3425 İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve haber verdi. Kendisi Peygamber’in zevcesi Âişe (r.anha)’ye:
— Allah’ın şu kavline ne dersin; bana bundan haber ver: “Hattâ o peygamberler (kavimlerinin îmânından) ümîdlerini kesip de onların (va’d olundukları ilâhî nusrat hakkında) muhakkak yalana çıkarıldıklarını zannettikleri sırada, onlara nusratımız yetişip gelmiş…” (Yûsuf: 110); “Onların muhakkak yalana çıkarıldıklarını” yahud “Kendilerine yalan söylenmiş olduğunu'”!
Âişe:
— Zann, senin anladığın gibi kendi bâbı üzere değildir. Fakat kendi kavimleri o peygamberleri yalanlamışlardır, dedi.
Ben, Âişe’ye;
— Vallahi onlar kesin surette kavimlerinin kendilerini tekzîb ettiklerini bilmişlerdir; o zann değildir, dedim. Âişe (onu reddedici olarak):
— Yâ Ureyye (yânı: Ey Urvecik)! Onlar bunu kesin bilmişlerdir, dedi.
Ben:
— Belki âyet “Yâhud kuzibu’= Kendilerine yalan söylendi (yani peygamberlere yalan va’dler söylendi)” demektir, dedim.
Âişe:
— Maazallâhî (= Bundan Allah’a sığınırım). Rasûller hiçbir zaman Rabb’lerinin va’dinin ihtilâf edeceğini düşünmemişlerdir. Amma şu “ez-Zânnîne billahi zanne’s-sev’i = Allah’a kötü zannda bulunanlar” (el-Feth: 6) âyetine gelince onlar Rabb’lerine îmân etmiş ve peygamberleri tasdîk etmiş olan peygamberlerin tâbi’leridir; bunlar üzerine belâ uzamış, ilâhî yardım ve zafer onlardan gecikmiş, hattâ peygamberler kendi kavimlerinden olup da, peygamberleri tekzîb edenlerden ümîdsizliğe düştükleri ve tâbi’lerinin kendilerini tekzîb ettiklerini zannetmiş oldukları zaman, onlara Allah’ın yardımı gelmiştir, dedi.
Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: “İstey’esû”nun vezni (Yeistu minhu), yani Yûsuf’tan ümîd kestim ta’bîrinden “İftealû”dur.
-el-Asîlî’de: “İstef’alû”dur-. “Lâ tey’esû min ravhillâh” -Allah’ın rahmetinden ümîd kesmeyin- (Yûsuf:, 87); bunun ma’nâsı ümîddir.