"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Semud kavminin helak edilmesinin sebepleri

1- Küfür üzere idiler. Salihi yalanlıyorlardı. Tuğyan yani küfürde çok ileride idiler. Kötülüklerin en kötüsü, Allaha inanmamak, ateist yani dinsiz olmaktır. İnanılması lazım olan bir şeye inanmamak küfür olur. Meleklerin, insanların ve cinnin iman etmeleri, inanmaları emrolundu. Allahın var olduğunu anlamamak, düşünmemek günah olur. Allah tarafından bildirilenlerden birine inanmamak, hepsine inanmamak olur. Her birini bilmeden, hepsine inandım demek de iman olur. Îman hasıl olmak için, küfür alameti olan şeylerden sakınmak da lazımdır. Dinin emir ve yasaklarından birini hafif görmek, Kuran-ı kerim ile, melekle, peygamberlerden biri ile alay etmek, küfür alametlerindendir. İnkar etmek, yani işittikten sonra inanmamak, tasdik etmemek demektir. Bundan dolayı, şüphe etmek de, inkar olur.

2- Dinin temeli olan hususlarda Salihe itaat etmeyip, nefslerinin arzu ve isteklerine uydular. Düşmanlık ve kibir gösterdiler.

Kuran-ı kerimde; “Semud kavmi, gönderilmiş olan peygamberlerini (Salihi ) tekzip ettiler (yalanlayıp kabul etmediler). (Şuara suresi: 141), “Îmana gelmeyip tekebbür üzere olan o kavmin ileri gelenleri, zayıf ve aciz addettikleri müminlerle istihza (alay) ederek dediler ki: Siz, Salihin gerçekten Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu biliyor musunuz? Müminler (tam bir iman bütünlüğü içinde sağlam bir imanla); Evet, (onun) bize ve size peygamber olduğunda şek ve şüphemiz yoktur dediler. (O zaman) iman etmeyi kibirlerine yediremeyenler; Biz sizin iman ettiğiniz şeye inanmıyor, inkar ediyoruz dediler.” Buyruldu. (Araf suresi: 75, 76) Nefse uymak kötü huylardandır. Bunun kötü olduğu, ayet-i kerimelerde açıkça bildirilmiştir. Nefsin arzularının, insanı Allah yolundan saptırıcı olduğu, Kuran-ı kerimde haber verilmiştir. Çünkü nefs, daima Allahı inkar, Ona inad, isyan etmek ister. Her işte, nefsin arzularına uymak, nefse tapınmak olur. Nefsine uyan, küfre veya bidat sahibi olmağa, yahut fıska yani haram işlemeğe başlar. Ebu Bekir Tamistani diyor ki: “Nefse uymaktan kurtulmak, dünya nimetlerinin en büyüğüdür. Çünkü nefs, Allah ile kul arasındaki perdelerin en büyüğüdür.” Sehl bin Abdullah Tüsteri diyor ki: “İbadetlerin en kıymetlisi, nefse uymamaktır.” Resulallah efendimiz, uzun bir hadis-i şerifinin sonunda buyurdu ki: “İnsanı felakete sürükleyen şeyler üçtür: Hasislik, nefse uymak, kendini beğenmek.” İmam-ı Gazali buyurdu ki: Allahın, insana yardımına mani olan perdelerin en kötüsü, ucbdur. Yani ayıplarını görmeyip, kendini beğenmektir.”

hadiste; “Ümmetimin, iki kötü huya yakalanmalarından çok korkuyorum. Bunlar, nefse uymak ve ölümü unutup, dünya arkasında koşmaktır” buyruldu. Nefse uymak, İslamiyete uymaya mani olur. Ölümü unutmak, nefse uymaya sebep olur.

hadiste, “Aklın alameti; nefse galip ve hakim olmak ve öldükten sonra lazım olanları hazırlamaktır. Ahmaklık alameti, nefse uyup, Allahtan af ve merhamet beklemektir” buyruldu.

3- Rey (Kendi görüşlerine uymak): Semud kavmi kendi görüşlerini dinin nasslarına (esaslarına) tercih ediyor, ona uyuyorlardı. Kuran-ı kerimde; “Salih (onlara) dedi ki: “Ey “Kavmim! Bana haber verin. Rabbim teala bana açık bir beyyine (mucize) ve rahmet, peygamberlik vermişken, eğer ben risaleti tebliğ ve sizi Allaha davet etmeyip Ona asi olursam, beni Onun azabından kim kurtarır. Beni kendinize tabi kılmakta, bana hüsrandan başka bir şey arttırmazsınız” buyruldu. (Hud suresi: 63) Bu ayet-i kerimede Semud kavmini nassa muhalefetle hasıl olan şeyden korkutmak ve onları günahlardan sakındırmak manası vardır.

4- Nasihat edenlere buğz etmek, kızmak, ondan rahatsız olmak: Allah Kuran-ı kerimde, Salihin , kavmine mealen şöyle söylediğini buyurdu: “Ey kavmim! Ben size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size nasihat ettim. Lakin siz nasihat edenleri sevmezsiniz.” (Araf suresi: 79)

Haris bin Esed Muhasibi kitabında Ömerin şöyle buyurduğunu bildiriyor: Birbirine nasihat etmeyen ve nasihat edenleri sevmeyen bir kavimde (cemiyette) hayır yoktur.

Beyheki “Şuab-ül-iman” kitabında, İbn-i Mesuddan şöyle rivayet etti: “Allahın katında en büyük günah, bir kimse diğerine Allahtan kork dediği zaman, diğerinin ona; “Sen kendine bak, sen mi bana emrediyorsun?” demesidir.”

5- Yeryüzünü ifsad edenlere itaat etmek, yaptıkları fesad ve bozuk işlerinde muvafakat etmek: Kuran-ı kerimde; “Şimdi, Allahtan korkun. Size tebliğ ettiğim (bildirdiğim) Onun emir ve yasaklarında bana itaat edin. Yeryüzünde bozgunculuk yapanların, ıslah yapmayanların emrine itaat etmeyin” buyruldu. (Şuara 150-151) Bu ayet-i kerimede; “Onlar ıslah yapmazlar” diye tekid yapılmasında, onların fesatlarında salah olmadığı, onların iyi hasletlerinin bulunmadığına işaret vardır.

6- Hayır ehli ile (müminlerle) tetayyür, yahut mutlak tayare ve teşeüm: Salihin nasihatleri üzerine kavmi; “Ey Salih! Biz seninle ve sana iman eden maiyetinle (müminlerle) teşeüm ederiz. Zira bu dini kavmine anlattığından beri bizim başımız beladan kurtulmuyor ve biz sizin sebebinizle uğursuz olduk. Bir çok musibetlere uğradık. Bunların hepsi sizdendir. Çünkü siz böyle bir din meydana koymadan evvel, bu belalardan hiç birisine maruz kalmazdık” demekle Salihe ; sertlik, kabalık, küstahlık gösterdiler. Salih , onların mukabelelerini (karşılıklarını) işitince; “Ey kavmim! Sizin uğursuzluğunuz Allah katında takdir edilmiştir. Zira siz iradenizi küfre ve bela icap edecek bir takım günahlara sarf ettiğinizden, Allah sizin başınıza gelecek belaları takdir etmiştir. Siz öyle bir kavimsiniz ki; hayr, şer, izzet, zillet, rahat ve şiddetle imtihan olunuyorsunuz. Lakin bilmiyorsunuz” buyurarak teşeümün yani uğursuzluğun kendi işleri neticesi olduğunu bildirdi. Semud kavmi kıtlık ve mallarının telef olması gibi sevmedikleri bir takım afetlerin meydana gelmesine, Salihin ortaya koyduğu hak dini sebep saydıklarından; “Biz seninle tetayyür yani teşeüm ederiz ve kötülüklere sebep sizsiniz” demişlerdir.

7- Kadınlara itaat etmek: Kıdar ve Mısdaı deveyi öldürmeye iten sebep, Saduf ve Uneyze isimlerindeki kadınlara itaat etmeleri idi. Kadınlara kanarak deveyi boğazlayan bu insanlar, evvel gelenlerin en şakisi oldu. Kadının, haram yolla kendisini veya başkasını erkeğe teklif etmesi en büyük günahlardandır. Saduf ve Uneyzenin durumu böyledir. Allah ikisini de takbih buyurdu. Çünkü bunlar Mısda ve Kıdara mubah olan evliliği teklif etmeyip haram ve gayr-i meşru olanı teklif ettiler. Kudai, İbn-i Asakir, Ayşeden rivayet ettikleri hadiste; “Kadınlara itaat, nedamettir” buyruldu. Allah Nisa suresi 34. ayet-i kerimesinde mealen; “Erkekler, kadınlar üzerine hakimdirler. Çünkü Allah bazı kullarını bazısından üstün yaratmıştır. Hem de, erkekler, kendi mallarını, onlar için harcederler. Kadınların iyileri Allaha itaat eder ve zevclerinin haklarını gözetirler. Zevcleri hazır olmadıkları zaman, onların namuslarını ve mallarını, Allahın yardımı ile korurlar. Hıyanet etmesinden korktuğunuz kadınlara, zevc haklarını öğretin ve tatlı sözlerle nasihat edin! Onları yatağınızdan ayırın” buyrularak erkeklerin kadınlardan üstün olduğunu bildirdi.

8- Cemal sahiplerine (güzel kadınlara) rağbetten dolayı, masiyete günaha ve belaya düşmek. Bir kimse sadece malından ve güzelliğinden dolayı bir kadın ile evlenirse, o kimsenin dinine zarar gelir. Nitekim Kıdar ile Mısdaın durumu böyledir.

Evlenebilmek için önce, dinin emir ve yasaklarını öğrenmek, nefsi dine uyar hale getirmek, gönül sahibi olmak, olgunlaşmak lazımdır. Ondan sonra, sünneti yerine getirmek niyeti ile evlenir. Edebi, hayası, ahlakı olan; dinini, imanını, İslamın şartlarını öğrenmiş, dine uyan, sokakta İslamiyetin emrettiği gibi örtünen bir kızla nikahlanır. İffet sahibi, dinini kayıran bir kız aramalıdır. Malı ve güzelliği çok olanı aramamalıdır. Mal için, güzellik için iffeti ve salahı elden kaçırmamalıdır. hadiste buyruldu ki; “Kadın,ya malı için, veya güzelliği için, yahut dini için alınır. Siz dini olanı alınız! Malı için alan, malına kavuşamaz. Yalnız cemal için alan, cemalinden mahrum kalır.” Din ile cemalin (güzelliğin) birlikte olması çok iyi olur.

9- Dünya malına aldanmak: Semud kavmi, ömürlerinin uzunluğuna, rahatlıklarına, mallarının-mülklerinin çokluğuna güveniyorlardı. Ölümün ansızın kendilerine geleceğinden korkmuyorlardı. Salih onlara dedi ki: “(Ey kavmim!) Şu bulunduğunuz halde, bahçeler, pınarlar, ekinler ve latif (hoş) tomurcuklanmış hurma ağaçları arasında ve dağlardan yonttuğunuz, yaptığınız kaşaneler, saraylar içinde ölüm ve azabdan emin ve ferah olarak terk olunur musunuz? Öyle bırakılacağınızı mı zannediyorsunuz? Allahtan korkun; tul-i emelde olmayın. Artık bana itaat edin. Zira ki benim emrime itaat, Allaha itaattir.” (Şuara suresi: 146-150)

Semudlular sahip oldukları dünyalıkları sebebiyle şımarmışlardı. Kavuştukları geçici nimetler sebebiyle taşkınlık ve azgınlık içinde yaşıyorlardı. Fakat, kendilerine verilen bu nimetlerde cimrilik ediyorlar, ihtiyaç sahiplerini gözetmiyorlardı. Dünyalık kazanmak ve kazandıklarını muhafaza edip, koruyabilmekte çok dikkatli idiler. Pek çok dünya malına sahip oldukları halde, gözleri doymuyor, aşırı derecede düşkünlük gösteriyorlardı. Kendilerini ve yaptıkları iş ne olursa olsun, onları güzel görüyorlar ve beğeniyorlardı. Allahın mekrinden yani hilesinden emin bir halde idiler. Allahın verdiği nimetlerin şükrünü yapmıyorlar, bilakis nankörlükte bulunuyorlardı. Türlü türlü nimetlerden faydalandıkları halde, isyan içinde idiler. Bir gün gelip ölecekleri, yaptıklarının tek tek hesabını verecekleri hiç akıllarına gelmiyordu. Semud kavmi, tul-i emel ve nimetlere nankörlük üzere idiler. Tul-i emel, çok yaşamayı istemektir. İbadet yapmak için çok yaşamağı istemek, tul-i emel olmaz. Tul-i emel sahipleri, ibadetleri vaktinde yapmazlar. Tevbe etmeyi terk ederler. Kalbleri katı olur. Ölümü hatırlamazlar. Vaz ve nasihatten ibret almazlar. hadiste; “Lezzetlere son veren şeyi (ölümü) çok hatırlayınız.” buyruldu. Hadis-i şeriflerde; “Ölümden sonra olacak şeyleri bildiğiniz gibi, hayvanlar da bilselerdi, yemek için semiz hayvan bulamazdınız.” ve “Gece ve gündüz ölümü hatırlayan kimse, kıyamet günü şehidler yanında olacaktır.” buyruldu. Tul-i emel sahibi, hep dünya malına ve mevkiine kavuşmak için ömrünü harcar. ahireti unutur. Yalnız zevk ve sefasını düşünür. Çoluk-çocuğunun bir senelik ihtiyacını hazırlamak, uzun emel olmaz. Hadis-i şeriflerde: “İnsanların en iyisi, ömrü uzun ve ameli güzel olan kimsedir.” ve “İnsanların en kötüsü, ömrü uzun, ameli kötü olandır.” ve “Ölmek istemeyiniz. Kabr azabı çok acıdır. Ömrü uzun olup İslamiyete uymak, büyük saadettir.” ve “Müslümanlıkta beyazlaşan kıllar, kıyamet günü nur olacaklardır.” buyruldu.

Tul-i emelin sebepleri, dünya zevklerine düşkün olmak ve ölümü unutup sıhhat ve gençliğine aldanmaktır. Bu hastalıktan kurtulmak için, sebepleri yok edip, ölümün her an geleceğini düşünmelidir. Sıhhatin ve gençliğin, ölüme mani olmadıklarını unutmamalıdır. Çocuklardaki ve gençlerdeki ölüm sayısının yaşlılardaki ölüm sayısından çok olduğunu istatistikler göstermektedir. Çok hastaların iyi olup yaşadıkları, çok sağlam kişilerin çabuk öldükleri, her zaman görülmektedir. Tul-i emel sahibi olmanın zararlarını ve ölümü hatırlamanın faydalarını öğrenmelidir. hadiste; “Ölümü çok hatırlayınız. Onu hatırlamak, insanı günah işlemekten korur ve ahirete zararlı olan şeylerden sakınmağa sebep olur.” buyruldu. Eshab-ı kiramdan Bera bin azib diyor ki: “Bir cenazeyi götürdük. Resulallah kabir başına oturup, ağlamağa başladı. Mübarek gözyaşları toprağa damladı. Sonra; “Ey kardeşlerim! Hepiniz buna hazırlanınız.” buyurdu.” Ömer bin Abdülaziz bir alimi görünce, nasihat istedi. O da; Şimdi halifesin istediğin gibi emredersin. Yarın öleceksin dedi. Biraz daha söyle deyince; “ademe kadar, bütün dedelerin ölümü tattı. Şimdi sıra sana geldi dedi.” Halife uzun zaman ağladı. Peygamber efendimiz ; “İnsanlara vaiz olarak ölüm yetişir. Zenginlik isteyene kaza ve kadere iman etmek yetişir.”, “İnsanların en akıllısı ölümü hatırlayandır. Ölümü çok hatırlayan insana; dünyada şeref, ahirette yüksek dereceler nasib olur.”, “Allahtan haya ediniz. Başkalarına kalacak olan şeyleri toplamakla vaktinizi gayb etmeyiniz. Kavuşamayacağınız şeyleri ele geçirmek için uğraşmayınız. İhtiyacınızdan fazla binalar yapmakla hayatınızı harcamayınız.”, (Evlerinizi haram malzeme ile yapmayınız. Dininizin ve dünyanızın harab olmasına sebep olur.” buyurup, çok sevdiği Üsame bin Zeydin bir ay sonra ödemek üzere yüz altına bir köle satın aldığını işitince de; “Siz buna hayret etmediniz mi? Üsame tul-i emel sahibi olmuş.” buyurdu. İhtiyaç maddelerinin veresiye de alınmaları caizdir. Bir hadiste; “Cennete gitmek isteyen, uzun emel sahibi olmasın. Dünya işleri ile uğraşması ölümü unutturmasın. Haram işlemekte Allahtan haya etsin.” buyruldu. Haram olan lezzetler içinde yaşamayı düşünerek uzun emel sahibi olmak haramdır. Çok yaşamayı değil, sıhhat ve afiyet ile yaşamayı istemelidir.

10- Allaha ahd ve misakı bozdular: Semudlular, Salihe ; “Bize kayadan deve çıkarırsan sana iman edeceğiz. Senin Rabbine itaat edeceğiz” dediler. Salih da Allahın izni ile kayadan deveyi çıkarınca, hak sözden rücu ettiler, yani döndüler. Sonra da azaba uğradılar.

Hakim, Cabirden rivayet etti: Resulallah Hicre uğramıştı. Bu sırada buyurdu ki: “Mucize istemeyiniz. Muhakkak Salihin kavmi mucize istedi de, Allah onlara deve gönderdi. Deve bu yoldan suya gelir, şu taraftan giderdi. Sonra onlar, Rablerinin emrinden (hak sözden) dönüp haddi aştılar. Allahın hareminde olan bir kişi dışında (ve iman edenler müstesna) Semud kavminden herkesi helak eden bir sayha, onları yakalayıverdi.” Eshab-ı kiram, o bir kişi kimdi? diye sorduklarında, Resulallah efendimiz; “Ebu Rigaldir, Haremden çıktığında kavmine isabet eden azab ona da isabet etti.”

Tefsir alimleri bildirdiler ki; “Salih ve ona tabi olanların dışında Semud zürriyetinden Ebu Rigal denilen bir kişi hariç, hiç kimse kalmayıp hepsi helak oldu. Ebu Rigal, o sırada Mekke-i mükerremede Harem-i şerifte idi. Bu sebepten ona bu musibetten bir şey isabet etmedi. Günlerden bir gün Haremden çıktığında gökten bir taş düşüp onu öldürdü.”

Abdürrezzak dedi ki: Mamerin, İsmail bin Ümeyyeden naklettiğine göre; Peygamber efendimiz, Ebu Rigalin kabrine uğradı ve Eshab-ı kiramına; “Bu kimdir biliyor musunuz?” diye sordu. Onlar da; “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” dediler. O zaman Resulallah efendimiz; “Bu, Ebu Rigalin kabridir. Semud kavminden birisidir. Allahın Hareminde idi. Bu mekan onu azabdan korumuştu. Oradan çıkınca, kavminin başına gelen, onun da başına geldi ve burada defnolundu. Onunla birlikte altın bir dal da gömülmüştü” buyurdu. Halk onun kabrini kazmaya ve o altını aramaya koyuldular ve altın dalı çıkardılar.

Buhari, Abdullah bin Dinardan, o da, Abdullah ibni Ömerden rivayet ettiğine göre; Resulallah efendimiz, Tebük gazasında Semud kavminin helak olduğu vadide konakladığı zaman, Eshab-ı kiramına buranın kuyusundan su içmemelerini ve buradan su almamalarını tembih etti. Eshab-ı kiram; “Ya Resulallah ! Biz bu kuyunun suyundan alıp hamur yoğurduk ve kaplarımızı da doldurduk” demeleri üzerine, Resulallah; “Öyle ise hamuru atınız, aldığınız suyu da dökünüz” buyurdu.

Ebu Hüreyreden rivayet edilen bir hadiste, Resulallah efendimizin, Semud kavminin vadisine geldiği vakit; “Nefslerine zulmeden kimselerin meskenlerine girmeyin ki onlara dokunan azab, size de dokunmasın. Ancak ağlayarak girerseniz bir beis yoktur” buyurarak, bürdesini yani hırkasını başına alarak oradan uzaklaştığı beyan olunmuştur.

11- Emaneti zayi etmek (koruyamamak): Deve, Semudluların yanında Allahın emaneti idi. Onlar bu emaneti korumak bir yana, ihanet edip onu boğazladılar. Emaneti gözetmemek münafıklık alametidir ve büyük günahtır. Emanet, malda olduğu gibi sözde de olur. hadiste; “Münafıklık alameti üçtür: Yalan söylemek, vadini ifa etmemek, emanete hıyanet etmek” buyruldu. Kendisine mal veya söz yahut sır emanet olunan kimsenin bunlara hıyanet etmesi münafıklık olur.

“Buhari”de yazılı, Amr ibni asın oğlunun bildirdiği hadiste; “Dört şey münafıklık alametidir: Emanet olunana hıyanet etmek, yalan söylemek, vadini bozmak ve ahdine gadr etmek ve mahkemede doğruyu söylememek” buyruldu. İbn-i Hacer buyurdu ki: “Nifak yani münafıklık, zahirin batına uymaması demektir. Sözü, özüne uymaz. Îtikad edilecek şeylerde münafıklık yapmak, küfürdür. İşlerinde ve sözlerinde münafıklık yapmak, haram olur. Îtikadda, imanda münafıklık, diğer küfürlerden daha fenadır.

12- Masiyet ehlinin (günah işleyenlerin) yaptığı günah ve küfür işlerini tasvip etmek. Emr-i maruf ve nehy-i münkeri (iyiliği emredip kötülükten menetmeyi) terk etmek: Aslında, deveyi bir veya iki kişi, yedi kişinin yardımı ile boğazlamıştır. Fakat Allah onların hepsine, onu tekzip ettiler, deveyi bağladılar diye nispet buyurdu. Onların hepsine azabı gönderdi. Çünkü onlar, zalimlerin o işi yapmasına mani olmadılar. Üstelik onlar deveyi boğazlayanların bu işinden razı idiler. Günahın işlenmesine rıza göstermek, masiyetin ta kendisidir.

İmam-ı Ahmed, Ebu Davud ve İbn-i Macenin Cerir bin Abdullah Becliden rivayet ettikleri hadiste, Resulallah efendimiz şöyle buyurdu: “Bir kavmin arasında masiyet işlenir, onlar o masiyeti yapandan daha üstün ve kalabalık oldukları halde, o masiyeti (kötülüğü) değiştirmezlerse, (ona mani olmazlarsa) Allah o kavmin hepsine umumi azab gönderir.”

13- Zaruret olmadan vakıf olan hayvanı boğazlamak ziyan etmektir: Sütünden içmeleri için fakirlere vakfedilen koyun, hac edeceklere vakfedilen katır, cihada gidecek olanlar için vakfedilen at böyledir. Kimse, bunlara kötülük ile dokunamaz. Kim bunu çiğnerse, deveyi boğazlayan Semud kavmine benzemiş olur. O devenin sütü onlara sebil idi. Deve, kimsenin mülkiyetinde değildi. Onun sahibi ancak Allah idi. Aynı şekilde vakıf olan akarat (gelirler) ve diğerleri dinimizde Allahın mülküdür. Telef, tahrip, tamir ve satmak sureti ile vakıflara hıyanet etmek bu kabildendir. Yine ihtiyaçların giderilmesi için müslümanların ortak mallarına da hıyanet bu kabildendir. Bu şekilde davrananlar hainlik yapmak hususunda Semud kavmine benzer.

14- Dokuz kişinin fesadda ileri olması: Semud kavminden dokuz kişinin yapmadıkları fesad yoktu. Bunlar her türlü kötülüğü yaparlar, başkalarının malını zorla elinden alırlar ve kadınlarına tecavüz ederlerdi.

Mücahid ve başkalarından rivayet edildi ki: “Semud kavmi deveyi boğazlayınca, Salih onlara üç gün sonra size azab gelir buyurdu. O zaman bu dokuz kişi ittifak edip; “Eğer o, tehdidinde yalancı ise, ona layık olduğu cezayı verelim. Doğru ise, azab bize gelmeden önce işini bitirmekte acele edelim de kendimizi böyle bir azabdan kurtaralım” diyerek, Salihi öldürmek için evine gittiler.

Abdullah ibni Abbas buyurdu ki: “Dokuz kişi, Salihin evine geldiler. Kılıçlarını çektiler. Fakat Cebrail onları taşlarla öldürdü. Ancak onlar Cebraili görmeyip, sadece kendilerine atılan taşları görüyorlardı.”

Katade ; “Dokuz kişi süratle Salihin evine geldiler. Allah elinde kaya bulunan bir meleği onlara gönderdi. O, hepsini helak etti” diye bildirdi.

Dokuz kişi, diğer Semudlulardan fazla olarak: mekr (hile), dinar ve dirhemleri kırmak, başkalarının kadınlarına sarkıntılık etmek, öldürmeye azmetmek gibi çeşitli günahları işlemekte çok ileri gitmişlerdi.

Kuran-ı kerimde Neml suresi 50 ve 51. ayet-i kerimelerinde mealen buyruldu ki: “Onlar bu şekilde (Salihi öldürmek için) hile yaptılar. Biz de onların bu hilelerinin cezasını verdik. Halbuki onların bundan haberleri yoktu. İşte bak, o tuzaklarının akıbeti nice oldu. Çünkü biz onları da kavimlerini de (Cebrail ile ve ateşle) helak ettik.”

Dokuz kişinin, başkalarının yapmadığı ortak hususiyetlerinden biri de günah işlemekte yardımlaşmaları idi. Bilhassa inananları öldürmek, öldürmeye teşvik ve bunun için hep birlikte yemin etmek pek kötü ve çok çirkin günahlardır. Bir müslümanın öldürülmesine bir parça söz ile de olsa yardımcı olan kimsenin alnına; “Allahın rahmetinden ümidini kesmiştir” yazılır. Bu damga ile Allahın huzuruna çıkar.

Beyheki, “Şuab” adlı eserinde şöyle anlattı: Malik bin Dinar, Neml suresi 48. ayet-i kerimesini okudu ve; “Bugün yeryüzünde ifsad yapan ve ıslah etmeyen nice kimseler vardır” dedi. Malik bin Dinarın zamanının hali böyle olursa, diğer zamanların nasıl olduğu artık meydandadır. Akıllı kimse, zamanın bozukluğu içerisinde (onun akışına kendini kaptırmaz) daima ölümü hatırlar, ölümün bir müddet sonra da olsa geleceğini asla unutmaz. Rabbinin rızasını kazanmak için gayret sarfeder. Geçmiş milletlerin çok kuvvetli ve pek zengin olmalarına rağmen, ölüme karşı koyamadıklarından ibret alır. Halbuki onların ömürleri pek uzundu. Geniş arazileri ve mülkleri vardı. Fakat sonunda helak oldular ve sahip oldukları hiç bir şey fayda vermedi.”