"Enter"a basıp içeriğe geçin

Alalu Dünyayı Keşfe Çıkıyor – Sümer Tabletleri

Şimdi bu, eski zamanların nasıl başladığının ve altın çağ olarak bilinen çağın yıllıklarının veNibiru’dan Dünya’ya altın aramaya nasıl gidildiğinin hikayesidir. Başlangıcı, Alalu’nun Nibiru’dan kaçışıydı. Alalu büyük anlayışla donandı; öğrenerek çok bilgi edindi. Atası Anşargal sayesinde göklere ve turlara dair çokça bilgi birikmişti. Enşar sayesinde bilgi iyice çoğaldı. Alalu bunlardan çok şey öğrendi; bilgelerle görüştü, alimlere ve komutanlara danıştı.

Başlangıcın bilgisi böylece elde edilmişti; Alalu da bu bilgiye sahipti. Dövülmüş bilezikteki altın bunun doğrulamasıydı; dövülmüş bilezikteki altın, Tiamat’ın üst yarısındaki altının göstergesiydi. Alalu altın gezegenine vardı zaferle; arabası bir fırtınayla yere çakılmıştı. Bir ışınla çevreyi taradı, nerede olduğunu keşfetmeye çalıştı; arabası kuru toprağa inmişti; çok geniş sazlıkların tam kıyısında durmuştu. Kartal miğferini takıp balık giysisini giydi.

Arabanın kapağını açtı ve açık kapakta durakalıp etrafına merakla baktı. Zemin koyu renkliydi; göklerse mavi-beyaz; Hiç ses yoktu, bir kişi bile yoktu onu selamlayan. Yabancı bir gezegende tek başına duruyordu; Nibiru’dan sonsuza dek sürgün olmayı göze almıştı. Aşağıya indirdi kendini, ayak bastı koyu renkli toprağa; uzakta tepeler vardı, yakınlarda ise çokça yeşillik. Önünde sazlıklar uzanıyordu, içlerine yürüdü; suyun soğukluğundan içi titredi. Kuru toprağa geri çıktı; yabancı bir gezegende tek başına duruyordu.
Aklına üşüştü düşünceler; eşini ve çocuklarını özlemle andı. Nibiru’dan sonsuza dek sürgün mü olmuştu? Tekrar tekrar aklına bu geliyordu. Su besin bulup kısa süre sonra arabaya geri döndü. Derken bir uyku çöktü, derin bir uyuşukluk. Ne kadar uyudu bilemedi, onu ne uyandırdı anlayamadı. Dışarıda bir parlaklık vardı; Nibiru’da hiç görülmemiş bir ışıltı. Arabadan dışarı bir sırık uzattı; üstüne bir sınayan takılmıştı. Gezegenin havasını soludu ve havanın uygun olduğunu gösterdi.

Açtı arabanın kapağını ve orada derin bir soluk aldı. Bir daha, bir daha ve bir tane daha; gerçektende uygundu Ki’nin havası. Alalu el çırptı, bir mutluluk şarkısı söylüyordu. Kartal miğfersiz, balık giysisiz aşağıya, zemine iniverdi. Dışarıdaki parlaklık kör ediciydi; Güneş’in ışınları aşırı güçlüydü. Arabaya dönüp gözlerinin üstüne bir maske taktı. Taşına silahı aldı, kullanışlı bir sınayıcı bulup yanına aldı. Kendini aşağıya saldı; koyu renkli toprağa ayak bastı.

Sazlıklara doğru ilerledi; sular koyu yeşilimsiydi. Sazlıkların kıyısında çakıllar vardı; Alalu bir taş alıp sazlığın içlerine fırlattı doğruca, sazlıklarda hareket eden gözler vardı: sular dopdoluydu balıklarla. Sınayıcıyı sazlıklara indirdi; çamurlu suları inceledi; içmeye uygun değildi suyu, Alalu hayal kırıklığına uğradı. Sazlıklara sırtını dönüp tepelere doğru ilerledi. Yeşilliklerin arasından geçiyordu; çalıların yerini ağaçlar almaya başladı. Ve burası meyve bahçesi gibiydi, ağaçlar dalları meyvelerle yüklüydü. Tatlı kokuları cezbediciydi.

Alalu bir meyve kopardı dalından ve ısırdı. Kokusu tatlıydı ya, tadı ondanda tatlıydı. Alalu buna çok sevindi. Alalu Güneş’in ışınlarından uzağa yürüyordu; yönünü tepelere doğru çevirdi. Ağaçlar arasında, ayağının altında bir ıslaklık peydah oldu; yakınlarda su vardı demek; yolunu ıslaklığa çevirdi, ormanın ortasında bir gölcük vardı, durgun suyla dolu bir birikinti. Sınayıcıyı gölete daldırdı; su içilmeye uygundu. Alalu güldü, durmak bilmez bir kahkahayla güldü, güldü.

Hava iyiydi, su içmeye uygun; meyveler vardı ve balıklar. Hevesle eğildi Alalu, avuçlarını birleştirip; suyla doldurup ağzına götürdü. Suda bir serinlik vardı, Nibiru’dakinden farklıydı tadı. Bir daha içti ve aniden korkuyla yerinden fırladı: tıslayan bir ses duymuştu; gölcüğün kenarında kayarak ilerleyen bir şey hareket ediyordu. Taşıdığı silahı kavrayıp tıslamaya doğru ışınını yolladı. Hareket kesildi; tıslama sona erdi. Tehlikenin ne olduğunu görmek için öne çıktı Alalu. Kaygan leş hareketsiz yatıyordu.

Ölmüştü yaratık ve ne tuhaf görünüyordu: Uzun bedeni bir ip gibiydi; bedeninde elleri ayakları yoktu; Küçük başında gözleri sert bakışlı, ağzından dışarı sarkmış dili çatallı. Daha önce Nibiru’da hiç görülmemişbir manzara; başka bir dünyanın yaratığıydı bu. Meyve bahçesinin bekçisimiydi acaba, diye kendi kendine düşündü Alalu. Suyun efendisi miydi diye meraklandı. Taşıma kabına su doldurdu; etrafa dikkatle bakınarak arabaya doğru yola koyuldu. Tatlı meyvelerden de topladı; arabaya geri döndü.