Namaz Farsça bir kelimedir. Sözlük karşılığı dua, yalvarış, yakarış gibi anlamlara gelmektedir. Kelimenin Farsça olmasından da anlaşıldığı gibi Kuran-da namaz kelimesi geçmemektedir. Bunun yerine aynı anlama gelen Arapça bir sözcük mevcuttur. Namazın Arapçadaki karşılığı “Salat” ifadesidir. “Salat” ifadesini temel alarak namaza kanıt arayan birileri yer yer Salat kelimesi dışında başka kelimeler de kendi dini tezleri paralelinde aynı anlama gelmek üzere yorumlamaktadırlar. Bu kelimeler; tesbih (yüceleme), zikir (anma) vb. dir. Bu kelimeler; bilinen haliyle şekle dökülmüş namaz anlamına gelmediği halde o anlama geliyormuşcasına kullanılmaktadır.
Kuran-da namazın şekil ve tarifi hakkında hiç bir bilgi yoktur. Yanlız Kuran-da; Allahın adının yüceltilmesi, ona boyun eğilmesi ve ona yalvarıp yakarılması yer almaktadır. Bu gibi ibadet biçimleri ise, toplumdan topluma ve kültürden kültüre farklı biçimlerde yerine getirilmektedir, Dolayısıyla bir ibadet faaliyetidir. Kuran-ın indiği ve onun ilk muhatabı olan Arap toplumunun kültürel ve geleneksel özeliklerinin pek çok dinsel konuda izler taşıdığı biliniyorken, bu örf adetleri dinin kurallarıymış gibi islam adına toplumlara dayatmak bir zulümdür. Allah kullarına zulüm etmemelerini dilerken ve aynı zamanda da böylesi bir dayatmaya kalkması akıl işi olmadığı gibi yüce Allahın ilahi adaleti ile de bağdaşmaz.
Bazı din bilginleri Kuran-da günlük beş vakit namaz hakkında dayandıkları Taha Suresi, 130cu ayettir; “Artık, onların söylediklerine sabret; Güneşin doğuşundan önce de Rabbini överek tesbih et! Gecenin bazı saatleriyle gündüzün iki ucunda da tesbih et ki, hoşnutluğa erebilsin.”
Şahit olduğumuz gibi söz konusu ayette namaz ve salat kelimeleri yerine; tesbih yani övme, yüceleme kelimesi kullanılmıştır. Lakin sanki namaz veya salat kelimesi kullanılmış gibi davranılıp beş vakit namaza, en güçlü kanıt gösterilerek ileri sürmekteler.
Ali Imran Suresi, 191ci ayet namaz veya ibadet konusunda; “Onlar o kişilerdir ki, ayakta, otururken, yan yatarken hep Allahı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler: Ey Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Şanın yücedir senin! Ateş azabından koru bizi!” der.
Bu ayette de net ve açık bir şekilde ibadet, dua ifade edildiği gibi; Zaman, mekan ve biçim ile sınırlanamayacağı gibi belli bir zaman limitine ve şekline de hapis edilemez.
Allahın anılmasının belli bir şekle hapsedilmesi insani açıdan insafsızlık olduğu kadar dinsel anlamda da bağnazlıktır, yobazlıktır. Beş vakit ve üç vakit namaz iddiaları da Kuran-da belli bir ibadet şeklinin olmadığının ifadesidir.. Aksi takdirde Allaha “ortak” koşmak demektir ki ve bu da dinimiz gereği düşkünlüktür, suçtur.
Bu zulme seyirci kalmak ve yüce islam dininin Arap gelenekleri içerisinde boğulmasına göz yummak inanalar adına tahamül edebilecek bir durum değildir. Aynı şekilde islam örtüsü altında Arap kültürünün halkımıza ve diğer müslüman halklara empoze edilmesi/dayatılması karşısında sessiz kalmak, sahip olduğumuz insani vasıflarımızın şekillendirdiği kişiliğimizin asla kabul etmeyeceği bir husustur.
Söz konusu ayetlerden çıkan yorum şu olmalıdır. Sabah, akşam, gece, gündüz ve her ne vakitte olursa olsun Allah sürekli anılabilinir. Bu anmanın şekli yoktur, bir sözle de olabilir, bir hareketle de olabilir.
Son sözü gönül dostu Yunus Emreye bırakalım:
Bir kez gönül yıktın ise,
Bu kıldığın namaz değil.
Yetmiş iki millet dahi,
Elin yüzün yumaz değil.
Insan, yeryüzüne Allahın halifesi olarak gönderilmiştir. Görevi gönül yıkmak değildir tam tersine gönül yapmak olmalıdır. Buda yapılacak en güzel ibadet olması gerek.