Daha önce tafsilatıyla anlatıldığı üzere Nuha inanmayıp ahirette sonsuz azaba düçar olan; dünyada ise suda boğularak helak edilen kavmin, bu duruma gelmesine sebep olan halleri, kısaca şöyledir. Her müminin bundan ibret alıp sakınması ve onların akıbetine düşmekten korkup, titremesi lazımdır.
1- Küfür: O kavimde, Nuha tabi olanların dışındaki herkes imansız olup, Allaha ve gönderdiği peygambere inanmıyordu. Onların kafir oldukları, Kuran-ı kerimde zikrolunmaktadır. Nuh suresinin 26 ve 27. ayet-i kerimelerinde mealen buyuruldu ki: “Nuh dedi ki: “Ey (beni hidayet ve doğru yolda gitmek yaratılışı ile terbiye edip, yetiştiren) Rabbim! Yeryüzünde hareket eden, gidip gelen hiç bir kafiri bırakma. Eğer sen onları (içinde bulundukları hal üzere) bırakırsan, kullarını dalalete sürüklerler.” (Senin vahdaniyetini, bir olduğunu tasdik etmiş olan kullarını doğru yoldan ayırır, tevhidden küfre döndürmek isterler.)
2- Nuhun kavminden olanlar, putlara tapıyorlar, başkalarını da putlara tapmaya teşvik ediyorlardı. Putlara tapmak, müşriklik olup, bu da küfrün bir çeşididir. Onların bu hali Nuh suresinin 23. ayet-i kerimesinde mealen şöyle bildirildi. (Nuhun kavminin ileri gelenleri, aşağı tabakadan kendilerine tabi olanlara;) “İlahlarınıza ibadeti sakın terketmeyin. Hususen, Vedd, süva, yegus, yeuk ve nesr isimlerindeki putlarınızı, bunlara ibadeti sakın ola ki terketmeyin dediler.”
3- Yine iman edenlerden başka herkes zındık idi. Zındık, burada putlara tapan, ahirete, Allahın Rab olduğuna inanmayan demektir.
4- Onlar ahiret gününü, öldükten sonra tekrar dirilmeyi, haşrı ve neşri inkar ederlerdi. Nuhun bildirdiği tevhid (Allahın var ve bir olduğunu tasdik etmek) itikadına, dalalet dediler. Kıyamet günü ile korkutmasına ise apaçık bir sapıklık dediler. Onların bu sözleri, kıyamet gününü yalanladıklarını göstermektedir. Halbuki, Allahın bütün peygamberleri, başta, Allaha ve ahiret gününe iman etmeyi bildirmişlerdir. Ümmetlerinden ilk olarak bunu tasdik etmelerini istemişlerdir. Diğer peygamberler gibi Nuh da, kavmine bunu bildirmiş kavmi ise onu yalanlamıştır.
5- Onlar, Allah tarafından kendilerine peygamber olarak gönderilen Nuha tabi olmayıp bunu kendileri için aşağılık saydılar. O yüce peygamberi, kendileri gibi alelade bir insan olarak gördüler. Peygamber olarak gönderilen zatın kendilerinden apayrı cinsten biri olması, mesela bir melek olması lazım geldiğini zannettiler. Nitekim Müminun suresinin 24 ve 25. ayet-i kerimelerinde mealen buyruldu ki: “Nuhun kavminden kafir olanların ileri gelenleri, (diğer insanlara) dediler ki: Bu Nuh ancak sizin gibi bir insandır. (Sizin gibi yiyor, içiyor, uyuyor. Böyle birisi nasıl, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olabilir. Sizi tevhide davet etmekle) üzerinizde faziletli ve size reis olmak istiyor. Maksadı budur. Eğer hakikaten Allah kendisinden başkasına ibadet olunmamasını veya bize peygamber göndermeyi dileseydi, meleklerden peygamberler gönderirdi. Biz bunun, tevhid, peygamberlik ve öldükten sonra tekrar dirilmeye ait olarak bizi davet ettiklerinin hiç birini atalarımızdan duymadık. Bu Nuh ancak deli bir kimsedir. Onun için böyle şeyler söylüyor. Bu sebeple bir zaman onu bekleyin, ona nezaret edin. Belki ayılır da böyle sözleri söylemeye devam etmez.”
Yine Müminun suresinin 31-37. ayet-i kerimelerinde de mealen buyuruldu ki: “Nuha inanmadılar. Onları suda boğduk. Ondan sonra yarattığımız insanlara, içlerinden peygamber gönderdik ve Allaha ibadet ediniz. İbadet edilecek, Ondan başkası yoktur. Onun azabından korkunuz! dedik. Dinlemeyenlerden, öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmayanlardan, dünya nimetlerini bol bol vermiş olduğumuz birçoğu, diğerlerine; Bu peygamber, sizin gibi yiyip içiyor. Kendiniz gibi bir çok şeye muhtaç olan birine inanırsanız, aldanmış, ziyan etmiş olursunuz. Peygamber, size; ölüp, kemikleriniz çürüyüp, toz toprak olduktan sonra, tekrar dirilerek kabirden kalkacaksınız diyor. Hiç böyle şey olur mu? Ne varsa, ancak bu dünyadadır. Cennet, Cehennem, hep buradadır. Bu dünya böyle gelmiş böyle gider. Öldükten,sonra, bir daha dirilmek yoktur dediler.”
Ebu Hüreyrenin rivayet ettiği bir hadis-i kudside; “Allah buyurdu ki: ademoğlu yalanlamaması lazım geldiği halde beni yalanladı. Şetmetmemesi lazım geldiği halde beni şetmetti. Onun beni yalanlaması, benim kendisini ilk yarattığım gibi (tekrar) onu diriltemeyeceğimi söylemesidir. Onun beni şetmetmesi; Allah çocuk edindi demesidir. Halbuki ben ehad (var ve bir, eşi, ortağı olmayan) ve samedim (yani üstünlüğüm nihayet derecesinde, sonsuz olup, mahlukların hiç birisine muhtaç olmayan ebedi ve ezeli Malik ve Hakimim), Doğmadım, doğurulmadım. Bana hiç kimse denk değildir.”
6- Onlar Nuha tabi olmadıkları gibi bir de onu yalanladılar. Kuran-ı kerimde; Hac, Şuara, Sad, Gafir (Mümin), Kaf ve Kamer surelerinde bu hal bildirilmektedir. Mesela Kamer suresinin 9. ayet-i kerimesinde mealen buyuruldu ki: “Mekke kafirlerinden evvel kulumuz Nuhu, kavmi tekzip edip, mecnundur (delidir) demişlerdi. Hem de, çeşitli eziyetlerle, onu tebliğ vazifesinden zecr etmişlerdi.” (Yani her türlü yolu deneyerek, onun, peygamberlik vazifesini tebliğ etmesine, yaymasına mani olmuşlar, bu vazifesine mani olmak için ellerinden ne geliyorsa yapmışlardı.)”
ayet-i kerimelerde, Mekkeli müşriklerden evvel; Nuh, ad, Semud, Lut kavimleri, Firavun, Eshab-ı Ress ve Eshab-ı Eyke gibi toplulukların da, kendilerine gönderilen peygamberleri tekzip ettikleri ve bu yalanlamalarının cezası olarak dünya ve ahirette helak oldukları bildirilmektedir.
7- Kendilerine rahmet olarak gönderilen peygambere, Nuha asi oldular, karşı geldiler. Nitekim Nuh suresinin 21. ayet-i kerimesinde mealen; “Nuh dedi ki: “Ey Rabbim! (Bu kadar uzun davet ve nasihatime rağmen, kendilerine emrettiğim şeylerde) onlar bana asi oldular…” buyrulmaktadır.
8- Nuhun kavminden olup, iman etmeyenler, Allahın kendilerine ihsan ettiği nimetlere şükretmiyorlar. Ondan haya etmiyorlar ve azabından korkmuyorlardı. Allahın yüceliğine, rahmetinin genişliğine, azabının çetinliğine hiç aldırış etmiyorlardı.
Nitekim Nuh suresinin 19. ayet-i kerimesinde mealen; “Nuh, kavmine şöyle dedi; Size ne oldu ki, Allahın azametine, büyüklüğüne itikad etmiyorsunuz, Onun ihsanını ümid etmiyorsunuz? Onun azabından ve Ona muhalefet etmekten korkmuyorsunuz?”
9- Onların kadınları da, edeb ve hayasını kaybetmiş çok ahlaksız bir hal üzere idiler. Zinetlerini yabancı erkeklere gösterirlerdi. Giydikleri elbiseleri incilerle süsleyip, yol ortasında çalım satarak ve salınarak yürürlerdi. Bu ise haramdır. Nitekim Ahzab suresinin 33, ayet-i kerimesinde mealen buyuruldu ki: “Eski cahiliyye zamanındaki kadınlar gibi; kendinizi süsleyip sokakta salınarak yürümeyin…” Bazı alimler bu ayet-i kerimede geçen; “Eski cahiliyye zamanı”ndan muradın, adem ile Nuh arasındaki zaman olduğunu haber vermişlerdir.
10- Zina, bütün dinlerde haram kılınmış, en çirkin günahlardan olduğu halde onlar bu fiili işlerlerdi.
11- Nuhun kavmi, zevk ve lezzetlere düşkün olan reislerine uyarlar, onların peşinden giderlerdi. Hatta bunu da kendileri için bir kıymet sayarlar, başkalarının sevgi ve muhabbetlerine bunları tercih ederlerdi. Mal ve evlad sahibi olup, halleriyle övünen, gururlanan reislerine uyarlardı. Nitekim, Nuh suresinin 21. ayet-i kerimesinde mealen buyuruldu ki: “Nuh şöyle dedi: Rabbim, onlar (kendilerine emrettiğim şeylerde) bana isyan ettiler, kavmimin fakirleri de şu kimselere tabi oldular ki, onların mal ve evlatları ancak ahirette hüsranlarını arttırır. Onlar zenginler ve kavmin reisleridir.”
Şunu iyi bilmelidir ki, hep keyif ve lezzetlerini düşünen, zenginliği, makam sahibi olmasıyla gururlanıp şımaran kimselerle beraber olmak, onlarla düşüp kalkmak, insanın hem şahsına, hem de dinine çok zararlıdır. Çünkü onlarla beraber bulunanlar, zamanla onların huyunu ve ahlakını kapar ve onlara benzemeye başlar. Onlar gibi, mala, mülke düşkünlüğü artar ve bu arzu kendini kaplar. Neticede istedikleri şeylere kavuşabilmek için bir çok zahmet ve meşakkatlere katlanır. Bu arzularını mubah ve meşru yollardan elde edemezse, meşru olmayan yollara saparak, haram ve mekruhlara dalar. Hatta bazan, arzu ve maksadına kavuşması, onu şımarıklık ve azgınlığa kadar götürür. Elde ettiklerini de güzel bir şekilde sarfetmez. Vakitleri de bunların meşguliyet ve sıkıntıları ile ziyan olur.
Böyle bir kimse, çalışıp, gayret gösterdikten sonra bütün gücünü sarfettiği halde maksadına kavuşamazsa, ya dindarlık tarafı galip gelir; maksadına ulaşamadığı için sabredip gam ve kedere tahammül gösterir. Veya, dinine bağlılığında fitne ve bozukluk meydana gelir. Bu sefer de, Allahın takdirine karşı gelmeye, kızmaya başlar ve felakete sürüklenir.
Ebu Nuaym, Avn bin Abdullahın (rahmetullahi aleyhim) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Bir ara zenginlerle beraber bulunmuştum. Onların arasında gam ve kederim pek fazla idi. Çünkü, onların, elbiselerine ve bineklerine bakar, benimkilerden daha iyi olduğunu görür bunun için üzülürdüm. Fakat, daha sonra fakirlerle beraber bulundum. Önceki gam ve kederli hallerden kurtularak rahata kavuştum.”
Büyüklerden, buna benzer daha nice sözler nakledilmiş, lüzumsuz dünyalığı toplamanın, hatta bununla vakit geçirenlerle beraber olmanın, dert ve gamı satın almak olduğu bildirilmiştir.
İbn-i Hacer-i Askalaninin El-Münebbihat kitabında bildirdiği ve İmam-ı Tirmizinin rivayet ettiği bir hadiste, Server-i alem buyurdu ki: “İki haslet vardır ki, kimde bunlar bulunursa, Allah onu şükredici ve sabredici olarak yazar. Kimde bu ikisi bulunmazsa, Allah onu şükredici ve sabredici olarak yazmaz. Bu iki haslet şudur: 1- Kişinin, dini hususunda kendisinden yukarıdakine bakıp ona uyması, 2- Dünyası hususunda kendisinden aşağıdakine bakıp, Allahın kendisine olan lütfunden dolayı hamdetmesidir. Allah böyle bir kulu şükredici ve sabredici olarak yazar. Bunun aksi, kişinin, dini hususunda kendisinden aşağıdakine, dünya hususunda kendisinden yukarıdakine bakması ve kaçırdığı şeyden dolayı üzülmesidir. Böyle bir kimseyi, Allah şükredici ve sabredici olarak yazmaz.”
İmam-ı Ahmed, Müslim, Tirmizi ve İbn-i Macenin (rahmetullahi aleyhim), Ebu Hüreyreden rivayet ettikleri bir hadiste Resulallah efendimiz buyurdu ki: “(Dünyalık bakımından) sizden aşağıda olanlara bakınız, sizden yukarıda olanlara bakmayınız. Böyle yapmak, Allahın size verdiği nimetleri aşağı görmekten pek sakındırıcıdır.”
12- Mekr, hile yapmak büyük günahtır. Allah, Nuh ın kavmi için, Nuh suresinin 22. ayet-i kerimesinde mealen; “Ve çok büyük bir mekr, hile yaptılar” buyurdu.
Hasen-i Basri bu ayet-i kerimenin meali hakkında; “Dinde büyük bir mekr yaptılar” buyurmuştur.
Mekrin akıbeti pek vahimdir. Mekrin hakikati, başkasına zarar vermek için hile yapmaktır. Fatır suresinin 43. ayet-i kerimesinde mealen buyruldu ki: “…Çirkin fiil, kötü hile, ancak sahibinin (hileyi yapanın kendi) başına geçer.”
13- İnsanları aldatıp doğru yoldan saptırmak, onları Allaha imandan, Ona taattan menetmek, onları, günahlara ve kötülüklere davet etmek, kötü kimselere tabi olmak, onların peşinden gitmek, çok yanlış ve çirkin bir iştir. Nuhun kavmi, bu yanlış halde bulunuyordu Nitekim, Nuh suresinin 24. ayet-i kerimesinde mealen; “Gerçekten bunlar çok kimseyi azdırıp yoldan çıkardılar” buyruldu. alimler, bu ayet-i kerimenin; Nuh ın kavmi içinde, insanları doğru yoldan saptırmaya çalışanların bulunduğunu, dalalet ehline uymanın kötülüğünü ve diğer dinlerde de bunun yasaklanmış, nehyedilmiş olduğunu haber vermişlerdir.
İmam-ı Ahmed ve Taberaninin (rahmetullahi aleyhima), Ebud-Derdadan rivayet ettikleri bir hadiste buyruldu ki: “Ümmetim hakkında en korktuğum; reis, rehber durumunda olup da insanları doğru yoldan saptıranlardır.”
Buhari, Müslim, İmam-ı Ahmed, Tirmizi ve İbn-i Macenin (rahmetullahi aleyhim) Abdullah bin Amr bin astan rivayet ettikleri bir hadis-i şerifinde buyuruldu ki: “Allah ilmi, insanlardan hemen çekip almaz. alimleri almak suretiyle ilmi alır. Nihayet alim kalmayınca, insanlar, cahil kimseleri kendilerine baş, rehber, reis edinirler. Bunlara sual sorulur. Onlar da ilimleri olmadığı halde fetva verirler. Böylece, hem kendileri dalalete düşer, hem de başkalarını sapıtırlar.”
14- Nasihat dinlemekten yüz çevirmek. Bu hal çok fenadır. Nasihat dinleyerek ve nasihatlere uyarak halini düzeltmek yerine, nasihat dinlemekten yüz çevirip, ayrılmak akıl sahiplerinin yapacağı şey değildir.
Nuh suresinin 7. ayet-i kerimesinde mealen, Nuhun Allaha şöyle münacat ettiği bildirilmektedir: “Îman etmeleri sebebiyle, onları mağfiret etmen için, her ne zaman kendilerini iman etmeye davet ettimse, davetimi duymamak için parmaklarıyla kulaklarını kapadılar. (Davetimi duymak istemediklerinden başka, yüzümü dahi görmemek için) elbiselerini de başlarına örttüler. Küfür ve isyanlarında ısrar edip, bana tabi olmaktan istikbar ettiler. (Çok kibirlenip, tabi olmaktan kaçındılar.)”
İşte nasihat dinlemekten yüz çevirenlerin hali, Nuhun kavminin haline benzemektedir. Halbuki, nasihat dinlememek, insanı, kibre ve Allahtan yüz çevirmeye götürür.
Şeyhayn, Ebu Vakıd Leysiden (rahmetullahi aleyhim) şöyle rivayet etmiştir: Resulallah Eshab-ı kiram ile birlikte mescidde oturuyordu. Bu sırada mescide üç kişi girdi. Bunlardan ikisi Resulallahın huzurlarına kadar geldiler. Birisi halkada (sohbette bulunanlar arasında) bir boşluk bulup oturdu. Diğeri de geri tarafta bir yerde oturdu. Üçüncü ise geri dönüp gitti.
Resulallah sözlerini bitirince buyurdu ki: “İsterseniz, bu üç kişinin halini size haber vereyim. (Halkada yer bulup oturan birinci kimse için) İçlerinden biri Allaha sığındı. Allah da onu barındırdı. Diğeri utandı. (Halkaya oturmak için sıkışırsa, diğerlerine sıkıntı vermekten korktu ve geride oturdu.) Allah da ondan haya etti. Öteki de (geri dönüp giden üçüncü şahıs ise, bu meclisten) yüz çevirdi. Allah da ondan yüz çevirdi.”
15- Nasihat edenlere buğzetmek: Nuh, kavmine nasihat ederken, onların, elbiseleriyle yüzlerini kapatmaları; nasihat edenlere kızıp hakaret ettiklerini gösteriyor.
Hazret-i Ömer, buyurdu ki: “Nasihat edenleri sevmeyen, (onlara buğzeden) kimsede hayır yoktur.” Bunun sebebi de cahilliktir. Nitekim, alimlerimiz; “Cahil, kendisine nasihat edene düşman olur” buyurmuştur.
16- Masiyette, (günah işlemekte) ısrar etmek de çok hatalı bir davranıştır, haldir.
Israrın aslı; devam, sürat ve bud yani uzaklıktır. Günah işlemekte ısrar eden kimse, müptela olduğu günahı devamlı yapar. Bir defa yapınca, diğer bir defa daha yapmaya azmeder. Günahı tekrar işlemekte sürat gösterir, yani beklemeden tekrar tekrar yapar. Hal böyle olunca, iyilik yapamaz olur. Bu sebeple hayırdan uzaklaşır. Böyle bir kimsenin yaptığı günahtan pişman olması, günahtan yüz çevirmesi lazımdır. İstiğfar, günahtan ayrılmak, onu terketmektir. Nuh da kavmine, iman etmelerini, işledikleri günahlarından dolayı istiğfar etmelerini emretmiştir.
Nitekim Nuh suresinin 10. ayet-i kerimesinde, Nuhun mealen Allaha; “(Ya Rabbi! Ben onlara) dedim ki, küfürden tevbe edip, Rabbinizden mağfiretinizi isteyiniz. Zira O, şirk ve isyandan tevbe edeni, çok mağfiret edicidir.” dediği bildirilmektedir.
Fakat onlar, günahta tekrar tekrar ısrar edip, istiğfarda bulunmadılar. Daveti kabul etmediler. Nuh suresinin 6. ayetinde mealen Nuhun; “Benim davetim, ancak, onların iman ve taattan firarlarını, uzaklaşmalarını arttırdı” dediği bildirilmektedir.
İnsan, gaflete düşerek herhangi bir günah işlerse, bunun için derhal tevbe ve istiğfar etmeli, acizlik ve gevşeklik göstermemelidir. İşte Nuhun kavmi, günahlarına tevbe ve istiğfar etmedikleri için tufanda boğulup helak oldular.
Hataya düşmekle, günah işlemekle, hemen bela ve musibet, ilahi ceza gelmez. Bu sırada kuldan istenen, tevbe ve istiğfar etmesidir. İnsan, yaşadığı müddetçe tevbe kapısı açıktır. Günaha düşmekle, bela ve musibet gelmesi, günahta ısrar sebebiyledir. Bazen belanın büyüklüğü, o günahta ısrar etmek sebebiyle olur.
17- İstikbar (Kibirlenmek): Nuh suresinin 7. ayet-i kerimesinde açıkça bildirildiği gibi, onlar çok kibirli kimselerdi. Kibirlendikleri, için imandan mahrum kaldılar. Kibirlenmeleri bu büyük nimet ve şerefe kavuşmalarına mani oldu. Şeytanın da ebedi melun olmasına sebep kibirlenmesidir. Bir hadiste buyruldu ki: “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse Cennete giremez.” Ancak cezasını çektikten sonra girer.
18- İyiliğe kötülükle mukabele etmek: Nuh kavmine nasihat eyledi. Kavmini, ibadet edilecek Ondan başkası bulunmayan Allaha iman ve yalnız Ona ibadet etmeye davet etti. Onlara karşı pek şefkatli davrandı. Çünkü onlara azab gelmesinden korkuyordu. Buna rağmen, kavmi iyiliğe kötülükle karşılık verdi, üstelik ona yalancı ve deli dediler. Böylece Nuhun ve ona iman etmiş olanların fazilet ve üstünlüklerini inkar ettiler. Bununla da kalmayıp taşkınlıkta bulundular. Hakaret ve alay ederek, aşağıladılar hatta olmadık işkenceyi reva görüp, acımasızca dövdüler.
Ubeyd bin Umeyr buyurdu ki: “Kavmi, Nuhu bayılıncaya kadar döverdi. O ise kendine geldiği zaman; “Allahım kavmimi hidayete erdir. Çünkü onlar bilmiyorlar” derdi.”
Peygamberlerin ahlak ve merhametlerinin ne kadar yüksek olduğu buradan açıkça anlaşılmaktadır. Nuh ve diğer peygamberler, kavimlerinin işkencelerine, eziyet ve cefalarına sabır ve tahammül ettikleri gibi, onlara şefkat gösteriyorlar, affedilmeleri için dua ediyorlardı. Allahın evliyasının, sevdiği kullarının ahlakı da bu şekildedir.
Nitekim evliyadan Behlül Dana diye meşhur olan Ebu Vüheyb bin Ömer Sayrafiyi çocuklar taşa tutarlardı. Hatta atılan taşlarla vücudundan kanlar akardı da buna karşılık o şöyle derdi: “Bana Allah kafidir. Ben Ona tevekkül ettim. Bütün mahlukat Onun kudretindedir.
Ya Rabbi! Onlardan gelen bu taşlardan beni muhafaza eyle. Ben onlara şefkat ve merhametten başka bir şey yapamam.”
Allahın evliyasına, sevgili kullarına, hakarette, eza ve cefada çok ileri gidilince, bu hal Allahın gadabına sebep olur ve eza edenler Allahın azabına uğrayabilir. İşte, Nuhun kavmi, Nuhu ve ona iman edenleri, aşağılamaya ve kötülük etmeye devam edince, Allah onları helak etti. Hatta, Nuhu onlara şefkat etmekten, onlara gelecek azabın defi için dua etmekten bile men etti.
19- Azgınlık ve taşkınlık: Büyüklere karşı hayasızca davranmak, kötülük yapmaya yeltenmek ve saygısızlık etmek, küçük çocukları onlara kötülük yapmak için göndermek de Nuhun kavminin azgın ve taşkın hallerinden idi. Nitekim, yukarıda geçen, bir ihtiyarın oğluyla birlikte Nuha gelerek, oğlunu ona tabi olmaktan men etmesi dolayısıyla, oğlunun asayı alarak Nuhun mübarek başına vurma hadisesi buna açık misaldir.
Nuh zamanında, nesil değiştikçe, kavmin bedbahtlığı da artmıştır. Yaşlıların çocuklara, kötü örnek olup, daha küçüklüklerinden itibaren, Nuha inanmamaları hususunda tembihte bulunmaları şartlanmalarına sebep olmuştur. Böylece bu kötü hal onlarda asırlar boyu devam etti. Her gelen nesil, kendilerinden önceki neslin kötü işlerini ve adetlerini kendilerine örnek aldılar. Böylece, aralarında büyüğe hürmet ve küçüğe merhamet de kalmadı. Bu hal ise, akıllı kimselerin ahlakından değildir.
Nitekim İmam-ı Ahmed ve Hakimin (rahmetullahi aleyhima) Ubade bin Samitden rivayet ettikleri bir hadiste buyuruldu ki: “Büyüğümüze hürmet, küçüğümüze merhamet etmeyen bizden değildir.”
20- Allahın bazı kullarına, ilim, hikmet ve benzerlerini vererek onları kıymetli kılmasını kabul etmemek de, o kavmin kötü ahlakından idi.
Halbuki, Allah Bakara suresinin 269. ayet-i kerimesinde mealen; “Hak teala dilediği kimseye hikmet verir. (Faydalı ilim ihsan eder ve bu ilmin icabı ile amel ettirir. Bu sebeple onu rızasına erdirir.) Her kime ki hikmet verilmişse, şüphesiz ona çok hayır verilmiştir. (Kamil akıl sahiplerinin dışındaki kimseler bu ayetlerdeki nasihatlerden ibret almazlar.) Ancak akl-ı kamil sahipleri tezekkür ve tefekkür ederler” buyurmaktadır.
Ama, Nuhun kavmi, onun nasihatlerinden hiç ibret almazlardı. Onu ve ona tabi olanları da kendileri gibi birer insan olarak görürlerdi. Daha da ileri gidip Nuha iman eden müminler için; “Kavmimizin en aşağı, rezil kimseleri” dediler. Onların böyle düşünmelerinin ve söylemelerinin pek yanlış olduğu aşikardır. Peygamberlerinin haber verdiği şeyleri yalanlayan bütün ümmetler bu hataya düşmüşlerdir. Onlar, insan olmak bakımından eşit bulunmayı, içlerinden bazı kullara ilim, hikmet gibi faziletlerin verilmesine mani olarak gördüler. Yine onlar, böyle faziletlerin, makam, mevki, zenginlik, soy, akrabalarının çokluğu gibi sebeplerle, kendilerinde bulunması icabettiğini zannettiler. Halbuki, kendilerine peygamber olarak gönderilen zatlar, içlerinden en güzel soydan, en asil aileden gelirdi. Buna rağmen inadla direnirler ve hakikati kabul etmezlerdi.
21- Görünüşe bakıp, ona göre hüküm vermek: Onlar, bir kimseye ilim, hikmet gibi faziletlerin yanında peygamberlik nimetinin verilmesi için kendilerince şartlar koşarlardı. Bu şartlar; iyi bir maddi kazanca, herkes tarafından tutulan bir sanata, şatafatlı bir görünüşe sahip veya melek olmaktı. Bu ise pek basit ve yanlış bir düşüncedir. Kişilerin meslek ve sanatlarının, doğru yolda bulunup bulunmamaları ile hiç alakası yoktur. Hem sanat ve teknikte ileri seviyede bulunmak doğru ve hak yolda bulunmak demek değildir. Hal böyle olunca bu şekilde düşünmelerinin bir kıymet ve ehemmiyeti yoktur. Nitekim, sanat ve teknikte ileride olan pek çok millet ve insanlar hak din üzere değildirler. Üstelik onlarda, insanlığın, şefkat ve merhametin zerresi bile bulunmamaktadır.
Allah, bu dünyada, mümin, kafir ayırt etmeden her çalışana karşılığını verir. Nitekim, İsra suresinin 18. ayet-i kerimesinde mealen buyuruldu ki: “Görüşleri ve akılları, bu dünya çerçevesine sıkışmış olanlar ahireti bırakarak, dünyanın çabuk geçici zevklerinin arkasında koşuyor. Gece-gündüz düşündükleri ve sıkıntılara katlanarak özledikleri bu nimetlerden dilediğimizi, istediklerimize kolaylıkla ve bol bol veririz. Fakat, bunlara böylece iyilik etmiyoruz. Cehennem azabını hazırlıyoruz. Bunlar ahirette rahmetten uzaklaştırılıp, kötü bir halde, Cehenneme sürükleneceklerdir. Her biri çabuk biten ve arkasından sıkıntılar ve felaketler bırakan bu dünya lezzetlerine bağlanmayıp da, vad ettiğim sonsuz ve hakiki ve hiç değişmeyen ahiret nimetlerini isteyerek, gösterdiğim ve beğendiğim iyilikleri yapanlara gelince; bunlar, Kuran-ı kerimde bildirdiğim yolda yürüdükleri için, bütün iyiliklerini beğeniriz. Dünyada, hem dünyanın aşıklarına, hem de sözlerine inanıp emirlerimi yapanlara istediklerini veririz. Kimseyi umduğundan mahrum bırakmayız. Nimetlerimizi hepsine serperiz. Senin Rabbinin nimetlerinin yetişmediği kimse yoktur.”
Müslümanlık çalışmayı emreder. Tembellikten men eder. Müslümanlar, İslamiyetin emirlerine uydukları zamanlarda pek ileri gitmişler, hatta Avrupalı talebeler, müslümanların medreselerine gelip, tahsil görmüşlerdir. Müslümanlar, İslamiyete uymakta gevşek davrandıkları anda ise gerilemeye başlamışlardır. Tarih bunun en açık vesikasıdır.
22- Fazilet sahiplerinin faziletini inkar etmek: Nuhun kavminden olanlar, Nuhun ve ona iman edenlerin faziletlerini, üstünlüklerini inkar ettiler. Nitekim Hud suresinin 27. ayet-i kerimesinde mealen buyruldu ki: “Nuhun kavminden kafir olanların reisleri, ileri gelenleri ona dediler ki; Biz seni ancak bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Böyle olunca senin, üzerimizde ne üstünlüğün ve ne meziyetin var ki, peygamberlik vazifesi ve kendisine tabi olunması icabettiği gibi bir hususiyet sana has kılınmış olsun ve biz sana uymuş, iman etmiş olanların da en alçak ve en aşağılarımız olduklarını görüyoruz. Senin ve sana tabi olanların, bizim üzerimize bir faziletiniz, üstünlüğünüz olduğunu görmüyoruz ki sen peygamber olmaya ehil ve kendisine tabi olunmaya layık ve müstehak olasın. Bilakis biz, seni, peygamberlik davasında, sana tabi olanları da senin sadık olduğunu bilmeleri hususunda hepinizi yalancılardan zannediyoruz.”
Hatib-i Bağdadi, ”Tarih-i Bağdat” kitabında, Enesden İbn-i Asakir de “Tarih-i Dımeşk” kitabında Ayşeden rivayet ettikleri bir hadiste; “Fazilet ehlinin, faziletini, üstünlüğünü ancak fazilet ehli bilir” buyrulmuştur.
23- Kibir sebebiyle, fakirlerle beraber olmaktan sıkılmak: Böyle kimseleri meclislerinden, toplantı yerlerinden kovmak, kovulmalarını istemek de onların kötü ahlaklarından idi. Nitekim, onlar, Nuha ilk önce iman etmiş olan fakir müminleri yanından kovmasını istemişlerdi. Îman etmek hususunda, onlarla beraber olmayı kendilerine yakıştıramamışlar ve; “Etrafındaki fakir, aşağı kimseleri kov, biz de sana iman edelim” demişlerdi. Hud suresinin 28. ayet-i kerimesinde mealen bildirildiğine göre Nuh da onlara; “… Sizin talebinizle ben, müminleri yanımdan kovacak, tard edecek değilim. Zira onlar, kıyamet günü Rablerine kavuşup mükafatlarını alacaklar. Böyle olunca, Allah onlara mükafat verdiği gibi, onlara zulmedenlere ve onları tardedenlere yani kovanlara da elbette cezalarını verir…” diye cevap vermiştir.
Yine Hud suresinin 29. ayet-i kerimesinde Nuhun kavmine mealen şöyle dediği bildirilmektedir: “Ey kavmim! Îman edip bana tabi olan müminler bu durumda iken ben, sizin arzunuza uyarak, onları yanımdan tardetsem, kovsam, o takdirde Allahın azabından beni kim kurtarır. Benim onları kovmamı, yanımdan uzaklaştırmamı istemekliğinizin doğru olmadığını düşünmez, tefekkür etmez misiniz?”
Kureyş müşrikleri de Resulallaha aynı teklifte bulunmuşlardı da bunun üzerine Enam suresinin 52. ayet-i kerimesi nazil olmuştu.
Rivayete göre, müşriklerden birkaçı Resulallah efendimizin yanına gelmişlerdi. O sırada Peygamber efendimiz Bilal-i Habeşi, Ammar bin Yaser, Habbab bin Eret ve Mikdad bin Esved gibi, Eshab-ı kiramın fakirlerinden otuz kadar mümin ile oturup sohbet ediyordu. Müşrikler, Resulallah ile, onların yanında görüşmekten çekindiler. Onları yanından kovmasını istediler. O da, kovamayacağını söyledi. Bu sefer müşrikler; “Hiç olmazsa görüşürken yanımızda bulunmasınlar. Bizim için bir yer tayin edin de geldiğimizde orada görüşelim. Biz geldiğimizde, onlar sizin yanınızda bulunmasınlar. Bir bahane ile, sonra tekrar gelmek üzere çıksınlar. Biz onlarla birlikte görülmekten utanırız” dediler.
Peygamber efendimiz, belki bu beraberlikte müslüman olurlar ümidiyle bunu kabul etti. Onlar ise; “Bunun için konuştuğumuz şekilde bize bir ahidname yaz” dediler. Peygamber efendimiz bunu yazdırmak için Aliyi çağırdı. O sırada Enam suresinin 52 ve 53. ayet-i kerimeleri nazil oldu. Allah sevgili Habibine hitaben; “Sırf Rablerinin rızasını isteyerek, sabah-akşam (yani devamlı olarak) ihlas ile Allaha dua edenleri, (Onu zikreden fakir müslümanları) yanından kovma.” buyurdu.
Kibir sebebiyle fakirlerle oturmayı, onlarla beraber bulunmayı istememek, kendileriyle birlikte oturmaktan kaçınmak, helak olan kavimlerin ahlakındandır. Fakirlerle oturmak, onlarla beraber bulunmak, onlara tevazu göstermek ise peygamberlerin aleyhimüsselam güzel huylarındandır.
24- Nuhun kavminden daha zalim ve daha taşkın bir kavim gelmemiştir. Nitekim, Necm suresinin 52. ayet-i kerimesinde mealen; “Onlardan (ad ve Semud kavimlerinden) önce de Nuhun kavmi (ni suda boğulmakla helak ettik. Nuhun kavmi) zulüm ve taşkınlıkta, (ad ve Semud kavimlerinden) daha şiddetli idiler” buyuruldu.
Onların çok zalim ve taşkın olmaları; insanlık tarihinde zulüm ve taşkınlığa ilk başlayan kimseler olmaları ve 950 sene gibi çok uzun bir müddet kendilerini imana davet eden Nuha, iman etmeyip ona eza ve cefaya başlamaları sebebiyledir.
Kenan (Yam) bin Nuh da, ademin evladı arasındaki münafıklardan yani iman etmiş görünüp, kalben kafir olanlarından idi. Hud suresinin 42. ayet-i kerimesinde bildirildiğine göre, Nuh ayrı bir yerde bulunan oğlu Kenanı gemiye binmeye davet etti ise de o kabul etmedi. Tefsir alimleri, Kenan için ayet-i kerimede geçen; “…ayrı bir yerde idi” sözünü; “Babasının gemisinden yahut babasının dininden ayrı idi” diye tefsir etmişlerdir. Yine ayet-i kerimede, onun salih olmayan bir amel işlediği ve bu amelin helakine sebep olduğu bildirilmiştir.
O halde akıl sahibi herkesin, onun yaptığı işlerden sakınıp; şirk, küfür ve münafıklıktan ziyadesiyle uzak durması lazımdır. Yamın helakine sebep olan diğer hallerden bazıları şunlardır:
1- Kenan bin Nuhun helakine sebep olan hususlardan bir tanesi de, din ve hak olan itikad hususunda, ülülazm peygamber olan bir babaya muhalefet etmektir. Buradan baba ve hocanın akl-ı selim sahibi olup, hak üzere doğruluğu sabit ve temiz itikatlı olduğu bilinirse, onlara muhalefet etmenin felakete sürüklenmek olduğu anlaşılıyor.
Hakim ve İmam-ı Şafiinin (rahmetullahi aleyhima), Enesden rivayet ettiği bir hadiste buyruldu ki: “Kişinin babasına benzemesi saadetindendir.” Burada babaya benzemekten murad; hayır, güzel ahlak ve hakkı talep hususundadır. Babaya, bunlardan başka hususlarda benzemeye gelince, bu hal kişinin, şekavetinden ve kötülüğündendir. Çünkü, baba ve dedelere dalalet hususunda benzemek, yani baba ve dedelerin batıl ve sapık olan yollarını takip etmek, Kuran-ı kerimde zemmedilmiş yani kötülenmiştir.
2- Kenanın annesi olan Vaile, imansız bir kadın idi. Önceden iman ettiği halde, sonra imandan ayrılmıştı. O da, Nuha mecnun, deli diyordu. Çocuğun tabiatında anne ve babaya meyil vardır. Anne ile babanın halleri birbirine zıt olunca, çocuğun tabiatı de onlardan birisine meyleder. Kenanın tabiatı de imansız ve mürted olan annesine çekmişti. Fakat, bu halini belli etmeyerek babasına itaat eder görünüyordu. Son anda bu ayrılık ve itaatsizliğini gizleyemedi.
3- Kenanın kötü ahlakından biri de babaya sevgiyi muhafaza etmemesidir. O, babasına olan sevgiden ayrıldı. Böyle olmasaydı, babası gemiye binmesini isteyince, helak olacağını bilmese bile, tereddüt etmeden hemen binmesi lazım gelirdi. “Dağa sığınırım. O beni korur” demezdi. Çünkü Allah için seven, sevdiği için canını feda eder. Çekinmez ve ayrılmaya razı olmaz.
4- Kendi görüşünde sabit olup, başkasının söylediklerini, doğru olduğu halde kabul etmemek: Şahsi görüşünü, doğru olana tercih etmek. Böyle yapmak akıl sahiplerinin işi değildir. Kim böyle yaparsa muvaffak olamaz.
İmam-ı Gazali hazretleri “İhya” kitabında edeb-ül-müteallim bahsinde buyuruyor ki: “İlim ve edebi çok olan, talebeyi yetiştirip, onun doğru yolda ilerlemesine vesile olan zat, talebesine hangi yolu gösterirse, talebe kendi görüşünü bırakıp hocasınınkine uymalıdır. Çünkü hocasının hatalı olan görüşü, talebenin doğru görüşünden, ona daha faydalıdır.”
5- Kendi tedbirini Allahın tedbir olarak gösterdiği sebebe ve; kendi tercihini Allahın ve Resulünün ihtiyarına tercih etmek: Nuh Kenana; “Bizimle beraber gemiye sen de bin!” demişti. Yani Allahın ve kendisinin, tufandan kurtulabilmek için tedbir olarak gösterdikleri şeyi bildirdi. Gemiye binmesini söyledi. O ise; “Ben dağa sığınırım, o beni korur” diyerek kendi tedbirini tercih etti. Neticede helak oldu.
6- Şiddet, sıkıntı ve meşakkat zamanlarında Allahtan başkasına sığınmak: Kenan, dağın kendisini koruyacağını zannetti. Allahtan başkasına güvendi. Babasının; “Bugün Allahın azabından koruyucu yoktur” sözü de ona fayda vermedi.
Bütün bunlardan anlaşılan şudur; Müminlerin çocuklarını, çok iyi terbiye etmeleri ve itaatkar birer evlad olarak yetiştirmeleri gerekir. Böyle yetiştirildiği halde, evlad büyüdükten sonra, istenildiği gibi hareket etmez, batıl ve bozuk yollara düşerse, anne ve babası mesuliyetten kurtulmuş olur.