"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Muhammed Ali Kavramı

Alevi inancına göre, Alinin nuru ile Muhammedin nuru aynıdır. Muhammed bir ilim şehridir; Ali ise o şehrin kapısıdır. Alevi inanışına göre Islamiyete giriş, ancak bu kapıdan olur. Bunun yolu da Aleviliktir.
Alevi felsefesinde, Muhammedle Ali özdeşleşmiştir. Bunun sonucunda da “Muhammed Ali” kavramı doğmuştur. Bu ifadenin Muhammedle Ali gibi algılanması yanlıştır.
Burada, iki varlık gibi görünen tek varlık vardır. O varlığın dışı Muhammed, içi Alidir. Dış, nübüvveti (şeriatı) temsil eder; iç ise velayeti (hakikati) ifade eder.
Buna bağlı olarak ilk İmam Ali, “Ben konuşan Kuranım” demiştir. Bu sözde, peygamberin ilmine halife olmak durumu söz konusudur. Bu hilafet de nübüvvettin manevi anlamda devam ettirilmesi anlamına gelir.
Peygamberin manevi mirasına sahip çıkan Ali, “perde kaldırılsa bile, ‘yakiymin artmaz benim” demiş ve Tanrıya olabilinecek kadar yakın olduğunu, açıkça dile getirmiştir. İmam Ali, ayrıca şöyle demiştir:
“Biziz peygamberlik ağacı; peygamberlik vahyinin indiği yer, meleklerin gelip gittiği mahal, hikmetlerin kaynakları, ilmin madenleri biziz!…”
Hemen belirtelim: Söz konusu olan, peygamberlik iddiası değildir. Baştan beri vurgulandığı gibi, peygamberliğin içyüzü olan ve sürüp giden velayet olgusudur.
Velayet Islamiyetin özüne ulaşmayı hedeflediği için kalıplaştırılmamış, sürekli yenileşmeyi, araştırmayı gündeme getirmiştir.
Muhammed Ali kavramının ne olduğunu daha iyi açıklamak için, Alevi söylencesinden ilginç bir örnek veriyoruz. Burada yolunun kaynağının ve erkanının bazı özellikleri de görülmüş olacaktır. Şöyle diyor söylence:
Halık-ı alem Tanrı kudretini aşikar kılmak diledi. Yüksek, alçak, sağ, sol, doğu, batı, kuzey, güney, yer, gök, güneş, ay, yıldızlar, yıl, gün, bütün bunları dileyince, kemal-i kereminden ve lütfu inayetinden bir şeyil deniz yarattı.
Sonra o denize bakı verdi. Deniz dalgalandı, çoştu. Ve bir cevheri dışarıya düşürdü.
Yüce Tanrı, bu cevheri aldı. Ikiye böldü. Parçalardan biri yeşil, biri ak iki nur (ışık) Oldu. yeşil kubbe misali bir kandil asılı durmaktaydı. Allah, bu nurları, bu yeşil kubbe misali asılı olan kandile koydu. Yeşil nur, Muhammed Mustafanın, ak nur da Murtaza Alinin nuru oldu… bu nurlar, bütün nurların en ilki idi.
Sonra yüce Tanrı, bir melek yarattı ve adını Cebrail koydu.
Ona sordu: “Sen kimsin, ben kimim?”
Melek eyitti: “Sen sensin, ben de benim!”
Bunun üzerine Allah, ona kahreyledi. Bir ateş gibi yaktı….
Hak Teala, daha sonra beş melek yarattı. Onlara da aynı soruyu sordu. Aynı cevabı alınca, hepsini yakıp yok etti.
Aradan altı bin yıl geçti. Bir melek daha yarattı. Bu meleğin de ismini Cebrail koydu. Gene sorusunu tekrarladı:
“Sen kimsin, ben kimim?”
Cebrail cevap vermeyince, “uç” diye emrolundu. Altı bin yıl gezdi. Bin yıl uçtu. Sonra gene Tanrının huzuruna geldi. Hak Teala gene sordu: “Sen kimsin, ben kimim?”
Cebrail gene cevap vermedi. Tekrar emrolundu; uçtu altı bin yıl, seyreylendi. Fakat artık aciz kalmış, düşmeli olmuştu.
Hak Teala, o zaman inayetiyle, meleğin batın (içteki) gözünü açtı.
Melek, o zaman kudret kandilini gördü. Ona kondu. Fakat kapısını bulamadı. Niyaza vardı. Niyazbend oldu. bir kapı açılıverdi. Hemen içeriye girdi.
İki nur gördü ki, bir vücut olmuş, biri ak, biri yeşil.
Ak nur seslendi: “Ey Cebrail! Var buradan yüce Tanrıya git. Sana sual etse gerek. Sorarsa, şöyle cevap ver: ‘Sen Haksın, ben mahlukum de!”
Melek gitti, Hak Teala, meleğine hitap etti: “Sen kimsin, ben kimim?”Cebrail, “Sen Haksın, ben mahlukum” (Sen yaratansın, bne yaratılanım) diye cevap verince Tanrı, seslendi: “Rahmet üstadına ve pirine!”
Şimdi, pir Muhammed Mustafadır, üstad da Aliyyül Murtazadır. Cebrailin üstadı Murtaza Alidir. Mürşit, üstat da Ali ve pir, Muhammed Mustafadır…
Yüce Tanrı daha sonra dört melek yarattı. Biri Mikail, biri Israfil, biri Azrail, biri de Azazildi. Dördü, Cebraili bilmiyorlardı. Evvela birbirlerine, sonra Cebraile sordular: “Sen kimsin, ben kimim?”
Cebrail eyitti. “Bir mahluksunuz, ben de bir mahlukum” dedi. Mikail, Israfil, Azrail inandı. Fakat Azazil inanmadı.
Bunun üzerine Cebrail, “Geliniz göstereyim” dedi. Hep birlikte Cebraili takip ettiler. zahiri, batını nurla dolu beyaz, dönen kubbe misali, asılı bir kandil gördüler. Yedi kapısı vardı. Fakat kapıları açılmadı.
Cebrail eytti: “Ya Rab! Ne hal oldu?” Kandilin her kapısına bin bir gün hizmet etsinler” diye emir geldi.
Azazil de bin bir gün ibadet etti.
Nihayet kapı açıldı. İçeriye girdi. Bir vücut olmuş iki nur gördü. Tam bu esnada bir ses işitildi: “O, nura secde et!”
Azazil dedi ki: “Buda yaratılmış bir vücut!” secde etmedi. Üstüne tükürdü. Benlik yurduna oturdu. O tükürükten bir tevkil nesne bitti. Bu bir tavktı ki, nihayet Şeytanın boynuna geçti. İşte Şeytanın Ademe düşmanlığı buradan başlar.
Melekler, levh, kalem, arş, cennet, cehennem, gökler ve arzın hilkatınden üç yüz yirmi dört bin yıl önce Tanrı, kudret eliyle kendi ışığının güzelliğinden bir avuç nur yarattı. İşte bu nur, Muhammed ve Alinin nurudur, o nurdan Muhammed ve Ali yaratıldı.
Sonra, Allah, “Bana secde eyleyin” diye emreyledi. Dünya yıllarıyla yüz yirmi dört bin yıl, secde emrinde, Hakka hizmet ettiler.
Sonra, zahiri ve batını nur ile dolu Muhammed ve Alinin pırıltısından bir inci yaratıldı ki, Muhammed ve Alinin nuru burada karar kıldı. Bu aleme “Alem-i Umman” derler.
Bu Alem-i Ummanda henüz Cebrail ve sair melekler yaratılmadan önce, biri diğerinin üzerinde yetmiş bin şehir halk olundu. Her birinin genişliği, dünyanın yetmiş misli büyüklüğünde idi. Her birine yetmiş bin mahluk yerleştirilmişti ki, bunlar melekler, insan ve cinden başka mahluklardı. Hak Teala “Olun” buyurmuş, o anda cümlesi halk oluvermişti!
Bu mahlukların her biri yetmiş bin yıl ömür sürüyor, yedi farz, üç sünnet üzere Hakkı birleyen, Hakka ibadet ve taatle meşgul oluyorlardı. Fakat bir zaman sonra içlerinden yol düşmanı, çirkin kokulu, sufi siyahından birkaç, Hakkın emrine karşı gelip isyan etti. Allahın emrini kırdı. Muhammed ve Ali erkanında ayrıldı. Hak Teala da kahrıyle o şehirleri birbirine vurup parça parça etti. İçindeki mahluklarla birlikte bir anda yok ediverdi.
Aradan zaman geçti. Hak gene bir tür yaratık halk etti. Yine Alem-i Ummanda seksen bin şehir yarattı. Fakat bu şehirler evvelkilere nazaran küçerekti. Her biri on bu dünya denli idi. bütün bu şehirleri, kudret ve kuvvetiyle, hardal taneleri gibi, bir cins hububatla doldurdu. Ve akabinde bir yeşil kuş halk etti. Ve bu kuşa o tanelerden yılda bir tane gıda taktir eyledi.
Bu mübarek kuş, şehirlerin etrafından uçar, yılda bir tane yemek suretiyle kanaat ederdi.
Akıbet, bütün şehirlerin taneleri tükendi. Artık yiyecek bir şey kalmamıştı. Kuşun ruhu vücudundan uçup gidince, Yüce Tanrı gene coştu. Kendi zatına tanıklık edecek insan biçiminde yüz yirmi bin latif yaratık halk etti. Bunların hepsi insanın atası Ademden gayri ve meleklerden evveldir. Fakat bunları birden değil de, birer birer halk etti. Ve her birini seksen bin yıl ömür verdi. Böylece bu mahluklar da bir bir gelip geçti, yok oldu.
Gene alemde yanlız Muhammed Alinin nuru kaldı.
Bu açıklamalardan kolaylıkla anlaşılır ki, Alevi düşüncesinde, Muhammed Ali nuru, ebedidir. Bu durum, Yunus Emreden günümüze değin bütün Alevi ozanların şiirlerine yansımıştır.