"Enter"a basıp içeriğe geçin

Buhari 4595

“De ki: Ey kitâblılar, hepiniz bizimle sizin aranızda müsavi (ve âdil) bir kelimeye gelin: Allah’tan başkasına tapmayalım…” (Âyet: 64).

“Sevâın”, “Kasdin” yani “Adaletli” demektir.

4595- Bana İbrâhîm ibn Mûsâ, Hişâm ibn Yûsuf es-San’ânî’den; o da Ma’mer ibn Râşid’den tahdîs etti.

Ve yine bana Abdullah ibnu Muhammed el-Müsnidî tahdîs etti. Bize Abdurrazzâk tahdîs etti. Bize Ma’mer haber verdi ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbe haber verip şöyle dedi: Bana İbnu Abbâs tahdîs edip şöyle dedi: Bana Ebû Sufyân, kendi ağzından benim ağzıma olmak üzere, yani ağız ağıza tahdîs edip şöyle dedi: Ben, benimle Rasûlüllah arasında yapılmış olan sulh müddeti içinde gittim.

Ebû Sufyân dedi ki: Ben Şam’da bulunduğum sırada iken Peygamber’den Hırakl’e bir mektûb getirildi.

Ebû Sufyân dedi ki: Bu mektubu Dıhye ibn Halîfe el-Kelbî getirmiş ve mektubu Busrâ ahâlîsinin büyüğüne (Haris ibn Ebî Şemir el-Gassânî’ye) vermiş, Busrâ’nın büyüğü olan bu zât da mektubu Hırakl’e vermişti.

Ebû Sufyân dedi ki: Hırakl:

— Şu kendisinin peygamber olduğunu söylemekte olan adamın kavminden burada kimse var mı? Diye sordu.

Yanındakiler:

— Evet, vardır, dediler.

Ebû Sufyân dedi ki: Akabinde ben Kureyş’ten bir toplulukla beraber çağrıldım. Hırakl’in huzuruna girdik ve Hırakl’in önünde oturtulduk. Hırakl:

— Peygamber olduğunu söylemekte olan bu Zât’a neseb yönünden en yakın bulunanız hanginizdir? Diye sordu.

Ebû Sufyân dedi ki:

— Benim, dedim.

Beni Hırakl’in önünde oturttular, arkadaşlarımı da benim arkamda oturttular. Sonra tercümanım çağırdı da ona:

— Bunlara söyle ki, ben, peygamber olduğunu söylemekte olan o Adam hakkında bu zâta bâzı şeyler soracağım. Eğer bu zât bana yalan söylerse, sizler onu tekzîb ediniz de! dedi.

Ebû Sufyân dedi ki: Allah’a yemîn ederim ki, arkadaşlarımın benim yalanımı ötede beride yaymaları olmayaydı, muhakkak (Peygamber hakkında) yalan uydururdum. Bundan sonra Hırakl, tercümanına:

— Bu adama: Sizin içinizde O’nun hasebi (kıymeti, şerefi) nasıldır? Diye sor! dedi.

Ebû Sufyân dedi ki:

— O içimizde haseb sahibidir, dedim.

— Bâbaları içinde bir melik var olmuş mudur? Dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben:

— Hayır, dedim.

— Söylediğini söylemesinden önce (yani davetten önce) siz O’nu hiç yalan söylemekle ittihâm ettiniz mi? dedi.

Ben:

— Hayır, dedim. Hırakl:

— O’na insanların eşrafı mı, yoksa zaîfleri mi tâbi’ oluyorlar? Dedi.

Ebû Sufyân dedi ki: Ben:

— O’na halkın eşrafı değil, zaîfleri tâbi’ oluyorlar, dedim.

— O’na tâbi’ olanlar artıyorlar mı, yoksa eksiliyorlar mı? Dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben:

— Hayır, onlar eksilmiyorlar, fakat artıyorlar, dedim. Hırakl:

— İçlerinde O’nun dînine girdikten sonra beğenmemezlikten dolayı dînden dönen kimse var mı? Dedi.

Ebû Sufyân dedi ki: Ben:

— Hayır, yoktur, dedim.

— O’nunla harb ettiniz mi? dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben:

— Evet, harb ettik, dedim. Hırakl:

— O’nunla harbiniz (in sonucu) nasıl oldu? Dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben:

— Bizimle O’nun arasında harb nevbet nevbet olur: Bazen O bize zarar verir, bazen de biz O’na zarar veririz, dedim.

Hırakl:

— O gadr ediyor mu (yani ahdi bozuyor mu)? Dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben:

— Hayır, O gadr etmiyor, ancak biz şimdi O’nunla bir müddete kadar mütâreke halindeyiz; bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz, dedim.

Ebû Sufyân dedi ki: Allah’a yeminle söylüyorum, bu sözden başka konuşma içine bir kelime sokmam bana mümkin olmadı. Hırakl:

— Sizden bu sözü O’ndan evvel söylemiş (yani O’ndan evvel peygamberlik da’vâsına kalkışmış) bir kimse var mı? Dedi.

Ben:

— Hayır, yoktur, dedim. Sonra tercümanına dedi ki:

— Ona söyle: Ben sana içinizde O’nun hasebini sordum. Sen içinizde O’nun haseb sahibi olduğunu söyledin. Rasûller de böyle kavimlerin haseb sâhibleri içinden gönderilirler. Ben sana, O’nun Bâbaları içinde bir melik var mıdır? diye sordum. Sen hayır yoktur dedin. Ben de Bâbalarından bir melik olaydı, bu da Bâbalarının hükümdarlığını geri almak isteyen bir kimsedir diye düşünürdüm dedim. Ve yine ben sana O’na tâbi’ olanlar halkın zaifleri midir, yoksa eşrafı mıdır? diye sordum. Sen: Hayır O’nun tâbi’leri halkın zaîfleridir, dedin. Rasûllerin tâbi’leri de zâten onlardır. Ve yine ben sana, o söylediği peygamberlik sözünü söylemesinden önce, sizler O’nu yalan söylemekle ittihâm eder miydiniz diye sordum. Sen: Hayır, O’nun yalan söylediğini görmedik, dedin. Ben de şu hakikati bildim ki: Önceden insanlara karşı yalan söylememiş iken, sonradan gidip de Allah’a karşı yalan söyleyemezdi. Ve yine ben sana, onlardan O’nun dînine girdikten sonra beğenmemezlikten dolayı dînden dönen var mıdır diye sordum. Sen: Hayır dînden dönen yoktur, dedin. îmân da mûcib olduğu neş’e ve gönül ferahı kalblere karışıp kökleşince böyle olur. Ben sana, onlar artıyorlar mı, yoksa eksiliyorlar mı diye sordum. Sen: Onlar artıyorlar, dedin. İşte îmân da tamamlanıncaya kadar hep böyle bu minval üzere gider. Ben sana, O’nunla harb ettiniz mi diye sordum. Sen: O’nunla harb ettiğinizi, harbin sizinle O’nun arasında nevbet nevbet olup bazen O’nun size zarar verdiğini, bazen de sizin O’na zarar verir olduğunuzu söyledin. Rasûller de böyle imtihana tâbi’ tutulurlar, sonra akıbet onların lehine olur. Ben sana O zât gadr ediyor mu diye sordum. Sen, O’nun gadr etmez olduğunu söyledin. Rasûller de böyledir, gadr etmezler. Ben sana, O’ndan evvel bu peygamberlik sözünü söylemiş bir kimse var mı diye sordum. Sen: Hayır, yoktur, dedin. O’ndan evvel bu sözü söylemiş bir kimse olaydı, bu da kendisinden evvel söylenilmiş bir söze uymuş bir kimsedir diyebilirdim diye düşünürdüm, dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Sonra Hırakl:

— O size ne emrediyor? Dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben:

— O bize namaz kılmayı, zekât vermeyi, akraba ile ilgilenmeyi ve iffetli olmayı emrediyor, dedim.

Hırakl:

— Eğer O’nun hakkında söylemekte olduğun şeyler doğru ise, O muhakkak bir peygamberdir. Ben bir peygamberin çıkacağını bilmekte idim, lâkin ben O’nun sizden olacağını zannetmezdim. Eğer ben O’nun yanına varabileceğimi bilseydim, elbette O’nunla buluşmayı çok arzu ederdim. Eğer ben O’nun yanında olaydım (O’na hizmet ederek) ayaklarım yıkardım. Yemîn ederim ki, O’nun hükümdarlığı şu ayaklarımın bastığı yerlere muhakkak ulaşacaktır, dedi.

Ebû Sufyân dedi ki: Bundan sonra Hırakl, Rasûlüllah’ın mektubunu istedi ve onu okudu. Mektubun içinde şunlar yazılmıştı

‘ ‘Bismillâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

Allah’ın Kulu ve Rasûlü Muhammed’den Rûm’un büyüğü Hırakl’e: Hidâyet yoluna uyanlara selâm olsun! Bundan sonra: Ben seni îslâm da’vetine, yani müslümânlığa da’vet ediyorum. İslâm ‘a gir ki selâmette bulunasın. Müslüman ol ki, Allah senin ecrini iki kat versin! Eğer bu da’vetimi kabul etmezsen Hrıstiyan çiftçilerin günâhı senin boynuna olsun! Ey kitâblılar (Yahudiler ve Hristiyanlar), hepiniz bizimle sizin aranızda müsâvî (ve âdil) bir kelimeye gelin: Allah’tan başkasına tapmayalım,, O’na hiçbirşeyi ortak tutmayalım, Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi rabbler diye tanımayalım. (Buna rağmen) eğer kitâblılar bu da’vetten yüz çevirirlerse, siz de onlara: Şâhid olun, biz muhakkak müslümânlarız, deyiniz. ”

Hırakl mektubun okumasını bitirdikten sonra yanında sesler yükseldi ye gürültü çoğaldı. Bizim dışarıya çıkarılmamız emredildi, biz de dışarıya çıkarıldık. Dışarıya çıktığımız zaman ben arkadaşlarıma:

— İbnu Ebî Kebşe’nin (yânı Peygamber’in) işi hakîkaten kuvvetlenip büyüyor. Şu da muhakkak ki, Asfar oğullarının, yânı Rûmlar’ın meliki O’ndan korkmaktadır, dedim.

Artık, Rasûlüllah’ın işinin gâlib geleceğine tâ Allah kalbime İslâm’ı ve inkıyadı girdirinceye kadar kesin bilici olmakta devam ettim ez-Zuhrî şöyle demiştir: Nihayet Hırakl, Rûm büyüklerini da’vet etti de, onları Hımıs’ta bulunan bir sarayının içinde topladı ve onlara:

— Ey Rûm cemâati, (bu Zât’a bey’at edip de) felaha ve zamanın sonuna kadar rüşde nail olmayı ve mülkünüzün sizin için sabit olmasını istemez misiniz? Diye hitâb etti.

Râvî dedi ki: Bu hitâb üzerine o topluluk, yaban eşekleri kadar sür’atle kapılara doğru kaçıştılarsa da kapıları kapanmış buldular. Hırakl, (onların bu derece kaçışlarını görüp îmânlarından ümîd kesince):

— Bunları benim huzuruma getirin! deyip, onları çağırdı. Akabinde:

— Ben ancak sizin dîniniz üzerindeki şiddetinizi denemişimdir. Şimdi ise sizlerden arzu ettiğim dîninize olan şiddetli bağlılığınızı gözlerimle görmüş bulunuyorum, dedi.

Bu söz üzerine oradakiler Hırakl’den razı olup ona ta’zîm için secde ettiler.