Eskivarlıkbilimcilerin birçoğu –örneğin Agassiz, Pictet, Sedwick– belirli yer bilimsel oluşumlarda bütün tür gruplarının birdenbire ortaya çıkmasını, bu olgudaki kesikliliği, türlerin değişirliği öğretisi için yıkıcı bir engel saymaktadır. Aynı cinslerden ya da familyalardan olan sayısız tür gerçekten birdenbire canlanmış olsaydı, bu olgu doğal seçme yoluyla evrim teorisi için yıkıcı olurdu. Çünkü hepsi de aynı atadan türemiş biçimlerden oluşmuş bir grubun bu yoldan gelişmesi pek yavaş bir süreç olması, ve ataların, değişiklik geçirmiş döllerinden çok önce yaşamış olması gerekirdi. Oysa, yer bilimsel belgelerin tamlığını her zaman önemsiyor, ve belirli cinsler ya da familyalar belirli bir tabakanın altında bulunmadığı için, onların o tabakanın oluşumundan önce yaşamadığı sonucunu yanlış olarak çıkarıyoruz. Bütün durumlarda, olumlu eskivarlıkbilimsel kanıtlara kesinlikle güvenilebilir; yaşantının sık sık ortaya koyduğu gibi, olumsuz kanıtlar değersizdir. yer bilimsel oluşumların özenle incelendiği alana oranla yeryüzünün ne denli geniş olduğunu hep unutuyoruz; tür gruplarının eski Avrupa takımadalarını ve Amerika Birleşik Devletleri’ni kaplamalarından önce başka yerde uzun zaman yaşamış ve yavaş yavaş çoğalmış olabileceklerini unutuyoruz. Birbirini izleyen yer bilimsel oluşumlar arasında geçmiş, ve birçok halde her oluşumun birikmesi için gereken zamandan belki uzun olan zaman aralıklarını gerektiği gibi dikkate almıyoruz. Bu aralıklar, bir köken-biçimden gelen türlerin çoğalması için zaman vermiş olacaktır; ve böyle tür grupları, ardışık oluşumlarda, sanki birdenbire yaratılmışlar gibi ortaya çıkacaklardır.
Burda daha önce söylenmiş bir şeyi anımsatabilirim: Bir organizmayı yeni ve özel bir yaşama tarzına, örneğin havada uçmaya uyarlamak için çağlar geçmek gerekebilir; ve bundan ötürü, geçişsel biçimler birtakım bölgelerde çok kez uzun zaman kapalı kalacaklardır; ama bu uyarlanma bir kez gerçekleşince, ve birkaç tür, böylelikle, öbürlerine karşı bir üstünlük sağlayınca, yeryüzünde çabuk ve çok yayılan ıraksamış birçok biçimin türemesi için öncekine göre kısa bir zaman gerekecektir. Prof. Pictet, bu yapıt için yazdığı eleştiride, kuşları örnek alıp onların ilk geçişsel biçimlerini yorumlarken, varsayılmış bir ilk-örneğin (prototype) ardışık değişikliklerinin nasıl bir yararı olabildiğini anlayamadığını söylüyor. Güney denizlerinde yaşayan penguenlere bakalım: Bu kuşların ön üyeleri “ne gerçek kol, ne de gerçek kanat” olup, tam ikisi arası bir durumda değil midir? Bununla birlikte bu kuşlar yaşama savaşında başarılı olmaktadır; çünkü sayılmayacak kadar çokturlar ve çok çeşitlidirler. Burada kuşların kanatlarının geçirdiği aşamaları görmekte olduğumuzu varsaymıyorum; ama değişiklik geçirmiş penguen döllerinin önce mankafa ördek (Micropterus brachypterus) gibi deniz yüzeyi boyunca kanat çırparak gidebilir, ve sonradan deniz yüzeyinden yükselip havada süzülebilir duruma gelmelerinin yararlı olabileceğine inanmakta ne gibi bir güçlük olabilir?
Yukarda söylenenleri açıklamak, ve bütün tür gruplarının birdenbire türediğini varsayarken yanılmakta olduğumuzu göstermek için birkaç örnek vermek istiyorum. Pictet’in eskivarlıkbilim konusundaki büyük yapıtının birinci ve ikinci baskısı arasında geçmiş pek kısa sürede (1844-46 ve 1853-57) bile, bazı hayvan gruplarının ilk kez ortaya çıkması ve yitmesi konusunda varılmış sonuçlar epey değiştirilmiştir; ve bu yapıtın üçüncü baskısı başka değiştirmeleri gerektirecektir. Ancak kısa bir süre önce yayımlanmış yer bilimsel incelemelerde, memeli hayvanların hep Üçüncü Zamanın başlarında ortaya çıktığının söylendiğini anımsatabilirim. Oysa bugün, taşıl memelilerce en zengin tabakalardan birinin İkinci Zaman serisinin ortasında olduğu bilinmektedir; ve gerçek memeliler, o büyük serinin hemen hemen başlarında, yeni kızıl kumtaşında bulunmuştur. Cuvier, hiçbir Üçüncü Zaman tabakasında henüz maymuna rastlanmadığı üzerinde durmaktaydı; oysa şimdi, Hindistan’da, Güney Amerika’da ve Avrupa’da [Üçüncü Zamanın] Miyosen Dönemi tabakalarında bile tükenmiş maymun türleri bulunmuştur. Birleşik Amerika’daki yeni kızıl kumtaşında eşsiz bir rastlantıyla olduğu gibi kalmış ayak izleri bulunmasaydı, bazıları gerçekten pek iri olan otuzu aşkın kuşumsu hayvanın o dönemde yaşadığını varsaymayı kim göze alırdı? O tabakalarda hiçbir kemik izine rastlanmamıştır. Eskivarlıkbilimcilerin Eosen Döneminde [Üçüncü Zamanın ilk dönemi] kuşların birdenbire ortaya çıktığını öne sürmelerinden beri uzun bir zaman geçmedi; ama şimdi, Prof. Owen’ın tanıklığı ile, üst yeşil-kum [İkinci Zamanın (son) Tebeşir Dönemi serilerinden biri. Alt ve üst yeşil-kum diye anılır] birikirken yaşamış bir kuşun varlığını kesinlikle biliyoruz; kertenkeleninkini andıran uzun kuyruğunun iki yanında ve her ekleminde bir çift telek bulunan garip kuşun, Archeopteryx’in (ilkel-kuş’un) Solenhofen’daki oolitli tabakalarda ortaya çıkarılmasından beri daha da az bir zaman geçti. Dünyanın eski canlıları üzerine ne denli az bilgimiz olduğunu bundan daha açık gösteren pek az buluş vardır.
Başımdan geçmiş ve beni pek çok şaşırtmış başka bir örnek vereyim. Taşıl Sapsız Sülükayaklılar (Fossil Sessile Cirripeds) konusundaki bir yapıtımda, yaşayan türlerin ve tükenmiş Üçüncü Zaman türlerinin çok sayıda olmasından; birçok türün bireylerinin dünyanın her yerine, arktik bölgelerden Ekvator’a ve gelgit sınırlarından 50 kulaca dek olan farklı derinliklere yayılmış olmasından; eski Üçüncü Zaman tabakalarında saklanmış örneklerin eksiksiz olmasından; kabuğun kopmuş bir parçasının bile tanınmasındaki kolaylıktan; bütün bu olgulardan, şu sonucu çıkarmıştım: Sapsız sülükayaklılar İkinci Zamanda yaşamış olsaydılar, elbette saklanırlar ve bulunurlardı; bu tabakalarda hiçbir türleri bulunmadığına göre, bu grup Üçüncü Zamanın başında birdenbire gelişmiştir. Bu, benim için gerçekten üzücüydü; çünkü, o zamanki düşünüşüme göre, büyük bir tür grubunun birdenbire ortaya çıktığını gösteren örneklere bir örnek daha katılıyordu. Değerli eskivarlıkbilimci M. Bosquet’un Belçika’daki tebeşir tabakasından kendi eliyle çıkardığı eksiksiz bir sapsız sülükayaklı örneğinin resmini bana göndermesi çalışmamın tam yayımlanmasına rastladı. Bu sülükayaklı, sanki durum daha da şaşırtıcı olsun diye, çok iyi bilinen, büyük, her yerde rastlanan, henüz Üçüncü Zaman tabakalarında bile hiçbir türüne rastlanmamış bir cinsti, bir Chthamalus’tu. Daha sonra, Bay Woodward, üst tebeşir tabakasında sapsız sülükayaklıların başka bir alt-familyasının bir üyesini buldu: Bir Pyrgoma; ve bugün, bu gruptan olan hayvanların İkinci Zamanda yaşadığını gösteren bir sürü kanıt vardır.
Eskivarlıkbilimcilerin bütün bir grubun birdenbire ortaya çıkması konusunda üzerinde en çok durdukları örnek, Agassiz’e göre, kemikli balıkların Tebeşir Döneminin alt tabakalarında birdenbire görünmesidir. Bugün yaşayan türlerin pek çoğu bu gruptandır. Ama belirli Jura ve Triyas Dönemi biçimleri şimdilerde kemikli balık sayılmaktadır, ünlü bir yetkili, bazı Birinci Zaman biçimlerini bile böyle sınıflamaktadır. Kemikli balıklar kuzey yarıkürede gerçekten birdenbire ortaya çıkmış olsalardı, bu olgu dikkate çok değerdi; ama, türlerin aynı dönemde ve dünyanın başka yerlerinde de birdenbire ve kendiliğinden gelişmiş olduğu ortaya konmadıkça, teorim için aşılmaz bir engel olmazdı. Ekvator’un güneyinde bulunmuş bir tek taşıl balık bilinmediğini söylemek gereksizdir. Pictet’in “Palaeontology”si karıştırılırsa, Avrupa’daki çeşitli oluşumlarda bulunmuş pek az tür bilindiği görülecektir. Birkaç balık familyasının bugünkü yayılma alanları sınırlıdır; eskiden kemikli balıkların yayılma alanı da sınırlı olmuş olabilir, ve kemikli balıklar herhangi bir denizde iyice geliştikten sonra uzaklara yayılmış olabilirler. Yeryüzündeki denizlerin hep bugünkü gibi kuzeyden güneye böylesine açık olduğunu varsaymaya da hiç hakkımız yoktur. Bugün bile Malaya Takımadaları yükselip kıtalaşsa, Hint Okyanusu’nun tropikal kesimi büyük ve tümüyle kapalı bir tekne oluşturur ve orada sayısız denizel hayvan gelişebilir; ve onlar, türlerden bazıları daha serin bir iklime uyarlanıncaya, ve Afrika’nın ya da Avustralya’nın güneyindeki burunları dolaşıp öbür uzak denizlere ulaşacak duruma gelinceye dek, yerlerinde kalırlar.
Bunlardan ötürü, Avrupa ve Birleşik Amerika dışındaki ülkelerin yerbilimini bilmediğimiz için, ve son oniki yıl içindeki buluşların eskivarlıkbilimsel bilgilerimizde yaptığı devrimden ötürü, bana öyle geliyor ki, organik biçimlerin bilinen ardışımının (succession) bütün dünyada geçerli olduğunu kesinlikle söylemek, tıpkı Avustralya’nın kıraç bir kıyısına ayak basıp beş dakika içinde o kıtanın yaratıklarının sayısı ve yayılma alanları konusunda sonuca varan bir doğa bilgininin davranışı kadar düşüncesizcedir.