"Enter"a basıp içeriğe geçin

Etiket: 15- Cihâdda ve harb ehli ile yapılacak barış andlaşmalarında ileri sürülecek şartlar ve bu şartların yazılması (nı beyân) bâbı

Buhari 2770

2770 Bize Ma’mer ibn Râşid haber verip şöyle dedi: Bana ez-Zuhrî haber verip şöyle dedi: Bana Urvetu’bnu’z-Zubeyr, el-Mısver ibn Mahrame ile Mervân ibnu’l-Hakem’den haber verdi. Bu iki râvîden her biri arkadaşının hadîsini doğrulayarak şöyle demişlerdir

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hudeybiye zamanında (Medine’den yola) çıktı. Yolun bir kısmına vardıklarında Peygamber, sahâbîlerine:

— “Hâlid ibnu’l-Velîd bir takım Kureyş süvarisi ile öncü ve gözcü olarak Ganîm mevkiindedir. Şimdi siz yolun sağ tarafını tutunuz!” buyurdu.

Vallâhî Hâlid, Peygamber ile beraberindekilerin hareketini sezemedi. Nihayet Hâlid, Peygamber ordusunun kaldırdığı kara tozu gördü de, hayvanını ayağı ile vurup koşturarak (Peygamber’in geldiğini) Kureyş’e bildirmek üzere sür’atle gitti. Peygamber de (sahâbîleriyle) yürüdü. Nihayet Seniyye mevkiine gelmişti ki, oradan Kureyş (karargâhı) üzerine inilirdi. Peygamber’in binek devesi burada çöktü. İnsanlar:

— Kalk yürü, kalk yürü! diye azarlama yaptılar. Fakat deve çökmekte ısrar etti. Bu sefer insanlar:

— Kasvâ çöküp kaldı! Kasvâ çöküp kaldı! dediler. Bunun üzerine Peygamber:

— “Kasvâ çöküp kalmaz; onun çökme huyu da yoktur. Fakat vaktiyle fîli (Mekke’ye girmekten) men’ eden Allah, şimdi Kasvâ’yı men’ etti” buyurdu.

Bundan sonra Rasûlüllah:

— “Hayâtım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Kureyş, Allah’ın (Harem içinde) muhterem kıldığı şeyleri ta’zîm kasdederek benden ne kadar müşkil istekte bulunursa, ben onu muhakkak onlara vereceğim” buyurdu.

Sonra Kasvâ’yı sürdü. Hayvan hemen sıçrayıp kalktı. Râvî dedi ki: Bu defa Rasûlüllah, Kureyş tarafından saptı da, nihayet suyu az olan “Semed’ kuyusu yolu üzerindeki Hudeybiye mevkiinin en sonuna indi. Bu az suyu, insanlar birer parça alıyor ve insanların orada eğlenip ikaamet etmeleri için su bırakmıyor da kuyunun suyunu kamilen çekiyorlardı. Şimdi Rasûlüllah’a susuzluktan şikâyet edildi. Bunun üzerine Rasûlüllah ok mahfazasından bir ok çıkardı. Sonra onlara bu oku Semed kuyusuna koymalarını emretti. Vallahi o anda kuyunun suyu coşmağa başladı. Suyun bu fışkırması Rasûlüllah’ın sahâbîleri oradan dönünceye kadar, onları suya kandırmak için devam etti.

Rasûlüllah ile sahâbîleri bu hâlde iken, Budeyl ibn Verkaa el-Huzâî, kendi kabilesi olan Huzaa’dan birkaç kişi ile çıkageldi. (Mekke ve havalisindeki) Tihâme kabileleri arasında Huzaalılar, öteden beri Rasûlüllah’ın sırdaşı idiler. (Müslim olsun, müşrik bulunsun bütün Huzaalılar, Mekke’de olup biten her şeyi Rasûlüllah’tan saklamazlar, gizlice bildirirlerdi -ibn İshâk-.) Budeyl gelince, Peygamber’e:

— (Haberiniz olsun! Kureyş’in) Ka’b ibn Luey ile Âmir ibn Luey kabileleri Hudeybiye sularının en zengin kaynaklarına kondular. Sütlü ve yavrulu develeri (kadınları ve çocukları) da yanlarında bulunuyor. Şimdi ben onları bu hâlde bıraktım, geliyorum. Bunlar muhakkak size karşı harb edecekler, dedi.

Rasûlüllah şöyle buyurdu:

— “Fakat biz hiçbir kimse ile harb etmek için gelmedik. Biz yalnız umre yapmak niyetiyle geldik. Bununla beraber harb, Kureyş’in maddî ma’nevî kuvvetlerini zayıflatmış ve onları zarara uğratmıştır. Eğer Kureyş arzu ederse, ben onlarla aramızda barış için bir müddet ta’yîn ederim. Onlar da benimle diğer müşriklerin arasını serbest bıraksınlar. Eğer ben Arablar’a gâlib olursam, Kureyş müşrikleri de insanların girdiği bu itaat yoluna girmek isterlerse (kendi arzûlarıyle) girebilirler. Şayet ben (müşriklerin sandıkları gibi) Arablar’a gâlib gelmezsem, bu ihtimâle göre de müşrikler (benimle harb etmek zahmetinden kurtulup) rahata ererler.

Eğer Mekkeliler böyle bir mütârekeyi kabul etmez ve diğer Arablar’la beni kendi hâlimize bırakmayıp, müdâhale etmek isterlerse, hayâtım elinde olan Allah’a yemîn ederim ki, şu müdâfaa ettiğim müslümânlık uğrunda başım vücûdumdan ayrılıncaya kadar Mekkeliler’e karşı cihâd edeceğim, bu muhakkaktır. Şu kesindir ki, (o zaman) Allah, Kur’ân’daki nusrat va’dini yerine getirecektir”.

Bunun üzerine Budeyl, Rasûlüllah’a:

— Şimdi ben senin bu söylediklerini muhakkak Kureyş’e tebliğ edeceğim, dedi.

Ve râvînin beyânına göre, gidip Kureyş karargâhına vardı. Ve:

— Şimdi ben yanınıza şu adamın yanından geliyorum. Onu şöyle bir söz söylerken işittik; eğer sizler bizim o sözleri sizlere arz etmemizi isterseniz arz ederiz, dedi. Kureyş’in beyinsizleri:

— Senin bize ondan birşey haber vermene ihtiyâcımız yoktur, diye karşıladılar.

Fakat içlerinden re’y sahibi olan birisi:

— Haydi ondan söylerken işittiğin sözü getir, dedi. Budeyl:

— Ben O’ndan şöyle şöyle sözleri söylerken işittim, diyerek, Peygamber’in söylediği sözleri birer birer anlattı. Bunun üzerine Urve ibn Mes’ûd ayağa kalktı ve Kureyş’e şunları söyledi:

— Ey kavmim! Siz benim babam yerinde değil misiniz? Diye sordu. Kureyşliler:

— Evet, diye doğruladılar. Bunun üzerine Urve ibn Mes’ûd:

— Ben de sizin oğlunuz mesabesinde değil miyim? dedi. Onlar:

— Evet, diye tasdik ettiler. Sonra Urve:

— Sizler beni bir kabahat ile ittihâm ediyor musunuz? diye sordu. Onlar buna da:

— Hayır, diye cevâb verdiler. Bu defa Urve ibn Mes’ûd:

— Ukâz halkını size toptan yardıma çağırdığımı ve onların bu yardımdan çekinmeleri üzerine kendim ailem ve çocuklarımla ve bana itaat eden tâbi’lerimle size yardıma koştuğumu pekâlâ bilirsiniz değil mi? dedi.

Onlar da (bir ağızdan):

— Evet; biliriz, diye tasdik ettiler. (Bu te’mînâtları aldıktan sonra) Urve:

— Bu adam size hayır ve iyilik yolu gösteriyor. O yolu kabul ediniz! Ve beni bırakınız, O’na gideyim! dedi. Mekkeliler:

— Haydi git, diye izin verdiler.

Urve ibn Mes’ûd, Peygamber’e geldi ve O’nunla olanları konuştu. Peygamber de Urve’ye, Budeyl’e söylediği sözlere benzer bir surette fikirler beyân etti. (Bu arada Peygamber: “Bir mütâreke kabul etmezlerse, Kureyş ile Ölünceye kadar harb edeceğim” buyurunca) Urve ibn Mes’ûd:

— Ey Muhammed! Sen kavminin kökünü kazıdığını farz etsek, ne düşünürsün, bana söyle! Senden evvel Arab’dan kendi kavmim toptan helak eden bir kimse işittin mi? Ya mesele diğer şekilde meydana gelirse (Kureyş’in size ne kötü muamele edecekleri, size gizli değildir). Vallahi ben aranızda ileri gelenlerden bâzı kimseler görüyorum, bu muhakkak olmakla beraber, yine ben bir takım kabilelerden toplanmış karışık kimseler de görüyorum ki, bunlar harb sırasında kaçıp, Seni yalnız bırakabilecek kaabiliyettedirler, dedi.

Ebû Bekr, (Urve’nin, Peygamber’in sahâbîlerini harbden kaçmakla ittihâm etmesine dayanamadı da) Urve’ye:

— Haydi sen, Lât putunun fercini yala! Biz mi harbden kaçıp Rasûlüllah’ı yalnız bırakacağız (hâşâ)! diye sövüp reddetti.

Urve:

— Bu kimdir? diye sordu. Sahâbîler:

— Ebû Bekr’dir, dediler. Urve:

— Dikkat et Ebû Bekr! Nefsim elinde olan Allah’a yemîn ederim ki, eğer üzerimde henüz ödeyemediğim bir iyiliğin olmasaydı, elbette ben de sana cevâb verirdim, dedi.

Râvî dedi ki: Urve, Peygamber’e söz söylemeye devam etti. Ve (konuşma arasında Arab âdeti üzere) her söz söyledikçe eliyle Peygamber’in sakalını tutuyordu. Halbuki bu sırada Mugîre ibn Şu’be -ki Urve’nin kardeşinin oğludur-, başında miğfer ve yalın kılıç bir hâlde Peygamber’in başı üzerinde duruyor, O’nu koruyordu. Ve Urve her ne zaman Peygamber’in sakalına eliyle uzanıp okşamaya girişirse, derhâl Mugîre kılıcının kınının ucuyla Urve’nin eline vuruyor ve Urve’ye:

— Rasûlüllah’ın sakalından elini çek! Diyordu. Mugîre’nin bu hareketi üzerine Urve başını kaldırdı da:

— Bu da kimdir? diye sordu. Sahâbîler:

— Mugîre ibn Şu’be’dir, dediler. Bunun üzerine Urve:

— Ey gaddar! Ben hâlâ senin (Câhiliyet’teki) gadr ve hıyanetini ödemeye çalışmakla meşgul değil miyim? dedi.

Mugîre Câhiliyet’te Mâlik oğulları’ndan bâzı kimselerle yol arkadaşlığı yapmış ve yolda bunları öldürüp mallarını almış, sonra Medine’ye gelip müslümân olmuştu. (Bu mallan Peygamber’e arz ettiğinde) Peygamber:

— “İslâm olmana gelince, bunu kabul ediyorum. Mallara gelince (bunlar gadrdır); ben bunlardan hiçbir şeyi de (alıcı) değilim” buyurdu.

Sonra Urve, Peygamberin sahâbîlerini iki gözü ile iyice tedkîke başladı. (Ve arkadaşlarına:)

— (Bu ne ta’zîmdir!) Vallahi Rasülullah ağzından bir şey atarsa bu muhakkak sahâbîlerinden bir adamın avucuna düşüyor ve o adam bunu yüzüne ve bedenine sürüp ovalıyor. Onlara bir şey emredince, sahâbîleri derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. Abdest aldığı zaman da abdest suyunun artanını almak için birbirlerini öldürmeye yaklaşıyorlar. Peygamber söz söylediği zaman, huzurundaki bütün sahâbîler seslerini alçaltıyorlar (yânı O’na alçak sesle cevâb veriyorlar). O’nu ta’zîm için yüzüne dikkatle bakamıyorlar, dedi.

Müteakiben Urve, Kureyş’in yanına geldi ve gördüklerini şöyle bildirdi:

— Ey kavmim! Vallahi ben vaktiyle birçok meliklerin huzuruna sefir olarak çıktım. Rûm meliki Kaysar’ın, Fars meliki Kisrâ’nın, Habeş meliki Necâşî’nin dîvânlarına elçilikle girdim. Vallahi bunlardan hiçbir melikin adamlarını, Muhammed’in sahâbîlerinin Muhammed’i ta’zîm ettikleri derecede hükümdarlarını asla ta’zîm eder görmedim. Muhammed’in sahabeleri, O’nun tükürüğü ile bile teberrük ediyorlar! O birşey emredince, O’nun sahâbîleri derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. O abdest aldığı zaman da, abdest suyunun fazlasını birbirlerinin üzerine yığılarak paylaşıyorlar. O söz söylediği zaman sahâbîleri hafif bir sesle O’nu tasdîk edip cevâb veriyorlar. Muhammed’in sahâbîleri O’nu ta’zîm için, O’nun yüzüne dikkatle bakamıyorlar.

Şimdi Muhammed size güzel bir barış ve iyilik yolu arz etti. Bunu kabul edin! dedi.

Bunun üzerine Kinâne oğulları’ndan birisi Kureyş’e hitaben:

— Beni bırakınız, bir kerre de Muhammed’in yanına ben gideyim, dedi.

Onlar da:

— Pekâlâ git! dediler.

Bu Kinânlı zât, Peygamber’in sahâbîlerine doğru giderken, Rasûlüllah:

— “Bu gelen fulan kimsedir. O öyle bir kabiledendir ki, onlar hacc ve umre kurbanlarını ta’zîm ederler. Gerdanlıklı kurban develerini bu zâtın gözü önüne salıverin!” buyurdu.

Sahâbîler bütün kurbanlık develeri onun geleceği yolun üzerine salıverdiler; sahâbîler de yüksek sesle Lebbeyk, Allâhümme lebbeyk diyerek Kinânî’yi karşıladılar. Kinânî zât kurban develerini ve sahâbîlerin telbiye ile karşılamalarını görünce hayret ederek:

— Subhânallahl Bu zâtların Beyt’i ziyaretten men’ edilmeleri, bunlara yakışmayan bir harekettir, dedi.

Kureyş’in yanına döndüğünde de:

— Ben bunların umre için kesecekleri kurban develerini kılâdelenmiş ve alâmetlendirilmiş bir hâlde gördüm. Ben bunların Beyt’i ziyaretten men’ edilmelerini uygun görmem, dedi.

Sonra Kureyşliler arasından Mıkrez ibn Hafs denilen birisi kalktı ve:

— Bana müsâade edin de Muhammed’e bir de ben gideyim, dedi. Onlar da:

— Haydi git! dediler.

Mıkrez sahâbîlere doğru gelirken, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

— “Şu gelen Mıkrez’dir, gaddar bir kimsedir” buyurdu. Mıkrez Peygamber ile konuşmağa başladı. Peygamber ona söz söyleyeceği sırada, Süheyl ibnAmr çıkageldi. Râvî Ma’mer dedi ki1: Bana Eyyûb es-Sahtiyânî, ibn Abbâs’ın âzâdlısı İkrime’den haber verdi ki, Süheyl ibn Amr gelince, Peygamber bu isim ile tefe’ül ederek, sahâbîlere:

— “Artık işiniz size bir dereceye kadar kolaylaştı” buyurdu. Ma’mer ibn Râşid dedi ki: ez-Zuhrî, kendi hadîsinde şöyle dedi: Süheyl ibn Amr gelince, Peygamber’e:

— Haydi (yazı malzemesi) getir; bizimle sizin aranızda bir barış mektubu yaz! dedi. Bunun üzerine Peygamber yazı yazacak olan kâtibi (Alî ibn Ebî Tâlib’i) çağırdı. Ve:

— “Bismillâhirrahmânirrahîm yaz!” buyurdu.

Süheyl (Câhiliyet koruyuculuğu sevkı ile) Peygamber’e:

— Rahman ismine gelince, vallahi ben onun mâhiyetini bilmiyorum. Fakat vaktiyle Senin de yazdırdığın gibi “Bismikellâhumme = Allahım, Senin isminle yazmağa başlarım)” diye yaz! Dedi. Müslümanlar da bir ağızdan:

— Vallahi biz onu yazmayız, ancak Bismillâhirrahmânirrahîm yazılmasını isteriz, dediler. Peygamber (Alî’ye hitaben):

— “Haydi Bismikellâhumme yaz!” buyurdu. Sonra da:

— “Bu, Muhammed Rasûlüllah’ın, üzerinde barış andlaşması yaptığı hükümler kitabıdır” diye yazmasını emretti.

Bu sefer de Süheyl (buna karşı koyarak):

— Vallahi biz Senin Allah’ın Rasûlü olduğunu biliyor ve tasdîk ediyor olaydık, biz Seni Beyt’ten men’ etmez ve Sana karşı harbe ‘girişmezdik. Fakat Sen “Muhammed ibn Abdillah” yaz! dedi.

Bu teklif üzerine Peygamber:

— ” Vallahi siz yalanlasanız da ben şübhesiz Allah Rasûlü’yüm” buyurdu ve Alî bin Ebî Tâlib’e: “Haydi (Rasûlüllah lâfzını sil de) Muhammed ibn Abdillah yaz!” diye emretti.

(Alî: Vallahi ben Sen’in Rasûlüllah unvanını kat’iyyen silmem, dedi. Bunun üzerine Peygamber kitabı eline alıp o ta’bîri sildi ve Muhammed ibn Abdillah yazdırdı.)

ez-Zuhrî şöyle demiştir: Peygamber’in gerek Besmele’nin, gerek barış mektubunun unvanının yazılma sureti hakkında Süheyl ibn Amr’ın teklîflerine uyması, Peygamber’in evvelce: “Kureyş, Allah’ın Harem içinde muhterem kıldığı şeyleri ta’zîm kasdederek, benden ne kadar müşkil istekte bulunursa bulunsun, ben onu muhakkak onlara vereceğim” suretinde verdiği kararın netîcesi ve tecellîsidir.

Barış yazısının başlığı: “Yâ Allah, Sen’in isminle başlarım.. Bu Muhammed ibn Abdillah’ın üzerinde barış andlaşması yaptığı hükümler kitabıdır” suretinde kararlaşıp, böyle yazıldıktan sonra, Peygamber anlaşma şartlarını teklif ederek, Süheyl ibn Amr’e:

— “Siz bizimle Beyt arasını serbest bırakacaksınız; biz de Beyt’i tavaf edeceğiz” buyurdu.

Süheyl bu teklife de i’tirâz edip:

— Vallahi sizinle Beyt arasını boş bırakamayız. Çünkü Arab milleti cebren ve kahren isti’lâ olunduk diye hakkımızda dedikodu eder; şu kadar ki, bu boşaltma işi gelecek seneden i’tibâren başlasın, dedi.

Ve (bu suret kabul olundu da) Alî bunu yazdı.

Şimdi Süheyl ibn Amr da şu maddeyi teklîf etti:

— Sana bizden bir erkek gelirse, o gelen kimse Sen’in dîninde olsa bile, onu bize geri vereceksin! dedi. Bu teklife müslümânlar hayret ederek:

— Subhânallah! İslâm camiasına sığınan bir müslümân, müşriklere nasıl geri verilir? Dediler.

Onlar bu hâlde iken, Süheyl ibn Amr’ın oğlu Ebû Cendel, ayakları bukağılı olarak seke seke çıkageldi. (Ebû Cendel müslümân olmuş, bu yüzden Mekke’de habs olunmuştu.) Mekke’nin aşağısındaki habsedildiği yerden kaçmış ve nihayet kendisini müslümânlar arasına atmıştı. Bunun üzerine Süheyl:

— İşte yâ Muhammed! Sana karşı imza edeceğim anlaşmanın birinci maddesi uyarınca bunu bana geri vermelisin! dedi.

Peygamber:

— “Biz barış yazısını henüz yazıp bitirmedik (imza etmedik)” buyurdu.

Süheyl:

— O takdirde vallahi ben de Sen’inle hiçbir madde üzerinde barış anlaşması yapmam, dedi. Peygamber:

— “Haydi şu Ebû Cendel’i bana bağışla da imza et” buyurdu. Süheyl:

— Ben bunu Sana bağışlamayı asla caiz görmem, diye reddetti. Peygamber:

— “Hayır, bu işi benim hatırım için yap!” buyurdu. Süheyl ısrar edip:

— Asla yapmam, dedi.

Mıkrez ibn Hafs da (temsilci olduğu için) Peygamber’e hitaben:

— Bunu Sana caiz kıldık, dedi. (Fakat imzaya yetkili olan Süheyl kabul etmedi.) Şimdi Ebû Cendel, babasının inadından üzülerek:

— Ey Müslümanlar cemâati! Müslüman olarak geldiğim hâlde şimdi ben müşriklere geri mi veriliyorum? Benim karşılaştığım şu kötü hâli görmüyor musunuz? diye haykırdı.

Hakîkaten zavallı Ebû Cendel, Allah yolunda Kureyş’in şiddetli işkencesiyle azâb olunmuştu. İbn İshâk burada şu ziyâdeyi rivayet etmiştir: Rasûlüllah:

“Yâ Ebâ Cendel! Sabr et, Allah’tan ümitli ol! Biz müslümânlar mağdur ve mağlûb olmayız. Yüce Allah yakında sana da kurtuluş yolu bahşedecektir” (buyurdu.)

Bu müşkil vaziyetten üzülen Omer ibnu’l-Hattâb şöyle demiştir: Bunun üzerine ben Peygamber’e vardım ve:

— Sen Allah’ın hakk peygamberi değil misin? Dedim. Peygamber:

— “Evet, Allah’ın hakk peygamberiyim!” buyurdu. Ben:

— Biz müslümânlar hakk üzerinde; düşmanlarımız ise bâtıl üzerinde bulunmuyorlar mı? Dedim. Peygamber:

— “Evet, öyledir” buyurdu. Ben:

— O hâlde dînimiz hakkında bu aşağılık hâli niçin kabul ediyoruz? Dedim.

Peygamber:

— “Muhakkak surette ben Allah’ın Rasûlü’yüm ve ben (bu anlaşmayı kabul etmekle) Allah ‘a isyan etmiş değilim. Allah benim yardımcımdır!” buyurdu.

Ben yine:

— Vaktiyle Sen bize: “Yakında Ka’be’ye varıp tavaf edeceğiz!” diye haber vermez miydin? dedim. Rasûlüllah:

— “Ben sana (vakit ta’yîn ederek) ‘Bu sene varıp tavaf edeceğiz!’ diye haber verdim mi?” buyurdu. Ben de:

— Hayır, dedim. Rasûlüllah:

— “Muhakkak sen (yakın zamanda) Beyt’e varıp onu tavaf edeceksin” buyurdu.

Omer ibn Hattâb dedi ki: Bunu müteâkıb ben, Ebû Bekr’e vardım ve:

— Yâ Ebâ Bekr! Bu adam Allah’ın hakk peygamberi değil midir? Dedim.

Ebû Bekr de:

— Evet, hakk peygamberidir, dedi. Ben:

— Biz müslümânlar hakk üzerinde; düşmanlarımız bâtıl üzerinde bulunmuyor mu? dedim. O da:

— Evet öyledir, diye cevâb verdi. Ben tekrar:

— Öyle ise niçin biz dînimize küçüklük veriyoruz? Dedim. Ebû Bekr:

— Behey adam! Muhammed muhakkak Allah’ın Rasûlü’dür. O, Rabb’ine âsî değildir. Allah O’nun yardımcısıdır. Sen hemen O’nun emrine sarıl! Vallahi Muhammed hakk üzeredir, dedi. Ben tekrar:

— O bize Medîne’de “Beyt’e varacağız, tavaf edeceğiz” demedi mi? diye sordum. Ebû Bekr:

— Evet öyledir. Fakat sana “Bu sene varıp tavaf edersin” diye mi haber verdi? dedi. Ben de:

— Hayır, dedim. Ebû Bekr:

— (Dur bakalım!) Sen muhakkak yakın bir zamanda Beyt’e varıp onu tavaf edeceksin! dedi. ez-Zuhrî dedi ki: Omer (radıyallahü anh): Bu itirazlarınmdan dolayı keffâret olarak sonra birçok iyi işler yapmışımdır, demiştir. Râvî dedi ki: Rasûlüllah barış andlaşmasının yazım ve imzasını bitirip ayrıldığı zaman, sahâbîlere :

— “Haydi artık kalkın, kurbanlarınızı kesip, başlarınızı tıraş edin!” buyurdu.

Râvî dedi ki: Vallâhî sahâbîlerden bir kişi olsun kalkmadı. Hattâ Rasûlüllah bu emri üç kerre söyledi. Sahâbîlerden hiçbirisi kalkmayınca, Rasûlüllah zevcelerinden Ümmü Seleme’nin yanına girdi ve sahâbîlerden gördüğü kayıdsızlığı ona söyledi. Ümmü Seleme:

— Ey Allah’ın Peygamberi! Sen bu emri yerine getirmek istiyor musun? O hâlde şimdi dışarı çık, sonra tâ kurbanlık develerini kesinceye ve berberini çağırıp, o seni tıraş edinceye kadar sahâbîlerinden hiçbirisine bir kelime bile söyleme! dedi.

Bunun üzerine Peygamber, Ümmü Seleme’nin yanından çıktı ve sahâbîlerinden hiçbirisi ile konuşmayarak, umre ibâdetlerini yerine getirdi. Kurbanlık develerini kesti ve berberi (Huzaalı Hırâş ibn Umeyye’yi) çağırıp tıraş oldu. Sahâbîler Peygamber’i bu hâlde görünce, onlar da hemen kalkarak kurbanlarını kestiler, birbirlerini tıraş etmeye başladılar, hattâ (icabet çabukluğunun meydana getirdiği sıkışıklıktan) birbirlerini öldüre yazdılar.

Rasûlüllah tıraş olduktan sonra huzuruna bir takım mü’min kadınlar geldi. Bu hususta, yâni kadınlar hususunda yapılacak işleri öğretmek için de Yüce Allah şu âyetleri indirdi: “Ey imân edenler, mü’min kadınlar muhacirler olarak size geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah onların îmânlarını daha iyi bilendir ya. Fakat siz de mü’min kadınlar olduklarına bilgi edinirseniz, onları kâfirlere döndürmeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar. Sarf ettikleri mehri onlara geri verin. Sizin onları nikâhla almanızda, mehirlerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günâh yoktur. Kâfir kadınların ismetlerini nikâhınızda tutmayın…” (el-Mumtehine: ıo).

Bu âyetin inmesi üzerine Omer, müşrik hâlde bulunan iki karısını boşadı. Bunlardan birisini (Kureybe’yi) Muâviye ibn Ebî Sufyân, diğerini de Safvân ibn Umeyye zevceliğe aldı.

Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medîne’ye döndü. Akabinde Kureyş’in yemînli dostu olan Ebû Basîr (Utbe es-Sakafî) müslümân olarak geldi. Bunu istemek üzere de Kureyş iki kişi gönderdi. Bunlar Peygamber’e:

— Bize karşı imza ettiğin ahdi hatırlatırız, dediler. Peygamber de (muahede gereğince) Ebû Basîr’i bu iki kişiye geri verdi. Bunlar Ebû Basîr ile yola çıktılar. Nihayet Zu’l-Huleyfe’ye eriştiler. (Dağarcıklarındaki) hurmadan bir mikdârını yemek için oraya indiler. Ebû Basîr bu iki kişiden birisine (Huneys’e):

— Yâ Fulân! Vallahi ben senin şu kılıcını emîn ol çok güzel görüyorum, dedi.

(Kılıcın sahibi olan) o birisi de, kılıcı kınından çekip:

— Evet, vallahi bu kılıç çok iyidir. Onu ben birçok kerre tecrübe ettim, dedi.

Ebû Basîr de:

— Müsâade et de bakayım, dedi.

Ve bir fırsat bulup elinden aldı. Hemen de Huneys’e vurdu. Huneys nihayet öldü. Öbür arkadaşı (bir rivayette Huneys’in kölesi Kevser) kaçarak tâ Medîne’ye vardı. Mescide koşarak girdi. Rasûlüllah onun telâşla koşup geldiğini görünce:

— “Muhakkak bu adam bir korku görüp geçirmiştir ” buyurdu. Kevser, Peygamber’e yaklaşınca, O’na:

— Vallahi sahibim öldürüldü. (Men’ etmezseniz) muhakkak ben de öldürüleceğim, dedi. Bu sırada Ebû Basîr de geldi ve:

— Ey Allah’ın Peygamberi! Vallahi Allah sana ahdini îfâ ettirdi; beni müşriklere geri verdin. Sonra Allah beni onlardan kurtardı, dedi. Bunun üzerine Peygamber, sahâbîlere hitaben:

— “Anası helak olası Ebû Basîr’e hayret olunur! Bu adam harb gelberisidir, eğer bunun fikrine yardım eden bulunsa (o fırın karıştırır gibi harbi ateşleyecek, sulhu bozacak)” buyurdu.

Ebû Basîr Peygamber’in bu sözlerini işitince kendisini müşriklere hemen geri vereceğini anladı. Peygamber’in yanından çıktı ve deniz sahiline kadar kaçtı; “Iys” mevkiine yerleşti.

Râvî dedi ki: Süheyl’in oğlu Ebû Cendel de (yetmiş süvari müslümân ile birlikte) müşrikler arasından kaçarak Ebû Basîr’e katıldı. Şimdi artık müslümân olan herkes, Kureyş arasından ayrılarak Ebû Basîr’e katılmaya başladı. Nihayet Ebû Basîr’in başında mühim bir kuvvet toplandı. Vallahi bunlar, Kureyş’in Şam’a bir ticâret kaafilesinin gittiğini duyar duymaz, hemen onları çevirirlerdi. Kendilerini öldürüp mallarını alırlardı.

Kureyş, kendisini korkutan bu vaziyet üzerine Peygamber’e (Ebû Sufyân’ı husûsî yetki ile) gönderdi. Şimdi Kureyş, Peygamberden Allah rızâsı için ve aradaki yakınlığa hürmeten Ebû Basîr cemâatinin baskın ve yağmalarının men’ edilmesini ricaya başlamıştı. “Artık bundan böyle Mekke’den Medine’ye kim giderse emindir (geri getirilmeyecektir)” diye haber gönderdiler.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Basîr cemâatine mektûb gönderdi (Medîne’ye gelmelerini bildirdi). Bunun üzerine Yüce Allah şu âyetleri indirmiştir:

“O, sizi Mekke’nin karnında, onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendi. Allah ne yaparsanız hakkıyla görücüdür. Onlar, küfreden, sizi Mescidi Hâram’dan ve alıkonulmuş hediyelerin mahalline ulaşmasından men edenlerdir. Eğer (Mekke’de) kendilerini henüz tanımadığınız mü’min erkeklerle mü’min kadınları bilmeyerek çiğneyip de o yüzden size bir vebal isabet edecek olmasaydı (Allah size fetih için elbette izin verirdi). Bunu, kimi dilerse onu rahmetine kavuşturmak için yaptı. Eğer onlar, seçilip ayrılmış olsalardı, biz onlardan küfredenleri muhakkak elem verici bir azaba uğratmıştık bile. O küfredenler kalblerine o taassubu, o cahillik taassubunu yerleştirdiği sırada idi ki, hemen Allah, Rasûlü’nün ve mü’minlerin üzerine ma’nevî kuvvetini indirdi; onları takva sözü üzerinde durdurdu. Onlar da buna çok lâyık ve buna ehil idiler. Allah her şeyi hakkıyle bilendir” (el-Feth: 24-26)

Müşriklerin hamiyyetleri: Muhammed’in Allah’ın Peygamberi olduğunu ikrar etmemeleri, Bismillahirrahmâhirrahîm’i ikrar etmemeleri, müslümânlarla Beyt arasına engel olmalarıdır.

Ebû Abdillah el-Buhârî dedi ki: “Maarratun”, uyuz illeti demek olan “el-Urrun”dur, “Tezeyyelû”, ayrılıp seçilselerdi demektir. “Hameytu’l-kavme” demek, “onları koruma olarak men’ ettim” demektir. Ve “Ahmeytu’l-hımâ”, “onu içine girilmez bir koruluk yaptım” demektir. Kendisini iyice kızdırdığım zaman: “Ahmeytu’l-hadîde” ve “Ahmeytu’r-racule” derim.