Yüce Allah’ın “O’nun Arşı Su Üzerinde İdi” Kavli Bâbı
4730 Bize Ebu’z-Zinâd, el-A’rec’den; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)’den tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: “Azîz ve Celîl olan Allah: Ey kulum, sen fakirlere nafaka ver ki, ben de sana nafaka vereyim, buyurdu”.
Rasûlüllah devamla dedi ki: “Allah’ın eli (yani vermekte tükenmeyen hazîneleri) doludur. Harcamak onu eksiltmez, o gece ve gündüz dâima akar”.
Yine Rasûlüllah devamla dedi ki: ”Allah’ın göğü ve yeri yarattığı günden beri infâk ve in’âm ettiği ni’metlerin mâhiyetini düşündünüz mü? (Bundan bana haber verebilir misiniz?) Şübhesiz ki O’nun elindeki (kerem ve ihsânındaki) ni’metlerden hiçbir şey eksilmemiştir. Çünkü O’nun Arş’ı (tahtı) su üzerindedir (hudûdsuz ni’met denizi üzerinde kurulmuştur). Ve adalet terazisi O’nun elindedir, terazinin gözü (bazen) alçalır, (bazen yukarı) yükselir (bu suretle insanların kimine çok, kimine az rızık verir)”
“I’terâke (= Seni çarpmış)”, “Aravtu ( = Onu çarptım)” ma’nâsından İftiâl masdarından iftealtu veznindedir. Ve “Fulânun ya’rûhu ( = Fulân ona çarpıyor)” ve “I’terânî ( = Beni kaplıyor)” sözleri bu asıldandır. “Biz: Tanrılarımızdan kimi seni fena çarpmış demekten başka bir söz söylemeyiz” (Âyet: 54).
“Yürür hiçbir mahlûk hâriç olmamak üzere hepsinin alnından tutan odur” (Âyet: 56), yani hepsi O’nun mülkünde, idaresinde ve tasarrufundadır. “Anîd”, “Anûd”, “Ânid”; hepsi bir ma’nâya olup “Çok inadçı” demektir; bu, tecebbürün, zorbalığın te’kîdidir.
“Ista ‘merakum’”; Allah sizi topraktan meydana getirdi ve sizi orada ömür geçiriciler -yahut da: îmâr ediciler- yaptı” (Âyet: 60). “A’martuhu’d-dâra fehye umra” denilir ki, “Ben evi ömrü müddetince ona mülk yaptım” demektir. “Nekirahum”, “Enkerahum”, “Istenkerahum”; bunların hepsi bir ma’nâya olup “Onlardan hoşlanmadı. (Âyet: 70) demektir.
“İnnehu hamîdun mecîdun” (Şübheyok ki, O, asıl hamde lâyık, hayrı, ihsanı çok olandır) (Âyet: 73), yani “Mecid”, “Mâcid” sığasından Fail veznidir. “Hamîd”de “Hamide (Hamdetti)” fiilinden olup “Mahmûd”, yani “Hamdedilmiş” ma’nâsınadır.
‘Siccîlun”, balçıktan pişirilmiş sert ve büyük taşlar; “Emrimiz geldiği zaman o memleketin üstünü altına getirdik ve tepelerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık” (Âyet: 83). “Siccîl” ve “Siccîn” bir ma’nâyadır, bunlardaki lâm ile nûn, zâid harflerden olmaları ve herbiri diğerine çevrilebilmeleri bakımından iki kardeştirler. (Câhiliyet ve İslâm devirlerine erişmiş muhadram) Şâir Temîm ibnu Mukbil de buna şâhid olacak şu beyti söyledi:
“Nice yaya askerler kuşluk vaktinde miğferlerin yerlerine, yani başlara öyle şiddetli darbe indiriyorlar ki, battallar, yiğitler bunu birbirlerine emir ve tavsiye ediyorlar”; burada “Siccînen”, “Şedîden” demektir.