3195 Bize Saîd ibnu Ubeydillah es-Sakafîtahdîs edip şöyle dedi: Bize Bekr ibnu Abdillah el-Muzenî ile Ziyâd ibnu Cubeyr tahdîs etti ki, Cubeyr ibnu Hayye şöyle demiştir: Urner ibnu’l-Hattâb (halifeliğinin ikinci yılında) müşriklerle harbetmeleri için İran’ın büyük şehirleri üzerine ordular gönderdi. Yapılan savaşlar üzerine Hürmüzân müslüman oldu (Omer de onu yakınları arasına alarak şöyle istişarede bulundu) :
— Ey Hürmüzân! Şimdi ben seninle (İran fetihlerini tamamlamak için) şu Fars, Isfahan, Azerbaycan hakkında istişare ediyorum. Bunlardan, önce hangisinin fethine başlamalıdır? diye sordu.
Hürmüzân cevâb vererek:
— Evet Emîru’l-Mü’minîn! Bu toprakların ve buralarda bulunan müslümân düşmanı halkın benzeri, iki kanadı, iki ayağı ve bir başı bulunan bir kuşun benzeridir. Bu kuşun kanatlarından biri kırılsa (o ölmez), bir kanadı ve bir başı ile iki ayağı üstünde durur. Öbür kanadı da kırılmış olsa bir başı ve iki ayağı ile yaşar durur. Amma kuşun başı ezilirse ayakları da, kanatları da, başı da (kırılır, ezilir) gider. İmdi bu işte baş, Kisrâ’dır. Kanadın biri Kayser’dir, öbürüsü de Fars’tır. Yâ Emîru’l-Mü’minîn! Şimdi siz müslümânlara emrediniz de toptan Kisrâ üzerine hareket etsinler! dedi.
(Bu, İran harp târihinin son derece özetlenmiş birinci safhasıdır.)
Bekr ibn Abdillah el-Muzenî ile Ziyâd ibn Cubeyr beraberce söylediler ki, râvî Cubeyr ibnu Hayye (İran vak’alarının ikinci safhasını rivayet ederek) şöyle demiştir: (Kaadisiyye fethinden sonra bir gün) bizi Omer gaza için çağırdı, üzerimize de Nu’mân ibn Mukarrin’i kumandan yaptı. (O da Kaadisiyye fethinden yeni gelmişti. Bu yeni ordu içinde ibn Omer ve sahâbîlerden pek çok kimseler vardı. Biz Medine’den hareket ederken Omer, Ebû Mûsâ el-Eş’arî’ye Basra kuvvetleriyle; Huzeyfe’ye de Küfe kuvvetleriyle hareket etmelerini ve Nihâvend’de birleşmelerini yazdı -İbn Ebî Şeybe rivayetinden-) Biz de Medine’den hareket edip düşman diyarında Nihâvend’e varıp birleştik. Kisrânın kumandanı bizi (Fars, Kirman ve diğerlerinden) kırk bin kişilik bir kuvvetle karşıladı. Ve kumandan tarafından gelen bir tercüman bize:
— Bâzı şeyler soracağım. İçinizden bir kişi bana cevâp versin! dedi.
(Sahâbîlerin hakîm ve hatîblerinden) Mugîre ibn Şu’be:
— Ne istersen sor, dedi. Bunun üzerine o tercüman:
— Sizler nesiniz? dedi. Mugîre şöyle cevâb verdi:
— Biz Arab ırkından birtakım kimseleriz. Biz vaktiyle azgın bir şakaavet, zorlu bir belâ içinde yaşar; açlıktan hurma çekirdeği ve deri parçası sorar; deve yününden ve kıldan elbise giyer; ağaçlara ve taşlara tapardık. Hulâsa biz böyle bir vahşet ve cehalet içinde iken, göklerin ve yerlerin Rabb’i, şânı âlî, azameti mütecellî olan Allah bize kendi aramızdan bir peygamber gönderdi. Biz O’nun babasını (aramızdaki şerefini, doğru sözlülüğünü) biliriz. Şimdi Rabb’imizin elçi gönderdiği bu Azîz Peygamberimiz bize, -Siz yalnız bir Allah’a ibâdet edinceye yahut cizye verinceye kadar- sizinle harbetmemizi emretti. Ve Peygamberimiz Rabb’imizin elçiliğinden olmak üzere bize şunu haber verdi: Bizden cihâd uğrunda öldürülen, asla benzeri görülmemiş ni’metlerle dopdolu olan cennete gider. Şehîd olmayıp da hayatta kalanlar da sizleri esir alıp boyunlarınıza mâlik olurlar.