Tevbe, nedamet, pişmanlık. İnsanın, işlemiş olduğu günahlarına pişmanlık duyup, Allahtan özür dilemesi, affedilmesini, bağışlanmasını istemesidir. Tevbe, dinimizde haram olan şeyleri işledikten sonra, pişman olup, Allahtan korkmak, bir daha yapmamaya azmetmek, karar vermektir. Dünyada zarar hasıl olmasından korkarak pişman olmak, tevbe olmaz. Çeşitli günah işleyen bunlardan bazısında ısrar ederken, bazısına tevbe edebilir. Tevbeden sonra günahı tekrar işleyenin, tekrar tevbe etmesi geçerlidir. Büyük günahın affolması için, tevbe etmek şarttır.
Günahtan sonra hemen tevbe etmek farzdır. Tevbeyi geciktirmek de, büyük günahtır. Bunun için de, ayrıca tevbe etmek lazımdır. Allahın emirleri olan farzları ve vacibleri yapmamanın günahı ancak kaza etmekle affolur. Her günahın affı için kalb ile tevbe etmek ve dil ile istiğfar etmek, yalvarmak ve beden ile kaza etmek lazımdır. Yüz kere tesbih etmek, yani (Sübhanallah-il-azim ve bihamdihi) demek, sadaka vermek ve bir gün oruç tutmak, günahın tevbesi için çok iyi olur.
Allah, Nur suresi 31. ayetinde mealen, “Ey müminler! Hepiniz, Allaha tevbe ediniz. Tevbe etmekle kurtulabilirsiniz.” ve Enam suresi 120. ayetinde mealen; “Açık olsun, gizli olsun günahlardan sakınınız.” buyuruyor.
Hadis-i şeriflerde; “En iyiniz, günahtan sonra hemen tevbe edeninizdir.” ve “Gizli yapılan günahın tevbesini gizli yapınız! aşikare yapılan günahın tevbesini aşikare yapınız! Günahınızı bilenlere, tevbenizi duyurunuz!” ve “Tevbe eden, günah işlememiş gibi olur.” ve “Günahına pişman olmayıp dili ile istiğfar eden, günahında devam edicidir. Rabbi ile alay etmektedir.” buyruldu. İstiğfar etmek (estagfirullah) demektir. Şifa için istigfarı çok okumak, bütün dertlere, sıkıntılara karşı faydalıdır. Allah, Hud suresinde mealen; “İstiğfar okuyunuz! İmdadınıza yetişirim.” buyurdu. İstiğfar, insanı her murada, afiyete kavuşturur.
Hadis-i şeriflerde; “Allah, günah işleyip sonra pişman olan kulunu, istiğfar etmeden önce affeder.” ve “Günahınız çok olup, göklere kadar ulaşsa, tevbe edince, Allah tevbenizi kabul eder.” buyruldu. Bu hadis-i şerifler, kul hakkı bulunmayan günahlar içindir. hadiste; “Günah, üç türlüdür: Kıyamette mağfiret olunmayan, terk edilmeyen ve Allahın dilerse affettiği (günah) dir” buyruldu. Kıyamet günü muhakkak affolunmayacak günah, şirktir. Şirk, her türlü küfür demektir. Terk edilmeyecek olan günah, kul hakkı bulunan günahtır. Allahın dilerse affedeceği günah kul hakkı bulunmayan günahtır.
Allah, tevbe edenleri sever, affeder. Sonra, o günahı tekrar yaparsa, ikinci bir tevbe lazım olur. Tevbe ettiği bir günahı hatırlayınca, günahı işlediğine sevinirse tekrar tevbe lazım olur. Hak sahiplerine haklarını ödemek veya helal ettirmek, gıybet ettiği kimseden af dilemek ve rızasını almak, yapmamış olduğu farzları kaza etmek farzdır. Bunlar tevbenin kendisi değil, şartlarıdır. Bir lirayı sahibine geri vermek, bin sene nafile ibadet yapmaktan ve yetmiş nafile hacdan daha iyidir. Günahı bir daha yaparsam tevbem bozulur diyerek, tevbe yapmamak doğru olmayıp, cahilliktir ve şeytanın aldatmasıdır. Her günahtan sonra, hemen tevbe etmek farzdır. Tevbeyi bir saat geciktirince, günahı iki kat olur.
Tevbe ettim demek, tevbe olmaz. Çünkü, tevbenin sahih olması için üç şart lazımdır:
1- Hemen günahı bırakmalıdır.
2- Günah işlediğine, Allahtan korktuğu için utanmak ve pişman olmak lazımdır.
3- Bu günahı bir daha hiç yapmamaya gönülden söz vermektir. Allah şartlarına uygun olan tevbeyi kabul edeceğine söz vermiştir.
Her günahın tevbesi kabul olur, ancak şartlarına uygun yapılması lazımdır. Tevbenin kabul edileceğinde şüphe etmemelidir. Tevbenin şartlarına uygun olmasında şüphe etmelidir. Tevbe edilmeyen herhangi bir günahtan Allah intikam alabilir. Çünkü, Allahın gadabı günahlar içinde saklıdır. Allah pek kuvvetli, herkese galib ve intikam alıcıdır. Yüzbin sene ibadet eden makbul bir kulunu, bir günah için, sonsuz olarak red edebilir. Bunu Kuran-ı kerim bildiriyor. İkiyüzbin sene itaat eden İblisin (şeytanın) kibirlenip secde etmediğinden ebedi melun olduğunu, haber veriyor. Yeryüzünde halifesi olan adem ın oğlunu, bir adam öldürdüğü için, ebedi tard eylemiştir. Musa ın zamanında, Belam-ı Baura, İsm-i azamı biliyordu. Her duası kabul olurdu. İlim ve ibadeti, o derecede idi ki, sözlerini yazıp istifade etmek için, ikibin kişi, hokka ve kalem ile yanında bulunurdu. Bu Belam, Allahın bir haramına, birazcık meyl ettiği için, imansız gitti. Karun, Musa ın akrabası idi. Musa buna hayır dua edip, kimya ilmi öğretince bu şahıs o kadar zengin olmuştu ki, yalnız hazinelerinin anahtarlarını kırk katır taşırdı. Birkaç kuruş zekat vermediği için, bütün malı ile birlikte, yeraltına sokuldu. Salebe, sahabe arasında çok zahid idi. Çok ibadet eder ve camiden çıkmazdı. Bir kere sözünde durmadığı için, sahabilik şerefine kavuşamadı, imansız gitti. Peygamber efendimize onun için dua etmemesi emrolundu. Allah, bunlar gibi daha nice kimselerden, bir günah sebebiyle, böyle intikam almıştır. Bunun için, her müminin günah işlemekten çok korkması, ufak bir günah işledikçe tevbe, istiğfar etmesi, yalvarması lazımdır. Tevbe, kalb ile, dil ile ve günah işleyen aza ile birlikte olmalıdır. Kalb pişman olmalı, dil dua etmeli, yalvarmalı, aza da günahtan çekilmelidir.
Allah ile kul arasında olan, kul hakkı bulunmayan günahların af olması için, gizlice tevbe etmek kafidir. Başkalarına haber vermek, imama bildirmek lazım değildir. Para vererek, papaza günah af ettirmek, hristiyanlıkta yapılıyor. İslamiyette böyle şey yoktur. Ali buyuruyor ki, Ebu Bekir doğru sözlüdür. Ondan işittim ki, Resulallah; “Günah işleyen biri, pişman olur, abdest alıp namaz kılar ve günahı için istiğfar ederse, Allah, o günahı elbette affeder. Çünkü, Allah, (Nisa suresi 109. ayetinde mealen); “Biri günah işler veya kendine zulüm eder, sonra pişman olup, Allaha istiğfar ederse, Allahı çok merhametli, af ve mağfiret edici bulur” buyurmaktadır” dedi. Bir hadiste; “Bir kimse, bir günah işler, sonra pişman olursa, bu pişmanlığı, günahına keffaret olur. Yani, affına sebep olur” buyruldu. Başka bir hadiste; “Günahı olan kimse, istiğfar eder ve tevbe eder, sonra bu günahı tekrar yapar, sonra yine istiğfar söyler, tevbe eder. Üçüncüyü yine yapar ve yine tevbe ederse, dördüncü olarak yapınca, büyük günah yazılır.” Buyuruldu. Yani, ileride tevbe ederim diyenler, tevbeyi geciktirenler ziyan etti. Lokman Hakim, veli veya peygamber idi. Oğluna nasihat ederek; “Oğlum, tevbeyi yarına bırakma! Çünkü, ölüm ansızın gelip yakalar” dedi. İmam-ı Mücahid buyuruyor ki; “Her sabah ve akşam tevbe etmeyen kimse, kendine zulüm eder”.
Tevbeyi, Abdülmelik bin Muhammed Harkuşi hazretleri “Tehzib-ül-esrar” adlı eserinde şöyle anlatmıştır: “Abdullah bin Ömer rivayet etti: Resulallah buyurdu ki: “Allah, ruh gargaraya gelmedikçe kulun tevbesini kabul eder.” Büyük alim ve aynı zamanda vaiz olan Ebu Said buyurdu ki: “Tevbe, yüksek makamlardan ve Allahın sevgisini gerektiren amellerdendir. Allah Kuran-ı kerimde mealen; “Allah, tevbe edenleri sever.” buyuruyor. (Bakara suresi: 222) Sehl bin Abdullah buyurdu ki: “Tevbe, yaptığı günahlara pişmanlık duymak ve zemmedilen hareketlerden Allahın razı olduğu işlere dönmektir.” Doğru bir tevbe edebilmek için, helalinden yemek, azalarını kötülüklerden ve günahlardan muhafaza etmek, bu hususlarda Allahtan yardım istemek lazımdır.
Zünnun-i Mısriye tevbe sorulduğu zaman: “Avamın tevbesi, günahlardan, havassın (seçilmişlerin) tevbesi, gafletten dolayıdır.” buyurdu.
Muhammed bin Ali el-Kettaniye istiğfarın ne olduğu soruldu. “İstiğfar, tevbe demektir. Tevbe ise altı manayı içine alan bir isimdir. Birincisi; yapmış olduğu günaha pişmanlık duymak. İkincisi; yapmış olduğu günahı bir daha işlememeye azmetmek, karar vermek. Üçüncüsü; Allaha karşı yapmakla mükellef olduğu farzları eda etmek. Dördüncüsü; hakkı geçenlerin haklarını vermek. Beşincisi; haramları atmak için, onunla beslenen vücudunu bu halden kurtarıp manen temizlemek. Altıncısı; nefse, günahların tadını tattırdığı gibi, taatların acısını da tattırmak.”
İbn-i Ata; “Tevbe, iki tanedir. Birincisi inabe tevbesi, diğeri isticabe tevbesi. İnabe tevbesi, kulun akıbetinden korkarak tevbe etmesi, isticabe tevbesi, kulun Allahın kereminden haya ederek yaptığı tevbedir” buyurdu.
Ebu Bekir Razi şöyle nakleder: Ebu Bekir Beykendiden duydum. Buyurdu ki: “Tevbe; kulun Allaha karşı cürette bulunduğunu bilmesi, günahından dolayı kendisini yere batırmayacak, ateşle yakmayacak kadar Rabbinin halim olduğunu görmesidir. Sonra tevbe edip, bir daha o günahı işlememesidir.”
Rabia-i Adviyye, tevbeyi şartlarına uygun yapmamanın günaha sebep olduğunu, bunun için, tekrar ve doğru tevbe yapmak gerektiğini şöyle ifade etmiştir: “Bizim tevbelerimiz, başka bir tevbeyi gerektirir.” Ve yine; “Sadece dil ile istiğfar, yalancıların tevbesidir” buyurarak tevbenin şartlarına uygun yapılması gerektiğini bildirmiştir. Peygamberimiz hadiste; “Pişmanlık tevbedir.” buyurdu. Ebu Said el-Vaiz hazretleri bu hadis-i şerifin manasını, şöyle açıklamıştır: “Geçmiş günahlardan dolayı kalbde bir yanmanın ve artık bir daha işlememek üzere kesin ve açık bir niyetin hasıl olmasıdır.”
Muhammed bin Aliye; “Tevbe nedir?” diye sorulunca, “Kötülüklerden uzaklaşıp iyiliklere yönelmek, sonra bunda mücahede, nefse bunu yapmasını zorlamak, sonra bu işte sebat etmek ve sonra doğruluk göstermektir. Bundan sonra da Allahın rızasını kazanıp vilayete (evliyalığa) ve yardımına, ihsanlarına kavuşmaktır” buyurdu.
Şakik-i Belhi de; “İnsanları iki şey helak eder. Biri, tevbe ederim diyerek günah işlemeleri, diğeri de sonra yaparım diyerek tevbeyi geciktirmeleridir.” buyurmuştur.
Yusuf bin Esbat hazretleri buyurdu ki: “Tevbenin on derecesi vardır; 1- Cehaletten uzaklaşmak. 2- Tembelliği terk etmek. 3- Münkerattan tevelli, kötülüklerden uzaklaşmak. 4- Beğenilen ve razı olunan işleri yapmak. 5- Hayırlara koşmak, hayır işlerde yarışmak. 6- Tashih-i tevbe, tevbeyi tam ve doğru yapmak. 7- Lüzum-üt tevbe, günahları terk edip, hakka yönelmek. 8- Hak sahiblerinin haklarını ödemek (Eda-i mezalim). 9- Taleb-il meganim, fırsatları ganimet bilmek. 10- Kalbin tasfiyesi, kötülüklerden temizlenmesi.
Ahmed bin Ebi Havari buyurdu ki: “Kul kalbiyle pişman olmadıkça, diliyle istiğfar etmedikçe ve kendi üzerinde hakkı olan hak sahiblerinin hakkını ödemedikçe tevbe etmiş olmaz. Kul ibadete yönelir, kulluğunu yaparsa, tevbeye ve zühde ulaşır. Zühde kavuşunca, sadakata, sıdka ulaşır. Sıdkı elde eden, tevekküle, bununla da istikamete kavuşur. Ömer şöyle rivayet etmiştir: Resulallah buyurdu ki: “Kıyamet günü tevbe en güzel bir surette getirilir. Öyle güzel kokusu olur ki, onu müminlerden başkası duymaz. Kafirler der ki: Müminler o kokuyu alıyorlar da, biz neden alamıyoruz?. Bunun üzerine tevbe, onlara şöyle der: Eğer beni dünyada kabul etseydiniz (dünyada iken tevbe etseydiniz) şimdi (bu güzel kokumu) duyardınız. Bunun üzerine kafirler, Şimdi seni kabul ediyoruz derler. Semadan bir melek, kafirlere şöyle seslenir: Eğer dünyadaki altın ve gümüşleri ve her şeyi getirseniz artık sizden tevbe kabul olunmaz. Sonra buyurdu ki: Melekler onlardan uzaklaşır. Cehennem bekçileri olan melekler gelirler. Kendisinde güzel koku bulunanları Cennete korlar. Kötü koku bulunanları ise Cehenneme atarlar.”
İbn-i Ata; “Kim amel ederek tevbesini düzeltirse, tevbesi kabul olunur” buyurdu. Zünnun-i Mısri hazretleri buyurdu ki: “Her uzvun tevbesi vardır. Kalbin tevbesi, haram olan işleri yapmaya niyeti terk etmesidir. Gözün tevbesi, harama bakmaması, ayakların tevbesi, harama gitmemesi, kulağın tevbesi, haram olan şeyleri dinlememesi, karnın tevbesi, helalden yemek, fercin tevbesi, fuhuştan uzak durmasıdır…”
Ebu Hafs hazretlerine; “Tevbekarlar neden dünyayı sevmezler” diye sorulunca; “Çünkü onlar, günaha dünyada batarlar” buyurdu. Fakat, tevbe de dünyada yapılır dediklerinde; “Bu, günaha delildir. İşleniyor ki tevbe yapılıyor. Bu kesindir. Yani dünyada günah işleniyor, fakat her günahın tevbesinin kabul edileceği kesin değildir.” buyurdu.
Ebu Abdullah Cela hazretlerine denildi ki: “İnsan ne zaman tam tevbekar olur?” “Sol omzundaki melek, yirmi sene hiç yazacak günah bulamadığı ve yazmadığı zaman” buyurdu.
Peygamber efendimiz şöyle buyurdu: “Allah (günahkar kuluna) ey ademoğlu, sen bana dua etmedin. Benden günahlarının bağışlanmasını istemedin. Eğer bunu benden isteseydin, arzın dolusu günahın olsa, göke ulaşsa, onu bağışlar, günahına bakmazdım buyurdu.”
Ebu Nasr Abdüsseyyid bin Muhammed ibni Sabbag hazretleri de; “Et-Tarıküs salim ilallah” adlı eserinde tevbeyi şöyle anlatmıştır: Günahlarından dolayı tevbe etmek, her müslümana farzdır. Günah işleyip de tevbeyi geciktirmek caiz değildir. Müslüman günah olan işlerden uzak durmalı, günaha girerse pişman olup, Allahtan affını ve mağfiretini dilemelidir. Kulun mutlaka tevbeyi gerektirecek bir hali bulunur. alimler, Allahın kulları üzerinde sayısız hakları bulunduğunu, bunların gözetilmesi gerektiğini, Allahın haklarına karşılık, Ondan gafil olunduğu zaman tevbe etmek lazım geldiğini söylemişlerdir. Şöyle ki, Allaha şükretmek, Onu anmak ve hatırlamak, Ondan korkmak her müslümana lazımdır. Çünkü Allah her an nimetlerini ve ihsanını yenilemekte ve tazelemektedir. Mesela, Allah kısa bir müddet için nefes alıp verme nimetini insanlardan almış olsa, hepsi ölü olarak yere serilirdi. Öyleyse, nimete kavuşan kimseye, o nimeti verenden gafil ve habersiz olması asla yakışmaz. Nimete kavuşan o nimeti verenden başkası ile meşgul olursa, yapacağı şey, nimet sahibini unuttuğu için pişman olmak, nimet sahibinden özür dilemek, Onun beğendiği işlere devam etmek ve tekrar Onu anıp, hatırlamaktır. Allah, beş vakit namazı farz kıldı. Kullar, beş vakit namazla Allahı andılar ve Ona kulluk vazifelerini yerine getirdiler. Allah, kullarının namazlarda kendisini anmalarını, ibadet etmelerini, beş vakit namazın dışında kendisinden gaflette bulunup, unutmalarına keffaret yaptı. Yani gaflet suçunu affetti. Kullar namaz kılarken, kalblerini başka şeylerle meşgul ederlerse, bu gaflet hallerinden dolayı özür dilemeleri ve Allahtan af olunmalarını dilemeleri icabeder. Çünkü onlar, Allahı anacakları yerde kalbleri başka şeylerle meşgul olmuştur.
Abdurrahman bin Ebu Ömer; “Her sabah, görevli iki melek: Ey hayır isteyenler! Geliniz hayırlı işler yapınız! Ey kötülük yapanlar! Kötülüklerinizi azaltın diye seslenirler” buyurmuştur.
Salih zatlardan birisi; “İnsanlar üzerine gelen her gece, Ey ademoğlu! Bende şu anda hayır namına ne yapabilirsen yap. Bir daha ebediyyen geri dönmeyeceğim der.” diye haber vermiştir.
Ebu Hüreyre şöyle buyurdu. “Kim üç defa Estagfirullah ellezi la ilahe illa huvel hayyül kayyumü ve etubü ileyh” derse, Allah onun günahlarını affeder.”
Ebu Ümamenin rivayet ettiği hadiste, Resulallah efendimiz buyurdu ki: “Sağda bulunan melek, sol tarafta bulunan meleğin amiridir. Kul bir iyilik yaptığı zaman, sağ taraftaki melek hemen o kimse için on sevap yazar. O kul kötülük yaptığı zaman, sağ taraftaki melek, sol taraftakine; O kötülüğü onun için hemen yazma, yedi saat bekle. Belki yaptığı kötülük için istiğfar eder. “Allahtan affını ister” der.”
Abdullah ibni Mesud hazretleri şöyle buyurdu: “Allahın katında en büyük günah, biri diğerine Allahtan kork deyince, karşıdakinin, “Sen kendine bak” demesidir.”
Akıllı kimseye yakışan, tevbeyi adet edinip, işlediği hata ve günahlardan sonra pişman olması ve istiğfar etmesidir. Umulur ki, böyle yapan kimse, nefsinin şerrinden ve amelinin kötülüğünden kurtulur. Çünkü tevbe ve istiğfar, kalbi düzeltir. Allahın rızasını kazanmaya sebep olur.
Ömer , (Tevbe edenlerle oturup kalkınız. Çünkü onların kalbleri çok incedir) buyurmuştur.
Mücahid , “(Hesap için) Rabbi huzurunda durmaktan korkan için iki Cennet var.” (Rahman suresi: 46) mealindeki ayet-i kerimenin tefsirinde; “Bu öyle bir kimsedir ki, günah işlerken Allahı hatırlar ve ondan vazgeçer. Bu, tevbe edenin derecesinden daha üstündür. Çünkü, tevbe eden kimse, günahı işledikten sonra pişman olmaktadır. Bu ise, günah üzerinde iken, Allahı hatırlayarak o günahtan vazgeçmektedir.” buyuruyor.
İbn-i Abbasın rivayet ettiği hadiste, Resulallah efendimiz şöyle buyurdular: “Kim istiğfarı çoğaltırsa, Allah ona her keder ve gamdan bir rahatlık, her darlıktan bir çıkış yolu ve ummadığı yerden rızık nasib eder.”
Riyah el-Kaysi; “Benim kırk küsur günahım vardı. Her biri için yüz kere istiğfar ettim.” buyurdu.
Avn bin Abdullah; “Tevbe edenlerle beraber olunuz. Çünkü Allahın rahmeti, günahından pişmanlık duyana daha yakındır.” buyurdu.
Anlatılır ki, Zuheyr es-Seluli hiç durmadan ağlardı. Arkadaşlarından birisi onu azarlayarak; “Allah sana merhamet etsin. Niçin böyle devamlı ağlıyorsun?” dedi. O da, “Günahlarıma ağlıyorum. Suçum çok. Rabbine asi olana elbette ağlamak yaraşır.” cevabını verdi.
Anlatılır ki, Hızır Musadan ayrılacağı vakit, Musa ona; “Bana bazı tavsiyelerde bulun” dedi. Hızır da şu tavsiyelerde bulundu: “Herkese faydalı ol, zarar verici olma. Güler yüzlü ol, kızgın olma. İhtiyacın olmadan yola çıkma. Başkasını yaptığı günahtan dolayı ayıplama. Kendi günahlarına ve hatalarına ağla.”
Fudayl bin Iyad buyurdu ki: “Günahın senin yanında ne kadar küçülürse, Allahın yanında o derece büyür. Sen günahı ne kadar büyük görürsen, o günah Allahın yanında o derece küçülür.” (İnsan, günahını daima büyük görmelidir.)
Hasen-i Basri ; “Eğer insan günahını küçük görürse, ona ehemmiyet vermez. O zaman o günah, büyük günah halini alır. Eğer insan günahını büyük görür, onun için istiğfar yapar, onu gizler ve tevbe ederse, o günah küçücük kalır.” buyurdu.
Hazret-i Ebu Bekrin rivayet ettiği hadiste, Resulallah efendimiz buyurdu ki: “Bir kimse günah işler, sonra bu günahını hatırladığı zaman, kalkar, abdest alıp, iki rekat namaz kılar, günahını Allahtan affetmesini dilerse, Allah onun günahını affeder.”
Süfyan bin Uyeyne anlattı: “Yanımda birisi olduğu halde Kabe-i muazzamayı tavaf ediyordum. Fakat yanımdaki suskun bir vaziyette idi. Tavafı tamamlayınca, Makam-ı İbrahim denen yere geldi. İki rekat namaz kıldı. Sonra Kabe-i muazzamanın yanına vardı ve şöyle dua etti: “Ya Rabbi! Zillete ve noksanlığa benden daha layık kim var? Çünkü sen, beni zayıf olarak yarattın. Senin affına benden daha layık kim var? Ya Rabbi! Ya Rabbi sana muhtacım.” Onun bu sözleri benim pek hoşuma gitti.”
Kendilerine ilm-i ledün verilen alimlerin ve evliyanın büyüklerinden olan Ahmed Namıki Cami hazretleri tevbesiyle ve başkalarının da tevbe edip hidayete kavuşmalarına vesile olmakla tanınmıştır. Kitapları ve sohbetleriyle altıyüzbin kişinin tevbe ederek hak yola girmesine ve ebedi saadete kavuşmasına sebep olmuştur. Miftah-un-necat kitabında buyuruyor ki: “Tevbe, müslüman olsun, olmasın her akıllı kimsenin ihtiyacı olan bir şeydir. Bir iş yaptığında onun kötü olduğunu gören herkesin pişman olup tevbe etmesi vacibdir. Tevbe etmezse kendine zulmetmiş olur. Allah Hucurat suresi 11. ayet-i kerimede mealen şöyle buyurdu: “Ey iman edenler! Bir kavim, bir kavimle alay etmesin. Olur ki, alay edilenler Allah indinde alay edenlerden daha hayırlıdır. Kadınlar da, diğer kadınlarla alay etmesinler! Olur ki, alay edilen, eğlenceye alınan kadınlar, kendilerinden daha hayırlıdırlar. Birbirinizi ayıplamayınız ve birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayınız. Bir kimse iman ettikten sonra, fasıklık ne çirkin bir addır. Kim ki bu menahiden (yasak edilen şeylerden) tevbe etmezse, işte onlar zalimlerdir.” İnsanlar ya zalim, veya taib (tevbe edici) olur denildi. Tevbe etmeyen zalimdir. Tevbe etmeyen insanlar, kendilerini zulme ve fitneye attılar. Cenab-ı Hak ile anlaşmaya sadık kalmadılar ve ahde vefa etmediler. Bu sebeple, insanların çoğu zalim oldu. Tevbe suresi. 111 ve 112. ayet-i kerimelerinde mealen buyruluyor ki: “Muhakkak ki Allah müminlerden nefislerini cihada, mallarını sadaka ve infaka sarfedenlere, karşılığında Cenneti vermekle, (bunları onlardan) satın aldı ki, onlar Allah yolunda cihad ederler, öldürürler, öldürülürler. Onlara vad olunan Cennet haktır ki, Tevrat, İncil ve Kuranda sabittir. Kim ki, Allahtan sevap talep ederek cihadda ahdine vefa ederse, niyetinde ihlas üzere olup, riya ve şöhretten kaçınırsa, Allahın vad-i kerimiyle olan mubayeaya (alış-verişe) mesrur olur. Sevinin ki, bu alışveriş sizin için büyük bir saadettir.” “Şirk, nifak ve masiyetlerden (günahlardan) tevbe edenler, Allaha itaat edip, ihlas ile ibadet edenler, genişlikte de darlıkta da Allahın nimetlerine hamd edenler, oruç tutanlar, (ve Allah yolunda cihad edenler, ilim öğrenenler), rüku ve secde edenler (beş vakit namazı şartlarına uygun olarak kılanlar), iyiliği (Allaha iman, taat ve Resulallahın sünnetine tabi olmayı) emredenler, kötülükten (küfür ve masiyetlerden) nehyedenler, Allahın ahkamının, emirlerinin hududunu koruyan ve riayet edenler var ya, işte bu güzel sıfatlarla vasıflanmış olan müminleri Cennet ile müjdele.”
Tevbenin, acele etmekten başka belirli bir şartı yoktur. Bütün insanların tevbeye ihtiyacı vardır. İnsanların en iyisi enbiyadır (nebiler ve resullerdir). Onlardan biri de Yahya idi. Onun hakkında ayet-i kerimede mealen; “O, kavminin efendisi ve nefsini şehvetten hapsedicidir.” buyruldu. (al-i İmran suresi: 39) Bununla beraber yine, onlara da istiğfar vacib olmuştur. İnsanların en üstünü olan peygamberler, tevbeye ihtiyaç duyarsa, tevbeye ihtiyacı olmadığını söylemek kimin haddine düşer. İnsanların en iyisi olan Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Kalbimde (envar-i ilahiyyenin gelmesine engel olan) perde hasıl oluyor. Bunun için her gün 70 kere istiğfar ediyorum.” ve yine, “Allaha her gün yüz kere istiğfar ediyorum.” buyurdu.
Ekseriya insanın her verdiği nefeste bir günah bulunur. Bilhassa dünyaya rağbet edenler için bu böyledir. Bunlar dünyayı severler. Dünyayı sevenler, her günahın başındadırlar. Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Dünyaya düşkün olmak, günahların başıdır.” Gerçekten, bir gündüz ve gece 24 saattir. İnsan, her saatte ortalama bin nefes verir. 24 saatte insandan 24.000 nefes çıkar. Bu nefesleri dünyaya rağbet ve dünya sevgisi için verince, hepsi masiyet (günah) olur. Her gün onun hesabına 24.000 günah yazılır. O, bunu bilmez, farketmez. Hal böyle olunca, istiğfar (tevbe) yapmak lazım mı, değil mi? Bilmek gerekir. İnsan tevbe edince ve tevbenin şartını yerine getirince, onun bütün nefesleri taat (ibadet ve sevap) olur. İnsanlar için büyük bir sermaye olan tevbenin bazı mühim şartları vardır.
Tevbenin şartı üçtür: Pişmanlık, dil ile özür dilemek (istiğfar) ve beden ile günahtan kaçınmak (terk). Tevbenin aslı (kökü) bu üç şeyin hakikatindedir. İhlas ve doğrulukla bunları yerine getiren kimse, cenab-ı Hakkın evliyasından bir veli olur. Sıddıklardan bir Sıddık ve ebdallerden bir ebdal olur. Çünkü her şeyin anahtarı tevbedir. Bütün dostlukların başı tevbedir. Nitekim hadis-i şerifde buyruldu ki: “Cenab-ı Hakka, taib (tevbe eden) gençten daha sevgilisi yoktur.” O genç, kendi nefsinin arzularını kontrol altına alır, cenab-ı Hakkın rızasını kendi hevesine tercih eder. İşte onun kavuştuğu iyi saadet ve iyi talih budur. Hem cenab-ı Hak indinde ve hem bütün mahlukat nazarında onun sahip olduğu üstün (izzetli) huy budur. Gökte melekler, havada kuşlar, denizde balıklar, çöllerde, sahralarda ve denizlerde vahşi hayvanlar, aşağıda ve yukarıda bulunan bütün yaratıklar hepsi onu sever ve ona yakın olmak isterler. Onun dileğini cenab-ı Hak yaratır, ihsan eder.
Fudayl bin Iyad yol kesici iken tevbe etti. Malları sahiplerine geri verdi. Bir yahudi geriye kaldı. Fakat Fudaylın ona verecek bir şeyi yoktu. Yahudiye dedi ki: “Hiç malım kalmadı ki seni hoşnut edeyim, bana hakkını helal et.” Yahudi dedi ki: “Ben, bana mal vermediğin müddetçe helal etmemeğe yemin ettim.” Fudayl, “Eğer benim verecek bir şeyim olsaydı, seninle böyle konuşmazdım” dedi. Yahudi, “Elini şu elbisenin altına sok, orada bir kese altın vardır. Onu çıkar bana ver ki, yeminim yerine gelsin de, hakkımı sana helal edeyim” deyince. Fudayl elini o elbisenin altına soktu, bir avuç altın çıkardı ve ona verdi. Yahudi dedi ki, “Bana İslamı arzet (bildir).” Ben Tevratda okudum ki, ümmet-i Muhammedden doğru ve ihlas ile tevbe edenin elinde toprak altın olur. Ben senin bu söylediğinde doğru olup olmadığını bilmek istedim. Bu elbisenin altında hiç altın yoktu. Bildim ki, Muhammedin dini haktır ve senin tevben haktır (gerçektir).” Bunu söyledi ve onun elinde müslüman oldu. Bunun gibi vaka (olay) çoktur. Tevbe, öyle herkesin değerini bileceği bir sermaye değildir. Tevbe, insanların kurtuluşudur. Gönlün hayatı ve canın besini (gıdası) ve ahiretin meyvesidir. Müminin sürurudur, sevincidir. Günahlar demetinin şifası, hastaların yarasının merhemi, düşenlerin yapışacağı iptir. Yolunu kaybetmişlerin rehberi, söz dinleyicilerin işitme anahtarı, konuşanların sözünün sıdkıdır. Müstekim olanların istikametinin (doğruluğunun) adımıdır. Salihlerin basiret nuru, Allahın azabından korkanların korkusunun istirahatı ve reca sahiplerinin ümidinin müjdecisidir. Nitekim cenab-ı Hak, Yunus suresi 63. ayet-i kerimede mealen; “(Evliya) onlardır ki, Allaha iman edip, Ona muhalefet etmekten sakınırlar.” buyurdu. Yine Yunus suresi 64. ayet-i kerimede mealen şöyle buyrulmaktadır: “Onlar için dünya hayatında (Kuran-ı kerim ile) ve ahirette (ihsan ile) müjdeler vardır. Allahın kelimelerinde (sözlerinde, vadlerinde) hiç bir değişme yoktur. İşte bu müjde, en büyük kurtuluştur.” Şimdi sözün başına dönelim. Tevbenin şartı nedir? Taib (tevbe edici) nasıl yaşamalıdır ki, tevbe makamı doğru olsun? Ve, bu sözü geçen makamlara ulaşsın. Bunları anlatalım:
Taibin, önce cenab-ı Hakkın emrini gözetip, tevbeyi cenab-ı Hakkın kitabında bildirdiği gibi yapması gerekir. Allah, Tahrim suresi sekizinci ayet-i kerimede mealen; “Ey iman edenler! Günahlarınızdan, Allaha tevbe-i nasuh ile (ölünceye kadar bir daha günah işlememek üzere, nefsine nasihat veren tevbe ediciler gibi) tevbe edin!…” buyurmaktadır. Rivayet edildi ki, ayet-i kerimede bildirilen tevbe-i nasuh, kulun geçmişte işlediği günaha pişman olması ve bundan sonra da o günaha dönmemeye kati olarak karar vermesidir. Yine bildirildi ki, tevbe-i nasuh dört şeyi kendinde toplar: 1- Lisan (dil) ile istiğfar, 2- Günahı işleyen aza ile günahı terketmek (pişman olmak), 3- Bu günahı bir daha hiç işlemeyeceğine kati olarak karar vermek, 4- İnsanı günah işlemeye sevkeden kötü arkadaşlardan uzaklaşmaktır. Kalb pişman olmalı, dil dua etmeli, yalvarmalı, aza da günahtan çekilmelidir. Nasuhun yaptığı tevbe gibi tevbe etmelidir. Üstad İmam Ebu Bekir Surbaninin tefsirinde yazıyor ki: “Bu Nasuh, yol kesicilikten tevbe etmiş bir kimse idi. Tevbe edip herkesin hakkını geri verdi. Her birini hoşnut etti. Hiç malı kalmadı. Biri gelip hakkını istedi. Üzerindeki peştamalı çıkardı. Orada bir akarsu vardı. O akarsuyun içine oturdu. Peştamalı o kimseye verdi.”
Allah bize bildirdi ki: “Tevbeyi, Nasuhun yaptığı gibi yapınız. Ve her alacaklınızı mümkün olduğu kadar hoşnut ediniz. Geriye kalanı, ben kendi hazinelerimden hoşnut ederim.” Her makama göre ayrı ayrı tevbe etmek lüzumunu çok iyi bilmelidir. asi olanın işlediği günaha tevbe etmesi lazımdır. İtaat edenin, bu halini üstün (iyi) görmekten tevbe etmesi gerekir. Ayrıca, Kuran-ı kerim okuyanların ucbdan (kendini beğenmekten), alimin hasetten, doğru yolda olanın, bu halini kendinden bilmekten ve bütün insanların her hususta benlik his ve düşüncelerinden tevbe etmesi lüzumu hiç unutulmamalıdır. azaları ile günah işleyip, sonra tevbe etmek, gözü, kulağı, dili korumak zor değildir. Fakat böyle olmakla beraber, taiblerin (tevbe edenlerin) derecesine kavuşmak da kolay olmamaktadır. Zira tevbe edenin, hiç bir nefesini zayi etmemesi gerekir. Kendi gönül kıblesini, kötü işlerine bakmaya yöneltip; “Ne yaptım! Söylediğim ne oldu?” gibi düşüncelerle ve insaf gözüyle hareket etmelidir. “Efendisine hizmette kusurlu olana mükafat verilir mi? Azabı ve cezası nasıl olur?” diye düşünüp, Cehennem azabına düşmekten korkması gerekir. Bunları düşündükçe, nedamet ateşi gönlünde yükselip, gönlü yana ve gözleri yaşlar döke ve dili feryad ede. Vücudu eriye, gözünü lazım olmayanı görmekten, kulağını gerekmeyeni işitmekten, dilini söylememesi gerekeni söylemekten muhafaza ede. Kötü arkadaşı terk edip, gidilmemesi gereken yerlere gitmekten, alınmaması gerekeni almaktan sakına. Bütün azalarını, kulluk bağı ile bağlı kıla ve hoşnut edebileceği her hasmını hoşnut ede. Tam hasret ve nedametle ve kalbinde tam bir korku ile devamlı; “Acaba benim bu hata ve zulümlerim affolur mu? Bana ne muamele yaparlar? Af mı, yoksa azap mı ederler?” diye düşüne. Bir nefesini korkuyla, diğerini ümidle geçire. Gece-gündüz Allahın işiyle meşgul ola. Her vakitte dilini Allahın zikri ile ıslata.
Affedilen tevbekar, Allahın seçtiği ve beğendiği kimsedir. Onun gönlü, cenab-ı Hakkın nazargahıdır. İlim öğrenip, riyazet çekip, kendi nefsinin hevasını terkedip, Allahın rızasını istemiştir. İki cihanın sahibi cenab-ı Hakkın rahmet ve ihsanı, yarattığı bir kulundan az olmaz. Cenab-ı Hak söz veriyor ve Şura suresinin 25. ayet-i kerimesinde mealen şöyle buyuruyor: “Allah kullarını, işledikleri günahlara pişmanlıkla yaptıkları tevbelerini kabul eder ve dilediği kimsenin (büyük ve küçük) seyyiatını (kötülüklerini, günahlarını) affeder.” Yine Allah, Furkan suresi 70. ayet-i kerimede mealen; “(Günahına) tevbe eden, Allaha ve Resulüne iman eden, (İslamın erkanı üzerine) salih amel işleyen kimselerin günahlarını, Allah sevaba tebdil eder (çevirir)” buyuruyor. Cenab-ı Hak, taiblere (hakiki tevbe edenlere) bu müjdeyi vermiştir.
Tevbe etmek saadet alametidir. Tevbe eden, tevbenin şartlarını yerine getiren yukarıda anlattığımız vasıfları da ele geçiren kimsenin, geçtiği topraklar, diğer topraklara, o kimsenin oturduğu yer de diğer yerlere karşı övünür. Taib, bir dereden, nehirden veya denizden geçtiğinde, ihlas, tevbe, safavet ve gönül sıdkı ile besmele çekse, o sular, kıyamete kadar onun için sevabı ona ait olmak üzere tesbih ve tehlil ederler ve cenab-ı Haktan onun için af dilerler. Onu aydınlatan güneş, ay ve yıldızlar da, onun için istiğfar ederler. Cenab-ı Hak, onu halkın gönlünde tatlı (sevimli) ve seçilmiş kimselerin gönlünde sevgili kılar. Göklerdeki melekler, onun için istiğfar ederler, ölürken beşaret bulur (müjdelenir). Kabir ona Cennet bahçelerinden bir bahçe olup, kıyamette yüzü ak olarak haşrolur. Sırattan kolay geçer. Hesabı ihsan ile kolay olur ve Cennette yüksek derece bulur. Tevbe cevheri, herkesin ele geçireceği bir şey değildir. O öyle bulunmaz bir incidir ki, herkes onun değerini bilemez. Tevbeleri sebebiyle yüz binlerce günahkar affedilir.
Bir kimse tevbekarların makamına ulaşamazsa, tevbeden ümidini kesmemelidir. Tevbekarları kendine dost edinmelidir. Onlarla oturup kalkmalıdır ki, cenab-ı Hakkın rızasına muvafık (uygun) hale gelsin.Taiblere ve bütün müminlere iyilik dilemelidir. Onlara dua etmelidir. Çünkü Resulallah buyuruyor ki: “Bir kimse, erkek ve kadın müminler için günde 25 kere istiğfarda bulunursa, Allah, onun kalbinden gıll (kin) ve hasedi giderir. Bu günde onu, ebdallerden yazar. Kıyamet günü, o kimse için, bütün mümin ve müminelerin hepsi, “Ya Rabbi! O bizim için istiğfarda bulunurdu. Sen de onu mağfiret et” derler ve böyle söylemeyen bir kimse kalmaz.” Yine Resulallah efendimiz buyuruyor ki: “Abdestli olarak uyu! Eğer ölürsen, şehid olarak ölürsün, küçük, büyük herkese hürmet göster!” Sen, saadet hangisinde olduğunu bilmezsin. Tevbe ile kabre giren, annesinden yeni doğmuş gibidir. Müslihlerin (ıslah-ı nefs etmişlerin) ve taiblerin arasında olursan ve başka hiçbir iyilik olmasa bile, sonunda sende bir nedamet peyda olur. Kendi halini anlarsın.
Ahmed-i Namıki Cami hazretleri, Miftah-ün-necat isimli kıymetli kitabının son faslında buyuruyor ki: “İyi bir arkadaş, iki cihan için de büyük saadettir. Maksada çabuk ulaşmayı sağlar. İnsanlar birlikte yaşarlar ve arkadaşsız olamazlar. Babamız olan adem , en güzel yer olan Cennette bulunduğu halde, kendisine insan olarak bir arkadaş gerektiğini hissetti ve bunu istedi. Onun sol kaburga kemiğinden Havva validemiz yaratıldı.
İyi arkadaşa sahip olunca, çok hamd etmeli ve hep iyi kimselerle beraber bulunmalıdır ki, kıyamette pişmanlık çekilmesin. Kuran-ı kerimde bu hal bildirilmektedir. İnsana ulaşan her felaket, kötü arkadaş sebebiyle gelir. Ondan çok uzak durmalıdır. Arkadaşın iyiliği veya kötülüğü, mutlaka, asıl, neseb, akrabalık gibi sebeplere bağlı değildir. Eshab-ı Kehfe yakın olup, onlardan ayrılmayan Kıtmir isimli köpek, Kuran-ı kerimde onlarla beraber zikrolundu.
Beyt:
Tevbe ya Rabbi hata rahına gittiklerime…
Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime…