"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Nuhun peygamberliği

Bu kadar azgın, haddi aşmış, her türlü ahlaksızlık ve kötülüğün yayılıp, yerleşmiş olduğu bu kavme, Allah, Nuhu elli yaşında peygamber gönderdi. Peygamber olduğunu haber vermek ve kendisini müjdelemek üzere, Allah Cebrail ı Nuha gönderince, Cebrail Nuhun yanına gelerek; “Esselamü aleyke ey Nuh!” dedi. O da; “ve aleykesselam. Kimsiniz?”dedi. Cebrail ; “Ben Cebrailim. Allah tarafından, peygamberliğini bildirmek için geldim. Allah sana selam ediyor. Seni kavmine peygamber yaptı. Dermesil ve kavmine git! Onları, Allaha iman etmeye, yalnız Ona ibadet ve kullukta bulunmaya davet et!” dedi ve gitti.

O zamanda, o beldede yaşayan bütün insanlara peygamber olarak gönderilen Nuh , ömrünün sonuna kadar, insanları, imana çağırıp, Allahın emirlerine uymaya davet edeceğine dair söz (misak) verdi.

Nitekim Ahzab suresinin 7. ayet-i kerimesinde mealen buyruldu ki: “(Ey Resulüm! Şunu hatırla ki) biz peygamberlerden, ümmetlerine risaleti, peygamberliği tebliğ ve onları dine davet etmeleri için ahd aldık. Hususen bu ahd aldıklarımız içinde meşhur ve ülül-azm olanlar; sen, Nuh, İbrahim, Musa ve Îsa bin Meryem . Biz bunlardan sağlam yeminli, tekidli bir ahd, söz aldık.”

Araf suresinin 59. ayet-i kerimesinde mealen buyruldu ki: “Muhakkak ki biz, Nuhu kavmine resul olarak gönderdik.” (İbn-i Cerir ve başkalarının rivayetlerine göre kavminin ismi Benu Rasib idi.) Nuh onlara dedi ki, ey kavmim! Allaha ibadet ediniz. İbadet edilecek Ondan başkası yoktur. Eğer Ona iman etmezseniz, kıyamet gününde (veya tufan gününde) size büyük bir azabın isabet etmesinden korkuyorum.”

Hud suresinin 25 ve 26. ayet-i kerimelerinde de mealen buyruldu ki; “Biz Nuhu kavmine peygamber olarak gönderdik. O onlara dedi ki: Ben sizi Allahın azabıyla korkutuyorum ve azabdan kurtuluşun çaresini açıklıyor, beyan ediyorum. Allahtan başkasına ibadet etmeyin. Bana muhalefet etmeniz halinde, bir gün, (dünyada garkla, suda boğulmakla, ahirette ise ateş ile) üzerinize elem verici çok şiddetli bir azabın gelmesinden korkuyorum.”

Ebüş-şeyh, İbn-i Ebi Hatim ve İbn-i Asakirin (rahmetullahi aleyhim) Enesden bildirdikleri bir hadiste resullerin ilkinin Nuh olduğu bildirilmiştir.

“Hüsn-üt-tenebbüh” kitabının müellifi olan Necmüddin-i Gazzi bu hadis-i şerif hakkında buyuruyor ki: “Hazret-i ademin peygamberlerin ilki olduğu hususunda icma vardır. Ancak ilk resulün adem mı? Yoksa Nuh mı? olduğunda muhtelif rivayetler var ise de, ademin ilk resul olduğu açıktır. Enesin rivayet ettiği hadiste, Resulallah efendimizin muradının, adem ın oğulları içinde ilk resul Nuhtur buyurmuş olması muhtemeldir veya bu hadis-i şerifin devamı vardır ve bu bize ulaşmamıştır. Nitekim, Hakim et-Tirmizinin , Ebu Zerden rivayet ettiği bir hadiste; “Resullerin ilki adem sonuncusu Muhammeddir. İsrail oğullarının peygamberlerinin ilki Musa , sonuncusu Îsadır . Kalem ile ilk yazı yazan İdristir .” buyurulmaktadır.”

Hazret-i Nuha peygamberliğinin bildirildiği, insanları Allaha iman ve ibadete çağırmakla emr olunduğu sırada, kavmi tam bir sefahet içinde idi. İçki, kumar, zina, zulüm, haksızlık gibi her türlü ahlaksızlık ve kötülük almış yürümüştü.

Hazret-i Nuh, peygamber olduğu kendisine bildirildikten sonra, kavmine nasihat etmeye, onları imana davet etmeye başladı. Bizim peygamberimiz Muhammed gibi, Nuh da peygamberliğinin ilk zamanlarında, gizliden gizliye insanları hak dine davet ediyordu. Yılmadan, gece-gündüz, gayret ederek çalıştı. Bir zaman sonra açıktan açığa insanları dine davet etmeye başladı.

Diğer bütün peygamberler gibi, Nuh da kavminin azgınlık ve taşkınlıklarına, bozuk işlerine kapılmamıştı. Çocukluk ve gençliğinden itibaren salih bir zat ve emin bir kimse olarak tanınmış ve hiç kimse ondan bir sıkıntı ve rahatsızlık görmemişti.

Böyle olunca onun, tevhid dinine davetinin çok tesirli olması, hemen herkesin, onun davetini kolayca ve hemen kabul etmesi icabediyordu. Ama böyle olmadı. Bilhassa kavminin ileri gelenleri ona karşı çıktı. Çünkü onun söyledikleri, bu haddi aşmış kimselerin, habis zevklerine gem vuruyor ve bu kötü işlerden vazgeçmelerini emrediyordu.

Nuhun davetine çok az kimse icabet etmişti.

Nuh bir bayram gününde kavminin yanına gitti. O günü bayram olarak, babaları (yani o azgın kavimde bulunanların bir kısmının ataları, dedeleri olan) Kabil koymuştu. Onlar kendilerine göre bayram günü geldiğinde, bir yere toplanırlar, putlarını masaların üzerine dikerek, onlara kurban keserlerdi. Putların önünde secdeye kapanarak ibadet ederlerdi. Ayrıca içki içerler ve çalgı çalıp oynarlardı. Kadın erkek karışırlar, hatta hepsi çıplak olarak bir arada bulunur, zina yaparlar, her türlü ahlaksızlık ve rezaleti işlerlerdi.

İşte böyle bir günde Nuh, onların bulunduğu yere vardı. Giderken de; “Allahım! Onlara karşı bana yardım eyle” diye dua etti. Kendilerine yaklaştığında, yüksek sesle; “Ey kavmim! Allah tarafından, size nasihatçi olarak geldim. Sizi, Allaha iman ve yalnız Ona ibadet etmeye davet ediyorum. İbadet edilecek Ondan başkası yoktur. Sizi, putlara ibadet etmekten men ediyorum. Allahtan korkun. Bana itaat edin.” diyerek nida etti. Nuh böyle söylerken, masaların üzerlerinde bulunan putların hepsi yere devrildi.

Kavmin meliki olan Dermesil, yanında bulunanlara; “O da kim?” diyerek, alay edici bir tavırla Nuhu sordu. Onlar da; (Ey Melik! O, bizim kavmimizden olduğu halde, hali bize uymayan birisidir. İsmi Nuh bin Lamekdir. Önceleri akıllı idi. Sonra aklını kaybedip peygamber olduğunu, Allahtan kendisine vahiy geldiğini iddia etmeye başladı. O, mecnun yani delidir. Şu anda cinneti, deliliği fazlalaşmış olduğundan böyle şeyler söylüyor) dediler. Dermesil; “Peki neler söylüyor?” dedi. Etrafındakiler; “O, insanları, bir olan Allaha iman etmeye, Ondan başkasına ibadet etmemeye davet ediyor. İbadet edilecek Ondan başkası yoktur diyor. Bizi, putlarımıza ibadet etmekten men ediyor.” dediler.

Bu söylenilenlere çok kızan Dermesil, derhal onun huzuruna getirilmesini emretti. Kralın adamları, hemen Nuhu yakalayıp, döverek, reislerinin yanına getirdiler. Dermesil, Nuha; “Yazık sana; demek sen bizim ilahlarımızı inkar ediyorsun ha!… Söyle bakalım sen kimsin?” dedi. Nuh, büyük bir sabır ve tevazu ile, fakat vakar ve heybet içerisinde; “Ben Nuh bin Lamekim. alemlerin Rabbi olan Allahın peygamberiyim. Sizleri, Allaha imana davet ediyorum. Benim, Onun peygamberi olduğumu tasdik ve putlara ibadeti terk etmeniz için nasihat vermek üzere, peygamber olarak gönderildim.” buyurdu.

Bunun üzerine Dermesil, Nuha; “Ey Nuh! Sen bize, bizim bilmediğimiz şeyler anlatıyorsun. O halde biz senin saçmaladığını zannediyoruz. Eğer mecnun isen, seni tedavi edelim. Fakir olduğun için böyle yapıyorsan sana yardım edelim” deyince, Nuh şöyle cevap verdi: “Ey kavmim! Ben deli değilim ki, siz beni tedavi edesiniz. Ben sizin elinizde bulunanlara muhtaç değilim ki, bana yardım edesiniz. Mülk, kendisinden başka ilah bulunmayan, her şeye galib ve hakim olan Allahındır. Ben sizden böyle şeyler istemiyorum. Benim sizden istediğim tek şey, La ilahe illallah (Allahtan başka ilah yoktur) demeniz ve benim, Onun resulü, peygamberi olduğumu tasdik etmenizdir.”

Hazret-i Nuhun bu sözlerini dinleyen Dermesil fena halde kızdı ve; “Ey Nuh! Bizim adetlerimize göre bu gün bayram olup, adam öldürmek caiz değildir. Şayet böyle olmasaydı, seni, pek şiddetli bir şekilde öldürürdük.” diyerek kin ve düşmanlığını bildirdi.

Nuha ilk iman eden, Amure isminde bir hanımdır. Nuh bu hanımla evlendi. Bundan Sam, Ham ve Yafes adında üç oğlu ile Hadure, Nesure ve Mahbure isimlerinde üç kızı oldu. Daha sonra başka bir kadın daha iman etti. Nuh onunla da evlendi. Kenan (Yam) isimli oğlu bu kadından oldu. Fakat bu kadın daha sonra, Nuhun dininden dönüp mürted oldu. Yani mümin iken imandan ayrılıp imansızlığı seçti ve putperestliğe döndü.

Hazret-i Nuh, devamlı olarak kavmine, kendilerine peygamber olarak gönderildiğini bildirdi. Onlara, putlara tapmaktan, haksızlıktan, zulüm ve işkenceden, aşağılıktan vaz geçmelerini ve içinde bulundukları ahlaksızlıklara son vermelerini söyledi. Allaha iman etmelerini ve Onun emirlerine tabi olmalarını, bunlara riayet etmezlerse, Allahın azabının pek şiddetli ve çok çetin olduğunu her defasında tekrar tekrar haber verdi.

Fakat zulüm ve zorbalığa alışmış olan bu gaddar insanlar buna inanmadılar, kabul etmeyip karşı geldiler. Nitekim Şuara suresinin 105. ayet-i kerimesinde mealen buyruldu ki: “Nuh kavmi, peygamberleri tekzip etti, yalanladı.”

Tabiinin büyüklerinden olan Hasen-i Basri hazretlerine; (Ey Ebu Said! Allah, Kuran-ı kerimde: “Nuh kavmi, peygamberleri tekzip etti”, “ad kavmi, peygamberleri tekzip etti”, “Semud kavmi, peygamberleri tekzip etti” buyuruyor. Bu kavimlerin her birine bir peygamber gönderilmiş olduğu halde, böyle buyrulmasının hikmeti nedir?” diye sual edilince, Hasen-i Basri cevap olarak buyurdu ki: “Bütün peygamberler, ümmetlerine aynı imanı yani aynı şeylere inanmayı bildirmiş olduklarından, onlardan herhangi birini inkar (hatta peygamber olduğunda şüphe) etmek, bütün peygamberleri inkar etmek olur.”

Hazret-i Nuh, inanmayanları, Allahın azabı ile korkutunca, bu halden en çok, kavmin ileri gelen yönetici durumundaki kimseler rahatsız oluyordu. Çünkü, diğer insanların, başlarında bulunanlara; “Bu peygamber olduğunu söyleyen zat, bizi şiddetli azab ile korkutuyor. Söyledikleri doğru ise halimiz ne olur?” demelerinden çekiniyorlardı.

Onlara göre bunun çaresi, azab ile korkutandan kurtulmak, onu susturmak, en azından sindirmekti. Bu sebeple Nuha en çok kavmin ileri gelenleri karşı çıkıyorlar, pek katı ve sert cevaplar verdikleri gibi sataşarak eziyet ediyorlardı. Kuran-ı kerimde, Hud suresinin 27. ayeti kerimesinde mealen bildirildiğine göre, kavmin ileri gelenleri şöyle karşı çıktılar: “Nuh kavminden kafir olanların ileri gelenleri, reisleri Nuha dediler ki: Biz seni ancak, bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Böyle olunca senin üzerimizde ne üstünlüğün ve ne meziyetin var ki, peygamberlik vazifesi ve kendisine tabi olunması icabettiği gibi bir hususiyet sana has kılınmış olsun. Ve biz, sana uymuş, iman etmiş olanların da, en alçak ve aşağılarımız olduklarını görüyoruz. Senin ve sana tabi olanların bizim üzerimize bir faziletiniz, üstünlüğünüz olduğunu görmüyoruz ki, sen peygamber olmaya ehil ve kendisine tabi olunmaya layık ve müstehak olasın. Bilakis biz, seni, peygamberlik davasında; sana tabi olanları da, senin sadık olduğunu bilmeleri hususunda yalancılardan zannediyoruz.”

Aslında, kendileri pek aşağı ve rezil kimseler olan o kafirlerin, Nuha iman etmiş olan müminleri aşağı, hafif ve rezil görmelerine sebep, iman nimetinden mahrum olmaları, her şeyin, dünyanın zahirinden, görünüşünden ibaret olduğunu zannetmeleridir. Çünkü onlar, dünya hayatından sonra gelen ahiret hayatını, sonsuz yaşamayı bilmezler ve inanmazlardı. Onlara göre lezzet ve zevk veren şeyi daha çok olan, en şerefli ve çok üstün idi. Bundan mahrum olanlar da rezil kimseler idi. Onlar, hakiki kıymet ve üstünlüğün, iman etmekte olduğunu, iman nimeti ile şereflenmiş bir çöpçünün, imandan mahrum olan bir sultandan çok daha kıymetli ve üstün olduğunu anlayamıyorlardı. Böylece, peygamber olacak zatın ya melek veya melik yani hükümdar olması icabettiğini düşünüyorlar, bunun aksini kabul etmiyorlardı. Bu sebeple, Nuha; “Etrafındaki o rezil, aşağı, mal, mevki sahibi olmayan kimseleri kov! O zaman belki biz de sana inanırız. Yoksa onlarla beraber olmayı kendimiz için aşağılık sayarız” dediler.

Hud suresi 28-30. ayet-i kerimelerinde mealen bildirildiği gibi, Nuh, kavminin bu karşı çıkmalarına ve bozuk isteklerine şöyle cevap verdi: “Nuh onlara dedi ki: “Ey kavmim! Bana haber verin. Eğer ben Rabbim tarafından, davamın doğru olduğuna açık hüccet ve delil üzere gelmiş isem; O, kendi katından bana nübüvvet, peygamberlik vermiş ise ve bütün bunlar da size gizlenmiş (sizde bunları görecek göz yok) ise, istemediğiniz halde onu size zorla mı kabul ettireceğiz.

Ey kavmim! Risaletimi tebliğ ettiğim için, ben sizden mal istemiyorum. Bu yaptığım tebliğ işine karşılık (olarak) benim ecrim Allaha aittir. Sizin talebinizle müminleri yanımdan kovacak, tard edecek değilim. Zira onlar, kıyamet günü Rablerine kavuşup mükafatlarını alacaklar. (Böyle olunca Allah, onlara mükafat verdiği gibi, onlara zulmedenlere ve onları terk edenlere, kovanlara da cezalarını elbette verir.) Lakin ben sizi, (Allah ile karşılaşılacak, Onun huzuruna çıkılacak olan kıyamet gününü, o müminlerin Allahın huzuruna çıkacaklarını, onların mertebelerinin Allaha yakınlığını inkar eden veya Allaha iman etmiş olanlara erazil (rezillerin de rezilleri) demekle küstahlıkta bulunan, böylece) cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.

Ey kavmim! Îman edip, bana tabi olan müminler, bu durumda iken, ben sizin arzunuza uyarak onları yanımdan tardetsem, kovsam, o takdirde, Allahın azabından beni kim kurtarır. Benim onları kovmamı, yanımdan uzaklaştırmamı istemekliğinizin doğru olmadığını düşünmez, tefekkür etmez misiniz?”

Kavmin ileri gelenleri, Nuha akıllarına gelen her sözü çekinmeden söylüyor, her hakareti yapıyorlardı. Bunun için devamlı, hücum ediyorlar, kendi kısır akıllarına ve bozuk mantıklarına göre susturmaya, davasından caydırmaya çalışıyorlardı. Onlara göre Nuh yanlış yolda idi. Nuhu, anlamak istememelerinin sebebi, gerçekte kendilerinin bozuk olmalarından ve Nuhun, istedikleri gibi hareket etmeyip onlara hakiki saadet yolunu göstermesindendi.

“Kavminin ileri gelenleri Nuha , “Biz senin, apaçık, bir dalalet içinde bulunduğunu görüyoruz” dediler. Nuh da onlara cevaben şöyle dedi: “Ey kavmim bende dalalet yoktur. Ben, ancak, alemlerin Rabbi olan Allah tarafından size gönderilmiş bir peygamberim. Rabbimin (risalatını, itikad, ahkam ve nasihate dair) bana vahyettiklerini çeşitli vakitlerde size tebliğ ediyorum. Doğruluk ve iyiliğiniz için size nasihat ediyorum. Kendim için dilediğim hayrı, sizin için de dilerim. Allahtan bana vahiy geldiği için sizin bilmediğiniz şeyleri; bana vahyedilen, bildirilen kadar bilirim.

(Hazret-i Nuh yine onlara dedi ki:) Sizi Allahın yasak ettiği küfür ve günahlardan sakındırmak ve Onun azabıyla korkutmak için, Rabbiniz tarafından, içinizden (kendi cinsinizden) biri vasıtasıyla, size vahiy ve haber gelmesine taaccüb mü ediyorsunuz?. Ümid olunur ki (bu korkunuz, takvanız, küfür ve isyandan sakınmanız sebebiyle) rahmet olunursunuz.” (Araf suresi: 60-63)

İmam-ı Fahrüddin-i Razi burada meali verilen 62. ayet-i kerimenin tefsirinde buyuruyor ki: Risaleti tebliğ, Allahın, yasaklarının ve vacib kıldığı tekliflerinin hepsini bildirmektir. Nasihat ise, emirleri ve yasakları kabule, ibadetleri yapmaya teşvik etmek ve asi olurlarsa onları azab ile korkutmaktır.

Fakat, Nuhun kavminin ileri gelenleri, buna da itiraz ettiler. Yine karşı çıktılar. Müminun suresinin 24 ve 25. ayet-i kerimelerinde mealen buyruldu ki: “Nuhun kavminden, kafir olanların ileri gelenleri, (diğer insanlara) dediler ki: Bu Nuh ancak sizin gibi bir insandır. (Sizin gibi yiyor, içiyor, uyuyor. Böyle birisi, nasıl, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olabilir? Sizi tevhide davet etmekle) üzerinizde faziletli ve size reis olmak istiyor. Maksadı budur. Eğer hakikaten, Allah, kendisinden başkasına ibadet olunmamasını veya bize peygamber göndermeyi dileseydi, meleklerden peygamberler gönderirdi. Biz bunun, tevhid, peygamberlik ve öldükten sonra dirilmeye ait olarak, bizi davet ettiklerinin hiç birini atalarımızdan duymadık. Bu Nuh ancak deli bir kimsedir. Onun için böyle şeyler söylüyor. Bu sebeple bir zaman onu bekleyin. Ona nezaret edin. Belki ayılır da böyle sözleri söylemeye devam etmez.”

Hazret-i Nuh, onların bu kadar itiraz etmelerine kendini yalanlamalarına karşı, sabrediyor, tebliğ vazifesine devam ediyordu. Onlar istemeseler de, yine gidip, insanlara, adeta yalvarırcasına nasihat ediyor, dünya ve ahirette felakete gitmemeleri için çok gayret sarfediyordu. Üstelik kavminin kendisine sataşmalarına, sadece bizim gibi bir insandır, bizden üstünlüğü ve efdaliyeti yoktur gibi sözlerine yumuşaklıkla cevap veriyordu.

Hud suresi 30. ayetinin sonunda ve 31. ayetinde mealen buyruldu ki: (Nuh onlara dedi ki: İstediğiniz, itiraz ettiğiniz şeylerin hepsinin doğru olmadığını, yanlış olduğunu bildiğiniz halde ısrar eder, hallerinizin ve sözlerinizin yanlış olduğunu) düşünmez, tefekkür etmez misiniz? Ben size, benim yanımda Allahın hazineleri vardır demiyorum (ki istediklerinizi vereyim.) Ben gaybı bilirim demiyorum (ki, size maksadınızı haber vereyim.) Size, ben meleğim de demiyorum (ki, sizin bana ancak bizim gibi bir insansın diyerek itirazda bulunmanızın bir manası olsun.) Sizin erazil dediğiniz, hor ve hakir gördüğünüz fakir müminler hakkında da Allah onlara hayır ve mükafat vermez de demiyorum. (Bilakis Allahın onlara dünyada iken verdiği iman ve hidayet nimeti ve ahirette vereceği Cennet ve yüksek dereceler, size dünyalık olarak çok mal vermesinden elbette daha hayırlıdır.) Onların kalblerinde (Allah sevgisinden, güzel ahlaktan ve temiz itikaddan, sıdk ve ihlastan) ne bulunduğunu en iyi bilen Allahdır. O halde ben (Allahın hazineleri benim yanımdadır, ben gaybı bilirim ve ben meleğim desem ve sizin arzunuza uyarak, onların bana iman etmelerini kabul etmezsem, onları yanımdan kovarsam ve kendilerine, Allah size, hayır, mükafat vermez desem) muhakkak ki zalimlerden olurum.”

Nuh kavmi hiç yola gelebilecek gibi değildi. O ne söylese kavmi inkar eder, yalanlar, hakarete başlardı. Zaman ilerledikçe bu insanların onun sözlerine, Allahtan bildirdiklerine inanmamaları bir tarafa; karşı çıkmaları, gayz ve kinleri devamlı artıyordu. İnkar ve itirazları zamanla hakarete ve üzerine hücum etme derecesine geldi.

Nuh kavminin yaptıklarına sabırla dayanıyor, belki iman ederler ümidiyle, tebliğine devam ediyordu. Gece kapıları çalıp; “Ey kavmim! La ilahe illallah deyin” diye yalvarıyordu. İnsanları Allaha iman ve yalnız Ona ibadet etmeye davet etmesine hep karşı çıktılar; o yine devam etti. Sefih dediler, yine devam etti. Mecnun yani deli dediler, o yine devam etti. Hakaret ettiler, yine devam etti. Üzerine hücum ettiler, yine devam etti. Peygamberliğini tebliğ hususunda hiç bir şeyden yılmıyor, kavminin bütün taşkınlıklarına rağmen, vazifesinden bir an geri kalmıyordu. Şuara suresinin 105. ve daha sonraki ayet-i kerimelerinde mealen buyruldu ki: “Nuh kavmi, peygamberleri tekzip etti. O zaman (dinde değil de nesebde) kardeşleri olan Nuh onlara dedi ki: “Siz Allahtan korkmaz mısınız da Ondan başkasına ibadet edersiniz. Muhakkak ki ben, Allah tarafından emin olarak size gönderilmiş bir peygamberim. Aranızda emin olarak tanınmış bir kimseyim. O halde Allahın azabından korkun, tevhidden ve bir olan Allaha ibadetten size emrettiklerimde bana itaat edin. Sizi Allaha davet ettiğim ve nasihatlerde bulunduğum için sizden bir ücret istemiyorum. Bilakis benim ecrim Rabb-ül-aleminin katındadır. O halde Allahtan korkup, emrini size tebliğimde bana itaat edin.”

Nuh kavmi, iman etmemeye, Nuha tabi olmamaya kesin ve kati karar vermiş gibi bir halde idi. Nuhun anlattıklarını, haber verdiklerini, nasihatlerini hiç kabul etmiyorlar, kendi noksan akıllarına ve bozuk mantıklarına göre ileri sürdükleri sözlerle karşı çıkıyorlardı. Bu defasında Nuha o zamana kadar iman etmiş olanları işaret ederek; “Sana tabi olup, iman edenler, mal ve mevki bakımından, aşağı, düşük kimseler iken biz sana iman eder miyiz?” dediler. (Şuara suresi: 111). Bu kibirli, kendini beğenmiş kimselerin hepsi, iman edip, Nuha tabilik yönünden fakir ve garib kimselerle bir olmaktan kaçınarak bunu, kendileri için aşağılık saydılar. Halbuki, bu düşünce ve hareketlerinden daha büyük alçaklık ve aşağılık olamazdı. Bunu anlamadıklarından bir türlü uyanamıyorlardı. Hatta, Nuha iman etmiş, mal ve mevkii az olan kimselerin, görünüş itibariyle tabi olduklarını, kalben muhalefette bulunduklarını söyleyerek onlara iftiradan çekinmediler.

Şuara suresi 112-115. ayet-i kerimelerinde bildirildiği gibi Nuh onlara şöyle cevap verdi: “Ben onların amellerini (ihlas ile mi yoksa dünyadaki rütbelerini yükseltmek, dünya menfaatine kavuşmak için mi bana tabi olduklarını) bilmem. Ben zahire, görünüşe itibar ederim. Onların hesabı, batıni olarak ne hal üzere oldukları Allaha aittir. Bunun doğrusunu Allah bilir. Şayet şuur sahibi olsaydınız bunun böyle olduğunu bilirdiniz. (Fakat Allah, size, anlayacak şuur vermediğinden ve gözleriniz kör olduğundan bunu anlayamıyorsunuz.) Ben, sizin arzu ve isteklerinize uyarak bana tabi olmuş müminleri tardedecek, yanımdan kovacak değilim. Ben ancak, fakir olsun zengin olsun, mükellef olan insanları, küfür ve günahlardan sakındırmak için gönderilmiş bir peygamberim. Allahın azabı ile korkutucuyum. (Yoksa sizi razı edebilmek için, bana tabi olmuş müminleri yanımdan kovucu değilim)