Böyle diyordu Marduk, babasına. Evladım! Evladım! Bilmediğin ne kaldı, sana daha fazla ne verebilirim, diye soruyordu Enki ona. Göklerin sırlarını, Dünya’nın sırlarını seninle paylaşmadım mı? Heyhat babam! Marduk’un sesinde büyük bir acı vardı. Abzu’daki Anunnakiler işi bıraktıklarında ve sen ilkel işçiyi biçimlendirmeye koyulduğunda sana yardım etsin, diye anamı değil, Ninurta’nın anasını çağırdın yanına.
Sana yardım etsin, diye beni değil, küçüğüm Ningişzidda’yı davet ettin. Hayat ve ölüm ile ilgili bilgilerini onlarla paylaştın, benimle değil. Evladım, diyerek yanıtladı Enki, Marduk’u. Sana İgigilerin ve Lahmu’nun komutanlığı verildi en üstün olasın diye. Heyhat, babam, diyordu Marduk. Kısmet yoksun bıraktı bizi üstünlükten. Sen, babam Anu’nun ilk oğlu iken, sen değil de Enlil yasal varis oldu.
Sen, babam ilk suya inip Eridu’yu kurmuş iken; Eridu Enlil’in bölgesinde, seninki ise ta uzakta, Abzu’da. Senin ilk oğlun benim, hem de yasal eşinden Nibiru’da doğdum. Gel gör ki altın Ninurta’nın şehrinde bir araya gelip oradan yollanıyor ve orada saklanıyor. Nibiru’nun yaşayakalışı onun ellerinde, benimkilerde değil. Dünya’ya döndüğümüzde artık ne olacak benim görevim?
Ünlenip krallık mı olacak kısmetim yoksa yine aşağılanacak mıyım? Sessiz kalan Enki oğlunu kucakladı; o ıpıssız Ay’da ona şu sözü verdi: Benden alınan şey gelecekte senin olacak! Senin göksel zamanın gelecek, seninki olacak benimkine bitişik olan durak!