"Enter"a basıp içeriğe geçin

Etiket: 17- Benû İsrâîl Sûresi

Buhari 4759

“Ey Nûh ile beraber taşıdığımız (insanlar) zürriyeti, şu bir hakikattir ki, Nûh pekçok şükreden bir kuldu” (Âyet: 3)

4759 Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bir kerresinde Rasûlüllah’ın sofrasına et yemeği getirildi ve kendisine bir kol kaldırılıp sunuldu. Çünkü Rasûrullah etin bu kısmını severdi. Ondan ön dişleriyle bir lokma kopardı. Sonra şöyle anlattı:

“Ben kıyâmet gününde bütün insanların seyyidiyim, efendisiyim. Bu neden bilir misiniz? Bütün insanlar, evvelkiler ve sonra gelenler olarak düz ve geniş bir sahada toplanırlar. Öyle düz ve geniş sâhâ ki, orada bir çağırıcı çağırınca sesini herkese işittirecek, bakan bir insanın gözü de mahşer halkım bir bakışta görebilecek (Dağ, tepe gibi görmeye, işitmeye bir mâni’ bulunmayacak). Bir de güneş (bütün sıcaklığıyle) yaklaşacak. Artık insanların gamı, meşakkati dayanamayacakları ve taşıyamayacakları bir dereceye ulaşacak. Bu sırada insanlar birbirine:

— Size ulaşan şu faciayı görmüyor musunuz? Rabb’inizin huzurunda şef âat edecek bir şefaatçi (bulmak çâresine) niye bakmıyorsunuz? Diyecekler.

Bunun üzerine mahşer halkının bâzısı bâzısına:

— Haydi, Âdem ‘e gidiniz! Diyecek, akabinde insanlar Âdem Peygamber’e gidecekler ve ona:

— (Ey Âdem!) Sen insan nev’inin babasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı ve sana kendi canibinden olan rûh üfledi, sonra meleklere emretti, onlar da sana secde ettiler. Rabb’ine bizim hakkımızda şefaat dile. Ey atamız, içinde bulunduğumuz şu müşkil vaziyeti görmüyor musun? Bize ulaşan şu sıkıntıyı bilmiyor musun? Diyecekler]

Âdem de:

— Rabb’im, bugün öyle bir öfke etmiştir ki, ne bundan önce böyle öfkelenmiş ve ne de bundan sonra bunun benzeri bir öfke ile öfke edecektir. Hem Rabb’im beni cennet ağacı meyvesinden birini yemekten nehyetmiş iken, ben âsî olup yemiştim. (Onun için size şefaat edemem, şimdi ben kendimi düşünüyorum.) Vay nefsim, nefsim nefsim! Siz benden başka bir şefaatçiye gidiniz: Nûh ‘a gidiniz! Diyecek.

Onlar da Nûh ‘a varacaklar ve:

— Ey Nûh, sen yeryüzü halkına gönderilen rasûllerin birincisisin. Allah sana Kur’ân’da “Çok şükreden kul” adını vermiştir. Lütfen hakkımızda Rabb’in huzurunda şefaat et! İçinde bulunduğumuz sıkıntılı hâli görmüyor musun? Diyecekler.

Nûh Peygamber de:

— Azız ve Celîl olan Rabb ‘im bugün celâllenmiştir. Öyle bir derecede ki bundan önce böyle gadâb etmemiş, bundan sonra da böyle celâllenmeyecektir. Benim de bir dua edişim var: Ben onu vaktiyle kavmimin helaki için dua etmiştim. (Ben de şimdi kendimi düşünüyorum.) Vay nefsim, nefsim, nefsim! Şimdi siz benden başka bir şefaatçiye gidiniz, İbrahim’e gidiniz! Diyecek.

Onlar da İbrahim ‘e varacaklar ve:

— Ey İbrahim, sen yeryüzündeki insanlardan Allah ‘ın Peygamberi ve Haltlisin (dostusun) Rabb’in huzurunda bize şefaat et, içinde bulunduğumuz şu sıkıntılı hâli görüyorsun! Diyecekler.

İbrahim Peygamber de onlara:

— Bu gün Rabb’imin celâl sıfatı tecellî etmiştir. Hem bir derecede ki bundan önce böyle gadâb etmemiş, bundan sonra da böyle gadâb etmeyecektir. Ben üç kene yalan (a benzer söz) söylemiştim. -RâvîEbû Hayyân hadîsin içinde bunları zikretmiştir (Şimdi kendimi düşünüyorum.) Vay nefsim, nefsim, nefsim! Artık siz benden başkasına gidiniz, Musa’ya gidiniz! Diyecektir.

Onlar da Musa’ya gidecekler ve:

— Yâ Mûsâ, sen Allah’ın rasûlüsün. Allah seni elçi yapmasıyla ve kelâm söylemesi ile insanlar üzerine faziletli kıldı. Rabb’in huzurunda bizim için şefaat et! İçinde bulunduğumuz acıklı hâli görmektesin, diyecekler.

Mûsâ Peygamber de onlara:

— Rabb ‘im bugün celâl sıfatı ile tecellî etti, o derecede ki, ne şimdiye kadar bu derece öfkeli olmuş, ne de bundan sonra bunun gibi öfkeli olacaktır. Ben ise öldürülmesiyle me’mûr olmadığım bir canı öldürdüm (Şimdi ben nefsimi düşünüyorum.) Ah nefsim, nefsim, nefsim! Siz benden başka bir şefaatçiye gidiniz, isa’ya gidiniz! Diyecek. Onlar da Îsâ Peygamber’e gelecekler ve:

— Yâ Îsâ, sen Allah’ın Rasûlüsün ve Allah Taâlâ’nın Meryem’e koyduğu ve onun tarafından olan bir ruhsun, sen beşikte bir sabî iken insanlara söz söyledin! Rabb ‘in huzurunda bizim için şefaat et, içinde bulunduğumuz ıztırâbı görmektesin! Diyecekler.

Îsâ Peygamber de onlara:

— Rabb’im bugün, bundan evvel benzerini yapmadığı ve bundan sonra da benzerini yapmayacağı bir gadâbla gadâb etmiştir, diyecek ve kendine âid hiçbir günâh zikretmeden: Âh nefsim, nefsim, nefsim! Diye endîşesini açıklayarak: Siz benden başkasına gidiniz, Muhammed’e gidiniz! Diyecek.

Onlar da Muhammed’e gelecekler de:

— Yâ Muhammed! Sen Allah’ın Rasûlü’sün ve peygamberlerin hâtemisin. Allah senin geçmiş ve gelecek bütün günâhlarını mağfiret etmiştir. Rabb’in huzurunda bizim için şefaat et, içinde bulunduğumuz elem ve ıztırâbı görmektesin! Diyecekler.

Bunun üzerine ben hemen Arş’ın altına giderim de Azîz ve Celîl olan Rabb’ime secde edici olarak yere kapanırım. Sonra secdemde Allah bana kendisine yapılacak hamdlerinden ve üzerine güzel senadan öylesini açıp ilham edecektir ki, benden önce onu hiçbir kimseye açmamıştır. (Ben o hamdler ve senalarla hamd ve sena ettikten) sonra Allah tarafından bana:

— Yâ Muhammed! Başını kaldır, iste, istediğin sana verilecektir; şefaat et, şefaatin kabul olunacaktır! buyurulur.

Ben secdeden başımı kaldırıp:

— Yâ Rabb ümmetim! Yâ Rabb ümmetim! Diye şefaat dileğimi söylerim.

Bana:

— Yâ Muhammed, ümmetinden üzerinde hesâb ve suâl olmayanları cennetin kapılarından olan sağ kapıdan cennete koy! Onlar ı cennetin bundan başka olan öbür kapılarında da insanlarla ortaktırlar, buyurulacak.”

Bundan sonra Rasûlüllah: “Nefsim elinde bulunan Allah’a yemîn ederim ki, cennetin kapı kanatlarından iki kanadın arası Mekke ile Himyer yahut Mekke ile Busrâ arası kadar geniştir” dedi