"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Emr-i maruf ve nehy-i münker

İnsanlara, Allahın emirlerini bildirmek ve yasaklarından sakındırmak. Allah, Kuran-ı kerimde, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmayı emrediyor. Yani benim emirlerimi bildiriniz, öğretiniz diyor ve benim yasak ettiğim haramları bildiriniz ve yapılmasına razı olmayınız buyuruyor.

Emr-i maruf ve nehy-i münker farz olup insanların birbirine nasihat etmesidir. Peygamber efendimiz; “Din nasihattir” buyurdu. Nasihat, doğru yola davet ve kötülüklerden sakındırmaktır. Allah, nihayetsiz merhametinden dolayı, bu işle vazifeli olarak, evvela peygamberleri, sonra bunların yerine evliyayı ve alimleri davetçi gönderdi. Bunların dili ile sevablarını ve azablarını bildirerek, bütün insanların iyilik yapmalarını, kötülüklerden uzaklaşmalarını emretti. Yani emr-i maruf ve nehy-i münker, peygamberlerin, alimlerin ve velilerin sünnetidir ve onların yoludur.

Nasihatin terk edildiği cemiyetlerde kötülük artar. Neticede, bundan herkes zarar görür. Daha önce hak dinlerde olduğu gibi, İslam dininde de çok mühim yer tutan emr-i maruf ve nehy-i münker hakkında, İslam alimleri tarafından çeşitli tarifler yapılmıştır. Bunlardan Gavs-i Samedani Seyyid Abdülkadir-i Geylani ; “Kuran-ı kerime, hadis-i şeriflere ve akla uygun olan şeylere, maruf, bunlara uymayan yani (ayet-i kerimeler, hadis-i şerifler ve müctehidlerin sözbirliği ile yasak edilen) şeylere de münker denir” buyurdu.

Nasihat etmek, emr-i maruf ve nehy-i münkerde bulunmak, yani insanlara Allahın emir ve yasaklarını hatırlatmak, Allahın emridir. Allah kimseye karışılmamasını isteyip sevseydi; peygamberleri göndermez, hak dinleri bildirmez, insanları kendi dinine davet etmez ve uydurma dinlerin yanlış, bozuk olduğunu haber vermezdi. Ayrıca, geçmiş peygamberlere inanmayanları çeşitli azablarla helak etmezdi. Herkesi kendi haline bırakır, kimseye bir şey emretmez ve inanmayanlara da azab yapmazdı. Allahın iradesini ve adetini kimse değiştiremez. Hakikati bilmeyenlerin ve görmeyenlerin sözü ile nizam-ı alem bozulmaz. Allah isteseydi, herkesi doğru yola hidayet eder, Cennete sokardı. Fakat ezelde Cehennemi insan ve cinle doldurmak diledi. Allahın büyüklüğünü anlayabilen bir kimse, Ona sebebini soramaz.

Allahın peygamberlerinin yolunda giden insanlar; Hakka, hakikate davet etmekte, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmakta da ona uyar. Bunları yapmayan tabi olmuş değildir. Yani, her mümin, imkanı kadar ve kabil olan nispette bunu yapmalı, söz veya yazı ile, yapamıyorsa, hali, yaşayışı ile numune olmalıdır. Îman sahipleri, İslamın güzel ahlakı ile ahlaklanıp, hal lisanı ile emr-i marufta bulunmalı, bunun çok tesirli olduğunu unutmamalıdır. Nitekim; “Lisan-ı hal, lisan-ı kalden entakdır” sözü pek meşhurdur.

Nasihat yapmak, emr-i marufta bulunmak iki surette yapılır. Birinci yol; söz, yazı ve her çeşit yayın vasıtası iledir. Herkes emr-i maruf yapamaz. Bunu yaparken, emr-i maruf yapanın bilgisi az ise veya hiç yoksa yani cahilse, cemiyetin adetlerine, devletin kanunlarına dikkat ve riayet edemezse fitneye sebep olabilir. Kendisine ve müslümanlara zarar verir. Nehy-i münker yapanda ise şu üç haslet mutlaka bulunmalıdır: İlim, vera ve güzel ahlak. İlim olmayınca yasağı emirden ayıramaz. Vera olmayınca, ayırabilse bile, işleri maksatlı olur. Niyeti düzgün olmayınca da, başkalarına tesirli olamaz. Ahlak güzel olmazsa, kendisini incitirlerse o zaman kızar ve Allahı unutur. Allahı unutunca da haddin dışına çıkar ve yaptıkları Hak için değil, nefsi için olur. O zaman onun emr-i maruf nehy-i münkeri de sevab olmaktan çıkar.

Bunun için Emir-ül-müminin Ali harpte öldürmek için bir kafiri yıktı. Kafir hakaret etmek, kızdırmak için ve beni bir hamlede, çabucak öldürsün de fazla acı çekmeyeyim diye, Alinin yüzüne tükürdü. O da öldürmekten vazgeçti ve; “Kızmıştım, onu Allah için öldürmüş olmayacağımdan korktum” buyurdu. Bu güzel ahlak karşısında hayran kalan o kafir, o anda Kelime-i şehadet getirip müslüman olmakla şereflendi. Bu Alinin güzel ahlakının bereketiyle olmuştu.

Hazret-i Ömer bir kimsenin, karnına vurmuştu. O da Ömere hakaret etti. Ömer bir daha vurmadı. “Niçin vurmadın?” dediklerinde; “Önce ona Hak için vurmuştum, şimdi bana hakaret edince, yine vurursam, kızdığım için vurmuş olurum” buyurdu.

Peygamber efendimiz bir hadiste; “Emir ve nehyettiği şeyi bilmeyen, emri ve nehyi hilm (yumuşaklık) ile söylemeyen, emri ve yasağı rıfk ile, yumuşaklıkla bildirmeyen, emr-i maruf ve nehy-i münker yapamaz” buyurmuşlardır.

Nehy-i münker yapanın edeblerinden biri de sabırlı olması, bu husustaki sıkıntılara katlanmasıdır. Emr-i maruf ve nehy-i münker yapanın, dünya ile alakası az ve emeli kısa olmalıdır. İnsanların kendisini sevmesini, övmesini, razı olmasını ve beğenmesini isteyen nehy-i münker yapamaz. Yapıyor görünse bile faydası olmaz. Çünkü niyet ve maksat başkadır.

Emr-i marufta, nasihatte, bulunmakta ikinci yol; hal ile İslamın güzel ahlakına uyarak nümune olmaktır. Herkese tatlı dil, güler-yüz göstermek, kimsenin malına, ırzına göz dikmemek, kanunlara uymak en tesirli nasihat yoludur. İslamın güzel ahlakı üzere yaşamak, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmaktır.

Nasihat el ile, dil ile ve kalb ile yapılır. El ile güç kullanarak nasihati bildirmek hükümetin vazifesidir. Emr-i maruf ve nehy-i münkeri el ile yapmak, hükümet adamlarına, dil ile yapmak din adamlarına, yani alimlere, kalb ile yapmak da her müslümana farz olan bir vazifedir. Çünkü Buharideki hadiste; “Sizden biriniz bir münkeri, yani çirkin kötü, günah olan biri işi görürse, onu eli ile değiştirsin. Buna gücü yetmezse dili ile engel olsun. Buna da kadir değilse, kalbi ile o işi beğenmesin. Kalben nefret etsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir” buyruldu. Kuran-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde müslümanların emr-i maruf ve nehy-i münker yapması, ellerinden geldikçe bunu terk etmemeleri emredilmektedir. Ancak böyle yaparlarsa zarar ve hüsranda kalmazlar. Nitekim, hadiste buyruldu ki: “Emr-i maruf ve nehy-i münker yapan ile, nasihati terk eden şu kavme benzer ki, gemiye binerler. Kimi alttaki odalarda, kimisi üstteki kamaralarda bulunurlar. Altta bulunanlar, bize su lazım olunca, üste çıkıp oradaki nehirden mi su alacağız, gelin gemiyi delelim, buradan su alalım, derler. Kalkıp gemiyi delmeye koyulurlar. Üstte olanlar, onların ellerini tutup engel olamazlarsa, üsttekiler de, alttakiler de helak olurlar. Onlara engel olup, kendi arzularına bırakmazlarsa, hepsi helak olmaktan kurtulurlar.” O halde insanlara nasihat, Allahın kullarının kurtulmasına çalışmak demektir. Bu da zor ve çetin bir iştir. Allah Muhammed ın ümmetini, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmaları sebebiyle ümmetlerin en hayırlısı eylemiştir. Nitekim al-i imran suresinin 110. ayet-i kerimesinde mealen; “Siz insanlar için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz! İyi şeyleri emreder, fena şeyleri men edersiniz ve Allaha imanınızda devam edersiniz.” buyruldu.

Peygamber efendimiz, Aliye buyurdular ki; “Ya Ali! Altıyüzbin koyun mu istersin, yahut altıyüzbin altın mı, veyahut altıyüzbin nasihat mı istersin?” Ali dedi ki: “Altıyüzbin nasihat isterim.” Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Şu altı nasihate uyarsan, altıyüzbin nasihate uymuş olursun.”

1- Herkes, nafilelerle meşgul olurken, sen farzları ifa et. Yani farzlardaki rükünleri, vacibleri, sünnetleri, müsteabları ifa et!

2- Herkes, dünya ile meşgul olurken, sen Allahı hatırla. Yani din ile meşgul ol, dine uygun yaşa, dine uygun kazan, dine uygun harca!

3- Herkes, birbirinin ayıbını araştırırken, sen kendi ayıplarını ara. Kendi ayıplarınla meşgul ol!

4- Herkes, dünyayı imar ederken, sen dinini imar et, zinetlendir.

5- Herkes, halka yaklaşmak için vasıta ararken, halkın rızasını gözetirken, sen Hakkın rızasını gözet. Allaha yaklaştırıcı sebep ve vasıtaları ara!

6- Herkes, çok amel işlerken, sen amelinin çok olmasına değil, ihlaslı olmasına dikkat et!”

Nasihatin faydalı olması için, tatlı sözle ve yumuşak yapılması lazımdır. Ayrıca nasihat edenin, söylediklerine kendisinin de riayet etmesi gerekir. Böyle olan kimsenin her sözü ve hareketi Allahın emirlerine uygun olmalı, kimse hakkında kötü zanda bulunmamalıdır. Müslümanların işi, hep iyilik üzere olmalıdır.

Hadis-i şeriflerde buyruldu ki: “Birbirinize müslümanlığı öğretiniz. Emr-i marufu bırakır iseniz, Allah, en kötünüzü başınıza musallat eder ve dualarınızı kabul etmez.”

“Bütün ibadetlere verilen sevab, Allah yolunda gazaya verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Gazanın sevabı da emr-i maruf ve nehy-i münker sevabı yanında, denize nazaran bir damla su gibidir.”

“Kıyamet günü birini getirirler. Onu Cehenneme atın emri gelir. Barsakları dışarı çıkar. Merkebin dolap etrafında dönmesi gibi, bunun etrafında döner durur. Cehennemde olanlar kendisine sen emr-i maruf ve nehy-i münker yapmadın mı, şimdi bu hal nedir? Seni bu hale düşüren nedir? derler. Evet başkalarına iyiliği emrederdim, fakat kendim yapmazdım. Kötülüklerden men ederdim, kendim ise yapardım cevabını verir.”

“Bir yerde kötülerin yanında iyiler de bulunsa ve o iyiler, kötülerin kötülüklerine mani olacak durumda bulunsalar da, o kötülüklere engel olmayıp, işlerine karışmayıp, sessizce otursalar, yarın kıyamette, maymun suretinde haşr olunurlar.”

“Mirac gecesinde göklere çıktığım zaman, bir takım kimseleri gördüm. Melekler makasla onların dudaklarını keserlerdi. Cebraile bunlar kimlerdir? diye sorduğumda; Onlar senin ümmetinin alimleri ve hatipleridir. Allahın kitabını okurlar, insanlara vaz ve nasihat ederler, halbuki kendileri yapmazlardı diye cevap verdi.”