"Enter"a basıp içeriğe geçin

Etiket: 1. Evcilleşmenin etkisinde değişim

Yöntemli (bilinçli) ve bilinçsiz seçme – Darwin

Bugün, seçkin yetiştiriciler, yöntemli seçmeyle, belirli bir amacı göz önünde tutarak, ülkede varolanların hepsinden üstün yeni bir soy ya da alt-ırk elde etmeye uğraşıyorlar. Ama bilinçsiz denen ve en iyi hayvanları elde etmeye ve yetiştirmeye çalışan herkesin uygulayabildiği seçme tarzı, bizim amacımız için daha önemlidir. Pointer [bir kopoy ırkı -ç.] beslemeye karar veren bir adam, elbette, bulabileceği en iyi köpekleri edinmeye ve sonra elindeki köpeklerin en iyilerini damızlıkta kullanmaya çalışır, ama ırkı değiştirmek gibi bir isteği ya da umudu yoktur. Bununla birlikte, yüzyıllardır süregelen bu tutumun, tıpkı Bakewell’in, Collins’in vb. buna çok benzeyen, yalnız daha yöntemli uygulanmış, hatta onların ömürleri boyunca yetiştirdikleri sığırların biçimini ve niteliğini büyük ölçüde değişikliğe uğratmış olan tutumları gibi, herhangi bir ırkı iyileştireceği ve değişikliğe uğratacağı sonucunu kesinlikle çıkarabiliriz. Bu türlü yavaş ve sezilmez değişmeler, söz konusu ırkların karşılaştırmaya yarayan ölçümleri ve resimleri işin başından beri yapılmamışsa, asla bilinemez. Ama, bazı durumlarda, aynı ırkın daha az iyileştirilmiş olduğu az uygar bölgelerde, o ırkın değişmemiş ya da az değişmiş bireyleri vardır. Kral Charles Mastısının, bu kralın saltanatı zamanından beri, bilinçsiz olarak büyük ölçüde değişikliğe uğratıldığına inanmak için yeter gerekçe vardır. Gerçekten yetkili kimi bilirkişiler, seter’in doğrudan doğruya zağar’dan türediğine ve ondan yavaş yavaş farklılaştığına inanmaktadırlar. İngiliz zağarının son yüzyılda epey değiştiği bilinmektedir ve bu örnekte, değişmenin özellikle tilkiköpeği (foxhound) ile çaprazlanmaların sonucu olduğu sanılmaktadır; ama bu konuda bizi ilgilendiren, değişmenin bilinçsiz ve yavaş, bununla birlikte büyük ölçüde olmasıdır; eski İspanyol zağarının İspanya’dan getirildiği kesinlikle bellidir, ama Bay Barrow, bana bildirdiğine göre, İspanya’da bizim zağarımıza benzeyen yerli bir köpek ırkı görmemiştir.

Benzer bir işlemle ve dikkatli yetiştirmeyle İngiliz yarış atları hızlı koşma ve irilik bakımından ataları olan Arap atlarını geçmiştir ve sonunda, Goodwood Yarışları yönetmeliği Arap atlarının taşıdığı ağırlığı azaltmıştır. Lord Spencer ve daha başkaları İngiltere’deki sığırların ülkemizde eskiden yetiştirilenlere oranla ağırlık ve erken olgunlaşma bakımından üstünleştiklerini göstermişlerdir. Britanya, Hindistan ve İran’daki posta güvercinleri ile taklacı güvercinlerin geçmişteki ve bugünkü durumları üzerine yazılanları karşılaştırarak bu güvercinlerin ağır ağır geçtikleri aşamaları izleyebilir ve sonunda kaya güvercininden ne denli büyük ölçüde farklılaştıklarını görebiliriz.

Youatt, sürekli seçmenin, yetiştiricilerin asla ummadıkları, hatta isteyemedikleri bir sonuca –iki ayrı soyun türetilmesine– ulaştıkları ölçüde bilinçsiz diyebileceğimiz etkilerine güzel bir örnek vermektedir. Bay Youatt’ın belirttiği gibi, Bay Buckley ile Bay Burgess’in Leicester koyunu sürüleri “Bay Bakewell’in sürüsünden alınıp elli yıl arıkan üretildi. Durumu bilen hiç kimsenin, bu iki efendinin Bay Bakewell’den edindikleri arıkan koyunları yetiştirirken bu yolu bırakmadıklarından kuşkusu yoktur, bununla birlikte, bu iki bayın koyunları arasındaki fark öylesine büyüktür ki, hayvanlar tümüyle ayrı çeşitlerdenmiş gibi görünmektedir.”

Evcil hayvanlarının döllerindeki kalıtsal ırayı sezemeyecek kadar yabanıl ve barbar insanlar varolsaydı bile, belirli bir amaç için kendilerine özellikle yararlı olan herhangi bir hayvanı sık sık karşılaştıkları açlık ve kıtlık dönemlerinde özenle esirgerlerdi ve böyle seçkin hayvanlar, genellikle, değersiz olanlardan daha çok döl bırakırdı; sonuç olarak bu durumda da, bir çeşit bilinçsiz seçme izlenmiş olurdu. Ateş Ülkesi yerlilerinin kıtlık zamanlarında köpeklerini esirgeyip kocamış kadınları öldürmeleri ve yemeleri, bize hayvanlara verdikleri değeri göstermektedir.

Bitkilerde de, ilk ortaya çıktıklarında ayrı çeşitler olarak sınıflanmaya yeter farklılık göstersinler ya da göstermesinler ve iki ya da daha çok türün ya da ırkın çaprazlanmasından türemiş olsunlar ya da olmasınlar, en iyi bireylerin bazen saklanmasıyla aynı yavaş iyileştirme işlemi yürürlükte kalmıştır; bu, hercai menekşe, gül, sardunya, yıldız çiçeği ve daha başka bitki çeşitlerinde, eski çeşitlere ya da ata-soylara göre, çiçek iriliğinde ve güzelliğinde bugün görmekte olduğumuz artmadan açıkça anlaşılabilir. Hiç kimse, yabanıl bir bitkinin tohumundan üstün nitelikli bir hercai menekşe ya da yıldız çiçeği elde etmeyi asla umamaz. Hiç kimse, üstün nitelikli yumuşak bir armudu ahlat çekirdeğinden yetiştirmeyi umamaz, oysa herkes soylu bir armudun çekirdeğini ekerek ahlat yetiştirebilir. Armut klasik çağda tarıma alınmışsa da, Plinius’a göre, çok kötü nitelikte bir meyveydi. Bağ-bahçe konusunda yazılmış kitaplarda, bahçıvanların çok kötü gereçlerden olağanüstü sonuçlar elde etmedeki yeteneklerinin büyük hayranlıkla anıldığını gördüm; oysa onların ustalığı basittir ve aldıkları kesin sonuçla ilişkisi bakımından hemen hemen bilinçsizce gösterilmiş bir ustalıktır, hep en iyi çeşitleri yetiştirmekten, onların tohumlarını ekmekten ve biraz daha iyi değişik bir çeşit ortaya çıkınca onu ayırmaktan ve bu işlemi sürdürmekten başka bir şey değildir. Ama klasik çağın bulabildikleri en iyi armutları yetiştirmiş bahçıvanları, bizim yiyeceğimiz güzel meyveleri asla düşünmemişlerdir; bununla birlikte, bu güzel meyveleri, belirli bir ölçüde, onların her yerde, bulabildikleri en iyi çeşitleri seçmelerine ve korumalarına borçluyuz.

Böylece yavaş yavaş ve bilinçsizce biriktirilen birçok değişme, bence sebze ve çiçek bahçelerimizde uzun zamandır yetiştirilen bitkilerimizin yabanıl ata-soylarını birçok durumda neden tanıyamadığımızı ve bu yüzden bilmediğimizi açıklar. Tarım bitkilerimizin pek çoğunun insanoğlu için bugün gösterdikleri elverişlilik düzeyine çıkıncaya dek iyileştirmeleri ya da değişikliğe uğratılmaları yüzyıllar ya da binyıllar aldıysa, ne Avustralya’dan ve Ümit Burnu dolaylarından, ne de tümüyle uygarlaşmamış insanların yaşadığı başka bölgelerden niçin yetiştirilmeye değer bir tek bitki sağlayamadığımızı anlayabiliriz. Bu, bitki türlerince zengin olan o ülkelerde hiçbir yararlı bitkinin köken-soyu yoktur demek değildir; yerli bitkiler, sürekli seçmeyle, eskiden de uygar olan ülkelerdeki iyileştirilmiş bitkilerle karşılaştırılacak denli geliştirilmemiş demektir. Uygarlaşmamış insanların evcil hayvanlarına gelince, bu hayvanların aşağı yukarı her zaman, hiç değilse belirli mevsimlerde, kendi yiyeceklerini bulmaya çabalamak zorunda olduğu görmezlikten gelinmemelidir. Ve çok değişik koşulları olan iki ülkede, yapıları ya da doğal özellikleri biraz farklı olan aynı türden bireyler, o ülkelerin birinde, çoğu zaman, öbüründe olduğundan daha iyi bir uyma gösterir; ve böylece, daha sonra tümüyle açıklanacağı gibi, bir “doğal seçme” yoluyla, iki alt-ırk ortaya çıkabilir. Bu, belki, bazı yetkililerin belirttiği gibi, uygarlaşmamış insanların elindeki çeşitlerin gerçek türlerin ırasını niçin uygar ülkelerdeki çeşitlerden daha çok taşıdığını kısmen açıklar.

Burada, insanın seçmedeki önemli etkisi belirtildikten sonra, evcil ırklarımızın yapılarını ya da huylarını nasıl olup da insanoğlunun isteklerine ya da beğenilerine uydurdukları birdenbire aydınlanmaktadır. Bundan başka, evcil ırklarımızın normalden sık sık sapan ırasını ve dış ıralarındaki önemli ve buna oranla iç parçalarındaki ya da organlarındaki önemsiz farkları da anlayabiliriz sanırım. Görülür olanların dışındaki yapısal sapmaları seçmek olanaksızdır, ya da ancak büyük güçlüklerle başarılabilir; ve insanoğlu, hayvanın içini gerçekten pek az umursar. İnsan, seçerken, yalnızca doğanın kendisine verdiği küçük ölçüdeki değişimlerle iş görebilir. Hiç kimse, biraz olsun alışılmamış bir tarzda gelişmiş bir kuyruğu olan bir güvercin görmeden bir tavus, ya da alışılmıştan daha büyük kursaklı bir güvercin görmeden bir şişingen güvercin elde etmeyi denemez ve herhangi bir ıra, ilk ortaya çıktığında ne denli anormal ya da alışılmamışsa, insanın dikkatini o denli çok çeker. Ama “bir tavus elde etmeyi denemek” gibi bir deyimin, pek çok durumda, kesinlikle doğru olmadığından hiç kuşkum yoktur. Biraz daha büyük kuyruklu bir güvercini seçen ilk insan, uzun süren, kısmen bilinçsiz ve kısmen yöntemli seçmeyle o güvercinin döllerinin ne olacağını asla hayal etmemiştir. Bütün tavusların atası olan kuşun belki biraz açılmış on dört kuyruk teleği vardır; Java tavusu gibi, ya da başka ve farklı ırkların kuyruk teleklerinin sayısı on yediyi bulan bireyleri gibi bir kuştu. İlk şişingen güvercin kursağını belki bugünkü turbit’in yemek borusunun yukarı kesimini şişirdiğinden –bu ırkın iyi özelliklerinden biri olmadığı için meraklıların önemsemediği bir huy– daha çok şişiremiyordu.

Yetiştiricinin dikkatini çekmek için ille de büyük bazı yapısal sapmalar gerektiği düşünülmemelidir: yetiştirici çok küçük farkları sezer ve her yeniliği, önemsiz de olsa, benimseyip değerlendirmek insanoğlunun doğasında vardır. Aynı türün bireylerindeki farklara önceleri verilen değer, bugün, artık belirgin birçok ırk elde edildikten sonra onlara verilen değerle karşılaştırılmamalıdır. Güvercinlerde bugün de küçük değişimler ortaya çıktığı bilinmektedir, ama bunlar her ırktaki yetkin standarttan sapma ya da birer kusur sayılıp ayıklanmaktadır. Evcil kazın göze çarpan çeşitleri yoktur; bundan ötürü, aralarında belirgin özelliklerin en kalımsızı olan renk farkından başka fark bulunmayan Toulouse ırkı ile yaygın ırk, daha yakınlarda kanatlı hayvanlar gösterilerinde birbirinden farklı çeşitler gibi sergilenmekteydi.

Bütün bunlar, evcil ırklarımızın kökeni ve tarihi üzerine neden pek az şey bildiğimizi açıklar, ama, bir ırkın tıpkı bir dilin bir lehçesi gibi belirli bir kökeni olduğunu söylemek gerçekten güçtür. Bir kimse, yapısında önemsiz sapma olan bir bireyi koruyabilir ve onu damızlıkta kullanabilir, ya da en iyi hayvanları çiftleştirirken alışılmıştan daha çok özen gösterir ve geliştirilmiş hayvanlar yavaş yavaş çevreye yayılır. Ama bu hayvanların henüz belirli bir adı yoktur ve kendilerine verilen değer önemsiz olduğu için tarihlerine de kimse aldırmaz. Bu hayvanlar aynı ağır ve ardışık işlemle daha da iyileşince, daha geniş bir alana yayılır ve farklı ve değerli bir şey olarak tanınır ve belki bundan sonra onlara yerel bir ad verilir. Ulaşımın sınırlı olduğu yarı-uygar ülkelerde yeni bir alt-ırkın yayılması ağır olur. Ama değerli özellikleri tanınır tanınmaz, bilinçsiz seçme dediğim ilke, her zaman –bu ırka gösterilen istek gibi belki bazen daha az ve bazen daha çok–, insanların uygarlık durumuna göre, belki bir bölgede başka bir bölgedekinden daha çok–, bu ırkın ayırıcı özelliklerini, bunlar her ne olursa olsun, yavaş yavaş artırmaya hizmet edecektir. Ama böyle, yavaş, çeşitli ve sezilmez değişmelerin bir belgesinin saklanması şansı, yok denecek denli az olacaktır.