Nibiru (12. gezegen olduğu varsayılan gezegen) da hüküm süren Anu’nun ilk oğlu, efendi Enki’nin sözleri. İçim sıkkın, ağıtlar yakıyorum; kalbimi acıyla dolduran ağıtlar bunlar. Diyara nasıl da indi darbe; halkı Kötülük Rüzgarına teslim edildi, ahırları terkedildi, ağılları boşaldı. Şehirler nasıl da şamar yedi; Kötülük Rüzgarı’yla vurulmuş sakinleri ölü bedenler gibi üst üste yığıldı. Tarlalar nasıl da darmadağın; Kötülük Rüzgarı’nın dokunduğu bitkiler kupkuru kaldı. Nehirler nasıl da bela gördü; artık içlerinde hiç bir şey yüzmüyor, ışıldayan duru suları ağulandı.
Siyah saçlı halkı Şumer’i boşalttı; tüm yaşayanlar gitti; davarları ve koyunları Şumer’i boşalttı; foşurdayarak boşalan sütun tınısı sessiz. O muhteşem şehirlerinde şimdi yalnızca rüzgar uğulduyor; tek koku ölüm. Başı göğe yükselen tapınak Tanrıları tarafınan boşaltıldı. Efendilik ve krallık komutasından eser yok artık; asa ve taç gitti. Bir zamanlar yemyeşil ve yaşam verici olan iki büyük nehrin kıyılarında (Dicle ve Fırat) yaban otları bitti. Ana yollara çıkan yok, yol iz sorup arayan yok; yıldızı parlayan Şumer terk edilmiş bir çöl oldu. Diyara, Tanrıların ve insanların yuvasına nasıl da darbe indi.
O ülkenin üstüne, insanoğlunca bilinmemiş bir afet çöktü. İnsanoğlunun daha önce hiç görmediği, görse zaten canlı kalamayacağı bir bela geldi. Batıdan doğuya tüm topraklara, dehşetin darmadağın eden yetkisi yerleşti. Şehirlerindeki Tanrılar insanlar kadar çaresizdi. Uzaktaki bir ovada bir fırtına, bir Kötülük Rüzgarı doğdu; yolu üstüne Büyük Afet’i yerleştirdi. Batıda doğan ve ölüm saçan bir rüzgar yolunu doğuya çevirdi, rotasını kısmet belirledi. Tufan gibi yutucu, suyla değil ama rüzgarla yıkan; gel git dalgasıyla değil ama zehirli havayla boğan bir fırtına.
Kader değil kısmet tarafından oluşturuldu; meclisteki büyük Tanrılar Büyük Afet’e sebep oldular. Enlil (Anu’nun 2. oğlu) ve Ninharsag (Enlil’in ilk eşi, ilk ana) izin verdi buna; dursun, diye yalvaran bir tek bendim. Göğün emrettiğini kabul etmeleri için gece gündüz delil gösterdim ama nafile! Enlil’in savaşçı oğlu Ninurta ve öz oğlum Nergal büyük ovadaki silahları önce zehirleyip sonra da serbest bıraktılar. Parlaklığın ardından Kötülük Rüzgarı’nın geleceğini bilemedi diye şimdi acıyla ağlaşıyorlar.
Ölüm saçan fırtınanın batıda doğup yolunu doğuya çevireceğini kim öngörebilirdi ki diye inliyorlar şimdi Tanrılar. Kutsal şehirlerindeki Tanrılar, Kötülük Rüzgarı yolunu Şumer’e çevirince inanmaz gözlerle kalakaldılar. Tanrılar birbiri ardınca şehirlerinden kaçtılar, tapınaklarını rüzgara terk ettiler. Zehirli bulutlar yaklaşırken, şehrim Eridu‘da bunu durdurabilecek hiç bir şey yapamazdım. Halka, açık steplere kaçın talimatını verdim; eşim Ninki ile ben de şehri terk ettim.
Şehri Nippur’da, Gök-Yer Bağı’nın yerinde Enlil bunu durdurabilecek hiç bir şey yapamazdı. Kötülük RüzgarıNippur‘a saldırmaktaydı; Enlil ve eşi göksel sandalına binip aceleyle uzaklaştılar. Ur‘da Şumer’in krallık kentinde, Nannar yardım etsin, diye babası Enlil’e seslenmekteydi. Göğe doğru yedi basamakla yükselen tapınağın yerinde, Nannar kısmetin yetkisine kulak asmayı reddetti. Sebebim olan babam, Ur’a krallık bahşeden büyük Tanrı, Kötülük Rüzgarını geri çevir, diye yakardı Nannar.
Kısmetleri emreden Büyük Tanrı, Ur’a ve halkına kıyma ki seni övmeye devam etsinler, diye yalvardı Nannar. Enlil oğlu Nannar’ı yanıtladı: Asil oğul, senin o muhteşem şehrine krallık sunulmuştu; sonsuz bir saltanat sunulmamıştı. Eşin Ningal‘i tutup kolundan kaçın şehirden! Kısmetleri emreden ben bile, şehrin kaderini eğip bükemem. Kardeşim Enlil işte böyle konuştu; heyhat, heyhat, bu bir kader değildi. Tanrıların ve Dünyalıların başına çöken tufandan beridir en büyük afetti; heyhat, bu bir kader değildi!