“Musa’nın haberi geldi mi sana? Hani o, bir ateş görmüştü de ailesine: ‘Siz (burada) durun. Hakikat ben bir ateş gördüm. Belki ondan size bir kor getirir yahut ateşin yanında bir yol (gösterici) bulurum’ demişti. İşte Mûsâ; ona gelince kendisine şöyle nida olundu: ‘Ey Mûsâ! Şübhesiz benim, ben senin Rabb’in! Haydi pabuçlarını çıkar. Çünkü sen mukaddes bir vâdîde Tûvâ’dasın” (Tâhâ: 9-12)
“Ânestu absartu naran”, “Bir ateş gördüm, belki ondan size bir kor getiririm” ma’nâsınadır.
İbn Abbâs şöyle demiştir: “Mukaddes”, “Mübarek” demektir. “Tûvâ”, vâdînin ismidir; “Sîretehâ”, “Hâletehâ”; “en-Nuhâ” “et-Tukaa”, “Bi-melkinâ”, “Bi-emrinâ”; “Hevâ” “Şakiye”, “Fârığan illâ min zikri Mûsâ”, “Musa’nın anasının kalbi Mûsâ düşüncesinden başka herşeyden boş olarak sabahladı”; “Rid’en key yusaddıkanî…” “Kardeşim Hârûn lisânca benden daha fasihtir, onu da benimle, beni tasdik edecek bir yardımcı yap”. “Rid’en”in tefsirinde “Mugîsen” yahut “Muînen” denilir. “Yebtuşu” ve “Yebtışu” fiili birinci ve ikinci bâblardan söylenir. “Ye’temirûn”, “İstişare ediyorlar”; “el-Cezvetu”, kendisinde alev bulunmayan odundan kalın bir ateş parçası, “Seneşuddu”, “Senuînuke” (yani sana yardım edeceğiz); Ne zaman bir şeyi kuvvetlendirirsen, ona kuvvet verecek bir pazu yapmışsındır.
İbn Abbâs’tan başkaları da şöyle dedi: Bir harf söyleyemezse yahut söylemede temteme ve fe’fee olduğu hâlde söylerse, o, dilde bir ukdedir.
“Ezri”, “Sırtımı”; “Feyushıtekum”, “Sizi helak edecek”; “el-Muslâ” “el-Emselu”nun müennesidir Bi-tarîkatıkumu ‘l-muslâ ”Bi-dînikumu ‘l-muslâ” (yani düzgün olan dîninizle) diyor. “Muslâyı al, emseli al” denilir. “Sonra saf fa geliniz”: Sen bu gün saffa geldin mi? denilir, bununla içinde namaz kılınan musallayı kasdeder. “Evcese hîfeten”, “İçinde bir korku gizledi” demektir. “Hîfeten” kelimesinden -hâ’nin kesresinden dolayı- vâv harfi gitti. “Fî cuzûı’n-nahli”, “Ala cuzuı’n-nahli” (yani hurma gövdeleri üzerine) demektir. “Hatbuke”, “Bâluke”, yani hâlin, şânın demektir. “Misâse”, mufâale babının masdarıdır.
“Le-nensifennehû” “Onu zerre zerre savunurum”; “esed-Dahâu”, “Sıcaklık”; “Kussîhi”, “Onun izi üzere git, onu ta’kîb et” demektir. Bazen “Biz sana en güzel kıssa anlatıyoruz” gibi söz nakletmek ma’nâsına olur.
“An cunubin”, “Uzaktan” demektir; “An cenabetin” ve “An ictinâbin” de bir ma’nâyadır. Mücâhid de şöyle demiştir:
“Alâ kaderin” “Bir va’de kadar”; “Lâ teniyâ”, “Zayıflamayın, gevşemeyin”; “Mekânen suven”, “Aralarında eşit uzaklıkta bir yer”; “Yebesen”, “Yâbisen” yani kuru; “Min zîneti’l-kavmi” İsrail oğulları’nın Fir’avn halkından ariyet aldıkları zînetler;
“Kazefethâ”; Musa’nın anası o sandığı suya attı;
“Elkaa”, “Yaptı” (yani Sâmirî onlara bir buzağı heykeli yaptı), “Mûsâ unuttu”: Bu sözü Sâmirîler söylüyorlardı: “Sâmirî onlara böğüren bir buzağı heykeli çıkardı da:
İşte sizin de, Musa’nın da tanrısı budur. Fakat Mûsâ unuttu, demişlerdi (yani Mûsâ Rabb’de yanıldı, onlara buzağı hakkında hiçbir söz söylemedi, demişlerdi)”.
3429 Bize Katâde, Enes ibn Mâlik’ten; o da Mâlik ibn Sa’saa’dan tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara kendisinin göklere yürütüldüğü geceden anlatıp şöyle buyurmuştur: “Nihayet beşinci semâya geldi ve orada Harun’la karşılaştı. Cibril:
— Bu Hârûn ‘dur, ona selâm ver, dedi.
Ben de ona selâm verdim, o da selâmımı aldı. Sonra:
— Merhaba sâlih kardeş ve sâlih peygamber! dedi.”
Bu hadîsi Enes’ten; o da Peygamber’den rivayet etmekte Katâde’ye Sabit el-Bunânî ile Abbâd ibn Ebî Alî mutâbaat etmişlerdir.