Evzâî de şöyle demiştir: Eğer fetih zamanı yaklaşıp namaz kılmaya kaadir olmazlarsa, îmâ ile namaz kılarlar. Herkes ayrı ayrı namaz kılar, imâya da kaadir olmazlarsa, kıtale ara verilinceye kadar yahut emniyette oluncaya kadar namazı geri bırakır, sonra iki rek’at kılarlar. Buna da kaadir olmazlarsa, bir rükû’ ile iki sucûdden ibaret bir namaz kılarlar. Buna da kaadir olmazlarsa, kendilerine tekbîr kifayet etmez; namazı emîn olacakları zamana kadar geri bırakırlar.
Mekhûl de buna kaail olmuştur. Enes ibn Mâlik de şöyle demiştir: Tuster Kal’ası muhasara edilirken tan yeri ağardığı vakitte hâzır bulundum. Kıtalin alevlenmesi şiddetlendi de, sabah namazını kılamadılar. Gün yükselmeden namazı kılamadık. Biz o namazı Ebû Mûsâ el-Eş’ârî ile beraber kıldık. Kal’anın fethi de bize müyesser oldu”.
Yine Enes: “Bu namaza mukaabil dünyâ ve içindekilere mâlik olmak beni sevindirmez” demiştir.
953 Câbir ibn Abdillah (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Hendek günü (güneş battıktan sonra) Omer gelip, Kureyş kâfirlerine sövmeye başladı. Ve: Yâ Rasûlallah, ikindiyi az daha güneş batmadan kılamayacaktım, diyordu. Peygamber: “Vallahi onu henüz ben de kılamadım” dedi. Bunun üzerine Peygamber Buthân vadisine indi ve orada abdest aldı. Güneş batmış iken ikindiyi kıldırdı, sonra onun ardından da akşamı kıldırdı.