"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Akıl tutulması ve hac

Her ne ararsan kendinde ara,
Mekkede Kudüste, hacda değil…
Ortodoks İslamın ibadet biçimlerinden olan hac konusundaki görüşlerimizi sergileyerek “Akıl Tutulması” adını verdiğimiz yazı dizimize devam edelim.
Hac sözcüğü anlam itibariyle ziyaret demektir. Kelimenin terim anlamı herhangi kutsal bir yeri belli kurallar çerçevesinde ziyaret etmektir. Ortodoks İslam literatüründe ise Kabeyi belli kurallara uyarak ve belli ritüeller çerçevesinde ziyaret etmeye hac denmektedir.
Kabeyi ziyaret etmek suretiyle hac ibadeti yapmak İslam öncesi dönemden kalma bir Arap geleneğidir. Hanif ya da müşri tüm Araplarca Kabe, kutsal bir mekan olarak görülmekteydi. Hac sırasındaki en önemli dinsel ritüellerden biri olan tavaf yani Kabenin etrafında dönmek de İslam öncesinde kalma bir ritüeldir. İslam öncesinde hacca gelen araplar Kabenin etrafında çıplak bir vaziyette tavaf ederlerdi.
İslam diniyle birlikte hac ibadeti de bir kısım yeni düzenlemelerle devam ettirildi.
Kuranın Al-i İmran Suresi 97. ayetinde; “Gücü yeten kişinin Kabeyi ziyaret etmesi Tanrının insanlardan istediği bir davranıştır” denilmektedir.
Hacla ilgili başka ayetler de var: “Haccı Allah için tamamlayın…” (Bakara Suresi: 196.)
“Hac bilinen aylardadır…” (Bakara Suresi: 197.)
“İnsanlar içinde haccı ilan et ki, gerek yaya olarak ve gerek uzak yoldan gelen yorgunluktan incelmiş develer üzerinde sana gelsinler.” (Hac Suresi: 27.)
Tüm ibadetlerde olduğu gibi hac ibadetinde de zamanlama bir kısım yeniliklere ve değişikliklere gidilmiştir. Hac ibadetlerinin yapılması sırasında mezhepler arası kimi farklılıklar da göstermektedir ki, hiç bir ibadette olmadığı gibi hac ibadetinde de değişmez kurallar yoktur.
Sözgelimi, Kuranın ifadesine göre hac “bilinen aylarda” yapılması gereken bir ibadet iken uygulamada birkaç güne çekilmiştir. Bu durum kimi değişikliklerin yapılabileceğinin göstergelerinden biridir. Nittekim haccın zamanı konusunda bir değişikliğin yapılmış olduğu uygulamayla sabittir.
Yine hacca davetin yer aldığı ayette insanlardan hacca”yaya olarak ya da yorgunluktan incelmiş develer üzerinde derin vadilerden geçerek” gelinmesi istenirken hiç kimse bu isteğe uymamaktadır. Çünkü denilmektedir ki, “önemli olan hacca gidip ibadet etmektir. Hacca gitmek için kullanılacak araçların önemi yoktur.” Bu yaklaşım doğru ve mantıklıdır. Aslında bu yaklaşım Alevi inancının özünün dayandığı bir ilkeyi de dile getirmektedir. Alevi inancına göre ibadetlerde şeklin, zamanın vb. vasıfların önemi yoktur. Önemli olan Allah için ibadet etmektir.
Unutulmaması gereken en önemli kurallardan biri de yüce Allahın hiçbir şeyi boş yere emretmemiş olduğudur. Allahın tasaruflarında mutlaka bir hikmet vardır. Allah boş işle uğraşmaz. O halde hac ibadetini emretmekle yüce Allahın amacı nedir?
Kuşkusuz hac ibadeti Allahı anmanın yanı sıra değişik bölgelerden gelen müslümanların kaynaşması, toplumsal dayanışma ve kardeşliğin yaygınlaşması amaçlanmaktadır. Hac, insanların tüm makam ve mevkilerinden sıyrılarak Tanrının evi olarak nitelenen Kabenin etrafında eşitlenmenin ve kardeşleşmenin provasını yapmaktır. İslam kimliği çerçevesinde başkaca her çeşit kimliğin üzerine çıkarak bir insanlık dayanışmasını sergilemektir. Hac aynı zamanda müslümanlar için bir kültür ve bilim şölenidir. Muhammedin döneminde tüm bu işlevleri yerine getiren hac etkinliği sonraki yıllarda gidgide amacından uzaklaşmıştır. Hatta Emevi, Abbasi dönemlerinden itibaren siyasi bir güç gösterisine dönüşmüştür. Hac için Kabenin çevresinde toplanan yüz binlerce insan üzerinden güç gösterisi yapmaya çalışan Sultanlar ibadeti siyasete alet ederek istismarın en acımasızını sergilemişlerdir.
Bu istismar kimi zaman öyle bir boyuta taşınmıştır ki, siyasi hırs yüzünden Kabe pek çok kez saldırıya uğramış hatta karşıt müslüman orduların gülleleriyle yerle bir olmuştur. Dahası Hacer-ül esved kırılmak istenmiş, ona el konulmuş ve kaçırılmıştır.
Kabeye egemen olmak müslümanların lideri olmasının da göstergelerinden biri olrak görülmüştür. Görüleceği üzere bir ibadet mekanı olan Kabe zamanla neredeyse siyasal kavgaların unsurlarından biri haline gelmiştir.
Öte yandan hac sırasında aynı mekanda ibadet eden farklı mezheplerden binlerce insan ülkalerine döndüklerinde mezhep farklılığı nedenine dayanarak birbirlerini boğazlamayı sürmektedirler. Irak, Afganistan, Pakistan ve Hindistanda Sünni-Şii kavgalarının camileri kundaklama noktasına kadar vardığını, insanların birbirlerini boğazladığını üzülerek görmekteyiz. Bir barış etkinliği olması gereken hac onlar için maalesef bu anlamda hiçbir olumlu sonuç doğuramamaktadır.
Günümüzde Suudi Krallarının kendilerini “hadim-ül-harameyn” (iki kutsal yerin hizmetçisi) olarak nitelendirmeleri de benzer maksatların hala mevcut olduğunu göstermektedir. Her ne kadar kendilerine “hizmetçi” deseler de kastedilenin hizmetçilikten ziyade hakimlik/egemenlik olduğu aşikardır. Suudi kralları tüm müslümanların ortak toprağı olan bir bölgeyi kendi mülkleri gibi görmektedirler.
İslam dünyasının pek çok bölgesinde milyonlarca hatta yüz milyonlarca müslümanın açlık ve sefaletle kıvrandığı gerçeği ortadayken hiçbir hac ibadeti sırasında bu tür sorunlarla ilgili hiçbir bilimsel çalışmanın, hiçbir ekonomik etkinliğin gündeme bile gelmemesi de haccın anlamını yitirmeye başladığını ilan ediyor.
Hac ibadeti sayesinde zenginleşen binlerce “din görevlisi” nedeniyle tamamen bir ranta dönüşmüş olan bu etkinlik zaman zaman Sünni ve Şii siyasal İslam projelerinin nemalandığı ticari kaynak hüviyetine de bürünmektedir. Hac ibadetinin istismar edilerek seyahat şirketleri yoluyla çok büyük miktarda maddi kaynak köktenci, dinci, şeriatçı örgütlere aktarılmaktadır. Suudi Krallığı da bu işte yönlendirici bir rol üstlenmektedir.
Elbette ki, samimiyetle inanıp inancını yerine getirmek için hacca giden içtenlikle Sünni ve Şii müslümanları bundan tenzih ediyoruz.
Hacca gidip Kabeyi ziyaret ederek, Allahın evini ziyaret ettiklerini düşünen insanlara Alevi uluları yüzyıllardır Allahın gerçek evinin insanların kalbi/gönlü olduğu gerçeğini haykırıyor.
Alevilik, Türkmen mistisizmi ile örülmüş bir inan olarak hemen hemen her dinsel konuda olduğu gibi hac ibadeti konusunda da batıni/içsel yorumlarıyla vücut bulmaktadır. Bu açıdan bakıldığında belli bir şekle dökülmüş/kalıplara hapsedilmiş bir ibadet batıni bir dinsel yaşantıyı benimseyenler için kuşkusuz tatminkar olmayacaktır.
Aleviler için Kabe kutsal bir mekandır. Her şeyden evvel imam Alinin zahir alemine geldiği/doğduğu bir mekan olarak da kabul edildiğinden Kabe Aleviler için kutsallığında kuşku bulunmayan bir binadır. Kaldı ki, Alevi inancına göre, tüm ibadethaneler kutsal ve saygındır. Kabe, zahir aleminde Tanrının evidir. Ancak batında Allahın evi hiç kuşku yok ki insanın kalbidir.
Bu nedenle Allahın gerçek evi olan binlerce, milyonlarca insanın kalbi, yaşanan açlık ve sefaletle kıvranırken Kabe yollarında büyük meblağlarda para harcamak Allahın razı olabileceği bir şey olabilir mi? dış borçlar düşünüldüğünde doğan her çocuğun binlerce dolar borçla doğduğu ve nüfusunun yüzde onunun açlık sınırında yaşadığı bir ülkenin yurttaşlarının büyük maddi harcamalarla hacca gönderilmesi, yönlendirilmesi ne derece akli ve dinseldir?
Bu durum aslında tam bir akıl tutulması değil midir?
İşte bu nedenle büyük Alevi Ozanı Yunus Emre;
“Çalış, kazan, ye, yedir.
Bir gönül ele geçir.
Yüz Kabeden yeğrektir,
Bir gönül ziyareti….” demektedir.
Yine Yunus Emre bir başka nefesinde ise şöyle demektedir:
“Yunus Enre der ey hoca
İstersen var bin hacca
Hepsinden iyice
Bir gönüle girmektir….”
Aleviler, Allah rızası için bir yolculuğa çıkıp belli kutsal mekanları ziyaret etmek suretiyle de hac ibadetlerini yerine getirdiklerine inanırlar. Bu maksatla her yıl yüzbinlerce Alevi, Nevşehirin Hacıbektaş ilçesindeki Hünkarın türbe ve dergahını ziyaret etmekte, orada dua edip kurban kesmekte, düzenlenen cem ayinlerine katılmaktadırlar. Ayrıca haccın ruhuna tam bir uygunluk içerisinde Hacıbaktaşta paneller ve konferanslar da düzenlenmektedir.
Bu husustaki görüşlerimizi büyük Türkmen piri Hünkar Bektaş Velinin görkemki sözleriyle sonlandıralım:
Hararet nardadır, sacda değil.
Keramet baştadır, tacda değil.
Her ne ararsan kendinde ara,
Mekkede kudüste, hacda değil…