Şam bölgesinde Abdülmelike beyat edildikten sonra Abdülmelik Şam halkından müteşekkil ve Urve bin Uneyf komutasında altı bin kişilik bir orduyu Medine üzerine göndermiş ve Urveye Medineye girmemesini, ArSaada karargahını kurmasını emretmişti. O sırada Abdullah bin ez-Zübeyrin Medine valisi Haris bin Hatıb bin Haris bin Mamer el-Cumahi idi. Haris Medineyi bırakıp kaçtı. Bu yüzden ibn Uneyf Medineye girer, Müslümanlara Cuma namazını kıldırır, daha sonra da oradan karargahına geri dönerdi. Bir ay süreyle bu şekilde kaldıkları halde ibn ez-Zübeyr onların üzerine hiç kimse göndermedi.
Daha sonra Abdülmelik Urveye mektup yazarak geri dönmesini emretmiş, O da beraberindekilerle birlikte geri dönmüştü. Ondan sonra Medinelilere Abdurrahman bin Saad el-Kurazi namaz kıldırmağa başlamış, bilahare Harisin kendisi de Medineye dönmüştü. ibn ez-Zübeyr diğer taraftan Ensara mensup Süleyman bin Halid ez-Zürakiyi Medineye gönderdi. Süleyman salih bir insan olup ibn ez-Zübeyr adına Hayber ve Fedek zekatlarını topluyordu. Medineye tayini üzerine oraya gelip işine başladı. Abdülmelik bunun üzerine Abdülvahid bin Haris bin Hakemi gönderdi. (AbdÜıvahidin adının Abdülmelik olduğu da söylenmiştir ve bu daha doğrudur.) AbdÜıvahidin askerleri dört bin kişi idi. Askerleri ile birlikte Vadil-Kuraya kadar gelmiş, orada konaklamış, daha sonra Ebu-Kamkam adındaki birisinin başkanlığında beş yüz kişilik bir seriyyeyi Süleymanın üzerine göndermişti. Bunlar Medineye geldiklerinde Onun kaçmış olduğunu gördüler. Peşine takıldılar ve yetişip beraberindekilerle birlikte öldürdüler. Abdülmelik bin Mervan Onun öldürülmesinden dolayı üzülmüş ve: “Salih ve Müslüman bir adamı hiç günahı olmadığı halde öldürdüler.” diye üzüntüsünü belirtmişti.
ibn ez-Zübeyr Harisi görevinden azletmiş, yerine Zührelilerden Cabir bin Esved bin Avfı göndermişti. Cabir, Ebu Bekir bin Ebi Kaysı altı yüz kırk süvari ile birlikte Haybere gönderdi, bunlar da Ebül-Kamkam ile beraberindekilerin Fedekte ikamet edip halka zulüm yapmakta olduklarını görünce onlarla çarpışmağa başladılar. Ebul-Kamkam ile birlikte olanlar bozguna uğradı, onlardan otuz kişi esir alındı. Esirler aç, susuz bırakılarak ölüme mahküm edildiler. Onlardan beş yüz veya daha fazla kişinin öldürüldüğü de söylenmiştir.
Abdülmelik Osmanın azatlı kölesi olan Tarık bin Amrı Medineye göndererek Eyle ile Vadil-Kura arasında bir yere konaklayıp ibn ez-Zübeyrin amillerinin sağa sola gitmesine engel olmasını ve ortaya çıkacak her hangi bir bozulmayı gidermesini emretti. Tarık da Ebu Bekir üzerine süvariler. göndermiş, karşılıklı olarak birbirleriyle çarpışmışlar, bu çarpışmada Ebu Bekir ve Onunla birlikte olanlardan iki yüzden fazla kişi ölmüştü.
ibn ez-Zübeyr Basra Valisi olduğu sırada Kubaa mektup yazmış ve Ona Medine valisini korumaları için iki bin atlı göndermesini emretmişti. Bunun üzerine Kuba oraya iki bin kişi göndermişti. Ebu Bekir öldürülünce ibn ezZübeyr, Cabir bin Esvede Basra Ordusunu Tarık ile savaşmak üzere göndermesini emretmiş, bu emir üzerine de Basralılar Medineyi bırakıp gitmişlerdi. Tarık onların kendisine doğru gelmekte olduklarını haber alınca üzerlerine yürüdü ve iki ordu karşılaştı. Basralıların öncü komutanları ve beraberlerindeki kuvvetler öldürüldü. Tarık kaçanları takip ettirdi, yaralı olanların işini bitirtti, esir aldığı kimseleri de hayatta bırakmadı.
Tarık bundan sonra Vadil-Kuraya geri döndü. O sırada ibn ez-Zübeyrin Medinedeki valisi Cabir bin Esved idi. ibn ez-Zübeyr Cabiri azlederek yerine Talhatun-Neda diye bilinen Talha bin Ubeydullah bin Avfı 70 yılında vali tayin etmişti. Talha da Tarıkın kendisini Medineden çıkarttığı ana kadar görevine devam etmişti.
Abdülmelik, Musabı öldürüp Küfeye gelince Küfeden Sakifli Haccac bin Yusufu iki bin, bir başka görüşe göre de üç bin Şamlı ile birlikte Abdullah bin ez-Zübeyr ile çarpışmak üzere göndermişti. Özellikle Haccacın diğerleri arasından seçilmesinin sebebi Haccacın Abdülmelike söylediği şu sözler olmuştu: “Ben rüyamda Abdullah bin ez-Zübeyri yakaladığımı ve derisini yüzdüğümü gördüm. Onunla savaşmak görevini bana ver.” Bunun üzerine Abdülmelik Haccacı göndermiş ve itaat ettikleri takdirde ibn ez-Zübeyre ve beraberindekilere verilmek üzere bir eman belgesi vermişti. Haccac 72 yılının Cemaziyülevvel (M. 30 Eylül- 29 Ekim 691) ayında yola koyuldu. Medineye herhangi bir müdahalede bulunmadan gidip Taifte konakladı. Haccac Arefe Tepesine süvariler gönderiyor, ibn ez-Zübeyr de aynı şekilde oraya kendi süvarilerini gönderiyor, burada her iki tarafın süvarileri çarpışıyor, her seferinde ibn ez-Zübeyrin süvarileri yenik düşüyor, Haccacın süvarileri ise zaferle geri dönüyordu.
Haccac daha sonra Abdülmelike mektup yazarak Hareme girmek ve ibn ez-Zübeyri muhasara etmek için izin istedi. Ayrıca ibn ez-Zübeyrin güçsüzlüğünü, beraberinde bulunanların dağınıklığını bildirerek kendisine yardımcı kuvvetler göndermesini talep etti. Bunun üzerine Abdülmelik Tarıka cevap yazarak Haccaca gidip katılmasını emretti. Tarık 72. yılın zilkade ayında (M. 25 Mart – 23 Nisan 692) Medineye gelmiş, oradan ibn ez-Zübeyr in valisini çıkartmış ve yerine Şamlılardan adı Salebe olan birisini tayin etmişti. Salebe Medine halkını kızdırmak için Peygamberin minberi üzerinde kemik iliğini çıkarır, yer, arkasından da hurma yerdi. Buna rağmen ibn “z-Zübeyrin ailesine karşı da oldukça sertti. Tarık Mekkede Haccacın yanına Zilkade ayının sonlarında beş bin asker ile birlikte vardı.
Haccacın kendisi ise Mekkeye zilkade ayında varmış ve haccetmek için ihrama girerek Bir Meymun denilen yerde konaklamıştı.
Bu sene hac emirliğini Haccacın kendisi yapmıştı. Ancak ibn ez-Zübeyr kendisini alıkoyduğundan Kabeyi tavaf etmemiş, Safa ile Merve arasında da say yapmamıştı.
Haccac ibn ez-Zübeyr öldürülünceye kadar sürekli olarak silahlarını kuşanır, kadınlara yaklaşmaz ve koku sürünmezdi. ibn ez-Zübeyr ve taraftarları ise Arafede vakfede bulunmadıkları ve Cemreleri de taşlamadıkları için bu sene haccedemedi: ibn ez-Zübeyr kurbanlıklarını ise Mekkede kesti.
Haccac ibn ez-Zübeyri muhasaraya başlayınca Ebu Kübeys Tepesine mancınık kurdu ve Kabeyi taşlamağa başladı. Abdülmelik, Yezid bin Muaviye zamanında bu mancınıkla taşlamayı uygun görmemiş, fakat daha sonra kendi saltanatı döneminde bunun yapılmasını emretmişti. O bakımdan halk: “Bu adam dinini terk etti.” demeğe başlamıştı.
Bu yıl ibn Ömer de haccetmiş ve Haccaca şöyle bir haber göndermişti:Allahtan kork ve insanlara bu şekilde taş atmaktan vazgeç; çünkü sen hem haram bir ayda, hem de haram bir beldede bulunuyorsun. Allahın huzuruna gelen bu heyetler yeryüzünün çeşitli bölgelerinden Allahın farizasını eda etmek ve daha çok hayır yapmak üzere buraya kadar gelmiş bulunuyorlar. Mancınık onları tavaf etmekten alıkoyuyor. O bakımdan, gelenler Mekkede gereken şeyleri yapıp bitirinceye kadar taş atmaktan vazgeç.” Bunun üzerine Müslümanlar Arafatta vakfelerini yapıp tavaf ve saylerini bitirinceye kadar Taşlama durdu. ibn ez-Zübeyr de hacıları tavaf ve say yapmaktan men etmedi. Hacılar ziyaret tavaflarını yaptıktan sonra Haccacın münadisi şöyle seslendi: “Haydi, ülkelerinize geri dönünüz. Bizler mülhid ibn ez-Zübeyri yeniden taşa tutmaya başlayacağız.”
Kabeye mancınıkla ilk taş atıldığında gök gürledi, şimşek çaktı ve göğün gürültüsü taşların gürültüsünü bastırdı. Şamdan gelenler bunu büyük bir olay olarak değerlendirdiler ve bu işten ellerini çektiler. Bu sefer Haccac bizzat taş alarak kendi elleriyle mancınığa yerleştirdi ve onlarla birlikte taş atmağa başladı. Sabah olunca yıldırımlar inmeğe başladı ve Şamlılardan on iki kişinin ölümüne sebep oldu. Bunun üzerine Şamlılar bu işten tümüyle ellerini çektiler. Bu defa Haccac şöyle dedi: “Ey Şam halkı!• Sizler bu işi olmaz gibi görmeyin. Ben Tihameli birisiyim, bunlar da buranın normal olabilecek yıldırımlarıdır. işte zafer yakınlaşmış bulunuyor, müjdeler olsun.” Ertesi gün yine yıldırım düştü ve ibn ez-Zübeyrin arkadaşlarından bir kaç kişiye isabet etti. Bunun üzerine Haccac şöyle dedi: “Görmüyor musunuz? Onlar yıldırıma hedef oluyorlar. Ve sizler itaat üzeresiniz, onlarsa ayrılık yoluna sapmış bulunuyorlar.” Mancınığın taşları namaz kılmakta olan ibn ez-Zübeyr in önüne düşüyor, fakat kendisi namazını kesmiyordu. Şamlılar şöyle diyordu:
Asiliğin uzun sürdü, ey Zübeyrin oğlu! Bizi uzun zamandır kendinle karşı karşıya bıraktın; Bu yaptıklarının cezasını çekeceksin.
Göçebe Araplardan bir grup kişi ibn ez-Zübeyre gelerek: “Bizler seninle birlikte savaşmağa geldik. ” dediler. Onlara baktığında, her birinde küçük bir bıçağı andıran ve kınından dışarıya çıkmış kılıçlar görünce şöyle dedi: “Ey bedeviler! Allah sizleri kendisine asla yakınlaştırmasın. Yemin ederim, sizin bu silahlarınız işe yaramaz. Bu sözleriniz de bir aldatmacadır. Sizler kuraklıkta öldürücü, bollukta düşmansınız.” Bu sözler üzerine gelen bedeviler dağılıp gittiler.
Şamlılar ile aralarındaki çarpışmalar sürekli olarak devam ettiğinden ibn ez-Zübeyrin tarafında fiyatlar oldukça yükseldi, herkes çetin bir açlıkla karşı karşıya kaldı. Öyle ki ibn ez-Zübeyr atını kesip etini arkadaşlarına dağıtmak zorunda kaldı. Bir tavuk on dirheme, bir ölçek darı yirmi dirheme satıldı. Fakat ibn ez-Zübeyrin ambarları buğday, arpa, darı ve hurma ile dolup taşıyordu. Şam halkı bunların bitmesini bekliyor, ancak ibn ez-Zübeyr bu konuda tutumluluk gösteriyor ve bunlardan ancak hayatta kalabilmeğe yetecek kadarını veriyor ve: “Benim arkadaşlarım fayda vermeyen şeylere karşı ilgisizdir.” diyordu.
Öldürülmesinden kısa bir süre önce etrafındakiler dağıldılar ve eman alarak Haccacın yanına gittiler. Gidenler on bin kişi kadardı. Ayrılanlar arasında kendileri için eman almış bulunan iki oğlu Hamza ile Ubeyd de vardı. Abdullah bin Zübeyr, öbür oğlu Zübeyre de: “iki kardeşinin yaptığı gibi sen de kendin için eman al. Allaha yemin ederim, ben sizlerin yaşamanızı arzu ediyorum.” demiş, ancak oğlu şu cevabı vermişti: “Ben seni terk edip hayatta kalmak istemiyorum.” Daha sonra oğlu kendisiyle birlikte kalmış ve öldürülmüştü.
Abdullah bin Zübeyrin arkadaşları etrafından dağılıp gidince Haccac askerlere karşı şöyle bir konuşma yaptı: “Sizler ibn ez-Zübeyr ile birlikte kalanların azlığını, karşı karşıya kaldığı açlık ve sıkıntıları artık görüyorsunuz.” Bunun üzerine askerleri sevindiler, birbirlerini müjdelemeğe koyuldular ve ileriye geçerek Hacun ile Ebva arasını doldurup taştılar. ibn ez-Zübeyr annesinin yanına girip şöyle dedi: “Anacığım! Çocuklarım ve ailem de dahil olmak üzere herkes beni yardımsız bırakıp gitti. Şu anda benimle birlikte çok az kişi kalmış bulunuyor ve bunların da sabredebilecekleri zaman son derece azdır. Karşı taraftakiler dünyalık olarak ne istersem onu vermeğe hazırdırlar. Senin görüşün nedir?” Anası şu karşılığı verdi: “Sen kendini daha iyi bilirsin. Eğer hak üzere olduğunu ve insanları hakka çağırdığını biliyorsan ve bundan eminsen bu yolda devam et. Zaten arkadaşların bu uğurda öldürüldü. Hiç bir zaman da Ümeyyeoğulları çocuklarının senin boynunla isteyecekleri şekilde oynamalarına imkan verme. Böyle değil de dünyayı isteyerek bu işe girişmişsen sen çok kötü bir kulsun demektir; çünkü hem kendini helak etmiş olursun, hem de seninle birlikte olanları. Eğer: “Ben daha önce hak üzere idim, fakat arkadaşlarım dağılınca zayıf düştüm.” diyorsan şunu diyeyim ki, senin bu yaptığın hür ve dindar kimselerin yapabileceği bir iş değildir. Söyle bakayım, sen dünyada ne kadar yaşayacaksın? Öldürülmek bütün bunlardan daha güzeldir.” Bunun üzerine ibn ez-Zübeyr şöyle dedi: “Anacığım! Beni öldürecek olurlarsa Şamlıların kulaklarımı, burnumu kesmelerinden ve asmalarından korkuyorum.” Annesi ise şöyle karşılık verdi: “Yavrucuğum! Koyun boğazlandıktan sonra derisinin yüzülmesinden dolayı acı duymaz. Haydi, basiretin üzere işine devam et ve Allahtan yardım iste.”
Bu sözleri üzerine ibn ez-Zübeyr annesinin başını öptü ve şöyle dedi:
“Benim de görüşüm budur. Şu ana kadar insanları çağırdığım ve uğraştığım davaya gelince, kesinlikle bu konuda dünyaya meyletmedim ve hayatı da sevmedim. Benim bu çıkışı yapmama Allah için olan gazabım ve Onun saygı duyulmasını istediği hususların helal kabul edilip çiğnenmesi sebep olmuştur. Bununla birlikte ben senin de görüşünü öğrenmek istedim. Sözlerin benim basiretimi artırmış bulunuyor. Anacığım, bana bak! Ben bu gün öldürüleceğim. Sakın fazla üzülmeyesin. işi Allaha bırak. Oğlun hiç bir zaman bir münker yapmayı veyahut çirkin bir iş işlemeyi düşünmedi. Hiç bir zaman Allahın hükümlerine karşı gelmedi. Hiçbir kimseye vermiş olduğu bir emanı bozmadı. Müslüman veya antlaşmak olsun, hiç bir kimseye kasten haksızlık: ve zulüm yapmadı. Benim tayin ettiğim kimselerin yapmış olduğu her hangi bir zulmü işittiğim zaman kesinlikle ona razı olmadım, bilakis karşı çıktım. Rabbimin rızasına hiç bir zaman, hiç bir şeyi üstün tutmadım. Allahım! Bu sözlerimi kendimi tertemiz göstermek için değil, annemin acılarını hafifletmek için ve böylece bir teselli bulması için söylüyorum. ”
Onun bu sözlerine annesi şöyle karşılık verdi: “Senin haberini aldıktan sonra güzel bir şekilde sabredeceğimi umarım. Benden önce ölecek olursan bunun ecrini Allahtan beklerim. Zafer kazanırsan zaferinle sevinirim. Haydi, çık da işinin nereye varacağını göreyim.” Abdullah bin Zübeyr annesine şöyle dedi: “Allah sana iyilik versin. Bana aralıksız olarak dua et.” Annesi bu isteğine: “Ebediyyen sana dua edeceğim. Batıl yolunda öldürülenler varsa da sen hak yolda öldürüleceksin.” dedi ve şunları ekledi: “Allahım! Şu uzun gecelerde kalkıp namaz kılan bu kişinin boyuna posuna sen merhamet et. Şu çok ağlayan, Mekke ve Medinenin kızgın sıcağında oruç tutup susuz kalan kişiye merhamet buyur, Onu babası ve benim için iyi bir evlat kıl. Allahım! Ben Onun hakkında tayin etmiş olduğun hükme teslim ediyorum. Senin vermiş olduğun hükme razıyım. Beni Onun karşılaşacağı bu musibetler dolayısıyla sabreden ve şevkle şükreden kimselere verdiğin mükafatlarla mükafatlandır. ”
Abdullah annesinin ellerini öpmek istedi, ancak annesi Ona: “Bu bir vedadır, sen bu işi uzak bir şeyolarak görme.” dedi. Abdullah da şöyle cevap verdi: “Ben seninle vedalaşmak üzere geldim, çünkü bu bence dünyadaki son günümdür.” Annesinin: “Haydi, basiretle git. Gel de seninle vedalaşayım.” demesi üzerine kendisine yaklaştı, boynuna sarıldı ve öptü. Annesinin eli üzerindeki zırha değince: “Bu yaptığın, senin istediğini isteyen bir kimsenin yapacağı bir iş değildir.” dedi. O da annesine şöyle karşılık verdi: “Ben onu ancak sana metanet vermesi için giydim.” Annesinin: “Hayır, bu benim metanetimi arttırmaz. ” demesi üzerine de zırhını çıkardı ve kollarını geçirdikten sonra gömleğinin altını bağladı, şalvarının altına ipek bir cüppe giydi, onun alt tarafını da kuşağının altına soktu. Annesi ise: “Elbiselerini kolları sıvanmış olarak giy.” diyordu. Annesinin yanından çıkarken şu mısraları okudu:
Ölüm gününü bilirsem sabrederim, Hür kişi de zaten bunu bilir;
Ancak bildiği halde bilmezlikten gelen var.
Annesi Onun bu sözlerini işitince: “inşallah sabredersin: çünkü senin deden Ebu Bekir, baban Zübeyr, babaannen de Abdülmuttalibin kızı Safiyedir. ” şeklinde konuştu.
Abdullah daha sonra Şamlılar üzerine görülmemiş bir hamle yaptı. Onlardan bazılarını öldürdükten sonra beraberinde bulunanlarla biraz geri çekildi.
Yanındakilerden birisi şöyle dedi: “Keşke filan yere gitsen!” Abdullah Ona şu karşılığı verdi: “Bazı kimseleri ölüme gönderdikten sonra onların karşılaştığı bir ölümle karşı karşıya kalınca kaçacak olursam islam tarihinde çok kötü bir kişi olurum.”
Şamlılar Haremin kapılarını dolduruncaya kadar yaklaşmışlardı. ibn ezZübeyre: “Zatun-nitakaynın (iki kuşak sahibi kadının) oğlu!” diye sesleniyorlar, O da onlara şöyle diyordu: “Bu benim için ayıplanacak bir şey değildir. ”
Şam halkı mescidin her bir kapısına ayrı şehirden kimseleri diktiler.
Hımslılar Kabenin kapısının karşısındaki kapıda, Dimaşklılar Beni Şeybe Kapısında, Ürdünlüler Safa Kapısında, Filistinliler Beni Cumah Kapısında, Kınnesrinliler Beni Temim Kapısında, Haccac ile Tarık da Merve ile Abtah tarafında bulunuyorlardı. ibn ez-Zübeyr ise bir bu tarafa, bir öteki tarafa, ormandaki bir aslan gibi hamle yapıyor, üzerine gelenlerin peşine takılıyor, onları oradan çıkartmadıkça bırakmıyor, daha sonra da: “Ey Ebü Safvan! Şayet bu adamın yanında adamlar olsaydı ne biçim zafer kazanırdı veyahut da yanı başında birisi olsaydı ben ona yeterdim.” diyerek nara atıyor, Ebü Safvan Abdullah bin Safvan bin Ümeyye bin Halef de: “Allaha yemin ederim ki öyle, bin defa öyle.” diye cevap veriyordu.
Haccac, askerlerinin ibn ez-Zübeyr üzerine gitmediklerini görünce gazaba gelerek atından inip yayan çarpışmağa ve askerleri ileriye sürmeğe başladı. ibn ez-Zübeyirin önünde bulunan ve sancağını tutan kimse gibi o da yerinden ayrılmamağa başladı. ibn ez-Zübeyr sancağını tutanın önüne geçti, Şam askerleriyle çarpıştı ve onları etrafından dağıttı. Daha sonra “Makam-ı ibrahim”in yanına dönüp orada iki rekat namaz kıldı. Sancağını taşıyanın üzerine Beni Şeybe kapısının yanında bir hamle yapıp öldürdüler, böylece ibn ezZübeyrin sancağı Haccacın askerlerinin eline geçmiş oldu. ibn ez-Zübeyr namazını bitirince ileri geçip sancaksız çarpışmağa başladı. Şamlılardan birine: -Bunu al benden, ben Havarinin oğluyum.” deyip bir darbe indirdi. Habeş asıllı bir başkasına indirdiği darbeyle elini kesti ve: “Ey Humemenin babası, sabret; ey Hamın oğlu sabret!” dedi. Abdullah bin Mutide Onunla birlikte çarpıştı. Abdullah bin Muti çarpışırken şu mısraları tekrarlıyordu: Ben Harre günü kaçmıştım, Hür kişi ise yalnız bir kere kaçar; Bugün o kaçışa karşılık hücum yapıyorum.
Abdullah bin Muti öldürülünceye kadar savaşmasına devam etti. Almış olduğu bir yaranın sonucu olarak, bir kaç gün sonra öldüğü de söylenir.
ibn ez-Zübeyr öldürüldüğü günün sabah namazından sonra, başlarında miğfer bulunan arkadaşlarına şöyle dedi: “Sizleri görebilmem için yüzlerinizi açınız.” Bu sözü üzerine arkadaşları yüzlerini açınca ibn ez-Zübeyr şöyle devam etti: “Ey Zübeyr ailesi! Eğer kendinizi benimle birlikte feda edebiliyorsanız bizler Allah yolunda bir araya gelmiş bir Arap ailesi oluruz. Kılıç yaraları sizleri ürkütmesin, çünkü yaraların tedavisi onların acısından daha fazladır. Yüzlerinizi koruduğunuz gibi kılıçlarınızı da koruyunuz. Gözlerinizi de kılıcın isabetinden koruyunuz. Herkes kendi karşısındakiyle uğraşsın ve beni sormayınız. Beni soran kimse bilsin ki ben en öndekiler arasındayım. Şimdi Allahın bereketi üzere hamlenizi yapınız.” Daha sonra Şamlılar üzerini bir hamle yaptı ve onları Hacuna kadar kovaladı. Burada kendisine bir kiremit atıldı. Bu kiremiti SekUnlulardan birisi atmıştı. Bu kiremit yüzüne çarpmış. bundan dolayı sendelemiş ve yüzü kanamıştı. Yüzünün üzerine kan aktığını görünce şöyle dedi:
Yaralarımızın kanı topuklarımıza akmıyor, Kanlarımız ayak uçlarımıza akıyor bizim.
Onlarla şiddetli bir şekilde çarpıştı. Bir kaç kişi birbirleriyle yardımlaşarak Onu yetmiş üç yaşındayken cemaziyülahirin (M. Ekim-Kasım 692 salıya rastlayan bir gününde öldürdüler. Ona son darbeyi Muraddan birisi vurdu ve başını alıp Haccaca götürdü. Haccac secdeye kapandıktan sonra SekUnlu ile Muradlıyı Abdülmelike bu haberi götürmek üzere gönderdi. O da bunların her birisine beş yüzer dinar verdi.
Haccac ile Tarık yürüyerek Onun yanına kadar geldiler. Tarık şöyle dedi: “Analar bundan daha yiğit birisini doğurmuş değildir.” Haccac sordu:
“Sen Müminlerin emirine muhalefet eden birisini mi methediyorsun?” Tarık şöyle karşılık verdi: “Evet, böyle olmasaydı zaten bizim mazur olmamız söz konusu olamazdı; çünkü bizler Onu yedi aydan beri muhasara ediyoruz; kendisininse ne askeri, ne kalesi, ne de koruyucuları var, buna rağmen nerdeyse bizim yarımıza denk düşüyor, hatta daha da fazla.”
ikisinin söyledikleri sözler Abdülmelike ulaşınca Abdülmelik Tarıkın söylediklerini doğru buldu.
ibn ez-Zübeyr öldürülünce, Şamlılar Onun öldürülmesine sevindiklerinden dolayı tekbir getirdiler. ibn Ömer bunun üzerine şöyle dedi: “Şunlara bakınız! Müslümanlar o doğduğu sırada sevinçlerinden dolayı tekbir getirmişlerdi, bunlarsa öldürüldüğü için seviniyor ve tekbir getiriyorlar.”
Haccac Abdullah bin ez-Zübeyr ile Abdullah bin Safvan ve Umare bin Amr bin Hazmın başlarını Medineye gönderdi. Daha sonra bu başlar alınıp Abdülmelik bin Mervanın yanına götürüldü. Haccac Abdullahın cesedini alıp Hacundaki es-Seniyetul-Yümnada astı. Esma: “Allah senin canını alsın. Bunu ne diye astın?” diye haber gönderip sordurmuş, Haccac da şu cevabı vermişti: “Ben ve O, şu ağaç parçasına asılmak için birbirimizle yarıştık, meğer kısmet Onunmuş.” Esma onu kefenleyip defnetmek için Haccacdan izin istediyse de kabul etmeyerek burayı koruyacak kimseler gönderdi. Abdülmelike mektup yazıp durumu bildirince., Abdülmelik yazdığı cevapta şöyle dedi:
“Niye Onu annesine bırakmadın?” Bunun üzerine Haccac annesine izin verdi, O da alıp oğlunu Hacunda defnetti.
Abdullah bin Ömer Onun yanından geçerken şöyle dedi: “Ey Ebu Hubeyb, sana selam olsun! Allaha yemin ederim, ben seni bu işten alıkoymağa çalıştım. Gerçekten sen çok oruç tutan, çok namaz kılan, akrabalık hukukuna çok riayet eden bir kimseydin. Allaha yemin ederim, kötüleri senin gibi olan bir topluluk çok iyi bir topluluktur. ”
ibn ez-Zübeyr öldürülmesinden bir kaç gün önce kokmamak için sabır ve misk kullanmağa başlamıştı. Bu bakımdan asıldığı vakit Ondan misk kokusu gelmeğe başladı. Denildiğine göre, Haccac Onunla birlikte ölmüş bir köpeği de asmış, miskin kokusunu bastırmıştı. Köpek değil de bir kedi astığı da söylenmiştir.
Abdullah öldürüldükten sonra kardeşi Urve benzeri görülmemiş bir dişi deveye binerek Abdülmelikin yanına gitmek üzere yola koyuldu. Şama Haccacın Abdullahın ölümünü bildirmek üzere göndermiş olduğu elçilerden daha önce vardı. Urve Abdülmelikin kapısına varıp yanına girmek üzere izin istedi, O da izin verdi. Abdülmelikin yanına girince kendisine halife olarak selam verdi, Abdülmelik de selamını aldı ve güzel bir şekilde karşılayıp boynuna sarıldıktan sonra kendi tahtına oturttu. Urve şöyle dedi: Seninle oldukça yakın akrabalığımız var; Fakat yakın muamelesi görmeyen akrabalık akrabalık olamaz.
Daha sonra Abdullahın sözü geçinceye kadar konuşmalarına devam ettiler. Urve: “O orada.” deyince Abdülmelik hemen: “Ne yaptı?” diye sordu. Urvenin: “Öldürüldü.” demesi üzerine Abdülmelik secdeye kapandı. Ardından Urve: “Haccac Onu astı, hiç olmazsa sen onun “cesedini annesine bağışla.” dedi. Abdülmelik de: “Olur.” diyerek Haccaca mektup yazdı ve asılma işini oldukça aşırı bir olayolarak değerlendirdi. Haccac Urveyi ortalıkta göremeyince Abdülmelike bir mektup yazıp şöyle dedi: “Urve kardeşi ile birlikte bulunuyordu. Abdullah öldürülünce Allahın malından büyük bir miktar alıp kaçtı.” Abdülmelik ise Ona yazdığı cevabında şöyle dedi: “Hayır, O kaçmadı. Benim yanıma gelip bana beyat etti. Ben de Ona eman verdim ve yapmış olduklarından dolayı Onu bağışladığım. Şimdi O senin yanına gelecek, sakın Urveye kötü davranmayasın.” Bunun üzerine Urve Mekkeye geri döndü. Onun Mekkede bulunmadığı toplam süre otuz gündür.
Haccac Abdullahın cesedini ağaçtan indirip annesine gönderdi. Annesi cesedi yıkarken üzerine su değince parçalandı. Bu bakımdan azalarını tek tek yıkadı ve bir araya getirdi. Urve cenaze namazını kıldırdıktan sonra da annesi defnetti.
Denildiğine göre, Urve Mekkeden gidip Abdülmelikin yanında bulunduğu sırada Haccac Abdülmelike mektup yazarak Urvenin kendisine gönderilmesini istemiş, Abdülmelik de kendisini göndermek isteyince Urve şöyle demişti: “Zelil kişi sizin öldürdüğünüz kişi değildir. Zelil sizin malik olduğunuz, yönetiminizin altında bulunan kişidir. Sabredip ölen bir kimse kınanamaz, ancak ölümden kaçan kimse kınanabilir.” Abdülmelik bu sözleri işitince şöyle karşılık vermişti: “Ey Abdullahın babası! Sen bizden hoşuna gitmeyecek hiç bir şey işitmeyeceksin.”
Yine denildiğine göre Abdullahın cenaze namazını hiç kimse kıl dırmadı, çünkü Haccac Onun cenaze namazının kılınmasını yasaklamış ve:
“emirul-Müminin sadece defnedilmesini emretmiş bulunuyor.” demişti. Cenaze namazını Urveden başka birisinin kıldırdığı da söylenmiştir, ancak Müslimin Sahihinde zikrettiğine göre durum şudur: “Abdullah bin ez-Zübeyr Yahudilerin kabristanına bırakılmış, annesi ise Ondan sonra kısa bir süre daha yaşamış ve ölmüştü. O sırada annesinin gözleri görmez olmuştu. Abdullahın annesi aynı zamanda Urvenin de annesidir.”
Haccac ibn ez-Zübeyrin işini bitirdikten sonra Mekkeye girdi. Mekke halkı da Haccacın vasıtasıyla Abdülmelike beyat etti. Mescid-i Haramın içerisinde bulunan taşların toplanmasını ve kanların yıkanmasını emrederek Medineye gitti, çünkü Abdülmelik kendisini hem Mekke, hem de Medine Valisi olarak tayin etmişti. Haccac Medineye varınca, orada bir veya iki ay ikamet etti. Medine halkına kötü davrandı ve küçümseyici şekilde muamelede bulunarak onlara: “Müminlerin emiri olan Osmanın katilleri sizlersiniz!” diye çıkıştı. Haccac bundan başka onları hafife aldığı için bir grup Sahabinin elini zimmet ehline yapıldığı gibi kurşunla mühürledi. Bunlar arasında Cabir bin Abdullah, Enes bin Malik ve Sehl bin Saad da vardı. Sonra Mekkeye geri döndü. Medineden ayrıldığı zaman şöyle dedi: “Beni buranın ahalisi arasından çıkartan Allaha hamdolsun. Buranın ahalisi Müminlerin emirini en çok aldatan ve Allahın nimetleri dolayısıyla Onu en çok kıskananlardandır. Allaha yemin ederim, şayet onlar hakkında Müminlerin emiri bana mektuplar yazmış olmasaydı burayı eşek karmna benzetirdim. Onlar burayı çürümüş ve bir harabe haline gelmiş gibi görecekler, Resulallahın minberi ile kabrinin bile nerede olduğunu tanımayacaklardı.” Cabir bin Abdullaha Haccacın bu söyledikleri ulaşınca şöyle dedi: “ilerde hoşlanmayacağı şeylerle karşılaşacak. Firavun da Onun söyledikleri gibi sözler sarfetmişti de daha sonra Allah Ona bir süre mühlet verip sonra azapla yakalamıştı.”
Denildiğine göre, Haccacın Medine Valiliği ve Resulallahın ashabına yaptıkları 74 yılının Safer (M. Haziran-Temmuz 693) ayına rastlar.