İki kez yirmi saatten sonra hafif bir yemek yediler. İki kez otuz saatten sonra kendi kendilerini akşam dinlenmesine çektiler. İki kez elli saati bütün bir günde yürüdüler. Bir ay üç günlük yolu üç günde kestirdiler. Akşam dinlenmesine bir kuyu kazdılar.
“Uruk’ta ne dediğini anımsa! Uruk’un çocuğu Gılgamış, sen öldürmek için yekin, onun üstüne var!”
Ağzından çıkan sözleri duyar duymaz tam güveni arttı. Onun savaşması ve bir de ormana dalıp bizden kaçmaması için hemen üstüne vardı. Hiçbir silâh işlemesin diye, giyinmek için yedi savaş giysisi hazırladı. O anda yalnızca birini giydi, geri kalan altı kat giysiyi soyundu. Bunlar yerde ayaklarının altında kaldı. Ormanın kapısında duran bekçiyi yakalamak için, huysuz, yabanıl bir boğa gibi ileri atıldı. O, birden bire bağırıp korkuya düştü. Ormanların bekçisi bağırıp çağırdı! Çocuğun babasını çağırması gibi, Humbaba’yı çağırdı.
Enkidu, konuşmak için ağzını açıp Gılgamış’a dedi:
“Biz, ormana inmeyelim. Kapıyı açarken elim tutmaz oldu.” Gılgamış konuşmak için ağzını açıp Enkidu’ya dedi:
“Biz, şimdiye dek böyle üzüldük mü? Biz bütün dağları aşarak geldik. Bununla birlikte hedef karşımızda duruyor. Benim savaştan anlayan, savaş deneyimi olan arkadaşım, giysime dokunursan artık ölümden korkmazsın! Elinin tutmazlığı gitsin! Vücudunun ağırlığı yok olsun! Arkadaşım, koluma asıl, birlikte inelim. Gönlün savaşa doysun! Ölümü unut, korkma! Kendisini koruyan adam, arkadaşını da sağ tutsun! İnsanlar ölünce kendilerine ad yaparlar!”
İkisi birden yeşil ormana vardılar. Konuşmaları kesildi, sessiz durdular.