1814 Âişe (r.anha) haber verip şöyle dedi: Bizler Rasûlüllah’ın beraberinde zu’l-hicce hilâline doğru Medine’den yola çıktık. Rasûlüllah (Mîkaatta): “Her kim umre niyetiyle ihrama girmek isterse öylece ihrama girip telbiye etsin. Ve hacc niyetiyle ihrama girip telbiye etmek isteyen de hacc niyetiyle ihrama girip telbiye etsin. Ben de eğer kurbanlık sevk etmemiş bulunaydım, muhakkak umre niyetiyle ihrama girip telbiye ederdim” buyurdu. Bunun üzerine sahâbîlerden kimi umre niyetiyle ihrama girip telbiye etti, kimi de hacc niyetiyle ihrama girip telbiye etti. Ben de umre niyetiyle ihrama girip telbiye edenlerden idim. Ben Mekke’ye girmeden önce (Serif mevkiinde) hayızlandım. Ben hayızlı iken arefe günü gelip çattı. Ben hâlimi Rasülullah’a şikâyet edip söyledim. Rasûlüllah: “Umreni bırak, başının saç örgülerini çöz, taran ve hacc niyetiyle telbiye et!” buyurdu. Ben de öyle yaptım. Nihayet (haccı bitirdikten sonra) Muhassab’da kaldığımız gece olunca Rasûlüllah, erkek kardeşim Abdurrahmân’ı, beraberimde Ten’îm’e yolladı. Abdurrahmân, Âişe’yi bineğinin arka tarafına bindirip götürdü. Âişe oradan evvelce başladığı umresinin yerine, yeni bir umre niyetiyle ihrama girip telbiye etti. Böylece Allah, Âişe’nin haccını ve umresini yerine getirdi. Ve bu umreden dolayı keffâret olarak ne kurbân, ne sadaka, ne de oruç tutmak lâzım geldi.