"Enter"a basıp içeriğe geçin

Etiket: 24- en-Nûr Sûresi

Buhari 4804

“Kötü sözlerin îmân edenlerin içinde yayılıp duyulmasını arzu edenler; onlara dünyâda da, ahrette de pek acıtıcı bir azâb vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ya üzerinizde Allah’ın fadlı ve rahmeti, ya hakikat Allah çok şefkatli, çok merhametli olmasaydı (hâliniz neye varırdı)?” (Âyet: 19-20)

“Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar hısımlarına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin, affetsin, aldırış etmesin. Allah’ın sizi mağfiret etmesini sevmez misiniz? Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir” (Âyet: 22).

4804- Ve Ebû Usâme söyledi ki, Hişâm ibn Urve şöyle demiştir: Bana babam Urvetu’bnu’z-Zubeyr haber verdi ki, Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Benim hakkımda söylenenler söylendiği zaman ve ben de hiçbir şeyin farkında değil iken, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hitâb etmek üzere ayağa kalktı, Şehâdet Kelimeleri’ni söyledi, Allah’a hamd edip lâyık olduğu şekilde övdü. Bundan sonra:

— “Amma ba’du: Aileme töhmet isnâd eden birtakım insanlar hakkında yapılması gereken işi, bu husustaki fikirlerinizi bana söyleyiniz. Allah’a yemîn ederim ki, ben ailem üzerinde hiçbir kötülük bilmemişimdir. Onların ailem halkına kendisiyle töhmet isnâd ettikleri kimseye gelince, yine Allah’a yemîn ederim ki, ben o adam üzerinde de asla hiçbir kötülük bilmemişimdir. O zât benim evime, ben hazır iken müstesna, asla girmemiştir. Ben bir seferde bulunup evimden gaybubet etmişsem, o zât da muhakkak benim maiyyetimde, benimle beraber gaybubet etmiştir” dedi.

Bunun üzerine Sa’d ibn Muâz ayağa kalkıp:

— Yâ Rasûlallah, bana izin ver de onların boyunlarına vuralım, dedi. Buna karşı Hazrec oğullarından bir adam ayağa kalktı -ki Hassan ibn Sâbit’in anası bu adamın topluluğundan idi- ve Sa’d ibn Muâz’a hitaben:

— Sen yalan söyledin. Dikkat et! Allah’a yemîn ederim ki, eğer o iftirayı söyleyenler Evs kabilesinden olsalar, sen onların boyunlarının vurulmasıyle sevinemezsin, dedi.

Nihayet mescidin içinde Evs ile Hazrec kabileleri arasında bir şerr olması yakınlaştı.

Âişe dedi ki: Ben bu iftirayı henüz bilmiş değildim. Bu günün akşamı olunca ben bâzı ihtiyâcım için dışarıya çıktım. Beraberimde Mıstâh’ın anası da vardı. Yürürken bu kadının ayağı tökezledi de:

— Mıstah helak olsun! Dedi. Ben de ona:

— Ey ana! Sen oğluna mı sövüyorsun? Dedim.

Kadın sustu. Sonra kadın ikinci defa ayağı takılıp sürçtü. Kadın yine:

— Mıstah helak olsun! Dedi. Ben yine kendisine:

— Sen oğluna mı sövüyorsun? Dedim.

Sonra kadın üçüncü kerre ayağı takılıp sürçtü, bu kerre de yine:

— Taase Mıstahum = Mıstah helak olsun! Bedduasını söyledi. Ben de kendisini azarladım. Bunun üzerine kadın:

— Vallahi ben Mıstah’a ancak senin yüzünden sövüyorum, dedi.

Ben de:

— Benim hangi hâlim hakkında? Diye sordum. Kadın bana âid olan hadisi açtı. Ben:

— Bu söz hakîkaten oldu mu? Dedim. Kadın:

— Evet, vallahi, dedi.

Âişe dedi ki: Akabinde ben evime döndüm, öyle bir hâlde ki, düştüğüm şiddetli dehşetten dolayı kendisi sebebiyle dışarı çıkmış olduğum ihtiyâçtan ne az ve ne de çok birşey bulamıyordum

Ben daha çok hasta oldum, Rasûlüllah’a:

— Beni Bâbamın evine gönder, dedim.

O da beni, beraberimde bana hizmet edecek bir oğlanla gönderdi. Ben eve girdim. Annem Ümmü Rûmân’ı evin alt katında, Bâbam Ebû Bekr’i de evin üst katında okur hâlde buldum. Annem:

— Ey kızcağızım, seni buraya getiren sebeb nedir? Diye sordu.

Ben de kendisine sebebi haber verdim ve iftiracıların benim hakkımda söyledikleri sözü de ona zikrettim. Bir de gördüm ki, bana ulaşan gamın benzeri anama ulaşmamış. Annem bana:

— Ey kızcağızım, bu işi kendi üzerinden aşağıda tut (kendini üzme). Allah’a yemîn ederim ki, bir erkeğin yanında sevmekte olduğu güzel bir kadın olsun ve bunun birçok kadın ortakları bulunsun da kadınlar ona hased etmesinler ve onun hakkında söz edilmesin; bu pek nâdirdir, dedi.

Gördüm ki bana ulaştığı derecede anama-gam ulaşmamıştı. Ben anama:

— Bunu Bâbam da bilmiş hâlde mi? diye sordum.

O:

— Evet (bilmektedir), dedi.

— Rasûlüllah da bilmiş mi? dedim.

— Evet, (o da bilmiştir), dedi.

Ben “Rasûlüllah” sözünü söyletmek istedim ve ağladım. Bu sırada evin üst katında okumakta olan babam Ebû Bekr benim sesimi işitti de aşağıya indi ve anama:

— Âişe’nin nesi var? Dedi.

Anam:

— Şanında zikredilen şey kendisine ulaşmış, dedi. Bunun üzerine babamın iki gözü yaş akıttı.

— Senin üzerine yemîn ediyorum ki, ey kızcağızım, sen muhakkak kendi evine döneceksin, dedi.

Bunun üzerine ben (hemen evime) döndüm. And olsun Rasûlüllah da benim odama girmiş ve hizmetçi kızdan da sormuştur. Cariyem:

— Allah’a yemîn ederim ki, ben Âişe üzerine hiçbir ayıp şey bilmiş değilim. Ancak şu var ki, o uyuyup kalıyordu da nihayet koyun içeriye giriyor ve onun ekmeklik hamurunu yahut ekmeklik ma’cûnunu yiyordu, dedi.

Cariyemin bu sözleri üzerine Peygamber’in sahâbîlerinden bâzısı onu azarladı da:

— Ey kadın! Rasûlüllah’a doğru söyle! Dedi.

Hattâ sahâbîler Berîre’ye o düşük işi açıkça söylediler. Bunun üzerine cariyem Berîre:

— Subhânallah! Allah’a yemîn ederim ki, ben Âişe üzerine, kuyumcunun hâlis altını üzerine bilmekte olduğu bilgiden başka bir şey bilmemişimdir, dedi.

Bu iş, kendisi hakkında söylenilmiş olan adama da ulaştı. O da:

– Subhânallah! Allah’a yemîn ederim ki, ben hiçbir dişi kimsenin elbisesini asla açmış değilim (yani ben hayâtımda hiçbir kadınla asla cinsî münâsebet yapmadım), demiştir.

Âişe: Ve o zât Allah yolunda şehîd olarak öldürüldü, dedi.

Âişe-devâmla şöyle dedi: Anamla babam hiç ayrılmadan benim yanımda sabahladılar. Nihayet mescidde ikindi namazını kıldırmış olduğu hâlde Rasûlüllah benim yanıma girdi. Sonra anam ile babam beni sağımdan ve solumdan aralarına almış hâlde iken Rasülullah içeriye girdi de, Allah’a hamd edip övdü. Sonra “Amma ba’du” diyerek şunları söyledi:

— “Yâ Âişe! Eğer bir kötülük yapmış isen yahut nefsine zulmetmişsen Allah ‘a tevbe et. Çünkü Allah, kullarından tevbeyi kabul eder” dedi.

Âişe dedi ki: Bu sırada Ensâr’dan bir kadın gelmiş ve kapıda oturmakta idi. Ben Rasûlüllah’a:

— (Onun anlayışına göre hareminin ululuğuna lâyık olmayan) birşeyi zikretmeye şu kadından hayâ etmez misin? Dedim.

Rasülullah va’zını yaptı. Ben de babama yöneldim de:

— Rasûlüllah’a cevâb ver! dedim. Babam:

— Ben ne söyleyeyim? dedi.

Bunun üzerine ben anama yöneldim de:

— Rasûlüllah’a sen cevâb ver! dedim. O da:

— Ben ne söylerim? dedi.

Böylece onların ikisi de Rasûlüllah’a cevâb vermeyince, ben Şehâdet Kelimelerisni söyledim, Allah’a hamd ettim ve O’nu lâyık olduğu sıfatlarla sena edip övdüm. Bundan sonra “Amma ba’du” deyip şunları söyledim:

— Vallahi eğer ben sizlere “Ben hiçbir günâh işlemedim” desem -Azîz ve Celîl olan Allah benim muhakkak doğru söyleyici olduğuma şehâdet edip dururken- benim bu sözüm, sizin yanınızda bana fayda verici değildir. Yemîn olsun sizler bu iftirayı konuşmuşsunuz ve bu sizin kalblerinize içirilmiş. Ve eğer ben, Allah benim böyle bir iş yapmadığımı bilip dururken, sizlere “Ben bunu yaptım” desem, sizler muhakkak “Âişe bu işi nefsine karşı ikrar etti” diyeceksiniz. Vallahi ben bu vaziyette kendim için ve sizin için başka bir mesel bulamıyorum. -Tam burada zihnimde Ya’kûb’un ismini araştırdım, fakat onu hatırlamaya muktedir olamadım.- Ancak Yûsuf’un babasını buluyorum ki, o zaman Yûsuf’ un Bâbası şöyle demişti: “Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin şu söylediklerinize karşı, yardımına sığınılacak olan da ancak Allah’tır” (Yûsuf: 18).

Ve tam saatinde Rasülullah üzerine vahiy indirildi. Bizler sükût ettik. Akabinde O’ndan vahiy hâli kaldırıldı. Ben O’nun yüzündeki sevinci apaçık belirmiş buluyordum. Rasülullah alnındaki terleri eliyle siliyor ve:

— “Sevin yâ Âişe! Allah senin tertemiz olduğunu kesin surette indirmiştir” dedi.

Âişe dedi ki: Ben, olduğumdan daha şiddetli bir şekilde öfkelenmiştim. Ebeveynim bana:

— Rasûlüllah’a doğru kalk, dediler. Ben de:

— Vallahi ben ne O’na doğru kalkarım, ne de O’na ve size hamd ederim; lâkin ben, benim berâetimi indirmiş olan Allah’a hamd ederim. Çünkü yemîn olsun ki, sizler o iftirayı işittiniz de onu inkâr etmediniz ve değiştirmediniz! Dedim.

Âişe şöyle der idi: Cahş kızı Zeyneb’e gelince, Allah onu dîni sebebiyle (yani dîndârlığı sebebiyle) korudu da o, hakkımda hayırdan başka birşey söylemedi. Amma onun kizkardeşi Hamne’ye gelince, işte o, helak olanlar içinde helak oldu. O iftira hususunda kelâm edenler ise, Mistah ile Hassan ibnu Sâbit’tir. Münafık olan Abdullah İbnu Ubeyy ise bizzat bu İftirayı eşelemek ve yayılmasını istemek suretiyle ortaya çıkarmakta ve toplamakta olan kimsedir, işte o, “O zümreden günâhın büyüğünü üzerine alan”, odur. Ve Hamne’dir.

Âişe dedi ki: Bu sebebden Ebû Bekr, Mistah’ı ebeden hiçbir fayda verici şeyle faydalandırmayacağına yemîn etti. Bunun akabinde Azîz ve Celîl olan Allah: “Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar, vermelerinde eksiltme yapmasınlar… ” (en-Nûr: 22) âyetini sonuna kadar indirdi. Bununla Allah Ebû Bekr’i kasdeder. “Bolluk (yani servet) sahibi olanlar, hısımlık sahibi bulunanlara ve fakirlere, vermelerini eksik yapmasınlar”: Bununla da Allah, Mıstah’ı kasdeder. “Allah’ın size mağfiret etmesini arzu etmez misiniz? Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir” kavline kadar indirdi. Nihayet Ebû Bekr:

— Evet, vallahi ey Rabbimiz, bizler şübhesiz Sen’in bize mağfiret etmeni elbette sever, arzu ederiz, dedi ve Mıstah’a veregeldiği nafakayı tekrar ona döndürdü