"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Allah ile aldatanların, diri diri yakma Sadizmi

Hiç bir din, diri diri değil insan yakmaya, herhangi bir canlıyı yakmaya bile izin veremez. Böyle bir zulme izin veren bir kurumun din olması mümkün değildir. Islama gelince; Islam değil insan yakmayı, yaş bitkileri yakmayı bile onaylamaz. Çünkü onlar da can taşımakta, Allahı tespih etmekteler.
Insan canına kıyma konusunda islamın temel ilkesi şudur: “Bir cana kıyan, tüm insanlığın canına kıymış gibidir.” Maide suresi, 32. Ayet
Bu cana kıyış bir de ateşle yakma şeklinde olursa, Allahın özel lanetle lanetleyeceği şerir bir cinayet söz konusu demektir. Ateşle yakmaya bir de ‘din süsü verilirse, tüm yerler ve göklerce lanetlenecek bir zulüm işlenmiş demektir. Islam açısından işin gerçeği, budur.
Gelelim islam dünyasında ve özelikle Türkiyede sahnelenen Kuran dışı dine ve bu sahte dinin çıkar odaklarına. Bu odaklar, insan dahil tüm canlıları yakabilmektedirler ve yakmışlardır.
Dinci katiller cana kıymaktan, özelikle yakarak can almaktan ayrı bir şehvet duyarlar. Tarih boyunca hep böyle olmuşlardır.
Türkiyede sevgisizliğin bir günah, bir zaaf olmaktan çıkıp bir din ve şehvet haline geldiğinin en şaşmaz göstergelerinden biri, belki de birincisi, insanların diri diri yakılabilmeleridir.
Avrupalı bizi “Kurbanlık hayvanları usulüne uygun kesmiyorsunuz, hayvanlara eziyet ediyorsunuz!” diye yıllardır yerden yere çalıyor. Ikiyüzlü Avrupa! Sivasta, 38 insan diri diri yakıldığında, ‘usulüne uygun kesilmeyen kurbanlık hayvanlar kadar ses çıkarmadın!
Tarihin en katı zalimlerinin bile nadiren tenezzül ettikleri bu en korkunç zulüm, hem de masum insanlara karşı ve hem de 20. yüzyılın son yıllarında ‘yüzde doksan dokuz buçuğu müslüman Türkiyede sergilendi: Sivasta 38 sanatçı, 2 Temmuz 1993te misafir kaldıkları Madımak Otelinde çevrelerine benzin dökülerek diri diri yakıldılar. Çevrelerinde dinci tamtamlar çalınarak. Halkın ve devlet güçlerinin gözleri önünde.
Eğer bu ülkede, alemlerin rahmeti bir Rabbin gönderdiği ve alemlerin rahmeti bir Peygamberin gösterdiği dinden eser olsaydı, minarelerinde 24 saat ezan yükselen bir kentin ortasında diri diri insan yakılması yeri-göğü inletirdi. Ve bunun öncülüğünü dindarlar yapardı. Merhamet ve adeletin öncü temsilcileri dindarlar olmalıdır. Olmuyorlarsa, olamıyorlarsa onlara dindar denemez. Nerede o dindarlar?
Nerede o, yaş bitkileri yakmayı bile öfkeyle karşılayan Kuran-i – Muhammed-i vicdan?
Ceketlerinin yakasına kahve dökülse “Zulme uğradık!” diye kıyamet koparanların, diri diri insan yakma zulmüne karşı, mücadele vermek şöyle dursun, kıllarını kıpırdattıklarını bile gören olmamıştır. Fakat bunun tam tersini yaptıklarını bilen milyonlarca insan var. Nerede kaldı zulümden yakınma, nerede kaldı insanlık, içtenlik ve inandırıcılık!?
Insanca, Kuran-ca konuşursak şunu söylemek zorunda kalırız: Yirminci yüzyılın en büyük zulümlerinden biri olan Sivas diri diri yakma katliamı, Türkiyedeki dini, dindarlığı, camiyi, cemaati, değil bir kaç ay veya birkaç yıl, asırlarca sorgulanmaya gerekçe olacak niteliktedir.
Sivasta sergilenen Neronik ve histerik dinci zulüm, 11 Eylülde New York Kulelerinin vuruluşundan, anlamı ve önemi bakımından daha önde ve daha dikkat çekicidir.
Türkiye, o tarihi zulümden sonra Allahın gazabına uğrayarak, düşeşe geçti. Hep ayağı yuvarlanıyor. Yuvarlanma sürecektir. Ta, toplu bir tövbe yapılıncaya dek.
‘Madımak Otelini müze yapmak bu dehşet verici günahın kefareti olamaz.
Ülkemiz üzerinde Allahın gazabını kaldırmak için, halkımızı ve yöneticilerimizi kitlesel bir tövbeye çağırıyorum! Hep birlikte tövbe edelim! Allahtan ve yakılan masumların ruhlarından özür dileyelim. Biraz olsun göz yaşı dökelim!
Bu ülkede din ve iman diye bir gerçek varsa, esas gündeme alınacak konuların başına bu çağrıyı oturtmamız lazımdır. Diyanet işleri bakanlığı böyle bir çağrıyı kurumsal anlamda yapabilir; Bu çağrının anlam ve önemini anlatabilir. Ne yazık ki, bugüne değin sesi sedası çıkmamıştır.
Sevgiyi öldürdüler…
Sevgiyi, laik islam ümeti değil, Allah ile aldatan dinciler öldürdü. Çünkü, ideoloji adına laik islam ümmeti değil, dinciler cinayeti işlemekte, diri diri insan yakmaktadırlar.
Allah ile aldatanların hemen hemen hiç kullanmadıkları kelime ‘sevgi kelimesidir. Sevgi onların bütün dayanaklarını yıkan bir kavramdır. Onu hiç sevmezler.
Allah ile aldatanların, istismarlarına çok uygun bulup kullandıkları sözcük merhamet sözcüğüdür. Kuran ve hadislerde rahmet diye geçer. Ancak Rahmet kavramının esas anlamı da sevgidir. Kuran, sevgi kavramıyla vermek istediklerini esas bu Rahmet kavramını kullanarak vermektedir. Rahmet, başta sevgi olmak üzere merhamet ve şevkati de içeren çok şumulli bir kelimedir.
Rahmetin bu ilk anlamı hiç kayda geçirilmemiş, rahmetin her geçtiği yerde sadece merhametten söz edilmiştir. Oysaki rahmetin her geçtiği yerde ilk telaffuz edilecek kavram sevgi kavramıdır.
Kuran-a göre Allah esas niteliği itibariyle korkunun değil, sevginin kaynağıdır. Rahmet, Allahın ilk ve en belirgin vasfıdır.
Kuran-a göre, sevgide paylaşım vardır. çünkü sevginin esası, paylaşımdır. Paylaşım, sevilen şeylerden olmalıdır. Sevilen şeylerden paylaşım yoksa, sevgi ve mutluluk olamaz.
Merhamet, karşılıklı bir faaliyet değildir. Merhamette esas faal olan taraf, veren taraftır. Öteki taraf, sadece alan, yaralanandır. Kuran, sevgiyle paylaşım arasında irtibat kurmak suretiyle, sevginin merhametten farklı olarak yaratıcı bir güç olduğuna vurgu yapmıştır.
Kuran terminolojisinin aşılmamış ustası Isfahanlı Ragib (ölm. 502/1108) anıt eserlerinden birinde sevginin Kuran-sal çerçevesini şu yolda çizmiştir: “Insanların iş ve yönetimlerinin düzenini sağlayan sebeplerden biri sevgi, ikincisi adalettir. Insanlar, karşılıklı sevmeyi gerçekleştirebilseler adalet istemeye ihtiyaçları asla kalmazdı. Bu böyle olduğu içindir ki, adalet, sevginin vekilidir; Sevginin olmadığı yerde işi üstlenir.” (Ragıb; ez-Zeria ila Mekarimiş-Şeria, 364)
Sevgi oluşun özü, varlığın ve hayatın başlangıç ve varış noktasıdır. Kısacası, hayat ve oluş, çeşitli tarz ve manzaralar sergileyen bir sevgi faaliyetidir.
Kuran bize gösteriyor ki, Allahın sevdiği benliklerin başında güzeli ve güzelliği sevip güzel fiil sergileyenler gelmektedir. Şu cümle, değişik bağlamlarda onlarca kez tekrar edilmektedir.
“Allah, güzel düşünüp güzel işler yapanları sever.” (Örnek olarak bk. Kuran; 2/195; 3/134, 148; 5/13, 93)
Ne ilginçtir ki, Allah ile aldatanların bugüne değin belirlenen özeliklerinden biri de estetik düşmanlığıdır. Sevgi zemini tahribe uğramış bir benlikte güzelliğe de yer olmadığı açıktır.
Kuran-ın insanında iman da kemal noktasında bir sevgidir. Sevgiden nasipsiz olanların iman iddiaları bir aldatmamacadan öteye geçmez. Paul Tillichin ifadesiyle: “Sevgi, imanın bir belirişi, bir uygulanışıdır.” (Tillich; Dynamies of Faith, 117) Ve müminin imanda yüceliğiyle sevgide taşkınlığı arasında açık bir paralellik kurulmuştur.
“Iman sahipleri, Allaha sevgide çok kararlı ve taşkındırlar.” (Bakara, 165)
Allah ile aldatanların din ve iman zeminlerinde sevgiden eser bulunamaz. Onların yüreğinde bunun yerini korku ve şiddet almıştır. Nefretleri de bunun içindir. Çünkü laiklik, dini kullanarak despotizm ve baskı uygulama imkanını onların ellerinden almaktadır. Laiklik, aklı, eşitliği, özgürlüğü öne çıkarmaktadır.
Allah ile aldatanlar, yapay birtakım bahaneler uydurarak laikliği bir zulüm ve eşitsizlik düzeni gibi propağanda etmektedirler. Bu konuda onlara en büyük yardımsa liberal diye anılan çevrelerden gelmektedir. Sebep ve gerekçe Allah ile aldatanların dağıttıkları menfaat ve ranttır.
Geriye dönüp bir bakın: Laikliğin icraatı olarak dökülen kan var mıdır? Eğer varsa kaç kişinindir? Bir de din adına sergilenen icraatın dosyasına bakın: Değil milyonların, milyarların kanı dökülmüştür. Bundan daha kötüsü, din adına dökülen bu kanların büyük kısmı, gerçek dindarların kanıdır. Çünkü onun saltanatının en büyük engeli, gerçek dindarlardır.
Laiklik, işte bu gerçek dindarların hukuk güvencesidir. Gazeteci Yazar Ertuğrul Özkökün 23 ve 26 Şubat 2008 tarihli ‘Laikler, dindarlardan nefret mi eder? başlıklı iki yazısı bu bakımdan çok dikkat çekicidir.
“Ne yazık ki, Türkiyede dini hassasiyetleri bulunan kesim, laik insanlara kaba bir genelleme içinde yaklaşmayı, kasıtlı biçimde yayıyor. Buna şiddetle itiraz ediyorum. Bu ülkenin laik insanları, dindarlardan asla nefret etmiyor. Ne geçmişte etti, ne bugün ediyor, ne de yarın edecek. Aksine, laik insanlar dindarlara, bazı dindarların onlara gösterdiği saygıdan çok daha fazlasını gösteriyor.
“Ayrıca ‘dindarlık dediğiniz şey nedir? Islamın beş şartına uygunluksa, her kes için geçerli sorular sorulamaz mı? Kendine dindar diyen insanların acaba yüzde kaçı, islamın beş şartını eksiksiz yerine getiriyor? Veya onların ‘katı laik sandığı insanların yüzde kaçı, islamın şartlarını onlardan daha katı uyguluyor?”
“Ben bir laikim. Isterseniz bana katı laik de diyebilirsiniz. Dindar insanlardan nefret ediyorum, tam aksine, birlikte yaşamaktan mutluyum.”
“Bu ülkede, ‘katı laikler tarafından yok edilmiş bir dindar hatırlamıyorum. Ama fanatik dinciler tarafından ‘yok edilmiş insanların uzun bir listesi önümüzde duruyor.”
Bu konu da en isabetli tespitlerden birini de, Türk basının erdem ve efendilik timsali kalemlerinden biri olan Yılmaz Özdil yapmıştır. Allah ile aldatanlar ile onlara, çıkarları uğruna uşaklık etmek için laikliğe saldıranlara ders veren muhteşem satırlarında şöyle diyor:
“Laiklerin tepkisi, sırf imam-hatip bitirdi diye, kendini islamın sahibi zannedenlere. Laikliğin tepkisi, ağzından Allahı, Kuran-ı düşürmeyip elalemin karısına sulananlara; Çocuk yaştaki kızlara ‘nikah kıyanlara. Laiklerin tepkisi, cemaat evlerinde etek öpüp yaş gününde sosyete barlarında, hem de kandil geçesi, gizlice kadeh tokuşturanlara. Laiklerin tepkisi, ‘dindarım ayaklarıyla milleti dollandırıp, kabe manzaralı ev alanlara. Laiklerin tepkisi, bu vatanın malını mülkünü, cami bombalayan emperyalistlere peşkeş çekenlere. Laiklerin tepkisi, bunlara. Düşün dinimizin yakasından kardeşim, çekin elinizi!”