Bu bölümün konusuna girmeden önce, varolma savaşının nasıl olup da doğal seçmeye çıktığını göstermek için birkaç ön düşünceyi belirtmem gerekiyor. Doğal bir durumdaki organik varlıklarda bireysel bir değişkenlik olduğu geçen bölümde görüldü: Bunun tartışıldığını hiç işitmedim. Bir yığın kuşkulu biçime tür, alt-tür, ya da çeşit denip denmemesi bizim için önemsizdir; örneğin, çok belirgin bazı çeşitlerin varlığı kabul edilse, Britanya bitkilerinin iki ya da üç yüz kuşkulu biçimini hangi aşamaya sokmak uygun olur? Bireysel değişkenliğin ve çok belirgin bazı çeşitlerin düpedüz varlığı, çalışmamız için, dayanak olarak gerekli ise de, doğada türlerin nasıl türediğini anlamamıza pek az yardım eder. Oluşumun bir parçasının öbürüne, yaşam koşullarına ve bir organik varlığın bir başkasına böylesine yetkin uyarlanmaları nasıl gelişip gerçekleşti? Bu güzel karşılıklı uyarlanmaları, en açık olarak, ağaçkakanda ve ökseotunda; ancak biraz daha açık olarak da, bir dört-ayaklının (quadruped) kıllarına, ya da bir kuşun tüylerine yapışan en bayağı asalakta; suya dalan bir kınkanatlı böceğin yapısında; en hafif esintiye kapılıp giden tüylü tohumda; sözün kısası, bu güzel uyarlanmaları her yerde ve organik âlemin her parçasında görürüz.
Ayrıca, benim başlangıç durumundaki tür dediğim çeşitler, sonunda, nasıl oluyor da açıkça ve birbirlerinden aynı türün çeşitlerinde olduğundan daha çok farklı, yetkin ve belirgin türlere dönüşüyor diye sorulabilir. Ayrı cinsler denen ve birbirinden aynı cinsin türlerinde olduğundan daha çok farklı olan grupları belirleyen tür grupları nasıl türüyor? Bütün bunlar, gelecek bölümde daha tam görüleceği gibi, yaşama savaşının sonuçlarıdır. Bu savaştan ötürü, ne denli hafif ve hangi nedenle olursa olsun, değişimler bir türün bireylerine başka organizmalarla olan aşırı karmaşık ilişkilerinde ve fiziksel yaşam koşullarına karşı, herhangi bir ölçüde yararlıysa, böyle bireylerin korunmasına yol açacak ve genellikle, soyaçekimle döllere iletilecektir. Döllerin de sağ kalma şansı daha çok olacaktır, çünkü bir türün belirli aralıklarla doğan birçok bireyinden ancak pek azı uzun ömürlü olur. Her küçük değişimi, yararlıysa, esirgeyen bu ilkeyi, insanın seçme yetisiyle ilişkisine dikkati çekmek için Doğal Seçme terimiyle adlandırdım. Ama Bay Herbert Spencer’in sık sık kullandığı En Uygunların Kalımı deyimi daha doğrudur ve bazen aynı ölçüde kullanışlıdır. İnsanın seçmeyle kesin olarak büyük başarılar elde edebildiğini ve doğanın kendisine sunduğu hafif ama yararlı değişimleri biriktirerek, organik varlıkları kendi amacına uydurduğunu gördük. Ama daha sonra göreceğimiz gibi, doğal seçme hiç durmadan çalışan bir güçtür ve insanın küçük çabalarına üstünlüğü, tıpkı doğanın eylemlerinin biliminkilere üstünlüğü gibi, ölçülemez.
Şimdi, varolma savaşını biraz daha ayrıntılı tartışalım. Bu konu, ilerdeki çalışmalarımda önemine yaraşacak genişlikte ele alınacaktır. Yaşlı De Candolle ve Lyell, bütün organik varlıkların zorlu bir yarış içinde olduğunu büyük ölçüde ve filozofça gösterdiler. Bitkilerde, bu konuyu hiç kimse Manchester Dekanı W. Herbert’ten daha ustalıklı ve yeterli biçimde ele almadı; besbelli bu, onun bağ-bahçe konusundaki engin bilgisinin sonucudur. Hiçbir şey, evrensel yaşama savaşının gerçekliğini tartışmalarda doğrulamaktan daha kolay ve –hiç değilse benim için– yaşama savaşının varlığını hep göz önünde bulundurmaktan daha güç değildir. Oysa bunu iyi kavramadıkça, bütün doğa ekonomisi, yaratıkların dağılımları ile ilgili her türlü olgular, kıtlık, bolluk, tükenme ve değişim belli belirsiz anlaşılır ya da tümüyle yanlış anlaşılır. Biz, doğanın sevinçle parıldayan yüzünü görürüz; çoğu zaman yiyeceklerin gerektiğinden çok olduğunu görürüz; pek çoğu böceklerle ya da tohumlarla beslenen ve çevremizde hiç kaygısız ötüşen kuşların yaşamı durmadan yok etmekte olduğunu görmeyiz, ya da unuturuz; ya da o şakıyan kuşları, ya da onların yumurtalarını, ya da yavrularını başka kuşların ve yırtıcı yaratıkların yok ettiğini unuturuz; besinin o anda pek bol olmayabileceğini, durumun her yıl ve her mevsim böyle olmadığını düşünmeyiz.