Erginlik çağına varmış organik varlıkların parçalarının farklılaşma ve özelleşme derecesinin onların yetkinliğinin ya da gelişmişliğinin en iyi ölçüsü olduğunu dördüncü bölümde görmüştük. Parçaların özelleşmesinin her canlı varlık için bir üstünlük olduğunu, bundan ötürü doğal seçmenin her canlının oluşumunu daha da özelleştirmeye ve yetkinleştirmeye, ve bu anlamda yükseltmeye yöneleceğini, ama gene de yaratıkların birçoğunu basit yaşam koşullarına uymuş basit ve gelişmemiş bir yapıda bırakabileceğini, ve hatta bazı durumlarda oluşumu gerileteceğini ya da basitleştireceğini, bununla birlikte böyle geriletilmiş varlıkları yeni yaşayışlarına daha iyi uymuş bir durumda bırakacağını da görmüştük. Yeni türler, başka ve genel bir anlamda, öncellerine üstün olacaktır; çünkü kendileriyle zorlu bir yarışa girdikleri eski biçimleri yaşama savaşında alt edeceklerdir. Bundan dolayı şu sonucu çıkarabiliriz: Eosen Dönemi canlıları, aşağı yukarı aynı iklimde, bugünkü canlılarla yarışmaya bırakılsaydı, ikinciler birincileri yener ve yok ederdi; bunun gibi, İkinci Zaman biçimlerini Eosen, ve Birinci Zaman biçimlerini de İkinci Zaman biçimleri ortadan kaldırırdı. Öyleyse, doğal seçme teorisine göre, yeni biçimler yaşama savaşındaki başarıları ve organlarının daha çok özelleşmiş olması ile, eski biçimlerden üstündür. Durum böyle midir? Eskivarlıkbilimcilerin çoğu bunu olumlu yanıtlayacaktır: Kanıtlanması güç olmakla birlikte, öyle görünüyor ki, bu yanıtın doğru olduğu kabul edilmek gerekmektedir.
Bazı kolsu-ayaklıların çok uzak bir yer bilimsel çağdan beri ancak pek az değişmiş olması ve bazı kara ve tatlı-su yumuşakçalarının, bilebildiğimiz kadarıyla, ilk göründükleri zamandan beri hemen hemen aynı kalmış olması, varılan bu sonuca karşı hiç de geçerli bir itiraz değildir. Dr. Carpenter’in üzerinde durduğu gibi, Foraminiferlerin [birgözeli hayvanların kök-ayaklılarından bir takım] Laurentik [Kuzey Amerika’daki St. Lawrance Irmağının kuzeyindeki tabakalara ilişkin] Çağdan beri hiç gelişmemiş olmaları da yenilmez bir güçlük değildir; çünkü bazı organizmalar, kendi basit yaşam koşullarına uygun olarak, basit kalmak zorundadır; ve hangi canlı böyle koşullara bu aşağı birgözelilerden daha iyi uyabilir? Bu türlü itirazlar, organlanmanın ilerlemesi bu canlılar için zorunlu olsaydı, teorimi yıkardı. Örneğin sözü edilen Foraminiferlerin ilkin Laurentik Çağda, ve kolsu-ayaklıların Kambriyum Dönemi oluşumlarında ortaya çıktığı kanıtlansaydı, teorim gene tutunamazdı; çünkü bu durumda o organizmaların o zamanki gelişim aşamalarına ulaşmalarına zaman elvermezdi. Bu canlılar belirli bir noktaya dek evrim geçirdikten sonra, doğal seçme teorisine göre, daha da gelişmeleri için bir zorunluk olmamakla birlikte, ardışık çağlarda, yaşadıkları koşullardaki hafif değişmelerin etkisiyle yerlerinden olmamak için biraz değişiklik geçirmek zorundadırlar. Yukardaki itirazlar dünyanın yaşını, ve çeşitli canlı biçimlerin ilkin hangi dönemde ortaya çıktığını gerçekten bilip bilmediğimize dayanmaktadır; ve bu elbette tartışılabilir.
Organlanmanın genellikle ilerleyip ilerlemediği birçok bakımdan pek çapraşıktır. Bütün zamanların eksik olan yer bilimsel belgeleri, dünyanın bilinen tarihinde, organlanmanın büyük ölçüde ilerlediğini apaçık göstermeye yetecek kadar gerilere uzanmamaktadır. Doğa bilginleri, bugün bile, bir sınıfın hangi biçimlerinin en yukarı sayılmak gerektiği konusunda uyuşmuş değildirler: Kimileri köpekbalıklarını, yapılarının önemli bazı noktalarında sürüngenlere yaklaştıkları için, en yukarı balıklar sayarken, öbürleri kemikli-balıkları böyle görmektedir. Parlakpullu balıklar, köpekbalıkları ve kemikli-balıkların arasındadır; sonuncular bugün sayıca ağır basmaktadır, ama eskiden yalnız parlakpullu balıklarla köpekbalıkları yaşamıştır; ve bu durumda, seçilmiş yukarılık ölçüsüne göre, balıkların oluşumca ilerledikleri ya da geriledikleri söylenecektir. Farklı tiplerin üyelerini bu yolda karşılaştırmak umutsuz görünmektedir; ünlü Von Baer, böceklerin “başka bir tipte olmakla birlikte, gerçekte bir balıktan daha çok organlanmış” olduğuna inanırken, bir mürekkep balığının bir arıdan daha yukarı bir hayvan olduğuna kim karar verecektir? Kendi sınıfları içinde çok yukarı olmayan kabuklular, en yukarı yumuşakçaları, kafadanbacaklıları, o karmaşık yaşama savaşında gerçekten yenebilirdi; ve pek gelişmiş olmamakla birlikte böyle kabuklular, en kesin sınamaya –savaş yasasına– göre karar verilirse, omurgasız hayvanlar dizisinde çok yüksek bir aşamada bulunurlardı. Hangi biçimin oluşumca en ileri olduğuna karar verirken, bu kaçınılmaz güçlükleri bir yana bırakırsak, bir karara varmada en önemli öğelerden biri ve belki başlıcası olmakla birlikte, bir sınıfın herhangi iki dönemdeki en yukarı üyelerini değil, tersine, o iki dönemdeki aşağı ve yukarı bütün üyelerini karşılaştırmalıyız. Çok eski bir çağda, en aşağı ve en yukarı yumuşakçalar, yani kolsu-ayaklılar ve kafadanbacaklılar, kaynaşıp duruyordu; oysa bugün, oluşumca onların arasında bulunan başka gruplar büyük ölçüde çoğalırken, bu grupların ikisi de pek azalmıştır; bundan dolayı, kimi doğa bilginleri yumuşakçaların önceleri bugünkünden daha çok gelişmiş olduğunu savunmaktadırlar; ama buna karşı, yerinde olarak, şöyle denebilir: Kolsu-ayaklılar pek çok azalmıştır, ama yaşayan kafadanbacaklıların, seyrelmiş olsalar bile, eski temsilcilerinden daha çok organlanmış oldukları gerçektir. Herhangi iki dönemde, bütün dünyada yaşamış olan yukarı ve aşağı sınıfların sayıca birbirlerine oranlarını da karşılaştırmalıyız; örneğin, günümüzde elli bin omurgalı hayvan türü olsa, ve eski bir dönemde bu türlerin sayısının yalnızca on bin olduğunu bilsek, yukarı sınıfların aşağı biçimlerin yerlerinden olması demeye gelen bu sayıca artmasını organlanmanın bütün dünyada kesin bir ilerlemesi olarak görmemiz gerekir. Görüyoruz ki, böyle son derece karmaşık ilişkiler karşısında, ardışık dönemlerin eksik bilinen faunalarının organlanma aşamalarını gerektiği gibi karşılaştırmak, umutsuz denecek kadar güçtür.
Yaşayan belirli faunaları ve floraları inceleyerek, bu güçlüğü daha iyi anlarız. Avrupalı hayvanların ve bitkilerin son zamanlarda Yeni Zelanda’da olağanüstü yayıldığını, eskiden yerli ürünlerin kapladığı yerleri ele geçirdiğini göz önünde tutarsak şuna inanmamız gerekir: Büyük Britanya’nın bütün hayvanları ve bitkileri yeni Zelanda’ya götürülseydi, onların çoğu orada zamanla tümüyle doğallaşır, ve yerli biçimlerin birçoğunu ortadan kaldırırdı. Öte yandan, Güney Yarıküre canlılarından hemen hiçbiri Avrupa’nın herhangi bir yerinde yabanılaşmadığı için, Yeni Zelanda’nın bütün canlıları Büyük Britanya’ya getirilip bırakılsaydı, onların epeycesinin bugün yerli bitki ve hayvanlarımızın kapladığı yerleri ele geçirebilmesi pek kuşkulu olurdu. Bu açıdan bakılınca, Büyük Britanya’nın ürünleri, Yeni Zelanda’nınkilerden daha yukarı bir aşamadadır. Ama işinin en eri doğa bilgini bile, iki ülkenin türlerini inceledikten sonra, bu sonucu öngöremezdi.
Agassiz ve başka yetkililer, eski hayvanların aynı sınıftan olan yeni hayvanların embriyonlarına belirli bir ölçüde benzediği tükenmiş biçimlerin yer bilimsel ardışımının yaşayan biçimlerin embriyolojik gelişimiyle aşağı yukarı paralel olduğu üzerinde durmaktadırlar. Bu görüş teorimizle çok güzel bağdaşmaktadır. Ergin hayvanın soya çekimle küçük yaşta değil, tersine, amaca uygun bir yaşta ortaya çıkan değişiklikler dolayısıyla, embriyonundan farklı olduğunu gelecek bölümlerden birinde göstermeye çalışacağım. Bu süreç, embriyonu hemen hemen hiç değişmeden bırakırken, ardışık kuşakların geçişi sırasında, ergin hayvandaki farkları sürekli olarak daha da artırır. Böylece, embriyon türün eski ve az değişiklik geçirmiş biçiminin doğaca saklanmış bir çeşit örneği olarak kalır. Bu görüş doğru olabilir, ve bununla birlikte asla kanıtlanmayabilir. Örneğin bilinen en eski ve kendi öz sınıflarına tümüyle uygun memelilere, sürüngenlere, balıklara bakarak, (bu eski biçimlerden bazıları bugün aynı grupların tipik üyelerinden daha az birbirinden farklı olmakla birlikte), omurgalıların ortak embriyolojik ırasını taşıyan hayvanlar aramak, en eski Kambriyum tabakasının çok altında taşılca zengin tabakalar bulununcaya dek –bu pek de olası değildir– boşuna olur.