"Enter"a basıp içeriğe geçin

Buhari 7353

7353 Bize Şu’be tahdîs etti ki, Tevbe ibnu Keysân el-Anberî şöyle demiştir: eş-Şa’bî bana:

— Sen Hasen Basrî’nin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den hadîs rivayet ettiğini gördün mü? Ben İbn Omer’in meclisinde ona yakın olarak iki sene yahut ikibuçuk sene kadar oturdum da, ben İbn Omer’i şu hadîsten başka Peygamber’den hadîs tahdîs ederken işitmedim: İbn Omer dedi ki: Peygamber’in sahâbîlerinden bâzı insanlar, içlerinde Sa’d ibn Ebî Vakkaas da var olduğu hâlde, bir et yemeye giriştiler. Tam bu sırada Peygamber’in kadınlarından bir kadın o et yemeye girişen topluluğa:

— O et bir keler etidir! diye nida etti.

Bunun üzerine sahâbîler o eti yemekten kendilerini tuttular. Bunun üzerine Rasûlüllah:

— “Ondan yiyin yahut onu taam edin. Çünkü o halâldır -yahut: “Onda sakınca yoktur”; râvî bu iki ta’bîrde şekk etmiştir- Lâkin keler benim alışık olduğum yiyeceklerimden değildir” buyurdu.

Rasûlüllah’ın Valileri, Kumandanları ve Sefirleri Şârih Aynî’nin Tertibiyle Şöyledir:

A. Peygamber’in Valileri

1. Mekke Emîri Attâb İbn Useyd:

Mekke’nin fethi üzerine Rasûlüllah Medine’ye dönerken Attâb ibn Useyd’i Mekke’ye vâlî ta’yîn buyurdu. Ve o yıl hacc mevsiminde hacc da Attâb’ın emareti altında îfâ olundu ki, bu sekizinci hicrî senesi haccı idi. Dokuzuncu sene Ebû Bekr Hacc Emîri idi. Onuncu sene de Haccetti’l-Veda îfâ olundu ve bu sırada Attâb’ın güzel hizmetleri görüldü. Attâb Mekke’nin fethi sırasında müslümân olmuştu. O sırada henüz yirmi veya yirmibir yaşında idi. Emevî ailesine mensûb zekî bir gençti. Mekke’yi pek iyi idare etti. Ebû Bekr’in hilâfeti zamanında da vazifesinde bırakıldı. Ve Ebû Bekr’in vefatı günü vefat etti.

2. Tâif Emîri Usmân ibn Ebî’!-Âs:

Rasûlüllah Usmân ibn Ebi’l-Âs’ı da Tâif in fethi üzerine oraya ta’yîn buyurmuştu ve pek iyi idare etmişti. Hasen Basrî bu zât hakkında: Usmân ibn Ebi’l-Âs’dan efdal kimse görmedim, diye sena ederdi. Tâif’ten başka Bahreyn, Umman valiliklerinde de bulundu. Elli bir târihinde vefat etti.

3. Bahreyn Vâlîsi Alâ el-Hadramî:

Bu zât Hadramutlu’dur. Rasûlüllah’n güzide vâlîlerin-dendir. Medîne zaruret içinde bulunduğu ve aç kaldığı zamanlarda Alâ el-Hadramî’nin gönderdiği zekât malları yetişti. Peygamber’in ölümü üzerine zuhur eden irtidâd ve irticai bastırmış ve Ebû Bekr, Omer zamanlarında da vazifesinde bırakılmıştır. Hicretin ondördüncü yılında vefat etmiştir. Alâ, valiliğinden önce, Bahreyn’e sefaretle gitmişti.

Rasûlüllah, Ebû Sûfyân’ı da Necrân’a vâlî olarak göndermiştir.

4. Yemen Valileri:

Saadet asrında en mühim vilâyet Yemen idi. Bu cihetle Yemen’e pek çok zevat müteaddid vazifelerle gönderilmiştir. İlk Yemen vâlîsi Bâzân’dır. Bâzân İranlılar’ın da Yemen’-de son vâlîsi idi. Aşağıda görüleceği üzere Kisrâ Pervîz’in katli üzerine Bâzân ve etba’ı müslümân olmuşlardı. Bu cihetle Rasûlüllah da Bâzân’ı vazifesinde bıraktı. Fîrûz Deylemî, Muhacir ibn Ümiyye, Ebân ibn Sâid ibn Âs, Ebû Mûsâ el-Eş’ârî, Muâz ibn Cebel gibi bir çok sahâbî de idarî, iktisâdi, askerî müteaddid vazifelerle gönderilmişlerdir. Bunlardan Ebû Mûsâ el-Eş’ârî Yemen’in sahil kısmını idare etmiştir. Muâz ibn Cebel de askerî işleri idareye me’mûr edilmişti.

B.Hazreti Peygamber’in Sefirleri

Müellif Buhârî konumuz olan vâhid haberi bahsinde Rasûlüllah’ın Rûm Kayseriyle İran Kisrâsı’na gönderdiği birer sefirine dâir iki haber rivayet etmiştir ki, pek kısa bir metin ile rivayet olunan bu hadîsleri Şârih Aynî Umdetü’l-Kaarî’dç îzâh etmekle beraber İskenderiye Meliki Mukavkis’e, Belka Meliki Haris Gassânî’ye, Yemen Meliki Hûze’ye, Habeşe Ne-câşîsi Ashame’ye de birer sefirle birer mektûb gönderildiğini bildiriyor. Bu altı hükümdardan başka Şârih Aynî Bahreyn, Busrâ, Zu’l-kılş, Me’an, Abd Kilâl gibi ikinci derecede devlet adamlarına da birer sefir ve mektûb gönderildiğini kayıd ve îzâh ediyor.

Şübhesiz ki Rasûlüllah’ın bu dînî ve aynı zamanda siyâsî hareketi, beşeriyeti İslâm dînine umûmî mâhiyette da’veti idi ve bu umûmî da’vete:

fâ\ ân jjl-j J\ ls& ı$ ıi jî = Ey insanlar emîn olunuz ben, hepinize Allanın gönderdiği peygamberim de!”

(d-A’râf: 153) fermânıyle me’mûr edilmişti.

Rasûlüllah Medîne’ye hicretinin altıncı ayında da müs-lümanların ve İslâmiyet’in en azgın düşmanı olan müşriklerle Hudeybiye sulhunu yapıp bunları bir musâlehanâme ile bağladıktan sonra umûmî daVete sıra gelmiş bulunuyordu. Bu yüksek ve beşeriyeti şâmil vazifelerini muasır ve uzak, yakın mücavir devlet reîslerine da’vetnâmeyi taşıyan birer sefîr göndermek suretiyle îfâ buyurmuştur.

I. Şarkî Roma Sefiri Dihye:

Rasûlüllah İmparator Hiraklıyus’a hitaben yazılan mektubunu Dihye ibn Halîfe eliyle gönderdi. Peygamber’in husûsî sahâbîlerinden olan Dihye ashabın en güzeli ve en kibar bir sîmâsı idi. Rivayete göre Dihye Şam’a vardığında bütün evlerden herkes çıkıp bu necîb çehreyi görmeğe koşmuşlardı. Dihye adında ashâb arasında başka bir kimse de yoktu. Bâzı defa Cibrîl, Rasûlüllah’ın huzuruna Dihye suretine te-messül ederek gelirdi. Bununla beraber Dihye Bedir’den sonraki gazaların hepsinde bulunmuş ve yüksek hizmetler görmüştür. {Umdetü’i-Kaari, c.I, s.93). Bu cihetle Roma İmparatorluğu gibi o devrin muazzam bir devletinin reisine böyle necîb ve kibar bir sîmânın gönderilmesinde son derece yüksek bir hüsnü intihâb (güzel seçim) vardır.

Dihyetü’l-Kelbî vâsıtasıyle gönderilen da’vetnâme sureti ve bu Peygamber mektubu üzerine Kayser Hıraklıyus -Peygamberimizin ailesi, şahsî hayatı, ötedenberi kavmiyle münâsebâtı, kendisine îmân edenlerin içtimaî vaziyetleri, teb-lîğ ettiği dînin esas umdeleri, muhalifleriyle mütekabil vaziyetleri gibi hususlar hakkında- devlet erkânı huzurunda Ebû Sufyân ibn Harb’den tahkîkatına dâir ma’lûmât bu eserimizin baş tarafında tercüme edilen Abdullah ibn Abbâs hadîsinde geçti ‘.

1 Dihye, Peygamber’in mektubunu Kayser’e verdiği sırada Ebû Sufyân bir ticâret kaafilcsiyle Şam’da bulunuyorud ve Peygamber hakkında tahkikat icrası için İmparator tarafından saraya da’vet olunmuş ve hey’et içinde Ebû Sufyân’ın Peygamber’e karabeti bulunduğundan ondan sorulmuş ve alınan cevâbda arkadaşları işhâd edilmiştir.

Bu derin incelemelerden ve aldığı müsbet cevâblardan sonra Kayser Ebû Sufyân’a:

—Eğer bu cevâbların doğru ise, ayaklarımın bastığı şu topraklara yakın bir zamanda o zât mâlik olacaktır. Esasen ben bu peygamberin zuhur edeceğini çok iyi bilirdim. Yalnız onun sizin aranızdan çıkacağını sanmazdım. Eğer O’nun yanına varabileceğimi bilsem O’na mülâkî olmak için her zahmete katlanırdım. Yanında bulunsaydım ayaklarını yıkar, O’na hizmet ederdim 2.

Bundan sonra Hıraklıyus, Dihye ile gönderilen Peygamber mektubunu istedi. Dihye de Rasûlüllah’ın mektubunu sundu. Bu eserimizin ilk cildinde yazılı bulunan da’vetnâme-nin metni ve meali şöyledir:

‘ ‘Bismülâhirrahmânirrahîm.

Ailahın kulu ve PeygamberiMuhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’den Rûm’un büyüğü Hırakl’e. Hidâyet yoluna uyanlara selâm olsun. Bu temenniden sonra: Ey Rûm milletinin ulusu, seni İslâm camiasına ve müslümanltğa da’vet ediyorum. Müslüman ol ki selâmette bulunasın, müslüman ol ki Allah ecrini iki kat versin 3. Eğer bu da’vetimi kabul etmezsen Hristiyan çiftçilerin günâhı boynuna olsun. Ey ehli kitâb, bizimle sizin aranızda müsâvî ve müşterek olan bir söze (Tevhîd kelimesine) geliniz, birleşelim, Allah’tan başkasına ibâdet etmiyelim ve O’na hiç bir şeyi şerik koşmayalım, Allah ‘ı bırakıp da birbirimizi Rab edinmiyelim. Eğer ehli kitâb bu da’vetten yüz çevirir-

2 Kayser’in Buhârî metninde rivayet olunan bu ifâdelerine göre îmân ettiği muhakkak olmakla beraber, Kayser’in bu i’tirâflan üzerine mecliste bulunan devlet erkânının gürültülü patırtılı müdâhaleleri üzerine daha ileri gidemeyip sarfı nazar etmiş ve sefîr Dihye’yi kıymetli hediyelerle ve bâzı siyer müelliflerinin bildirdiği cevabî bir mektûb ile hoş ederek geri göndermiştir.

3 İki ecir ve sevabın biri îsâ’ya, öbürü de Muhammed’e îmân ettiğinin mükâfatı.

lerse ey müslümanlar, siz de onlara: ‘Şâhid olunuz biz müslü-manız’ deyiniz.”

Ebû Sufyân der ki: Hırakl bu sözleri dedikten ve mektubu okutmasını bitirdikten sonra yanında gürültüler çoğaldı ve sesler yükseldi. Biz de yanından çıkarıldık. Bunun üzerine ben arkadaşlarıma dedim ki:

—İbni Ebî Kebşe’nin 4 (yani Rasûlüllah’ın) işi büyüdü. Benû Asfar hükümdarı bile ondan korkuyor. Artık Rasûlüllah’ın gâlib geleceğine Cenabı Hakk’ın gönlüme İslâm sevgisini koyuncaya kadar kanâatim devam etti.

2. İran Sefiri Abdullah ibn Huzâfe:

Abdullah ibn Huzâfe (radıyallahü anh) Benû Sehm’den ve Kureyş eşrafından olup Habeşistan’a hicret eden ilk müslümanlardan-dır. Bedir muharebesinde de bulunmuştur. Bu cihetle İran sefaretine de bu zât bir mektûbla gönderilmiştir.

Peygamber’in da’vet mektubu şöyledir:

. “Bismillahirrahmânirrahîm.

Allah ‘in kulu ve Peygamberi Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ‘den Fars’ın ulusu Kisrâ’ya. Doğru yola gidenlere, Allah ‘a ve Rasûlü-ne îmân edenlere, bir Allah’tan başka hiç bir ma’bûd olmayıp O’nun şeriki bulunmadığına ve Muhammed onun kulu ve Peygamberi olduğuna şehâdet edenlere selâm olsun. Ey Kis-râ, seni Allah dîni Müslümanlığa da’vet ediyorum. Çünkü ben bütün insanlara Peygamber gönderildim: Hayatta olanları inzar eylemek ve kâfirler üzerinde ihkaakı hakk etmek için. EyKisrâ, müslüman ol ki selâmete eresin. Olmazsan Me-cûsî kavminin günâhı boynuna olsun”.

4 “Ebû Kebşe” Hazreti Peygamber’in ana cihetinden büyük babası idi. Putlara tapmaz, yıldıza ibâdet ederdi. Rasûhıllah putlara ibâdet aleyhinde bulununca, ona nisbet ederek İbni Ebî Kebşe dediler.

Abdullah İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle haber vermiştir. Rasûlul-lah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir mektubunu kisrâya gönderdi ve mektubu götüren Abdullah ibn Huzâfe’ye mektubu Bahreyn’in büyük emîri-ne5 vermesini emredip, emîr, Kisrâ’ya gönderir, buyurdu. Bahreyn Emîri vâsıtasıyle Peygamber’in da’vetnâmesi Kisrâ’ya verilip de okuyunca (bu küstah) Kisrâ, Rasûlüllah’ın mektubunu yırttı attı. Rasûlüllah’a bu haber erişince Kisrâ’-nın mülkünün tamâmiyle parçalanmasına duâ buyurdu (ve öyle oldu).

3. Habeşe Sefîri Attır ibn Umeyye:

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Amr ibn Umeyye vasıtasıyla bir da’vet-nâme de Habeşistan Meliki Necâşfye gönderdi. Amr, ashabın bahâdırlarındandı. Damrî nisbetiyle meşhur olan Abdi Menât oğulları’ndan idi. Rasûlüllah’ın dâ’vetnâmesinin metni ve tercemesi şöyledir:

‘ ‘Bismillâhirrahmânirrahîm.

Allah’ın Peygamberi Muhammed’den Habeşe Meliki Ne-câşî’ye. Ey Melik! Müslüman olmanı dilerim. Ben senin nâmına -Melik, Kuddûs, Selâm, Mü’min, Müheymin (ulu sıfatlarını hâiz) olan- Allah’a hamd ü sena ederim ve şehâdet ederim ki: îsâ ibn Meryem, Allah’ın ruhu ve kelimesidir. Allah, o kelimeyi (ki îsâ’ya vücûd veren “Ol” hitabıdır) ve o ruhu -çok temiz ve afîfolan ve dünyâ hayâtından tamâmiyle çekilmiş bulunan- Meryem’e nefhetti. Ve bu suretle Meryem îsâ’ya hâmil oldu ve böylece Allah ruhiyle ve nef-hiyle îsâ’yı yarattı. Nasıl ki Âdem’i de Allah kudret eliyle

5 O sırada Bahreyn vilâyeti trân’a tâbi’ olup emaretinde de Munzir ibn Sâvî bulunuyordu. Rivayete göre Bahreyn fetholunup Alâ Hadramî vâlî ta’yîn buyurulduğunda Munzir ibn Sâvî ile beraber Bahreyn’deki bütün Arablar müslüman olmuştur.

(ve bir hârika olarak) yaratmıştı. Ey Melik, seni eşi ve ortağı olmayan bir Allah’a îmâna ve O’na ibâdete ve bana mutâ-baate Allah canibinden gelen şeylere îmâna da ‘vet ediyorum. Çünkü ben Allah’ın bunları tebliğe me’mür Rasûlü’yüm, seni ve askerini Azız ve Celîlolan Allah ‘a da’vet ediyorum. Şimdi ben size (İslâm umdelerini) tebliğ ettim ve nasihat eyledim, siz de nasihatimi kabul ediniz. Doğru yola gidenlere selâm olsun”.

Amr ibn Umeyye bu sefaret vazifesini pek güzel îfâ etmiştir. İbn İshâk’ın rivayetine göre bu zât Habeşistan’a varıp mektubu Necâşî Ashame’ye verdikten sonra şu hitabede bulunmuştur:

—Muhterem Necâşî Ashame! Bana düşen vazife vaziyeti söylemek, cenabınıza da lütfen dinlemek. Senin bize karşı gösterdiğin rikkat ve şefkat derecesinde bizim de size samî-mî güvenimiz vardır. Biz cenabınızdan ne gûna hayır ürhîd ettikse muhakkak ona nail olduk. Hiçbir veçhile endişelenmedik, dâima emin bulunduk. Biz senin lisânından şu emniyet hüccetini almıştık: “Bizimle sizin aranızda //zrî/reddolun-maz bir şâhid, zulüm etmez, âdil bir hâkim olsun”. Bu defa Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) etraftaki devletlere birer sefir gönderdi. Beni de cenabınıza. Fakat ben onların ummadıkları hüsnü kabulü sizden umarak ve onların korktukları sû’i muamele ihtimâlinden emin olarak geldim. Geçmiş hayra istinâd ve müstakbel ecir ve mükâfata intizar ederek huzurunuzda bulunuyorum”.

Necâşî, Amr’ın bu nutkuna karşı şöyle mukabele etti: —Muhterem sefîr! Allah’ı şâhid tutarım ki Hazreti Mu-hammed, Ehli Kitâb’ın intizâr ettiği Ümmî Nebî’dir. Hazreti Musa’nın rakîbü’l-himârı (yani Hazreti isa’nın kudümünü) beşareti, îsâ’nın rakîbü’l-cemeli (yani Hazreti Muhammed’-in kudümünü) müjdelemesi gibidir. Gözle görülen hakikat bu beşaret haberinden daha ziyâde gönle şifâ ve kanâat veremez!

Bundan sonra Necâşî, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın mektubuna şöyle cevâb yazdı:

“Bismittâhirrahmânirrahîm.

Allah’ın Rasûlü Muhammed’e Necâşî Ashame tarafından. Yâ Nebîyyallah, selâm Sana ve Allah’ın rahmeti ve bereketi Senin üzerine olsun. Şol Allah ki, O’ndan başka hakîkî ma’-bûd yoktur. Ancak O vardır. Allah Taâlâ’yı tevhîd ve hakkı asaletlerinde selâmet temennisinden sonra: Yâ Rasûlallah. Hazreti îsâ hakkında beyanatı hâvi mektubunuz bana vâsıl oldu. Yerin, göğün Rabb’ine yemîn ederim ki, Hazreti îsâ da kendi hakkında zikrettiğiniz şeylerden ziyâde bir şey söylememiştir. Onun tebligatı da hep buyurduğunuz gibidir. Bize tebliğe me’mûr olduğunuz İslâm esaslarını öğrendik. Amcan oğlu ile “diyarımıza hicret eden” ashabınla tanıştık. Ben şehâdet ederim ki, Sen Allah’ın Rasûlü’sün, sözünde sâdıksın, geçmiş peygamberleri tasdik ediyorsun. Yâ Rasûlallah ben zâtma bey’-at ettim. (Sizden Önce) amcan oğluna da bey’at edip onun delaletiyle Âlemlerin Rabbi Allah Taâlâ’ya îmân edip müslümân oldum”.

Bundan sonra İbn İshâk rivayetine devam ederek Ne-câşî’nin hicretin dokuzuncu yılında vefat ettiğini ve Rasûlüllah tarafından vefatı ashaba haber verilerek ashâb ile beraber musallaya çıkıp müteveffa üzerine cenaze namazı kıldığını ve dört tekbîr aldığını bildiriyor. Fakat Müslim’in Sahîh”indeki rivayetine göre Rasûlüllah’ın mektûb gönderdiği Necâşî, üzerine namaz kıldığı Necâşî değildir6. Bu cihetle İbnü’l-Kayyim diyor ki: İbni İshâk’ın bu rivayeti -Allahü â’lem- bir vehim olsa gerek. Râvî, Rasûlüllah’ın üzerine namaz kıldığı Necâşî’yi -ki Peygamber’e îmân ve ashabına ikram etmiştir-bununla kendisine mektûb yazıp İslâm’a dâ’vet ettiği Necâşî’yi ayırdetmeyip iki Necâşî’yi birbirine karıştırmıştır7.

7 Zâdü’l-Meâd, bu eserimizin üçüncü cildinde Cenaze bahsindeki hadîsin tercüme ve îzâhma bakınız.____________________„_________

Rasûlüllah’ın amcası oğlu olarak zikrolunan Cafer ibn Ebî Tâlib’dir. Ve Necâşî onun delaletiyle müslümân olmuştur. Amr ibn Umeyye Rasûlüllah’ın mektubunu götürdüğünde Cafer hazretleri birtakım İslâm muhâcirleriyle beraber Habese’de bulunuyorlardı. Bu ikinci Habeşe muhacirleri arasında Ebû Sufyân’ın kızı Ümmü Habîbe de bulunuyordu. Zevci vefat edip elemli bir vaziyette idi. Hazreti Peygamber sefîr Amr vâsıtasiyle muhacirlerin Medine’ye müreffehen gönderilmelerini ve Ümmü Habîbe’nin kendisine nikâh edilerek hatırının hoş edilmesi delâletini de Necâşî’ye bildirmişti.

Necâşî Ümmü Habîbe’yi Rasûlüllah’a nikâh ettirdiği gibi Habeşistan’da bulunan bütün İslâm muhacirlerini iki gemi ile Cezîretü’l-Arab sahiline gönderdi. Ve Rasûlüllah’ın Hayber gazasında fetih ve zaferi sırasında Hayber’e vâsıl oldular. Hazreti Peygamber iki suretle mesrur olarak Habeşistan muhacirlerine de Hayber ganîmetinden hisse ayırıp verdi.

4. Mısır ve İskenderiye Sefiri Hâtıb ibn Ebî Beltea:

Hâtıb (radıyallahü anh) da bir da’vetnâme ile ve Ebû Zerr Gıfârî hazretlerinin âzâdlısı Câbir refâkatiyle Mısır Meliki Mukavkıs Cu-reyc ibn Mînâ’ya gönderildi. O vakitler Mısır hükümeti Şarkî Roma İmparatorluğu’na tâbi’ olup Mukavkıs ünvânmdaki Mısır Meliki, Roma Kayseri tarafından ta’yîn olunurdu. Ve Mukavkıslar İskenderiye’de otururlardı. Bu cihetle Mukav-kışlar Arab müellifâtında ekseriyetle “İskenderiye Meliki” dîye anılırlar. Hâtıb da Rasûlüllah’ın mektubunu Cureyc ibn Mînâ’ya İskenderiye’de verdi, Hâtıb’ın taşıdığı da’vetnâme-nin metni ve meali şöyledir:

‘ ‘Bismillâhirrahmânirrahîm.

Allah’ın kulu ve Rasûlü Muhammed’den Kıbt milleti-

nin ulusu Mukavkıs’a! Selâm hidâyet yoluna giden kimselere olsun. Bu dua ve temenniden sonra derim ki: Seni İslâm camiasına ve dînine da’vet ediyorum. Müslümân ol ki, selâmete eresin ve müslümân ol ki, Allah ecir ve mükâfatım iki kat vere (Nasrâniyet ve İslâmiyet mükâfatları). Eğer bu da’-vetimden yüz çevirirsen Kıbt kavminin günâhı boynuna olsun. Ey ehli kitâb, bizimle sizin aramızda müsâvî ve müşterek olan bir söze (Tevhîd kelimesine) geliniz. Birleşip Allah’tan başkasına ibâdet etmeyelim. Ve O’na hiçbir şeyi şerik koşmayalım. Allah’ı bırakıp da birbirimizi Rabb edinmiyelim. Eğer Kıbt kavmi bu tevhide yüz çevirirlerse, ey müslümânlar siz de onlara ‘Şâhid olunuz, biz müslümânız!” deyiniz.”

Hâtıb, Rasûlüllah’ın da’vetnâmesini Mukavkıs’a verip, bu zât mealine muttali’ olunca:

—”Bu zât Peygamber’se düşmanlarına duâ edip de onları niçin mahvetmiyor?” diye münkirâne her çehre ile karşıladı.

Hâtıb da şöyle hakimane ve susturucu cevâb verdi:

—Ey Kıbt kavminin ulusu! Senden önce bu Mısır tahtında bulunan bir hükümdar (Fir’avn) kendisini Rabbi A’lâ (Ulu Tanrı) zu’m etmişti, fakat Cenabı Hakk onu (derhal helâk etmedi. Nihayet mev’ûd vakti gelince) dünyâ ve âhıret azâbiyle yakaladı, ve ondan intikam aldı. Ey hükümdar, başkasından ibret al da başkasına ibret olma!

Hâtıb’ın bu hakîmâne mütâleaları üzerine Mukavkıs:

—Bugün için bizim bir dînimiz var, biz bu dînimizi bundan daha hayırlı bir dîn olmadıkça bırakamayız! dedi.

Buna da şöyle cevâb verdi;

—Biz sizi bir İslâm Dîni’ne da’vet ediyoruz ki, Allah bugün beşeriyete dîn olmak üzere bu dîni ikaame edip ondan başkalarını neshetmiştir. Sizi İslâm Dîni’ne da’vet eden bu muhterem Nebî bütün insanları da’vet etmiştir. O’na karşı en şiddetli husûmeti Kureyş müşrikleri göstermiştir. En azgın düşmanı da Yahûdîler’dir. O’na diyanet hususunda en yakın millet Hıristiyanlar bulunuyor. Hayâtıma yemîn ederim ki, Musa’nın îsâ’yı tebşîr etmesi, îsâ’nın Muhammed’in gelişini müjdelemesi gibidir. Bizim cenabınızı Kur’ân ahkâ-mına da’vetimiz, sizin ehli Tevrat’ı (Yahûdîler’i) incil’e da’- J

vet etmeniz gibidir, Her peygamber bir kavme idrâk etmiştir, ki o muasır kavim o Peygamber’in ümmetidir. Benimle beraber birtakım akvam da o Peygamber’e itaat ederek O’nun ümmeti camiasına iltihak etmişlerdir. Ey hükümdar! Cenabınız da bu azîz Peygamber’in nübüvveti zamanına erişen bahtiyarlardan bulunuyorsunuz. Biz sizi îsâ dîninden men’et-miyoruz. Belki onun teblîgâtiyle emr (ve onun tebligatı mucibince İslâm’a da’vet) ediyoruz. Bunun üzerine Mukavkıs:

—Ben bu Peygamber’in hâlini, sânını tedkîk ettim. O ne fena şeyler emreder, ne de iyi şeylerden nehyeder. O sâhir değildir, kâhin değildir, kâzib de değildir. Kendisinde işlerin gizliliklerini bulup çıkarmak ve gönüllerdeki gizli temayülleri bilip haber vermek gibi nübüvvet alâmeti de buldum. Biraz daha düşünmek isterim! dedi.

Rasûlüllah’ın mektubunu aldı ve fildişinden küçük bir kutu içine koyup mahfazayı mühürleyerek bir cariyesine verdi. Sonra arabca kitabete muktedir bir kâtibini çağırıp Ra-sûlullah’a şu cevâbı yazdırdı:

‘ ‘BismiMhirrahmânirrahîm.

Muhammed ibn Abdillah’a, Kıbt’ın ulusu Mukavkis’-tan. Selâm sana Azîz Peygamber! Bundan sonra arzolunur ki, mektubunu okudum, münderecâtmı ve da’vet ettiğiniz hususu anladım. Peygamber silsilesinden ba’s olunacak bir peygamber kaldığını bilirdim. Fakat onun Şam’dan çıkacağını sanırdım. Sefirinize ikram ettim. Size iki câriye gönderiyorum. Bunların Kıbtîler arasındaki mevkii yüksektir. Bir de kisve takdim ettim. Binmeniz için bir de ester hediye ettim. Selâm sana Muhterem Peygamber!”.

Mukavkıs Cureyc ibn Mînâ gerçi müslüman olmamış ise de fakat Peygamber’in sefiri Hâtıb’e çok hürmet etmiştir. Hâ-

tıb ibn Ebî Beltea da hakîmâne mütâlaalanyla bu hürmete liyâkat kesbetmiştir8.

Takdîm edilen hemşire cariyeler Mâriye, Şîrîn adlarında idi. Rasûlüllah Mâriye’yi müslüman olduktan sonra Mülkü Yemîn ile istifraş edip bundan İbrâhîm adında bir oğlu oldu. Ve onsekiz aylık nevzâd iken vefat etti.

Mâriye’nin hemşîresi Sîrîn’i Rasûlüllah, Şâiri Hassan ibn Sâbit’e vermiştir. Düldül adındaki beyaz ester Muâviye zamanına kadar yaşamıştır. Peygamber’in ölümünden sonra Hazreti Alî binmiştir.

5. Yemâme Sefiri Sulayt İbn Amr Âmiri

Rasûlüllah Sulayt ibn Amr vasıtasıyla bir mektûb da Yemâme Meliki Hûze ibn Alî’ye gönderdi. Sulayt ibn Amr Habeşistan’a hicret eden kıdemli sahâbîden olmakla Yemâme’ye sefîr ta’yîn olunmuş ve hicretin 12. yılında yine burada, Yemâme harbinde şehîd olmuştur. Hûze’ye gönderilen da’vet-nâmenin metni ve meali şöyle idi:

“Bismillâhirrahmânirrahîm.

Allah ‘in Peygamberi Muhammed’den Hûze ibn Alî’ye. Doğru yoldan gidene selâm olsun! Ma’lûmun olsun ki, Rabb’im İslâm dînini yakın zamanda dünyânın uzak ufuklarında parlatacaktır. Binâenaleyh ey Hûze, müslüman ol ki selâmete eresin! Ben de hâkimiyetin altındaki memleketi sana tefvîz ederim.”

Sulayt (radıyallahü anh) Rasûlüllah’ın mühürlü mektubunu hamilen Yemâme’ye vardı. Hıristiyan olan Hûze’nin huzurunda Rasûlüllah’ın mektubunu okudu. Hûze Rasûlüllah’ın da’vetini

8 Hâtıb ibn Ebî Beltea Bedir harbi gazilerinden ve böyle yüksek mefkure sahibi bir zât olmakla beraber bir kere gaflet etmiş ve Mekke fethi için

Rasûlüllah’ın Medine’deki hazırlığını Mekke eşrafına bir mektûbla bildirmek istemiştir. Fakat bu sakat hareketi Rasûlüllah’a vahiy olunmakla mektûb geri alınmıştı.

mükerreren reddetmekle beraber cevâbı bir mektûb yazarak mektubunda:

“Beni da’vet ettiğin dîn ne güzel şeydir, onu kabul ederim. Şu kadar ki, Arap kavmi benim yerime göz dikmiştir. Saltanatımın bekaasını te’mîn için beni velîahd yaparsan Sana tâbi’ olurum” diye bildirdi.

Sefîr Sulayt’a da caize verip Hecr kumaşından dikilmiş elbise giydirerek gönderdi.Sulayt ibn Amr bu mektûb ve hediyelerle Rasûlüllah’a sefaret hâtırasını arz ve cevâbı mektubu takdîm etti. Rasülullah mektubu okuyunca:

— “Bu adam ne söylüyor? Bu şartla şehâdet parmağı kadar toprak istese onu bile veremem. Kaldı ki elindeki Ye-mâme diyarının hükümranlığı?””buyurdu.

Rasülullah Mekke’nin fethinden avdet buyurduğu sırada Cibril gelip Hûze’nin öldüğünü teblîğ etti. Bunun üzerine de Rasülullah:

— “Fakat Yemâme işi bitmiş değildir, yakında orada yalancı peygamber türeyecektir”, dedi.

Maamâfîh onun da öldürüleceğini haber verdi. Ashâb-dan birisi:

—Yâ Rasülallah! O yalancıyı kim öldürecek? diye sordu.

Rasülullah da:

— “Seninle mücâhid arkadaşların” diye cevâb verdi.

Ve hakîkaten Hazreti Ebû Bekr’in hilâfeti zamanında Rasûlüllah’ın haber verdiği veçhile Yemâme mürtecîleri ashâb-ı kiram tarafından tenkil edildi.

Müverrih Vâkıdî’nin beyânına göre Şam’ın Nasârâ ulularından olan Erkün Hûze’nin yanında bulunduğu sırada Rasülullah ile münâsebetini sordu. Hûze:

—Geçenlerde bir mektubunu aldım. Beni İslâmiyet’e da’vet ediyordu. İcabet etmedim, diye cevâb verdi.

Erkün:

—Niçin icabet etmedin? dedi.

Hûze:

—Ben dînime bağlı bir adamım. Bununla beraber kavmimin meliki bulunuyorum. Eğer Muhammed’e tâbi’ olursam ne dîn kalır, ne saltanat! diye cevâp verdi.

Bunun üzerine Erkün şu yolda öğüt verdi:

—Ey Hûze, yanlış düşünüyorsun! Eğer sen Muhammed’e tâbi’ olsaydın, muhakkak seni mülkünde ibkaa ederdi. Senin için en doğru hareket Muhammed’e tâbi’ olmaktı. İyi bil ki, O Nebîyyi Arabi, îsâ ibn Meryem’in müjdelediği peygamberdir; biz Hıristiyan ulemâsına göre İncîl’de Muhammed Rasülullah diye yazılmıştır ve bu muhakkaktır.

6. Gassân Sefiri Şüca’ İbn Vehb:

Şüca’ hazretleri Bedir gazilerinden ve bütün gazalarda Rasûlüllah’ın maiyyetinde hizmet eden bir sahâbî idi. Bu cihetle Rasülullah Şüca’ (radıyallahü anh)’ı Gassân Meliki Haris ibn Ebî Şem-mer’e bir mektûbla sefîr gönderdi. Şam’ın Belka’ şehri Gassânîler’in hükümet merkezi olduğundan Haris bâzı mü-ellefâtta da Belka’ hükümdarı olarak kaydolunmuştur. Rasülullah Hudeybiye dönüşünde bir da’vetnâme yazdırıp Şüca’ hazretleriyle Hâris’e gönderdi ki, metni ve meali şöyledir:

‘Bismillâhirrahmânirrahîm.

Allah’ın Rasûlü Muhammed’den Haris ibn Ebî Şem-mer’e. Doğru yolda gidenlere ve Allah ‘a îmân, Rasûlü’nün nübüvvetini tasdik edenlere selâm olsun. Ey hükümdar, seni şeriki olmayan bir Allah’a îmâna da’vet ediyorum. İcâbetet-tiğiniz surette mülkünüzde yine hükümdar olarak kalacaksınız!”.

O günlerde Haris Şam’ın Guta şehrinde 9 bulunuyordu. Şüca’ hazretleri Peygamber’in mektubunu Hâris’e Guta’da verdi. Haris Rasûlüllah’ın mektubunu okuyup yere attı. Bu küstah, Şam’da Kayser’in bir vâlîsi mesabesinde idi. Müstakil bir devlet reîsi bile değildi. Metbû’u olan Kayser Hirak-

9 Guta, Dimeşki Şam’ın şarkında imtidâd eden ve vaktile dünyânın cenneti diye anılan bağlık, bahçelik kısımdır. Ba’de’l-İsiâm Şâm hilâfet ve medeniyet merkezi olmakla Guta şerefini arttırmış, bugün de cennet gibi güzelliğini muhafaza etmekte bulunmuştur.

lıyus bile da’vetine ve sefirine karşı hürmet ettiği halde Haris böyle bir hürmetsizlikte bulundu. Hattâ Kayser’e müracaat ederek Medîne üzerine asker şevkine müsâade istedi. Fakat Kayser reddetti.

Şüca’ hazretleri Medine’ye gelerek keyfiyeti Rasûlüllah’a arz ettiğinde:

— “Allah mülkünü elinden alsın!” diye aleyhinde duâ etti.

Haris Mekke fethi sırasında öldü. Bir müddet sonra da müslümanlar Gassân diyarını zaptederek Gassân idaresine son verdiler.

Bir Tenbîh:

Müellif Buhârî’nin “Peygamberin vâlîleri ve sefirleri” başlığı ile açtığı Bâbının bu unvanını Allâme şârih Bedrüd-din Aynî’nin îzâh ederek bildirdiği vâlîleri ve sefirleri biz de Siyere dâir müellefâttan, tabakaat kitâblarından naklen taf-sîl etmiş bulunuyoruz. Ancak Allâme Aynî, Rasûlüllah’ın altıncı hicret yılında gönderdiği sefirleri altı zât olarak kayıt ve îzâh ettiği halde İbnü’l-Kayyim Zâdü’l-Meâd’da bunlara iki sefir daha ilâve ederek sekize ulaştırıyor ki, ilâve olunan iki sefir Alâ Hadramî ile Amr ibn Âs’tır. Alâ hazretlerinin Munzir ibn Sâvî’ye, Amr’ın da Umman Meliki’ne birer da’-vetnâme ile gönderildiği kayft ve tafsil olunmaktadır.

Şu halde Alâ Hadrâmî Bahreyn’e ilk önce Munzir ibn Sâvî nezdine sefir olarak gitmiş, sonra Bahreyn hükümdarı Munzir ile ahâlînin bir kısmı müslümân, bir kısmı Cizye verici olmak üzere de vâlî ta’yîn buyurulmuş oluyor.

Şimdi Alâ Hadramî’nin bu sefaret safhasını Zâdü’l-Meâd’dan naklen îzâh edeceğiz:

7. Bahreyn Sefiri Alâ ibn Hadramî:

Vâkıdî’nin İkrime’den rivayetine göre Ikrime der ki: Ra-sûlullah’ın Munzir ibn Sâvî’ye yazdığı da’vetnâmeye dâir bir vesîkayı ben İbni Abbâs’ın vefatından sonra kitâblan arasında bulup istinsah ettim. Bunda deniliyor ki: Rasûlüllah bu mektubunda Munzir’i İslâm’a da’vet eyledi. Munzir Rasûlul-

lah’a yazdığı cevabî mektubunda ihtiram arzından sonra: “Yâ Rasûlallah! Kitabınızı Bahreyn ahâlîsine okudum. Bunlardan bir kışımı İslâm’a muhabbet ve icabet edip müslümân olmuştur. Bir kısmı ise müslümân olmayı hoş görmemiştir. Memleketimde Mecûsî, Yahûdî tebeam da vardır10. Bu vaziyet hakkında Peygamber’in emrini bildirmelerini rica ederim.”

Bunun üzerine Rasûlüllah şu cevâbı verdi: “Bismillâhirrahmânirrahîm.

Allah’ın Peygamber’i Muhammed’den Munzir ibn Sâvî’ye. Selâm sana. Kendisinden başka tanrı olmayan Allah Ta-âlâ’ya senin r>âmına hamd ü sena ederim. Ve Allah Taâlâ’-nın varlığına, birliğine ve Muhammed’in Allah ‘in kulu ve peygamberi olduğuna şehâdet ederim. Bu hamd ü sena ve şehâdetten sonra, ey Melik, seni Azız ve Celîl olan Allah adına hayır ile yâd ve sana vasiyet ederim. Muhakkak ki bir kimse bir mü’mine öğüt verirse onun hayır ve sevabı ile müstefîd olur. Her kim de elçilerimin hayırhâhâne nasihatlerine mutavaat edip emirlerine tâbi’ olursa bana itaat etmiş olur. Ey Munzir, elçilerim seni sena edip hayır ile andılar. Ben de kavmin hakkında sana şefaat ederek derim ki, bunların müslümân olanlarını müslümânlıkta sebat ettikleri müddetçe kendi hâllerinde bırak. Günahkâr olanların da günâhları hususunda arzettikleri özürlerini kabul et! Ey Melik, sen kavmin hakkında nasihatçi oldukça şerefin artar, bir şey eksilmez. Yahudilerle Mecüsîler kendi mezheblerinde durmak isterlerse serbest bırakır ve cizye vermeği tarhedersin.”

Alâ ibn Hadramî, Rasûlüllah’ın bu mektubunu yüklenerek Munzir ibn Sâvî nezdine bu defa sefir olarak değil, vâlî olarak gitmiş ve mektubun içindekilere göre Yahûdîler’le Me-cûsîler’e mezhebi hürriyet bahşolunup kendilerinin mal, can ve müşterek vatan emniyeti nâm ve hesabına muayyen bir vergi tarhedilmiştir. Müslümanlar da zekât farîzesiyle mükellef bulunuyorlardı.

Ummân’ın kuzey batısında ve Ummân’dan Basra Kör-fezi’ne kadar Kızüdeniz’in bütün sevâhili boyunca devam eden

10 Mektubun bu kaydından Hıristiyan olan Munzir ile beraber Hıristiyan tebeasının müslümân oldukları, Mecûsîler’le Yahûdîler’in olmadıkları anlaşılıyor.

bu geniş kıt’anın zekât ile cizye gelirleri Medine’de şiddetli bir zaruret içinde bulunan Beytü’l-mâl’i zaruretten kurtarmıştır.

8. Umman Sefiri Amr ibn Âs:

Rasûlüllah bir da’vetnâme ile de Amr ibn Âs’ı Umman Meliki iki kardeş Ceyfer ile Abd’e gönderdi. Umman, Cezîretü’l-Arab’ın güneydoğusunda ve Hindistan’ın karşısında gayet geniş bir kıt’a olup Hindistan’ın, İran’ın, Cezîretü’l-Arab’ın ticâret anbarı mesabesinde idi. Bu cihetle İslâm’ın yayılmasına çok müsâid bulunuyordu. Böyle mühim bir mıntıkaya Amr ibn Âs gibi bir siyâsî dahînin intihab buyurul-masında büyük bir isabet vardı. İbn Hişâm sallallahü aleyhi ve sellem/>e/’inde, Amr ibn Âs’ın Hâlid ibn Velîd ve Usmân ibn Talha ile birlikte sekizinci hicret senesinde Mekke’nin fethinden altı ay önce müs-lümân olduğu rivayet olunduğuna göre, Amr ibn Âs Rasûlul-lah’ın sefirlerinin sonu olacaktır.

Ummân’da Cülendî oğulları’ndan bu iki birader hükümrân bulunuyordu. Bunlara gönderilen da’vetnâmenin metin ve tercemesi de şöyledir:

“Bismillâhirrahmânirrahîm.

Allah’ın kulu ve peygamberi Muhammed’den Cülendî oğulları’ndan Ceyfer ile Abd’e. Doğru yolda gidenlere selâm olsun! Bu duadan sonra ey iki birader, sizi İslâm camiasına da’vet ediyorum. Müslüman olunuz ki selâmete eresiniz. Ben beşeriyetin umûmuna gönderilmiş Allah’ın Peygamberiyim. Hayâtta olanları inzâr etmek, kâfirler üzerine de Allah’ın emirlerini yerine getirmek vazifemdir. Ey kardeş hükümdarlar, İslâm Dîni’ni tasdik ve kabul etmezseniz gene biliniz ki, mülk ve saltanatınız uhdenizden zail olmuştur. İslâm süvarileri topraklarınızı çiğneyecektir. Mülkünüzde nübüvvetim hâkim olacaktır!”

Rasülullah’ın bu mehâbetli da’vetnâmesini Ubeyy ibn Ka’b (radıyallahü anh) yazıp mühürlemiştir.

Zad’ü’l-Meâd”da Amr ibn Âs’ın Ummân’a giderek sefaret vazifesini îfâsi, bu iki biraderle günlerce devam eden temas sureti, Amr’ın kendi lisanından naklederek uzun boylu izah ve tafsîl edildikten sonra -ki bütün İbn Âs’ın siyâset hünerini ifâde etmektedir- en sonu bu iki Umman hükümdarının Muhammed’in Nübüvveti’ni tasdîk ve İslâm şerefi ile müşerref oldukları bildiriliyor.

Müellif Buharî’nin “Vahidin haberinin cevazı” unvanından ve şârih Ayn”‘nin bu ünvânı “Peygamber’in valileri ve sefirleri” ile îzâhından bi’l-istifâde, biz de Rasülullah’ın diyanet neşr ve İslâmiyet’in yükseltilmesi için tuttuğu siyâsî veçheyi tafsîl etmiş bulunuyoruz. Tevfîk ise Allah’tandır (Kâmil Mîrâs) n.

11 Bu “Peygamberin Valileri ve Elçileri” kısmı bâzı sadeleştirme ve özetlemelerle Tecrîd Ter., XII, 413-431’den alınmıştır.

Peygamberin buradaki mektûblan bilhassa şu kaynaklarda toplanmıştır:

İbnu’l-Kayyım, Zadu’l-Meâd;

Prof. Muhammed Hamidullah, el-Vesâiku’s-Siyasiyye, ikinci tab, Kaahire 1956

Prof. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 200-361, İst. 1966.