Arap çoğrafıyasındaki Şia(Ali yanlısı) Şiiler içerisinde Anadolu Aleviliğine yakın duranlara Türkiyede “Arap Alevileri” denilmektedir. Biz burada Türkiyeli üç Arap Alevisinin görüşlerine yer vereceğiz.
Kervan dergisinin Ekim 1994 sayısında Şeyh İbrahim Güler, 1926 doğumlu Mehmet oğlu Selim Sönmez ve Antalya İl Genel Meçlis Üyesi, Hatay Hakimiyet Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Cevdet Rendenin ağzından Arap Alevilerini tanıyalım:
“Şia, (yandaş) anlamında olup, Müslümanlıkta (Hz.Aliya yandaş olanlar) anlamında kullanılır. “Şii” terimi politik olup, Halife Ömerin ölümünden sonra sıkça kullanılmıştır. O günlerdeki halife çekişmesinde Osmanı tutanlara “Şia-i Osman”, Aliyi tutanlara da “Şia-i Ali” denmiş, sonra da sadece Ali yandaşları için kullanılmıştır.
Hz.Aliyi sevenler, O hayattayken çeşitli adlarla anılıyordu: Galiye, Sabiye, İmamiye, Zeydiye…. Alevi sözcüğü de, Aliyi, ilk üç halifeden üstün tutan mezhep ve tarikatlar anlamında kullanılır.
Türkiye Şiiliğin bir kolu olan Alevilik, Orta Asya, Afganistan, Irak, İran, Süriye, Lübnan ve İsrailde görülür. Bu geniş alanda yaşayan Alevilere eskiden, yöre ve halklara göre değişik adlar verilmiştir. Anadolunun doğusu, İran, Azerbeycan ve Afganistanda “Kızılbaş”, Türkiye, Arnavutluk ve Suriyede “Bektaşi”, İran ve Türkistanda “Ali-İllahi”, İranda ki Kürt Alevilerine “Ehli Halk”, Iraktakilere “Nakai”, Türkiye, Suriye, Fırat boyları, Lübnan ve İsrailde yaşayan Arap kökenli Alevilere de “Nusayri” denirdi.
Arap Aleviliği dediğimiz Nusayrilik, 9cu yüzyılda Bekir bin Vail kabilesinin Abdulkaya kolundan gelen Basralı Muhammed bin Nuseyr tarafından kurulmuştur. Irakta, Basrada, Küfe ve Vazite yayılmaya başlayan bu tarikat, o günlerde “Nemiriye” adıyla tanınıyordu. Daha sonra bunlara “Nusayri” denilmiştir.
Arap Alevileri, Alici ve 12 İmamcı olup kendilerine “El-Müminun” derlerdi. Ana dili Arapça olan bu Aleviler, Türkiyede İçel, Adana ve Hatay ile yurdun diğer büyük kentlerinde (Ankara, İzmir, İstanbul, Antalya) dağınık olarak yaşamaktadırlar. Son seçimde de TBMMye 6 milletvekili göderdiler. (Hataydan 3, Adanadan 2, İçelden 1)
İmam Ali soyu ve yandaşları, tarih boyunca zorba yönetimlerden çok çekmişlerdir. Emeviler zamanında başlayan baskı ve zulüm, Abbasiler, Büyük Selçuklular, Haçlılar, Memlük ve Osmanlı devletleri zamanında da sürmüş ve günümüze dek gelmiştir.
Türkiyede yaşayan Aleviler, yurtlarındaki durumdan hoşnut değildirler. Baştaki yöneticiler, “Laiklik” diyerek bizden topladıkları paralarla İslamın bir mezhebini örgütlüyorlar. Çocuklarımızı da bize baka baka Sünnileştirmeye çalışıyorlar ve gözlerimizin önünde kardeşlerimizi yakıyorlar.
Türkiyede iflas eden sadece ekonomi değil, politika, hukuk, felse, dinsel/mezhepsel moral, düşünceler ve uygulamalardır.”
Şeyh İbrahim Gülere göre; “Nusayrilik”in anlamı, “nasreden, zafer kazandıran” anlamında olup, Ali ile birlikte savaşan ve başarı sağlayan askerler anlamına gelmektedir. Aliden sonra Abbasiler devrinde, “Alevi” sözcüğü yasaklanmıştır. Abbasilerin bu baskılarından Aleviler, Iraktan Halepe kaçtılar. Başkenti Halep olan Hamdani devletini kurdular. Daha sonra bu topraklara hükmeden Memlük ve Osmanlı Devletleri tarafından Alevilere karalamalar yapılmış ve bunların sonucunda katliamlar yapılmıştır. Bu baskı ve zulüm karşısında Arap Alevileri, Şam, Halep, Lazkiye, Trablus kentlerinden dağlara kaçtılar. Sığındıkları dağlara “Sunmak Dağları, Ensariye, Alevi Dağları” adı verildi. Bu dağlar Antakyadan Şama kadar uzanıyor. Bunlar, kıyım ve baskı azalınca dağlardan inip kentlere, ovalara yerleştiler. Burada toprak sahiplerinin yanında çalıştılar. Bundan dolayı onlara “Fellah” (Çiftçi) denildi.
Arap Alevileri ile Anadolu Alevilerinin ikisi de Müslüman; Ehl-i Beyti sever ve Caferi mezhebine tabidir. Fakat zamanla farklı adet, gelenek ve göreneklere girişmişlerdir. Mesela cem ayinleri…
“Cem” toplanmak anlamındadır. Dini bayramlarda ve mübarek günlerde cemaatin toplanmasına cem denilir. Bu cem ayinlerinde, dini lider saydığımız Şeyhler (dedeler) önderliğinde Kuranı Kerimden ayetler okunur ve dini vaaz verilir. Burada okunan ayetler, cemaata açıklanır; iyilik, doğruluk, temizlik üzerinde durulur. Cem ayinlerinde bilgili, akıllı ve temiz insanlar girebilir.
Kadına ilişkin felsefemiz şudur: Herşeyden önce kadına, insan olduğu için değer verir, erkeklerle bir sayarız. Fakat ayrı tuttuğumuz bazı noktalar da vardır. Aile içinde bazı durumlarda farklılıklar göze çarpar. Kadın önce tabii ki, yaratılış sebebiyle erkekten farklıdır. Bu farklılık tabiat ve doğuş açısından değerlendirilmelidir. Bununla beraber uygulamada düşüncelerimiz birdir.
Yurdumuzda yaşayan insanlar olarak elbette sorunlarımız vardır. Bu sorunumuz, bizleri tanımayan insanların bizler hakkında yalan yanlış tanımalarına ve insanlığın kabul etmiyeceği ithamlar yapmasında kaynaklanmaktadır. Bu sorunun çözümü için, bizleri böyle çirkefliklerle itham eden insanların gelip bizlerle bilgi alışverişinde bulunarak bizleri tanıması gerekir.
Bizler, hür, eşit ve tüm insan haklarına saygılı bir dünya düzeni istiyoruz.
Kuran, Allahın anayasasıdır. Günümüze değiştirilmemişve tahrif edilmemiştir. Alevi olarak bu kitaba inancımız sonsuzdur. Helal ve haram, hayır ve şer, iyi ve kötü ve benzeri Allahın yarattığı herşey bu kitabın içinde mevcuttur. Kesinlikle değiştirilemez; kimsenin değiştirmeye güçü yetmez…..”
Şeyh İbrahim Gülerin bu görüşü, değişmeyi gelişmenin ön koşulu sayan Anadolu Alevilerinin bilimsel ve evrensel dünya görüşlerine ters gelmektedir. Birbaşka terslikte, Anadolu Alevilerinin inanç kaynağında yeralan ululardan Nesimi ve Mansurun “Enel Hak” felsefesine tepki vermesidir. Diyor ki güler; “Biz Mansurun bu fikrini tasvip etmiyor ve kabul etmiyoruz. Hiçbir zaman insan Hak Teala olamaz. Ne kadar yükselirse yükselsin, o insan ancak Hakka layık kul olabilir. Bu kelimeyi (Enel Hak kelimesini) Allahtan başka bir kimsenin kullanmaya hakkı yoktur.”
Şeyhın Kuranla ile ilgili değerlendirmesi, tarihi gerçeklere de ters gelmektedir. Kuranın ilki halife Osman, ikincisi Mervan tarafından değiştirilmiştir. Kaldı ki, imam Ali ile Muaviye savaşında yenilmeye yüz tutan Muaviye hileyi şerriyeye başvurup yazılı Kuran yapraklarını mızraklara taktırınca Ali, “Onlara itibar etmeyin, konuşan Kuran benim” özdeyişini söylemiştir. Hünkar Bektaş veli de, Aliden ilham alarak “İnsan, Kuranı Natıktır” (Konuşan Kuran insandır) diyerek “Okunacak en büyük kitap (olarak) İnsan”a yönelmiştir… Tanrı Ademi yaratmakla Ondan tecelli etmiştir. Dolayısıyla Kuran, Ademden büyük değildir; çünkü Ademin emrine indirilmiştir…. Konuşan da, kurtaran da, yapan da Ademdir…
Yine de biz kendisini tanıması için, kendisinin kullandığı Alinin şu sözlerini derinliğine düşünmesi ve uyanması dileğiyle Şeyh Gülere anımsatmak istiyoruz:
“Senin hastalığın sendedir, fakat sen bunu bilmiyorsun! İlacında içindedir, göremiyorsun. Sen kendini küçük bir vucut olarak görüyorsun. Fakat senin o küçük vücudunda semadaki melekler senin suretinde tecelli etmiştir.”
Peki Tanrı ne demiştir: “Göklerin ve yerlerin yaratıkları, insanlardan daha büyük değildir. Fakat bunu, insanların çoğu bilmemektedir.”
Üçüncü Arap Alevisi Selim Sönmezin görüşlerinden de şu pasajları alıyoruz:
“Hz.Ali, eşsiz bir şahsiyettir ki, ilmi, fesahati, zahitliği, imanı, kahramanlığı, cömertliği, mertliği, doğruluğu, hikmeti, felsefesi, kadılığı, yüksek ahlakı ve sosyal adeleti ile dünyadaki bütün yüksek faziletleri haizdir.
Hz.Ali sevgisi neye dayandığı ortadadır: Muhammede olan yakınlığı ve Muhammedin kendisini çok sevip ve sevilmesini emretmesi ile Canab-ı Allahın Kuranda Ehl-i Beyt sevgisiniemir buyurmasındandır. Ki, Allah ve Peygamberinin itaatı farzdır.
Hz.Muhammed, sahabelerine Alinin sevilmesini daima tavsiye ederdi. Bu konuda bir kaç hadisi şerif sunalım:
“Aliyi sevmek iman, ondan nefret etmek nifaktır” (Termizi, 3-299, Misned-i Ahmet, 6-299, Sahih-i Müslim, 1-61.)
“Aliyi ancak mümin olan sever, münafık ondan nefret eder.” (ErRiyad-un Endir, S-166, Necm-üz Zevaid, 2133.)
“Müminin sayfa ünvanı Ali sevgisidir” (Nenavi, Künüzül Beksak, S. 32.)
Bundan bakılınca Aliye buğuz bağlıyarak kin ve öfke kusan, Muaviye ile bir olup kılıç çeken Ayşe başta olmak üzere tüm Ali düşmanlarını Tanrı adına lanetlemek gerekiyor….
Ancak Selim Sönmez de, Arap Aleviliğinin, Anadolu Aleviliğinden farklı olduğunu teslim ediyor ve diyor ki:
“Ne geçmişte, ne de günümüzde ortak bir hareketimizin olduğunu hatırlamıyorum. Fakat şunu belirtmekte yarar vardır. Az önce Alevilerin gerek geçmişteki, gerek günümüzdeki durumlarından bahsetmiştim. Aslında Arap olsun, Türk veye Kürt olsun, bütün Aleviler ezilmiş ve horlanmıştır.
Bektaşilerle en büyük ortak özelliğimiz, Ali ve Ehl-i Beyt sevgisidir. Fakat aramızda farklar da vardır. Onlar Aleviliği bir mezhep olarak mı, yoksabir hayat felsefesi ve yaşayış biçimi olarak mı algılıyorlar, bilmiyorum da, biz, anadilimizin Arapça olmasından kaynaklansa gerek, daha fazla dinin içindeyiz ve Aleviliğimiz dini temele dayanmaktadır.”
Bu gerçekci yaklaşımdan dolayı Selim sönmeze teşekür ediyoruz.