3400 Bize İbrâhîm ibnu Nâfi’, Kesîr ibn Kesîr’den; o da Saîd ibn Cubeyr’den tahdîs etti ki, İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir; İbrahim ile ehli Sâre arasında (Hâcer’i kıskanma sebebivle) çekişme meydana geldiği zaman, İbrâhîm Peygamber, İsmâîl ve İsmail’in anası ile yola çıktı. Yanlarında içinde su olan bir kırba vardı. İsmail’in anası bu kırbadan su İçiyor, bundan da çocuğuna içireceği sütü çoğalıyordu. Nihayet Mekke’ye geldi. Karısı Hâcer’i büyük bir ağacın altına koydu. Sonra İbrâhîm kendisi Şam’a, ailesinin yanına gitmek üzere döndü. İsmail’in anası Hâcer de arkasından gitti. Nihayet Kedâ mevkiine ulaştıkları zaman Hâcer, İbrahim’in arkasından:
— Yâ İbrâhîm! Bizi kime bırakıyorsun? diye ünledi. İbrâhîm:
— Sizleri Allah’a bırakıyorum, dedi. Hâcer:
— Ben Allah ile olmaktan razıyım, hoşnudum, dedi.
İbn Abbâs dedi ki: Bunun üzerine Hâcer ilk yerine döndü. Artık kırbadan su içmeye ve sütü çoğalıp çocuğuna emzirmeye devam etti. Nihayet su tükenince kendi kendine:
— Gidip etrafa baksam belki bir kimse görebilirim, dedi.
İbn Abbâs dedi ki: Bu düşünce üzerine Hâcer gitti ve Safa tepesine çıktı herhangi bir kimse görebilir mi diye etrafa tekrar tekrar baktı. Fakat hiçbir kimse göremedi. (Safâ’dan inip) vâdîye ulaşınca sür’atle yürüdü ve Merve’ye geldi. (Orada da etrafa baktı, hiç kimse göremedi.) Bu Safa’ ile Merve arasında gidip gelme işini yedi defa yaptı. Sonra kendi kendine:
— Gidip de çocuğum ne yaptı, baksam! dedi.
Akabinde gidip baktı ve çocuğu kendi hâli üzere gördü. Çocuk kendisindeki susuzluktan dolayı ölmek üzere baygınlık derecesinde göğsünden hıçkırıyordu. Hâcer’in gönlü kendisini çocuğun bu hâli karşısında durdurmadı. Kendi kendine:
— Gitsem etrafa baksam, belki bir kimse görürüm, diye söylendi. Akabinde gitti, Safâ’ya çıktı; bir kimse görmek ümîdiyle etrafa tekrar tekrar baktı, fakat hiçbir kimse göremedi. Nihayet Safa ile Merve arasındaki bu gidip gelmeleri yediye tamamladı. Sonra yine kendi kendine:
— Gidip de çocuk ne yaptı baksam, dedi.
Kendisi Merve üzerinde bunları söylediği anda birden bir ses işitti. Bunun üzerine Hâcer:
—Ey ses sahibi, eğer sende bir hayır varsa yardım et! dedi.
Böyle derken Zemzem kuyusunun yerinde Cibril’i gördü.
İbn Abbâs dedi ki: Peygamber, ayağının topuğuyla işaret ederek gösterdi: Cibril ayağının topuğu ile yeri dürttü. Dedi ki: Akabinde hemen su fışkırdı. İsmâîl’in anası hayrete düştü ve yeri açmağa başladı.
İbn Abbâs dedi ki: Ebû’l-Kaasım (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hâcer Zemzem’i kendi hâline bıraksaydı, su yeryüzünde açıktan akardı” buyurdu.
Dedi ki: Artık Hâcer sudan içiyor, sütü çoğalıyor, çocuğunu emziriyordu.
Dedi ki: Hâcer bu suretle yaşarken Cürhüm kabilesinden birtakım insanlar Mekke vadisine uğradılar. Onlar orada birtakım kuşların uçtuğunu gördüler. Kendileri bunu inkâr edercesine:
— Kuşlar su üzerinden başka yerde bulunmaz, dediler ve hemen araştırıcı elçilerini gönderdiler.
Elçi ve beraberindekiler baktılar ve kendilerini bir su üzerinde gördüler. Hemen kabileye gelip, onlara su olduğunu haber verdiler. Bunun üzerine Cürhümlüler Hâcer’in yanına geldiler ve:
— Ey İsmail’in anası! Bizim de burada senin beraberinde olmamıza yahut seninle beraber ikaamet etmemize izin verir misin? dediler.
(Hâcer onlara izin verdi, beraber oturdular.)
Nihayet Hâcer’in oğlu bulûğ çağına erişince, Cürhümlüler içinde bir kadınla evlendi.
Dedi ki: İsmâîl evlendikten sonra İbrahim’e Hâcer’in bulunduğu yere gitmek düşüncesi belirdi. Bunun üzerine ailesi Sâre’ye:
— Ben Mekke’de bıraktıklarımı arayacağım, dedi.
Dedi ki: Akabinde Mekke’ye geldi ve İsmâîl’in karısına:.
— İsmâîl nerede? diye sordu. İsmail’in karısı:
— Ava gitti, dedi ve: Bize konuk olsan, yiyip içsen! sözlerini söyledi.
İbrâhîm:
— Yiyeceğiniz nedir, içeceğiniz nedir? diye sordu. Kadın:
— Yiyeceğimiz ettir, içeceğimiz de sudur, dedi. İbrâhîm:
— Yâ Allah! Bunlar için etlerinde ve içeceklerinde bereket halk eyle! dedi.
İbn Abbâs dedi ki: Ebû’l-Kaasım (sallallahü aleyhi ve sellem): “İbrahim’in duası sebebiyle Mekke’nin yiyecek ve içeceğinde büyük bir bereket vardır” buyurdu.
Dedi ki: Sonra İbrahim’e yine Mekke’ye gitmek fikri belirdi ve ailesine:
— Ben Mekke’de bıraktıklarıma gideceğim, dedi (ve yollandı).
Mekke’ye gelince İsmail ile Zemzem kuyusunun arka tarafında kendi oklarını düzeltirken karşılaştı. Buluşma töreninden sonra oğluna:
— Yâ İsmâîl, Rabb’im bana kendisi için bir Beyt yapmamı emretti, dedi.
İsmâîl:
— Rabb’inin emrine itaat et, dedi. İbrâhîm:
— Rabb’im bu iş üzerine bana yardım etmeni de emretti, dedi. İsmâîl:
— Öyle ise yardım ederim, dedi; yahut da dediği gibi dedi. Bunun üzerine her ikisi kalktılar, İbrâhîm bina etmeye, İsmâîlde taşları uzatıp vermeye koyuldular ve:
— “Ey Rabb’imiz, bizden kabul buyur. Şübhesiz hakkıyle işiten, kemâliyle bilen Sen’sin Sen” (el-Bakara: 127) duasını söylüyorlardı.
Dedi ki: Nihayet bina yükseldi. Yaşlı İbrâhîm de taşları nakletmekten zaîf oldu. Bundan sonra İbrâhîm Makaam taşının üzerinde durdu da İsmâîl taşları ona uzatıp vermeye başladı. Bu işleri yaparlarken: “Ey Rabb’imiz, bizden (bu hizmeti) kabul buyur. Şübhesiz hakkıyle işiten, kemâliyle bilen Sen’sin Sen” duasını tekrar tekrar söylüyorlardı.