"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Hucr bin adiyy ile amr bin el-hamik ve adamlarının öldürülmeleri

Bu yılın kış seferini Bizans topraklarına Fudale bin Ubeyd, yaz seferini de Busr bin Ebi Ertat icra etmişlerdi.
Bu yıl içinde Hücr bin Adiyy ve adamları öldürülmüşlerdi. Bunun sebebi şöyle anlatılır: H. 41. yılda Muaviye Muğire bin Şubeyi Küfe Valiliğine tayin ettiğinde yanına çağırıp şunları söylemişti: “… Hikmet sahibi bir kişinin aslında sana bir şey öğretmeğe kalkışmaması gerekir. Ben sana bazı şeyleri tavsiye etmek istedim, ancak ileri görüşlülüğüne güvenerek bunları sana bıraktım. Bununla birlikte bazı şeyleri tavsiye etmekten de kendimi alamıyorum. Aliye sürekli olarak küfretmeyi ve Onu kötülemeyi ihmal etmeyeceksin. Osmana da rahmet okuyup sürekli mağfiret dileyeceksin. Alinin ve adamlarının ayıplarını her fırsatta ortaya koyacak, onları kötüleyip duracaksın. Osmanın taraftarlarını sürekli övecek, Alinin taraftarlarını ise yere batıracaksın.” Muğire Onun bu sözlerine: “Sen beni denedin ve bu şekilde ben de denenmiş oldum. Sen de aynı şekilde deneneceksin ve sonunda ya iyilikle anılacak veya sürekli kötülenip duracaksın” diyerek karşılık vermiş, Muaviye de bunun üzerine: “inşallah ikimiz de sürekli olarak iyilikle anılıp duracağız.” demişti.
Muğire bin Şube Küfe Valiliğini bir yıl kadar gayet iyi yönetmiş,

Aliye küfretmeyi ve Osmana duada bulunmayı asla ihmal etmemişti. Onun böyle yaptığını duyan Hücr bin Adiyy: “Allah sizi kötülükle ansın ve size lanet etsin!” demiş ve ayağa kalkarak şöyle devam etmişti: “Sizin kötüleyip durduğunuz kişinin, faziletlerini sayıp durduğunuz kişiden çok daha üstün olduğuna şahadet ederim.” Muğire Ona: “Ey Hücr! Sultanın gazabına ve cezasına uğramaktan sakın. Sultanın gazabı senin gibilerini helak etmiştir.” demiş, ancak buna rağmen üzerinde durmayıp Onu affetmişti.
Muğire, valiliğinin sonlarına doğru da yine Ali ve Osman hakkında söyleyip durduklarını tekrar etmiş, Hücr bin Adiyy de ayağa kalkarak mescitte bulunan herkesin işitebileceği şekilde Muğireye bağırmaya başlamış ve şöyle demişti: “Behey adam! Şu adamlarına emir ver de kesmiş olduğun maaşlarımızı bize dağıtsınlar. Bu mallar senin değildir. Sen bu göreve başladığından beri müminlerin emiri Aliyi sürekli kötüleyip duruyorsun.” Mescitte bulunanların üçte birinden fazlası ayağa kalkıp: “Hücr doğru söyledi ve haklıdır da. Emir ver de şu bizim ne zamandan beri kesmiş olduğun maaşlarımızı ve haklarımızı versinler. Takınmış olduğun tavır bize hiç bir hak ve menfaat tanımıyor.” şeklinde konuşmuşlar ve daha bir sürü sözler söylemişlerdi. Muğire hemen minberden inip evine kapanmış, adamları yanına gelip şöyle demişlerdir. Bu adamın sana karşı böyle cesurca sözler söylemesine neden izin veriyorsun? Bu şekilde davranmakla otoriteni sarsıyor ve müminlerin emiri Muaviyenin sana karşı tavır takınmasına vesile sağlamıyor musun?” Muğire onlara şöyle cevap vermişti: “Ben Onu çoktan öldürdüm. Bekleyin ve görün, benden sonra buraya gelecek emire karşı da aynı tavrı takınmağa kalkışacak ve yeni vali de onu hemen öldürüverecek. Ben ömrümün sonlarına doğru, ecelimin yaklaştığı bir sırada bu şehrin ileri gelenlerinden ve iyi insanlarından birisini öldürmek istemem. Ayrıca böyle davranıp da Onu ve arkadaşlarını öldürecek olursam onlar mutluluğa ererler, ben ise şekavete düşerim. Onlar öldürülürse Muaviye dünyasını imar etmiş, Muğire ise ahiretini kaybetmiş olur.”
Bu olaylardan sonra Muğire vefat eder ve Ziyad Küfeye vali olur. Ziyad Küfeye varır varmaz hutbe okuyup Osmana rahmet eylemiş ve Onun adamlarından iyilikle söz ederek katillerine lanetler yağdırmıştı. Hücr o anda ayağa kalkmış, Muğireye karşı gösterdiği davranışı Ziyada karşı da göstermişti. Bunun üzerine Ziyad hemen Basraya geri dönerek Küfede yerine Amr bin Hureysi vekil bırakmıştı. Ziyad Basrada bulunduğu sırada Alinin taraftarlarının Hücrun etrafında toplandıklarının, Ondan iyilikle bahsedip Muaviyeyi lanetlediklerini, Muaviye den uzak olduklarını söylediklerini, sürekli olarak Amr bin Hureyse karşı tavır takındıklarını işitir ve hemen Basradan Küfeye dönüp minbere çıkarak hutbe okumağa başlar. O sırada Hucr da mescitte oturmaktadır. Ziyad şöyle der: “… Azgınlığın ve isyancılığın son derece kötü ve vahim olduğu bilinen bir şeydir. Bu adamlar bir araya gelmiş, kendilerini emniyette hissedip Allaha karşı cesurca davranmağa başlamışlardır. Haberiniz olsun ki eğer bu hallerinizi düzeltmeyip de doğru yola girmezseniz sizin anlayacağınız yollarla ben sizi tedavi etmesini bilirim. Eğer Küfeyi Hücrden temizlemezsem ve Ona kendisinden sonra gelecek nesillere ibret olacak bir muamele yapmazsam ben adam değilim. Ananı ağlatacağım ey Hücr.”
Mescitte oturan Hücrü çağırmak üzere bir adam gönderir, ancak Ziyadın gönderdiği adam gelip Hücrü çağırdığında adamları Hücre şöyle derler: “Sakın Ziyada gitmeyesin!” Bunun üzerine Ziyadın adamı geri dönüp durumu bildirmiş, Ziyad o sırada emniyet kuvvetleri amiri olan Şeddad bin Heysem el-Hilaliye emir vererek Hücrü getirmek üzere adamlar göndermesini istemişti. Hücrü almağa gidenlere adamları küfretmişler, onlar da dönüp durumu Ziyada bildirmişlerdi. Bu olaylar üzerine Ziyad Küfelileri toplayıp şöyle demişti: “Siz sağ gösterip sol mu vuruyorsunuz? Vücutlarınız benimle, ama kalpleriniz şu ahmak Hücrle mi yoksa! işte Vallahi bu sizin fesadınızdan kaynaklanmaktadır. And olsun, ya bu tutumunuzu değiştirdiğinizi açıkça ortaya koyarsınız ya da sizin yerinize buraya aramızda sevgi bağı yerleşecek başka bir kavmi getirip yerleştiririm.” Ziyadın bu konuşmasına karşılık Küfeliler: “Allah korusun! Biz sana itaat etmekten başka bir düşünceye sahip değiliz ve senin razı olmadığın bir şeyi de kesinlikle yapmayız.” demişler, bu sözler üzerine Ziyad: “O halde her biriniz kalkıp Hücrün yanında bulunan kendi akraba ve aşiretlerinden olanları çağırsın.” demiş, onlar da gerçekten kalkıp Hücrun etrafında bulunan akrabalarını çağırmışlardı. Bundan sonra Ziyad emniyet amirine emir vererek gidip Hücrü çağırmasını istemiş, ona şöyle tavsiyede bulunmuştu: “Gelirse ne ala, gelmediği takdirde onları bana getirinceye kadar kılıçlarınızı kullanınız.”
Emniyet amiri gidip Hücrü çağırmış, ancak adamları Onu gitmekten yine alıkoymuşlardı. Emniyet amiri yanındakilerle birlikte üzerlerine saldırmak üzere tavır almış, bunun üzerine Ebul-Amarra el-Kindi Hücre şöyle demişti:
“Şu anda yanında bulunanlardan benden başka kılıç taşıyan kimse yoktur. Benim bu kılıcım da seni koruyacak durumda değildir. Kalk akrabalarının ve aşiretinin yanına git, seni onlar korusunlar.” Aralarında bu konuşmalar ve tartışmalar geçerken Ziyad minberde oturmuş onları bekliyordu. Nihayet Ziyadın adamları üzerlerine atılmış, el-Hamra Kabilesinden biri Amr bin el-Hamıkın başına bir darbe indirip yere yuvarlamıştı. Arkadaşları Amrı taşıyıp Ezd Kabilesine getirmişler, O da onların yanında gizlenmişti. Bu olaydan sonra Hücrün adamları Küfenin kapılarına çekilip orada gizlenmişlerdi. Emniyet kuvvetlerinden birisi Aiz bin Hamle et-Temimiye bir darbe indirip elini kırmış, o da bunların ellerinde bulunan sopalardan birini eline geçirmiş ve Hücrün adamları Kinde kapısından çıkıp gidinceye kadar onları korumuştu. Hücr oradan çıkıp katırına binmiş, gitmek istemişti. Ebul-Amarra el-Kindi Ona:
“Haydi bin, git; senin yüzünden neredeyse kendimizi de helak ediyorduk.” demiş, sonra ona yardımcı olarak katırına bindirmiş ve kendisi de atına binerek birlikte gitmişlerdi. Giderlerken Yezid bin Tarif el-Misli Ebul Amarraya yetişip kıçının üzerine sopayla vurmuş, Ebul-Amarra da kılıcını çekerek Yezidin başına bir darbe indirmiş ve yere düşürmüştü. işte bu kılıç darbesi Kufeliler arasında meydana gelen ihtilaflarda kullanılan ilk kılıç darbesi olmuştur. Hücr ile Ebul-Amarra Hücrun evine giderek orada oturmuşlar ve etraflarında bir hayli adam birikmişti. Ancak Kindeden onlara gelen çok az kimse olmuştu. Bu sırada Ziyad hala minberde oturuyordu ve Mezhec ile Hemdan adındaki iki kişiyi Kindelilerin bulunduğu harabeliğe göndererek Hücrü alıp getirmelerini emretmişti. Diğer Yemenliler de kendi adamlarına Kinde harabeliğine gidip Hücrü getirmelerini emretmişlerdi. Mezhec ve Hemdan Kinde harabeliğine girip orada yakaladıkları kimselerin hepsini toplayıp götürmüşler, Ziyad da onlara teşekkür etmişti. Hücr yanında bulunan adamların bir hayli azaldığını görünce en son kalanlara da gitmelerini tavsiye etmiş, onlara şöyle demişti: “Aleyhinizde olan bu adamlara karşı koyabilecek gücünüz yoktur. Ben sizin yok olmanızı da istemiyorum.” Bunun üzerine onlar da çıkıp gitmişler, ancak Mezhec ve Hemdan yolda onlara yetişince bir kısmını öldürmüş, Kays bin Yezidi esir etmiş ve geri kalanı da kaçıp kurtulmuştu. Hücr ise Hutoğullarından Süleym bin Yezid adında birisinin evine doğru kaçıp orada gizlenmişti. Kendisini takip edenler oraya va-rınca Süleym kılıcını çekerek onlarla çarpışmak üzere tavır almış, Onu gören kızları ağlamağa başlayınca Hücr şöyle demişti: “işte kızlarının başına bir felaket getirmiş oldum. Ne kadar büyük bir kötülük yaptım ben!” Süleym ise şöyle karşılık vermişti: “Hayır, Vallahi ben hayatta olduğum müddetçe sen evimden ne diri, ne de ölü olarak çıkarılacaksın.” Ancak Hücr, Süleymin evinde bulunan bir ağaçtan tırmanarak Neha Kabilesinden olan el-Eşterin kardeşi Abdullah bin el-Harisin evine gelmiş, kendisini bir hayli iyi karşılamışlardı. Hücr Abdullahın evinde iken emniyet görevlilerinin kendisini Neha Kabilesi içinde aradığını haber vermişlerdi. Görevliler Hücrü ararken siyahi bir kadına rast gelmişler, kadın onlara kimi aradıklarını sormuş, onlar da Hücr bin Adiyyi aradıklarını belirtince kadın Onun Neha Kabilesine gittiğini söylemişti. Bunun üzerine Hücr buradan çıkıp Ezd Kabilesine gitmiş ve Rabia bin Nacidin evinde gizlenmişti.
Hücrü bulmaları bir hayli zorlaşınca Ziyad Muhammed bin el-Eşasa haber gönderip çağırmış ve şöyle demişti: “Ya bana Hücrü bulup getirirsin, ya da senin bütün hurmalarını kökünden keser, evini yıkar ve vücudunu parça parça ederim, öldürünceye kadar da benden kurtulamazsın.” Ziyad Ona üç gün mühlet vermişti. Sonra Hücrün adamlarından esir alınan Kays bin Yezidi getirtmiş ve Ona şöyle demişti: “Geçmiş olsun. Senin Osman hakkındaki görüşünün Sıffinde Muaviye ile birlikte oluşunun ve Hücrün yanında yer alışının sırf kabile taraftarlığı ve gayretinden kaynaklandığını öğrendim. Bundan dolayı da seni affediyorum. Ancak bana kardeşin Umeyri getireceksin.” Kays Ziyaddan Umeyrin kanını ve malını bağışlamasını dilemiş, Ziyad da Ona eman vermişti. Umeyr getirildiğinde yaralı idi, çünkü Onu bir hayli dövmüşlerdi. Ziyad adamlarından birisine Umeyri kaldırıp yere çalmasını söylemiş ve bu defalarca tekrarlanmıştı. Kays bin Yezid Ziyada: “Hani Ona eman vermiştin?” diye sorunca Ziyad da: “Evet, kanını akıtmayacağıma söz vermiştim, şu anda da akıtmış değilim. Kanını akıtmıyorum,” demiş ve sonunda serbest bırakmıştı.
Hücr bin Adiyy Rabia bin Nacidin evinde bir gün bir gece kalmış, Muhammed bin Eşasa haber göndererek kendisine Ziyaddan eman almasını ve Muaviyeye göndermesini istemişti. Muhammed bin Eşas aralarında Cerir bin Abdullah, Hücr bin Yezid, el-Eşterin kardeşi Abdullah bin Harisin bulunduğu bir grup adamı toplayıp Ziyadın yanına gitmiş ve Hücrü Muaviyeye göndermek üzere eman vermesini istemişlerdi. Ziyad onların bu taleplerini kabul edip Hücr bin Adiyyi çağırmış ve kendisini alıp Ziyadın yanına götürmüşlerdi. Ziyad Onu görünce: “Ey Abdurrahmanın babası, merhabalar sana! Savaş zamanında insanlar savaşırlar ve öyle savaşlar vardır ki arkasından da barış yapılır ve sonunda bir sürü dönekler toplanıp getirilir.” şeklinde konuşmuş, Hücr de şöyle karşılık vermişti: “Ben asla itaatsizlik etmedim, cemaatten de ayrılmadım. Yapmış olduğum beyati hala koruyorum.” Ziyad buna rağmen Onun hapsedilmesini emretmiş ve şöyle demişti: “Vallahi, boynundaki ipi bile yok etmeyi arzu ederdim!” Sonra adamlarını aratmağa başlamıştı. Bunun üzerine Amr bin el-Hamik yanına Rifaa bin Şeddadı alıp Musula doğru kaçmış ve oradaki dağların birinde gizlenmişti. Bunların Musul civarında gizlendikleri haberi valiye bildirilmiş, o da bunları yakalamak üzere çıkmıştı. Musul Valisine karşı koymuşlardı, yalnız Amr artık kendini koruyabilecek ve çarpışabilecek durumda değildi. Rifaa ise genç ve gayet güçlü kuvvetli birisi idi, atına binmiş ve Amrı korumağa çalışmıştı. Amr Ona: “Beni korumak için çarpışman bana fayda vermez. Sen kendini kurtarmağa çalış!” demiş, O da gelenler üzerine saldırdıktan sonra fırsat verince kurtulup gitmişti.
Amrı esir alıp kim olduğunu sormuşlar, O da: “Öldürmeyip serbest bıraktığınız takdirde size teslim olacak ve kim olduğumu söyleyeceğim. Eğer beni öldürecek olursanız sizin için son derece kötülüklere sebep olacak birisiyim.” diye konuşmuş ve kim olduğunu açıklamamıştı. Bunun üzerine kendisini yakalayıp Musul Valisi olan ve ibn Ümmül-Hakem diye bilinen Abdurrahman bin Osman es-Sekafiye götürmüşlerdi. Abdurrahman bin Osman Muaviyenin kız kardeşinin oğlu idi. Abdurrahman Onu hemen tanımış ve durumu Muaviyeye bildirmişti. Muaviye Ona şöyle bir mektup yazmıştı: “O Osmanı elindeki mızraklarla dokuz yerinden yaraladığını söyleyenlerdendir. Sen de aynı şekilde Onu öldürüver.” Muaviyenin bu mektubu üzerine Abdurrahman Amrı öldürüvermişti.
Ziyad, Hücrün adamlarını sürekli takip ettirmiş, yakaladıklarını öldürmüş ancak onlar da sürekli kaçıp durmuşlardı. Kabisa bin Dubaya el-Absi eman ile yakalanıp hapse atılmıştı. Kays bin Ub-bad eş-Şeybani Ziyada gelip:
“Hücrün adamlarının ileri gelenlerinden adı Sayfi olan birisi vardır.” diye ihbarda bulunmuş, Ziyad da Onu aratmış, yakalatıp getirtmiş ve şöyle demişti: “Ey Allahın düşmanı! Ebu Turab hakkında ne dersin?” O da: “Ben Ebu Turabı bilmem.” diye cevap vermiş, Ziyad bunun üzerine: “Hay hiç bir şey bilmeyesi! Sen Ali bin Ebi Talibi tanıyor musun?” diye sormuş, “Evet, tanıyorum” demesi üzerine de: “işte Ebu Turab odur.” diye karşılık vermişti. Fakat Sayfi: “Hayır, o asla Ebu Turab değil, o, Ebul Hasan ve el Hüseyindir.” deyince orada bulunan emniyet kuvvetlerinden kimseler: “Emirimiz Onun Ebu Turab olduğunu söylüyor, sen ise aksini iddia ediyorsun.” diye çıkışmışlar, Sayfi de şöyle karşılık vermişti: “Emir yalan söylerse ben de Onun söylediği bu yalanı ve kabul ettiği batılı kabul etmek zorunda mıyım?” Ziyad bunun üzerine: “işte bu ancak sopayla yola gelir.” demiş, Onu Ziyada yaklaştırmışlar ve tekrar sormuştu: “Ali hakkında ne dersin?” Sayfi en güzel sözleri söylemiş, Ziyad da dövmelerini emretmiş ve yere yıkılıp kalıncaya kadar dövmüşlerdi. Arkasından Ziyad: “Gözünü çıkarınız.” diye emretmiş ve: “Ali hakkında ne dersin?” diye tekrar sormuştu. “Vallahi, beni en keskin usturalarla diri diri kessen bile yine Ali hakkında işittiklerimin dışında ve hayırdan başka tek bir söz söylemeyeceğim.” deyince Ziyad: “Aliye ya lanet edersin, ya da boynunu vururum.” şeklinde konuşmuş, Sayfi de: “Hayır, asla Ona ihanet edemem.” diye cevap vermişti. Bunun üzerine Onu prangalara vurup hapsetmişlerdi.
Anlatıldığına göre Kays bin Ub-bad el-Eşas ile birlikte çarpışmalara katılıncaya kadar hayat sürmüştü. Arkasından Küfeye gelip kendi evine kapanmış, orada yerleşmişti.
Havşeb bir gün Haccaca şöyle der: “Burada Irakta meydana gelen her türlü fitne ve karışıklıklarda mutlaka parmağı olan bir adam vardır. O Ebu Turabın taraftarlarından olup Osmana lanet edenlerdendir. ibnül-Eşas ile birlikte isyan etmiş kişidir de aynı zamanda. Şimdi de gelmiş, burada evine kapanmış oturuyor.” Bu sözleri duyan Haccac hemen Onu getirtmiş ve anında öldürtmüştü. Kays bin Ubbadın akrabaları Havşebin akrabalarına: “Siz bizim adamımızı jurnal ettiniz!” derler, onlar da Sayfi eş-Şeybaniyi kastederek: “Aynı şekilde siz de bizim adamımızı jurnal etmiştiniz.” diye karşılık verirlermiş.
Ziyad bin Ebih, Abdullah bin Halife et-Taiyi getirtmeleri için adam göndermiş, fakat o sürekli kaçmıştı. Ziyad emniyet kuvvetlerini göndererek Onu yakalatıp getirtmiş, Abdullah bin Halifenin kız kardeşi en-Nevar da Tayy Kabilesine çıkıp gitmiş ve onları adamlarını kurtarması için teşvik etmişti. Bunun üzerine onlar da emniyet kuvvetlerine karşı çıkmışlar ve Abdullahı kurtarmışlardı. Emniyet kuvvetleri Ziyada gelip durumu bildirince Ziyad o sırada mescitte bulunan Adiyy bin Hateme seslenerek: “Bana Abdullahı getir!” diye söylemiş, Adiyy de: “Neden getireyim, ne yaptı ki?” diye sorunca kendisine olup bitenler anlatılmıştı. Adiyy: “Benim bundan haberim yoktur.” demiş, ancak Ziyadın: “Mutlaka bana Abdullahı getirteceksin” diye ısrar etmesi üzerine de: “Asla getirtmeyeceğim. Amcamın oğlunu getireyim de öldüresin değil mi! Vallahi şu anda ayaklarımın altında bile gizlenmiş olsa ayaklarımı kaldırmam.” diye karşılık vermiş, bunun üzerine Ziyad Adiyyin hapsedilmesini emretmişti. Küfede bulunan bütün Yemenliler ile Rabiaoğulları Ziyad ile görüşmüş, Ona: “Resulallahın ashabından olan Adiyy bin Hateme böyle mi davranıyorsun?” demişler, Ziyad da şöyle karşılık vermişti: “Adiyy bin Hatemi amcasının oğlunu buradaki valiliğim sürdüğü müddetçe Küfeye sokmaması şartıyla hapisten çıkarırım.” Bu sözleri üzerine Onun bu isteğini kabul etmişlerdi. Adiyy bin Hatem Abdullah bin Halifeye giderek durumu bildirmiş ve Tay Kabilesinin sahip olduğu dağlara çekip gitmesini emretmişti. Abdullah da çekip Tay Dağlarına varmış, orada ikamet etmişti; ancak sürekli olarak Adiyye mektuplar yazıp Küfeye dönmesi için kendisine şefaatte bulunmasını istiyordu. Ne var ki Adiyy, onun bu isteklerine kulak asmıyor, Abdullah da Ona sürekli mektuplar ve mersiyeler yazıp duruyordu. Nihayet Abdullah, Ziyad henüz hayatta iken bu dağlarda ölüp gitmiş idi.
Ziyad sonra Hücr bin Adiyynin adamlarından birisi olan Kerim bin Afif el-Hasamiyi getirtmiş, “Adın ne?” diye sormuştu. O da: “Kerim bin Afif.” diye cevap verince Ziyad şöyle demişti: “Senin ve babanın adı ne kadar da güzel, fakat yaptıkların ne kadar kötü şeylerdir! Allaha yemin ederim ki, benim görüşüme dair bilgi sahibi oluşunun üzerinden fazla bir zaman geçmedi. ”
Taberi şöyle nakleder:
Ziyad Adiyynin arkadaşlarından on iki kişiyi hapsetmiş, sonra kabile ve şehirlerin ileri gelenlerinden söz sahibi olan dört kişiyi çağırmıştı. Bunlar Medine ileri gelenlerinden Amr bin Hureys, Temim ve Hemdan reisIerinden Halid bin Urfuta, Rabia ve Kinde reisIerinden Kays bin Velid, Mezhic ve Esed reisIerinden Ebu Bürde bin Ebi Musa idiler. Bunlara Hücr bin Adiyyin kendisi aleyhinde bir sürü adam toplayıp küfrettiğini, müminlerin emirine harp ilan ettiğini, hilafet işinin Ebu Talibin evlatlarından başkasına gitmemesi gerektiğine inandığını, şehre hücum ederek emirin göndermiş olduğu valiyi şehirden çıkardığını, Ebu Turabın özrünü beyan ederek Ona sürekli rahmetler okuyup düşmanlarından ve ona harp açmış kimselerden uzak durulması gerektiğini söylediğini anlatmış, hapsetmiş olduğu bu adamların Onun adamlarının ileri gelenleri olup Onunla aynı görüşte olduklarına şahadet etmelerini istemişti. Talha bin Ubeydullahın iki oğlu ishak ve Musa, Münzir bin Zübeyr, Umare bin Ukbe bin Ebi Muayt, Amr bin Saad bin Ebi Vakkas ve daha bazı kimseler buna şahadet etmişlerdi. Şahitler arasında Kadı Şureyh bin Hani: “Ben asla bu konuda şahadet etmedim ve Ziyadı da kınadım.” demekteydi.
Sonra Ziyad Hücr bin Adiyy ve adamlarını Vail bin Hücr el-Hadrami ile Kesir bin ŞiMba teslim edip Şama götürmelerini emretmişti. O günün akşamında yola çıkmışlar veel-Garayeyn denilen yere vardıklarında Şureyh bin Hani arkalarından yetişip Vail bin Hücra bir mektup vererek müminlerin emirine iletmesini istemişti. Vail bu mektubu almış ve hep birlikteyola devam etmişler, Dimaşk yakınlarında Merc Azra denilen yere varıncaya kadar gitmişlerdi. Bunların isimleri şöyle idi: Hücr bin Adiyy el-Kindi, Erkam bin Abdullah el-Kindi, Şerik bin Şeddad el-Hadrami, Sayfi bin Fesil eş-Şeybam, Kabisa bin Dubaya el-Absi, Kerim bin Afıf el-Hasami, Asım bin Avf el-Beceli, Verka bin Sümeyy el-Beceli, Keddani bin Hatyan, Abdurrahman bin Hassan el-Anazeyyeyn, Muhriz bin Şihab et-Temimi, Abdullah bin Haveyye es-Saadi et-Temimi. Bunlar on iki kişi idiler. Ayrıca Ziyad arkalarından iki adam daha göndermişti. Bunlar da Saad bin Bekir Kabilesinden Utbe bin el-Ahnes ve Saad bin Nemran el-Hemdani idiler ki bunlarla birlikte on dört kişi olmuşlardı.
Muaviye bu adamları getiren Vail bin Hücr ve Kesir bin Şihaba haber gönderip onları yanına çağırtmış ve getirdikleri mektupları okumuştu. Ayrıca Vail bin Hücr, Şureyh bin Haninin kendisine verdiği mektubu da Muaviyeye teslim etmişti. Şureyh bin Hani Muaviyeye şöyle yazmıştı: “Ziyadın beni bu hususta şahit gösterdiğini işittim. Benim Hücr bin Adiyy hakkındaki şahadetim ve kanaatim şöyledir: “O namazını kılar, zekatını öder, hac ve uınre yapar, marufu emreder, münkerden alıkoyar. Onun kanı ve malı haramdır. Dilersen öldürür, dilersen de serbest bırakırsın.” Bunun üzerine Muaviye: “Bu adamın kendisini sizin şahadetinizden uzak tuttuğunu görüyorum.” demiş, sonra getirilenleri Merc-Azrada hapsetmişti. Arkasından Ziyadın göndermiş olduğu diğer iki adam da oraya varmış ve Amr bin el-Esved el-Adi Muaviyeye gelerek bu ikisinin geldiklerini haber vermişti. Hücr bin Adiyy elleri ve ayaklarındaki prangalarla ayağa kalkmış, şöyle demişti: “Muaviyeye kanlarımızın haram olduğunu bildir. Biz onunla daha evvel sulh yapmıştık. O da bizimle sulh akdetmişti ve bize eman verilmişti. Biz ehl-i kıbleden hiç kimseyi öldürmedik ki kanlarımız helal olsun.”
Amir bin el-Esved el-Adi Muaviyenin huzuruna çıkıp bu iki adamı getirdiğini haber vermiş idi. Yezid bin Esed el-Beceli Muaviyeden iki amcasının oğlunun kendisine bağışlanmasını istemişti. Bunlar da Asım ve Verka idiler. Cerir bin Abdullah el-Beceli bir mektup yazıp bunların ikisini tezkiye ettiğini, bunların kendileri aleyhinde söylenen sözlerden tamamen uzak olduğunu söylüyordu. Bunun üzerine Muaviye onları serbest bırakmıştı. Ayrıca Vail bin Hücr Erkam için de şefaatte bulunmuş, O da serbest bırakılmıştı. Ebul Avar es-Sülemi de Utbe bin el-Ahnes için şefaat edince serbest bırakılmıştı. Humre bin Malik el-Hemdani de Saad bin Nemrana şefaat etmiş, O da bağışlanmıştı. Habib bin Mesleme, ibn Haveyye için şefaatte bulunmuş, böylece O da serbest bırakılmıştı. Nihayet Malik bin Hubeyre es-Sekllni kalkıp Muaviyeye şöyle demişti: “Bana amcamın oğlu Hücrü bağışla.” Muaviye Onun bu isteğine: “Hücr bu adamların başıdır. Eğer serbest bırakırsam kendi memleketini tekrar benim aleyhimde fesada boğar. O zaman da korkarım seni Iraka, Onun yanına göndeririz.” diyerek karşılık vermiş, Malik bin Hubeyre de:
“Vallahi, ey, Muaviye, bana karşı insaflı davranmadın. Amcamın oğluna karşı senin yanında Sıffın Gününde savaştım, bu savaşın sonunda zafer elde ettin, böylece şanın yükseldi ve artık musibetlerden korkmaz oldun. Sonra senden amcamın oğlunu serbest bırakmanı istedim, sen ise bunu benden esirgedin.” demiş, sonra çekip gitmiş, evine kapanmıştı.

Muaviye Hudbe bin Feyyaz el-Kudai, Husayn bin Abdullah el-Külabi ve Ebu Şerif el-Bedeviyi Hücr ve adamlarına gönderip onlardan belirtilenleri öldürmelerini emreder. Bunlar Hücre ve adamlarına akşamüzeri varırlar. elHasami bu gelenlerin arasında birisinin tek gözlü olduğunu görünce arkadaşlarına: “Bizim yarımız öldürülecek, yarımız da serbest bırakılacak.” der. Gerçekten onlardan altı kişi serbest bırakılmış, sekiz kişi öldürülmüştü, öldürmeden evvelonlara şöyle demişlerdi: “Aliden uzak olup Onu lanetlemenizi teklif etmemiz bize emredildi. Eğer gerçekten Ondan uzak olduğunuzu söyler ve lanet ederseniz sizi serbest bırakırız. Bunu yapmadığınız takdirde sizi öldüreceğiz.” Hücr ve arkadaşları bu teklife: “Hayır, bunu kesinlikle yapamayız.” diye karşılık vermişler, bunun üzerine kabirleri kazılmış ve kefenleri hazırlanmıştı. Bu arada Hücr ve adamları birlikte gece namazını kılıyorlardı. Ertesi gün olunca öldürmek üzere yanlarına yaklaştıklarında Hücr: “Bana müsaade edin de abdest alıp namaz kılayım. Ben her namaz için abdest almadan hiç bir namazı kılmış değilim.” der, onlar da Hücra müsaade ederler. Abdestini alır, namazını kılar ve bitirdikten sonra şöyle konuşur: “Vallahi şu anda kıldığım namazdan daha zevkli bir namaz kılmış değilim, ölümden korkup namazı uzattığım zehabına kapılmayacak olsaydınız bu namaza ara vermez, kılmağa devam ederdim.” Sonra şöyle devam eder: “Allahım! Biz ümmetiniz için senden yardım diliyor ve sana sığımyoruz. Küfe halkı bizim aleyhimizde şahadet ettiler. Şamlılar da bizi öldürüyorlar. Vallahi, beni öldürecek olursanız Şam vadisinde öldürülecek ilk Müslüman Süvari ve yine Müslümanlar arasında bu vadinin köpeklerinin uluduğu da ilk insan ben olmuş olacağım.” Bu sözlerden sonra Hudbe bin Feyyaz Hücrün üzerine kılıçla yürümüş, kılıcını kaldırıp vuracağı sırada birden kendisini bir titreme tutmuştu. O anda Hücre: “Sen ölümden korkmadığını mı söylemek istiyorsun? Haydi, Aliden uzak olduğunu söyle de seni serbest bırakalım.” demişler, O ise şöyle cevap vermişti: “Nasıl olsun da ölümden korkmayayım? Bir tarafta kabir kazılmış, öbür tarafta kefen hazırlanmış ve karşımda da kılıcını çekmiş birisi duruyor. Vallahi, ben ölümden de korksam Allahın razı olmadığı bir tek söz söylemeyeceğim.” Bunun üzerine Onu ve arkadaşlarından altı kişiyi öldürmüşlerdi.
Abdurrahman bin Hassan el-Anazi ve Kerim el-Hasami kendilerini öldürmek üzere gelenlere: “Bizi Müminlerin emirine götürün de bu adam hakkında kendisini memnun edecek sözler söyleyelim.” demişler, bunun üzerine yanına götürmek üzere izin istendiğinde Muaviye getirmelerine müsaade etmişti. Yanına girdiklerinde Kerim el-Hasami: “Allah Allah ey Muaviye! Haberin olsun ki sen bu geçici diyardan ebedi olan ahiret diyarına göçeceksin ve bizim kanlarımızı döktüğünden dolayı mutlaka sorguya çekileceksin.” şeklinde konuşmuş, Muaviye: “Ali hakkında ne dersin?” diye sorunca da şöyle demişti: “Senin dediğin gibi diyorum.” Muaviye: “Alinin yolundan uzak olduğunu da söyleyebilir misin?” diye sorunca KuhMe bin Hasamoğullarından Şemir bin Abdullah Muaviyeye Onu kendisine bağışlamasını söylemiş, Muaviye de Kerim bin el-Hasaminin Küfeye girmemesi şartı ile affedileceğini söylemişti. Kerim bin el-Hasami Küfeye gitmemiş, Mısırda ikamet etmeyi tercih etmişti. O: “Muaviye ölürse Küfeye giderim.” deyip duruyordu, ancak Muaviyenin ölümünden bir ay önce vefat etmişti.
Muaviye Abdurrahman bin Hassana da: “Ey Rabianın evladı! Ali hakkında ne dersin?” diye sormuş, O da şöyle cevap vermişti: “Beni rahat bırak, bu konuda bana soru sormaman senin için daha hayırlıdır.” Muaviye:
“Hayır, bu konuda sana soru sormadan and olsun seni asla bırakmam.” deyince O da: “Alinin Allahı en çok zikreden, hakkı emredip adaletle hükmeden ve insanları affeden birisi olduğuna şahadet ediyorum.” diye karşılık vermiş, Muaviyenin: “Peki, Osman hakkında ne dersin?” sorusunu da şöyle cevaplamıştı: “O zulmün kapılarını ilk defa açan ve hak kapılarını kapatan kişi olmuştur.” Bunun üzerine Muaviye: “O zaman kendi canına kıymış oldun.” demiş, Abdurrahman bin Hassan da: “Ve bu arada senin de canını yakmış oldum. Şu anda bu bölgede Rabialardan kimse yoktur.” diye karşılık verip bu sözüyle kendisine şefaat edecek kimsenin olmadığını da ifade etmişti. Muaviye Abdurrahman bin Hassanı tutup tekrar Ziyada göndermiş ve Onu en kötü bir şekilde öldürmesini emretmişti. Ziyad da Onu diri diri kabre gömmüştü.

Bunlardan öldürülenler şunlardır: Hücr bin Adiyy, Şerik bin Şeddad el-Hadrami, Sayfi bin Fesil eş-Şeybani, Kabisa bin Dubaya el-Absi, Muhriz bin Şihab es-Saadi et-Temimi, Vekdan bin Hayyan el-Anezi ve Abdurrahman bin Hassan el-Anezi. Bu sonuncusunu Ziyad diri diri gömmüştü. Bu yedi kişi öldürülüp kabirlerine defnedilmiş ve namazları kılınmıştı.
Anlatıldığına göre Hücr bin Adiyy ve adamlarının öldürüldüğü Hasan elBasriye anlatılınca şöyle demişti: “Onların namazlarını kıldılar, kefenleyip kabirlerine defnettiler ve yüzlerini de kıbleye çevirdiler değil mi?” kendisine:
“Evet” diye cevap verilince Hasan el-Basri şöyle demişti: “Kaabenin rabbine yemin olsun ki kendilerini öldürenlere karşı ileri sürecekleri delilleri vardır.”
Malik bin Hubeyre es-Seküni Muaviyeden Hücr bin Adiyyin kendisine bağışlanmasını isteyip de bu konuda reddedilince adamlarını toplayıp Hücr ve adamlarını kurtarmak üzere el-Azra denilen yere gitmiş, ancak yolda giderken onları öldürenlerle karşılaşmıştı. Muaviyenin emri ni infaz edenler Malik ve adamlarını görünce HÜcrü kurtarmak üzere geldiklerini anlamışlardı. Malik:
“Ne yaptınız?” diye sorunca onlar: “Hücr ve adamları yaptıklarından tövbe ettiler, biz de durumu Müminlerin emirine haber vermek üzere gidiyoruz.” demişler, Malik susmuş ve el-Azraa doğru yürümüştü. Ancak yolda oradan gelenlerle karşılaşınca Hucr ve adamlarının öldürüldüğü haberini almış, bu emri infaz edenleri yakalamak üzere adamlarını gönderdiğinde onlara yetişememişlerdi. Bunlar gelip Muaviyeye Malikin oraya gittiğini haber verince Muaviye onlara şöyle demişti: “Onun içinde şu anda bir heyecan kaynamaktadır, fakat o şimdiye kadar çoktan sönmüş, gitmiştir.” Nihayet Malik bin Hubeyre evine gelip kapanmış, Muaviyenin yanına varmamıştı. O gün gece olunca Muaviye Malik bin Hubeyreye yüz bin dirhemlik bir hediye göndermiş ve şöyle demişti: “Senin şefaatini kabul edemedim, çünkü eğer onları serbest bırakmış olsaydım Müslümanlar arasında tekrar büyük bir fitne kopar, savaşlar meydana gelirdi. Hücrün öldürülmesi Müslümanların başına böyle bir felaketin gelmesinden daha iyidir, diye düşündüm.” Malik bin Hubeyre de yüz bin dirhemlik hediyeyi almış ve bu davranıştan son derece memnun olmuş idi.
Hücr ve adamlarının durumu Ayşeye ulaşınca Abdurrahman bin elHarisi Muaviyeye göndermiş, onların serbest bırakılmasını istemişti. Abdurrahman Muaviyeye geldiğinde Hücr ve arkadaşları çoktan öldürülmüşlerdi. Abdurrahman Muaviyeye şöyle demişti: “Ebu Süfyanın insaflılığı ve hilmi sende hiç de kalmamış gibidir. Onun hilmi nereye gitti?” Muaviye bu sözlere şöyle karşılık vermişti: “Kavmimin senin gibi hilim sahibi olan kimseleri benden uzak durduğu için hilim benden de kaybolup gitmiştir. Sümeyyenin oğlu Ziyad bana bu işi yükledi, ben de infaz ettim.” Ayşe bu konuda şöyle demiştir:
“Eğer başımıza gelen felaketler arkasından daha büyük felaketleri getirmeyecek olsaydı mutlaka Hücrün öldürülmesini de değiştirir ve durdururdum. Vallahi ben Hücrü ancak iyi bir Müslüman, sürekli hac ve umre ibadeti yapan bir kişi olarak biliyorum. ”
Hasan el-Basri de şöyle demiştir: “Muaviyenin dört özelliği vardı. Bu dördü değil de sadece birisi bile olmuş olsaydı, Onu helak etmeğe yeterdi. Onun bu özellikleri şunlardır: Birincisi, bu ümmet içinde Resulallahın ashabı ve faziletli insanlar olmasına rağmen bu görevi kılıç zoruyla alması için ümmetin başına musallat olmasıdır. ikinci özelliği, kendisinden sonra sarhoş, içkici, sürekli ipek giyip çalgılarla meşgulolan oğlunu veliaht edinmesi; üçüncÜ özelliği de Ziyadı kendi nesebine katmış olmasıdır. Halbuki Resulallah bu konuda şöyle buyurmuştur: “Çocuk doğduğu yatağa aittir, zina eden kişi de recmedilir.” Muaviyenin yaptığı dördüncü şey de Hücru ve adamlarını öldürmüş olmasıdır. Hücrden dolayı Muaviyenin vay çekeceğine! Hücrden ve Hücrün adamlarından dolayı Muaviyenin çarptırılacağı cezalar ve işkenceler ne dehşettir!”
Anlatıldığına göre Kufeliler şöyle derlerdi: “Küfeye giren ilk elemli haber Hasan bin Alinin ölümü idi. Arkasından Hücr ve arkadaşlarının öldÜrülmesi haberi gelir. Diğer bir elem verici haber de Ziyadın Muaviyenin nesebine ilhakı meselesi idi.”
Hücr bin Adiyynin öldürülmesi konusunda yukarıda zikrettiğimizden başka daha değişik bir rivayet kaydedilir: Ziyad bin Ebih Küfede Cuma günü son derece uzun bir hutbe okuyup namazı bir hayli geç bırakmıştı. Hutbe ortasında Hücr bin Adiyy: “Namaz, namaz!” diye seslenmiş, ancak Ziyad hutbesine devam etmişti. Hücrün tekrar: “Namaz, namaz!” diye seslenmesine rağmen yine hutbesine devam edince Hücr bin Adiyy namazın geç kaldığından korktuğu için ellerini birbirine çırpmaya başlamış ve olduğu yerden kalkıp namaza durmuştu. Onunla birlikte bir grup Müslüman da namaza kalkmışlardı. Ziyad bu durumu görünce minberden inip namazını kılmış ve durumu bir mektupla abartarak Muaviyeye bildirmişti. Muaviye de bu mektubu alınca Hücr bin Adiyynin zincirlerle bağlanıp kendisine gönderilmesini emretmişti. Hücrün yakalanması söz konusu olunca akrabaları Onu korumağa çalışmışlar, O da şöyle demişti: “Hayır, bırakınız, ben emirin sözünü dinler ve itaat ederim.” Nihayet Onu zincirlerle bağlayıp Muaviyeye göndermişler, Muaviyenin yanına vardığında: “Allahın selamı üzerine olsun ey Müminlerin emiri!” diyerek selamlamış, Muaviye ise: “Ben Müminlerin emiri miyim? Hayır, vallahi ne bu söylediğini kabul ederim, ne de onu senden duymak isterim. Onu çıkarınız ve boynunu vurunuz!” diyerek karşılık vermişti. Hücr bin Adiyy Muaviyenin bu emrini yerine getirecek adamlara: “Bırakınız iki rekat namaz kılayım.” diye ricada bulunmuş, onlar da “haydi, namazını kıL.” diyerek izin vermişlerdi. Hücr bunun üzerine şöyle kısacık iki rekat namaz kılıp onlara şöyle demişti: “Eğer benim hakkımda kendi düşündüğümden başka bir şey düşünmeyecek olduğunuzu bilseydim bu namazı uzatır da uzatırdım.” Hücr akrabalarından yanında bulunanlara: “Bağlandığım şu demirleri sakın çözmeyesiniz ve kanımı da sakın yıkamayasınız! Ben şu halimle yarın Muaviye ile karşılaşacağım.” demiş ve bu sözlerinden sonra boynu vurulmuştu.
Taberi şöyle anlatır:
Ayşe Muaviye ile karşılaşıp Ona sordu: “Hücre hilim ile davranamaz mıydın?” Muaviye şöyle cevap verdi: “Olgun bir adamla karşılaşmadım da ondan. ”
ibn Sirin ise şöyle nakleder: Muaviye ölüm döşeğinde iken şöyle diyordu: “Ey Hücr, seninle karşılaşacağım gün keşke çok uzaklarda olsa!”