. O kavim, Zülkarneyne Yecüc ve Mecücden şikayet etti. O kavimle birlikte Yecüc ve Mecücün zararından korunmak için sed yaptılar.

Zülkarneyn yaptığı seferlerin birinde, bir ülkeye uğradı. Oradaki insanların elinde dünya serveti namına bir şey yoktu. Rızıklarını sebzeden temin ederlerdi. Sebzelerini korumakta çok ihtimam gösterirlerdi. Ayrıca bu kavimde herkes kendi mezarını kazar, her gün mezarını temizler ve ibadetlerini burada yapardı. Zülkarneyn , bunların hükümdarlarını çağırttı. Hükümdar; “Ben kimseyi istemiyorum. Beni isteyen de yanıma gelir” dedi. Zülkarneyn bu söz üzerine hükümdarın yanına giderek; “Ben seni davet ettim, niye gelmedin?” dedi. Hükümdar; “Sana bir ihtiyacım yok, olsa gelirdim” cevabını verdi. Bunun üzerine Zülkarneyn ; “Bu haliniz nedir? Sizdeki bu hali kimsede görmedim” deyince, hükümdar; “Evet biz altın ve gümüşe kıymet vermiyoruz! Çünkü baktık ki; bunlardan bir miktar, bir kimsenin eline geçerse, bu sefer daha fazlasını isteyecek ve huzuru bozulacak. Onun için dünyalık peşinde değiliz” dedi. Zülkarneyn ; “Bu mezarlar nedir? Neden bunları kazıyor ve ibadetlerinizi burada yapıyorsunuz?” diye sordu. Hükümdar; “Dünyalık peşinde koşmamak için bunu böyle yaptık. Mezarları görüp de oraya gireceğimizi hatırlayınca, her şeyden vaz geçeriz” dedi. Zülkarneyn ; “Niçin sebzeden başka yiyeceğiniz yoktur? Hayvan yetiştirseniz, sütünden, etinden istifade etseniz olmaz mı?” dedi. Hükümdar; “Midelerimizin, canlı hayvanlara mezar olmasını istemedik. Bitkilerle geçimimizi sağlıyoruz. Zaten boğazdan aşağı geçtikten sonra hiç birinin tadını alamayız” diye cevap verdi.

Bir gün birisi Zülkarneyne; “Bana, iman ve yakinimi kuvvetlendirecek bir şey öğret” dedi. O da; “Gadab edip kimseye kızma, zira şeytanın insana en çok hulul edebileceği zaman, insanın hiddetli anıdır. Bunun için, hiddetini sükunetle yenmeye çalış. Sakın acele etme, zira acele ettiğin zaman, nasibini kaybedersin. Yakın ve uzağına karşı yumuşak ol; inadçı, inkarcı ve zalim olma” diye cevap verdi.

Zülkarneyn , Allahın yardımı ile doğu, batı ve kuzeydeki bütün ülkeleri fethedip, her tarafa Allahın emir ve yasaklarını yayma vazifesini tamamladıktan sonra, askerine izin verdi. Kendisi Medine ile Şam arasındaki Dumet-ül-Cendel denilen yerde insanlardan ayrıldı. Yalnız Allaha ibadet ve taatla meşgul oldu. Az bir zaman sonra da vefat etti. Mekkeye veya Mekke civarındaki Tehame dağlarında bir yere defnedildiğine dair rivayetler vardır.

Zülkarneyn vefat etmeden önce yakınlarına; “Ben vefat edince, usulüne uygun yıkayıp kefenleyin. Sonra tabuta koyun. Yalnız kollarım, dışarıda sarkık kalsın! Hazinelerimi de katırlara yükleyin” diye vasiyette bulundu. Söyledikleri aynen yapıldı. Definden sonra, alim olan büyük bir zat, onun bu sözlerini şöyle açıkladı. “İskender-i Zülkarneyn, demek istedi ki: Arkamdan gelen ordular ile doğu ve batıya hakim oldum. Hizmetçilerim emrimden çıkmadı. Dünyayı baştan başa tuttum. Sayısız hazinelerim vardı. Fakat bütün bu dünya nimetleri, kalıcı değildir. Gördüğünüz gibi, mezara eller boş gidiliyor. Dünya malı, dünyada kalıyor sizler, ahirette de faydalı olacak işleri yapın.”