1495 Hakîm ibn Hızâm (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah’tan atıyye istedim, o bana istediğimi verdi, Sonra yine istedim, bana yine verdi. Sonra üçüncü defa yine istedim, bu defa da bana verdi. Bundan sonra şöyle buyurdu: “Ey Hakîm! Şübhesizpu dünyâ malı, (sanki) yeşil renkli, yemesi tatlı bir meyvedir. Her kim bu malı nefis feragati ile hırssız alırsa, o mal kendisi için bereketli ve meymenetli kılınır. Her kim de bunu nefis hırsı ile alırsa bu mal, alan kimse için bereketli ve şerefli olmaz. O ihtiraslı kimse (doymazlık hastalığına tutulmuş) bir obur gibidir ki, dâima yer; bir türlü doymaz- Yüksek el, alçak elden hayırlıdır”
Hakîm dedi ki; Ben: Yâ Rasûlallah! Seni hakk Peyamber gönderen Allah’a yemîn ederim ki, ben şu dünyâdan ayrılıncaya kadar senden başka hiçbir kimsenin malından birşey alıp eksiltmem, dedim.
(Râvî dedi ki:) Hakîkaten Ebû Bekr (radıyallahü anh), Beytu’l-mâl’deki hakkını vermek için Hakîm’i çağırırdı. Fakat Hakîm, Ebû Bekr’in bu ihsanını kabul etmekten çekinirdi. Sonra Omer (radıyallahü anh) de hakkını vermek için onu da’vet etmiş, Hakîm ondan da herhangi birşey kabul etmekten çekinmiştir. Bundan sonra Omer (sahâbîlerin huzurunda):
Ey müslümânlar topluluğu! Ben sizleri Hakîm üzerine şâhid yapıyorum ki, ben harâc ve ganimet malından ta’yîn edilmiş olan hakkını kendisine arz ediyorum, fakat o bu hakkını almaktan çekiniyor, dedi. Ve hakîkaten Hakîm, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’tan sonra tâ vefat edinceye kadar hiçbir insanın malından alıp eksiltmemiştir.