"Enter"a basıp içeriğe geçin

Buhari 3399

3399- (Buhârî dedi ki:) Ve bana Abdullah ibn Muhammed tahdîs etti: Bize Abdurrazzâk tahdîs etti: Bize Ma’mer ibn Râşid, Eyyûb es-Sahtıyânî’den ve Kesîr ibn Kesîr ibni’l-Muttalib ibn Ebî Vedâa’dan -bunların biri diğeri üzerine artırma yapıyordu-, bunlar da Saîd ibn Cubeyr’den haber verdi. İbn Abbâs şöyle dedi: Kadınların uzun etekli elbise kullanmaları İsmail’in anası Hâcer tarafından konulmuş bir âdettir. Hâcer (kıskanç ortağı) Sâre’den izini gizlemek için uzun eteklik giymişti.

İbrahim, Hâcer’le evlenip İsmail doğduktan sonra emzirmekte olduğu bu oğlu ile beraber (Sâre’nin saldırısından korumak için Şam’dan çıkıp) Mekke’ye geldi. Nihayet Hâcer’le İsmail’i Mescid’in (bugün bulunduğu) yerin ve Mescid’in yüksek bir yerindeki Zemzem kuyusunun yukarısında büyük bir ağacın yanına bıraktı. O târihte Mekke’de hiçbir kimse yoktu. Hattâ içecek su da yoktu. İşte İbrâhîm bu ana ve oğulu buraya bıraktı. Yanlarına içi hurma dolu meşin bir dağarcık, içi su dolu bir kırba bıraktı. Sonra İbrâhîm kendi (Şam’a) gitmek üzere döndü. İsmail’in anası Hâcer de arkasından onu ta’kîb etti de:

— Yâ İbrâhîm! Bizi bu vâdîde bırakıp da nereye gidiyorsun? Öyle bir vâdî ki, ne görüp görüşecek bir ins var, ne de başka bir hayât eseri şey var, dedi.

Hâcer bu sözlerini tekrar tekrar söyledi ise de İbrâhîm ona dönüp bakmadı. Nihayet Hâcer ona:

— Bizi burada birakmayı sana Allah mı emretti? diye sordu.

İbrâhîm:

—Evet, Allah emretti! diye cevâb verdi.

Bunun üzerine Hâcer:

— Öyleyse O bizi zayi’ etmez, korur! dedi.

Sonra (Ka’be’nin yerine) döndü. İbrâhîm de ayrılıp gitti. Tâ Mekke’nin üstündeki Seniyye mevkiinde görülmeyecek bir yerde bulununca yüzünü Ka’be tarafına döndürdü. Sonra ellerini kaldırarak şu kelimelerle duâ etti:

— ‘Ey Rabb’imiz, ben evlâdımdan kimini Senin mukaddes olan evinin yanında ekimiz bir vâdîye yerleştirdim. Sebebi şudur ki, Rabbimiz, dosdoğru namazlarını kılsınlar. Artık Sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir. Onların şükretmeleri ümîd edildiği için, kendilerini bâzı meyvelerle rızıklandır! dedi” (İbrâhîm: 37).

Artık İsmail’in anası,oğlu İsmail’i emziriyor ve kendisi kırbadaki sudan içiyordu. Nihayet kırbadaki su bitince hem Hâcer, hem de çocuğu susadı. Hâcer çocuğun susuzluktan toprak üstünde sızlanarak yuvarlandığına bakmağa başladı. Fakat çocuğun bu elîm hâline bakmaktan fenâlaşarak onun yanından kalkıp biraz öteye gitti. Ve o mıntıkada Ka’be’ye en yakın dağ olarak Safa tepesini buldu ve bunun üstüne çıktı. Sonra vâdîye karşı durup bir kimse görebilir miyim diye bakmağa başladı. Fakat hiçbir kimse göremiyordu. Bu defa Safa tepesinden indi. Vâdîye varınca (ayağına dokunmamak için) entarisinin eteğini topladı. Sonra müşkil bir işle karşılaşan bir insan azmiyle koştu, vâdîyi geçti. Sonra Merve mevkiine geldi. Orada da biraz durdu ve bir kimse görebilir miyim diye baktı. Fakat hiçbir kimse göremedi. Hâcer bu suretle (Safa ile Merve arasında) yedi defa gitti, geldi.

İbn Abbâs dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bunun için insanlar Safa ile Merve arasında sa’y ederler” buyurdu.

Son defa Merve üzerine çıktığında bir ses işitti ve kendisi nefsine hitâb ederek: Sus, iyice dinle! dedi. Sonra dikkatle dinledi. Bu sesi evvelki gibi bir daha işitti. Bunun üzerine Hâcer:

—Ey ses sahibi, sesini duyurdun! Eğer sen bize yardım etmek kudretine mâlik isen bize yardım et! dedi.

Ve böyle der demez hemen Zemzem kuyusunun yerinde bir melek göründü. O melek ayağının topuğu ile yahut kanadıyle yeri kazıyordu. Nihayet su göründü. Hâcer (su başka tarafa akmasın diye) suyu eliyle çevirdi, havuz gibi yaptı. Hâcer hem eliyle öyle yapıyordu, bir taraftan da kırbasını doldurmaya devam ediyordu. Su ise avuç avuç alındıktan sonra yerinde kaynıyordu.

İbn Abbâs dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah İsmail’in anası Hâcer’e rahmet etsin! O, Zemzemi kendi hâline bıraksaydı da suyu avuçlamasaydı, muhakkak Zemzem akar bir ırmak olurdu” buyurdu.

İbn Abbâs devamla dedi ki: Hâcer bu sudan içti, çocuğunu emzirdi.

Melek, Hâcer’e:

— Zayi’ ve helak oluruz diye sakın korkmayın! İşte şurası Allah’ın evidir. O evi şu çocukla babası yapacaktır. Muhakkak ki, Allah o işin ehlini zayi’ etmez! dedi.

Beyt’in yeri tepe gibi olup yerden yüksekçe idi. Uzun zaman seller sağını solunu kazıp götürmüştü.

Hâcer bu suretle yaşarken günün birinde Cürhüm’den bir cemâat uğradı. Bunlar Kedâ yoluyla gelip Mekke’nin alt tarafına indiler. Cürhümlüler oraya bir kuşun gelip gittiğini görmüşlerdi de:

— Hiç şübhesiz şu kuş bir suyun başında döner dolaşır. Halbuki biz de bu vâdîde su bulunmadığını biliyorduk, demişlerdi.

Ve anlamak için çevik bir yahut iki kişi göndermişler. Onlar orada su bulunduğunu anlayınca dönüp gelmişler ve su olduğunu haber vermişler. Bunun üzerine Cürhümlüler Mekke mevkiine gelmişlerdir.

İbn Abbâs dedi ki: Cürhümlüler geldiğinde İsmail’in anası da su başında idi. Cürhümlüler ona:

— Bizim de gelip şuraya senin yakınına inmemize izin verir misin? dediler.

Hâcer de:

—Evet, inebilirsiniz (bu sudan da kullanabilirsiniz), şu kadar ki, bu suda sizin mülkiyet hakkınız yoktur, dedi. Onlar da:

— Evet, diyerek Hâcer’i tasdik ettiler.

Ünsiyete muhtâc olduğu bir sırada Cürhümlüler’in bu gelişi Hâcer’in arzusuna uygun oldu. Cürhümlüler Mekke civarına inip kondular. Sonra Cürhümlüler’in asıl kalabalık kısmına da haber gönderdiler. Onlar da gelip kondular. Nihayet Mekke’nin bulunduğu yer medenî bir ma’mûre hâline gelmeye başladı. Hâcer’in oğlu İsmâîl yiğitlik ve gençlik çağına girdi. Cürhümlüler’den Arabça öğrendi. Artık İsmâîl gençlik çağında Cürhümlüler arasında en sevimli bir sîmâ olmuştu. Onun necâbeti, güzelliği Cürhümlüler’i hayret içinde bırakmıştı. Bu sebeble İsmâîl bulûğ devresine erişince Cürhümlüler onu kendilerinden bir kızla evlendirdiler. Hayâtın bu mes’ûd safhası devam ederken günün birinde İsmail’in anası öldü. (Hâcer’in doksan yaşına girdiği ve Ka’be’nin bitişiğindeki Hıcr denilen yere gömüldüğü söylenir.)

İsmâîl evlendikten sonra İbrâhîm bırakıp gittiği oğlunu ve kadınını arayarak görmeye geldi. İsmâîl o sırada evde yoktu, ismâîl’i karısına sordu. O da:

— Rızkımızı tedârik etmek üzere çıktı gitti, diye cevâb verdi. Sonra İbrâhîm:

— Maişetiniz, hâliniz nasıldır? diye sordu. İsmail’in kadını:

— Şiddetli darlık içindeyiz, fena bir hâldeyiz! diye şikâyet etti. İbrâhîm:

— Kocan geldiğinde benden selâm söyle ve ona de ki: Kapısının eşiğinin basamağını değiştirsin! dedi.

İsmâîl geldiğinde babasının gelip gittiğini sezer gibi oldu da karısına:

— Evimize gelen oldu mu? diye sordu. O da:

— Evet, şöyle şöyle şekilde yaşlı bir kişi geldi. Bana seni sordu. Cevâb verdim. Maişetimizi sordu. Ben de şiddetli darlık içinde bulunduğumuzu söyledim! dedi.

Bunun üzerine İsmâîl:

— Sana birşey vasiyet ve bir söz emânet etti mi? dedi. O da:

— Evet bana, sana selâm söylememi ve kapının basamağını değiştir dememi tenbîh etti, dedi.

Sonra İsmâîl kadınına:

— O gelen ihtiyar, babamdır. Bana senden ayrılmamı emretmiştir. Artık sen kendi ailenizin evine gidebilirsin! dedi.

Ve ondan ayrılarak Cürhümlüler’den başka bir kadınla evlendi.

İbrâhîm, Allah’ın dilediği bir müddet uzaklaştı da sonra geldi. Yine evde ismâîl’i bulamadı. İsmâîl’in karısının yanına girdi. Ona da İsmail’i sordu. O da:

— Maişetimizi tedârik etmeye gitti, dedi. İbrâhîm:

— Nasılsınız; maişetiniz, hâliniz iyi midir? diye sordu. İsmâîl’in karısı:

— Biz hayır, saadet ve bolluk içindeyiz! diye Allah’a hamd ve sena etti.

İbrâhîm:

— Ne yiyip içiyorsunuz? diye sordu. Kadın:

— Et yiyoruz, su içiyoruz, dedi. İbrâhîm Peygamber:

— Yâ Allah! Bunların etlerini ve sularını mübarek kıl, hayır ve bereket ihsan eyle! diye duâ etti.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “İbrahim zamanında Mekke civarında hububat yoktu. Av etiyle gıdalanıyorlardı. Eğer o târihlerde ve oralarda hububat olsaydı, İbrahim hububat hakkında dua ederdi”, İbn Abbâs dedi ki: İbrahim’in bu duası bereketiyledir ki, et ile su Mekke’den başka yerlerde (o sıcak muhitte) Mekke’deki kadar hiçbir kimsenin sıhhatine uygun düşmez.

Yine İbn Abbâs dedi ki: İbrâhîm Peygamber’e gelince:

— Kocan geldiğinde ona selâm söyle ve ona kapısının eşiğini güzel tutsun diye emreyle! demiştir. (Sonra İbrâhîm Şam’a dönmüştür.)

İsmâîl geldiğinde:

— Evimize gelen oldu mu? diye sordu. Karısı:

— Evet, güzel yüzlü bir ihtiyar geldi, diye İbrâhîm’i medhetti. Sonra kadın:

— Seni sordu, ben de rızkımızı tedârik etmeye gitti, dedim. Geçiminiz nasıldır? dedi. Ben de hayır ve saadet içindeyiz, dedim.

Sonra İsmâîl:

— Sana birşey vasiyet etti mi? diye sordu. Kadın da:

— Evet, o ihtiyar sana selâm söyledi ve kapının eşiğini iyi tutmanı emreyledi, dedi.

Bunun üzerine İsmâîl, kadınına:

— İşte o, babamdır; sen de evimizin şerefli eşiğisin! Babam bana seni hoş tutmamı, iyi geçinmemi emretmiştir, dedi.

Sonra îbrâhîm yine bir müddet daha oğlundan ve ailesinden uzakta yaşadı. Ondan sonra Mekke’ye geldi. O sırada İsmâîl Zemzem kuyusunun yakınında büyük bir ağacın altında okunu yontup düzeltmekte idi. İsmâîl babasını görünce hemen kalkıp babasına karşı vardı. Ve bir babanın oğluna, bir oğulun da babasına karşı yapageldikleri sarılmalarla, el, yüz, göz öpmelerinde bulundular. Sonra İbrâhîm oğluna:

— Yâ İsmâîl! Allah bana büyük bir iş emretti, dedi. İsmâîl de:

— (Babacığım) Rabb’in ne emretti ise onu yerine getir, dedi. İbrâhîm:

— Fakat bu işte sen bana yardım edeceksin, dedi. İsmâîl:

— Ben sana her türlü yardımı yaparım, dedi. İbrâhîm:

— Allah burada bir Beyt yapmamı emretti, diye etrafından yüksekçe bir tepeye işaret etti.

İbn Abbâs dedi ki: İbrâhîm’le İsmâîl, işte orada Ka’be’nin esâsını kurup duvarlarını yükselttiler. İsmâîl taş getirirdi, İbrâhîm de bina ederdi. Nihayet Beyt’in binası ilerleyip duvarları yükseldiğinde İsmâîl (bugün ziyaret edilen ma’lûm) taşı getirdi. İbrâhîm de onu ayağının altına (iskele olarak) koydu, üzerinde inşâata devam etti. İbrâhîm, yapar, İsmâîl de taş sunardı. Nihayet inşâat tamam olduktan sonra, baba oğul Beyt’in etrafında dolaşıyorlar ve şöyle duâ ediyorlardı: “Ey Rabb ‘imiz, bizden (şu hizmeti) kabul et, şübhesiz hakkıyle işiten, kemâliyle bilen Sen’sin Sen… ” (el-Bakara. 127).