"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Alinin şehit edilmesi

Bu yılda, Ramazan ayının 17 nci günü (M. 24 Ocak 661) Ali şehid edildi. Bu hususta başka rivayetler de kaydedilmiştir. Onun Ramazanın bitmesine 11 gün kala veya 13 gün kala öldürüldüğü kaydedildiği gibi bu yılın Rebiülahir (Ağustos – Eylül 660) ayında şehit edildiğine dair rivayetler de vardır. Ancak verilen birinci tarih hepsinden daha sahihtir.
Enes bin Malik şöyle anlatır:
Ali bin Ebi Talib hastalanmıştı. Kendisini ziyarete gittiğimde Ebu Bekir ve Ömer de yanında oturuyorlardı. Biraz sonra Resulallah da oraya geldiler. Resulallah Alinin yüzüne baktığında Ebu Bekir ve Ömer: “Ey Allahın peygamberi! Ali ölüyor görüyoruz.” dediler. Fakat Resulallah şöyle buyurdular: “Hayır, o şimdi ölmeyecek. O, kin ve öfke ile doldurulmadıkça ölmeyecek ve maktul olarak ölecektir. ”
Bir rivayette de şöyle anlatılır:
Ali hep şöyle dermiş: “Aranızdaki bir şakiye, şu başım ile sakalımı boyayacak kimseye mani olamayacaksınız.” Bununla başından akacak kanının sakalını boyayacağını kastedermiş.
Osman bin Muğire şöyle anlatır:
Ramazan girdiğinde Ali yemeğini bir gece Hasanın evinde, bir gece Hüseyinin evinde ve bir gece de Ebu Caferin evinde yer ve ağzına üç lokmadan fazla atmazdı. Şöyle derdi: “Aç iken Yüce Allahın ölüm emrinin bana ulaşmasını temenni ederim.” Gerçekten bir iki gece geçtikten sonra şehit edilmişti.
Hasan bin Kesir babasından şöyle nakleder:
Ali bir gün sabah namazından çıkarken yolda bulunan kazlar kendisine doğru yaklaşmış ve ötüşmeğe başlamışlardı. Etrafında bulunan Müslümanlar bu kazları kovduklarında şöyle demişti: “Bırakınız onları, onlar matem kuşlarıdır.” ibn Mülcem de işte o gece Aliyi yaralamıştı.
Alinin oğlu Hasan babasının öldürüldüğü gece şöyle demişti:

“Dün babama çıkıp gittiğimde evinin mescidinde namaz kılıyor idi.
Namazı bitirdiğinde bana gelip şöyle dedi:Ey oğulcağızım! Ben şu geceden sonra akrabalarımı terk etmek üzere geceleyeceğim; cuma sabahı ve bir sabah vakti. Ben bu gece gözlerimi kapatıverdim, uyudum. Resulallah sağ tarafımdan gelerek bana yaklaştı, kendisine:Ya Resulallah! Ümmetinin dost ve düşmanından neler gördün? diye sorunca bana:Onlara beddua et! diye söyledi. Ben de:Ya Rabbi! Beni onlardan daha hayırlı insanlarla karşılaştır ve onları da benden daha şerli bir kimseyle baş başa bırak. diye beddua ettim. Sonra ibn en-Nebac adındaki müezzini girip namaz için Onu davet etti. Namaza çıkıp giderken ben de arkasına takıldım. ibn Mülcem Onu yolda vurup ölümüne sebep oldu.”
Alinin ölümü şöyle olmuştu:
Abdurrahman bin Mülcem el-Muradi, adı el-Haccac olan Burek bin Abdullah et-Temimi es-Suraymi ve Amr bin Bekir et-Temimi es-Saadi Haricilerden olup bir araya toplanmış ve Müslümanların durumunu söz konusu ederek başlarında bulunanların icraatlarını kötülemiş ve Nehrevanda ölen adamlarını hatırlayıp onlara rahmet okumuşlardı. Birbirlerine şöyle sormuşlardı: “Biz Nehrevanda öldürülen akrabalarımızdan sonra geriye kalıp da ne yapacağız? Bunun için kendi canlarımızı adayarak şu dalalet ehlinin reisIerini öldürüp de islam diyarlarını rahatlatırsak çok iyi olur!” Bu konuşma üzerine ibn Mülcem: “Ben Aliyi hallederim.” der. (ibn Mülcem Basra halkından idi.) el-Burek bin Abdullah da: “Ben de Muaviyenin işini görürüm.” diye konuşmuş, arkasından Amr bin Bekr: “Ben de Amr bin el-As için yeterliyim.” demişti.
Bu üç kişi kendi aralarında bu görevleri mutlaka yerine getireceklerine dair söz vermişlerdi, her biri seçmiş olduğu adamı ya öldürecek, ya da kendisi öldürülecekti. Kılıçlarını alıp zehirletmişler ve on yedi Ramazanı randevu kabul ederek her biri seçtiği adamı öldürmek üzere yollarına koyulmuşlardı. Abdurrahman bin Mülcem Küfeye gelip Küfelilerle karşılaşmış, fakat niyetini herkesten gizlemişti. Bir gün Teym er-Ribab Kabilesinden bazı adamlarla karşılaşmıştı. Ali Nehr gününde bunların akrabalarından bazı kimseleri öldürtmüştü. Bunlar oturmuş, Nehrevanda öldürülenleri hatırlayıp duruyorlardı. ibn Mülcem, Teym er-Ribab Kabilesine mensup bu adamlar içinde Nehr gününde babası ve kardeşi öldürülen, ismi Katami olan bir kadına rastlar. Kadın son derece güzeldi. Abdurrahman bin Mülcem kadını ilk gördüğü anda aklını çelmiş ve hemen isteyivermişti. Kadın Ona şöyle demişti: “Gönlümü rahatlatmadığın ve şartlarımı yerine getirmediğin takdirde seninle evlenmeyeceğim.” ibn Mülcem: “Ne istiyorsun?” diye sorunca kadın: “Üç bin dirhem, bir köle, bir cariye ve Alinin öldürülmesini!” diye karşılık vermiş ibn Mülcem de Ona şöyle demişti: “Peki, Aliyi öldürmemi istiyorsun; Onu öldürdükten sonra seninle evlenmemin ne anlamı olacak?” Kadın bunun üzerine: “Evet, yolunu bulup öldürmeğe çalış. Eğer bunda muvaffak olursan beni de kendini de rahatlatmış olursun ve benimle de yaşamayı elde edersin. Şayet öldürülecek olursan Allah katında bu dünya ve içindekilerden çok daha hayırlı ve güzel şeyler vardır.” şeklinde konuşmuş, ibn Mülcem Ona şöyle demişti: “Vallahi benim buraya geliş sebebim zaten bu idi ve sen istediğine kavuşacaksın.” Bu sözleri duyan kadın Ona: “Ben sana yardım edecek ve arka çıkacak kimseleri de hazırlayacağım.” demiş ve kendi akrabalarından adı Verdan olan birisini çağırarak bu hususta konuşmuş, Verdan da olumlu cevap vermişti. Diğer taraftan ibn Mülcem Eşcaoğullarından Şebib bin Becere adında birisine gider ve şöyle der: “Sen dünya ve ahirette şerefe nail olmayı arzu eder misin?” adam böyle bir şerefin ne olduğunu sorunca ibn Mülcem: “Alinin öldürülmesi.” diye cevap verir. Şebib bin Becere sorar: “Hayannesi kaybedesice! Gayet zor bir işten bahsediyorsun. Aliyi nasıl öldürebileceksin?” ibn Mülcem şöyle cevap verir: “Mescidde bir yerde gizleniriz. Sabah namazına çıktığında üzerine atılır, öldürüveririz. Eğer kurtulabilirsek gönüllerimizi rahatlatmış oluruz ve eğer öldürülecek olursak bu da dünya ve içindekilerden çok daha hayırlıdır. ” Şebib: “Yazıklar olsun sana! Eğer bu bahsettiğin adam Aliden bir başkası olsaydı öldürülmesi kolayolurdu. Ben Onun islamdaki evveliyatını, faziletini ve çekmiş olduğu bela ve ıstırapları biliyorum. Onu öldürmeye yanaşmayı asla uygun görmüyorum.” deyince ibn Mülcem şöyle karşılık verir:
“Onun Nehrevanda birçok salih kimseyi öldürdüğünü bilmiyor musun?” Adamın, “Evet biliyorum.” demesi üzerine ise şöyle der: “Bizim adamlarımızı öldürmesine karşılık biz de onu öldürürüz.” Bunun üzerine adam olumlu cevap verir.
ibn Mülcem ve arkadaşlarının Ali ile Muaviye ve Amrı öldürme kararı almış oldukları gece olan cuma gecesi gelip çattığında ibn Mülcem kılıcını alarak Şebib ve Verdan ile birlikte Alinin namaza çıktığı kapının önünde gizlenir. Ali evden çıktığında: “Ey insanlar, haydi namaza, haydi namaza.” diye seslenirken Şebib üzerine atılarak, kılıcını savurur, ancak kılıç kapının kenarına çarpar. Arkasından ibn Mülcem Alinin tam başı üzerine bir darbe indirir ve şöyle der: “Ey Ali, hüküm Allahındır; senin ve adamlarının değildir. ”
Bu arada Verdan kaçıp evine gizlenmişti. Akrabalarından birisi kendisine gelir, Verdan Ona olup bitenleri anlatır. O da oradan ayrılıp evine gider kılıcını getirir ve öldürünceye kadar Verdana kılıcıyla vurur.
Şebib ise o gecenin sabahında henüz ortalık aydınlanmadan kaçar, gider.

Hadramutdan Uveymir adında birisi yolda Ona yetişir ve elinde bir kılıç görür. Kılıcını elinden alır ve üzerine oturur. Ancak bu Hadramutlu adam Şebibi yakalamak üzere bir grup insanın üzerlerine geldiklerini görünce elinde bulunan Şebibin kılıcını bırakır ve Şebib de bu cemaatin arasından kaçarak kurtulur,
ibn Mülcem Aliye darbe indirip kaçacağı sırada Ali: “Bu adam kaçıp kurtulmasın, yakalayın.” diye seslenince orada bulunup sesini işiten Müslümanlar hemen ibn Mülcemi yakalamışlardı. Ali namazı kıldıramamış, Cade bin Hubeyreye namazı kıldırmasını emretmişti. (Cade Alinin bacısı Ümmü Haninin oğlu idi.) Sonra Ali: “Bu adamı yanıma getirin” demiş ve ibn Mülcemi huzuruna getirmişlerdi. Ali Ona: “Ey Allahın düşmanı, ben sana iyiliklerde bulunmamış mıydım?” diye sormuş, O da: “Evet.” diye cevap vermişti. Ali: “Peki, bu cinayeti neden işledin?” diye sorunca MüIcemin oğlu: “Ben şu kılıcı kırk gün müddetle durmadan bileyip durdum ve Yüce Allaha bu kılıçla insanların şerlilerinden birisini öldürmesini niyaz ettim.” diyerek karşılık vermiş, Alide Ona: “Ben seni bu kılıçla öldürülecek bir adam olarak görüyorum ve sen Allahın en şerli kullarından başka bir kimse de değilsin.” diye konuşmuş ve şunları ilave etmişti: “Cana karşı can! Eğer ben ölecek olursam Onu da beni öldürdüğü gibi öldürünüz. Eğer ölmeyip de kalacak olursam ben hakkında gereken hükmü veririm. Ey Abdülmuttalib oğulları! Sakın Müslümanların kanlarını akıtmağa kalkışmayasınız ve müminlerin emiri öldürüldü diye insanlara kıymayasınız. Benim katilimden başka kimseyi sakın öldürmeyesiniz. Ey Hasan, sen bana bak! Eğer ben bana indirilen bu darbeden dolayı ölecek olursam katilime böyle bir darbe vur ve adama daha fazla da eziyet etme. Ben Resulallahdan şöyle işittim: “Sakın müsle yapmayınız, karşınızdaki canlı, uyuz bir köpek dahi olsa.”
Bütün bunlar söylendiğinde ibn Mülcem bağlı olarak orada bunları işitiyor ve bekliyordu. Alinin kızı Ümmü Külsum ibn Mülceme: “Ey Allahın düşmanı! Allah babamı kurtarsın ve senin de cezanı versin.” diye bağırınca ibn Mülcem: “Kimin için ağlayıp duruyorsun? Vallahi, bu kılıcımı bin dirheme satın aldım ve bin dirhem karşılığında onu zehirlettim. Eğer bu indirdiğim darbe bir şehir halkının tümüne indirilseydi onlardan birisini bile geride bırakmazdı.” diye karşılık vermişti.
Cündeb bin Abdullah Alinin huzuruna gelerek: “Şayet seni kaybedersek -ki inşallah kaybetmeyiz- o zaman Hasana beyat edelim mi?” diye sormuş, Ali de: “Ben bu konuda size ne emir veririm, ne de sizi bundan alıkoyarım. Siz kendi işlerinizi daha iyi bilirsiniz.” diye cevap vermiş, sonra Hasanı ve Hüseyini çağırarak onlara şöyle öğütte bulunmuştu: “Önce Allahtan korkmanızı ve dünya hayatında size karşı serkeşlik edilse bile sizin, böyle davranmamanızı tavsiye ederim. Sakın kaybettiğiniz kimse için ağlamayasınız ve haktan başka bir şey söylemeyesiniz. Yetime merhamet edin, zayıfa yardımcı olun..Ahiretiniz için amelde bulunun. Zalime düşman olun, mazluma yardım edin. Allahın kitabı ile amel edin ve Allahın hükümlerini uygulama konusunda hiç bir kimsenin kınamasından çekinmeyin.” Sonra Ali diğer oğlu Muhammed ibn el-Hanefıyyeye dönüp şöyle der: “Kardeşlerine neyi öğüt verdiğimi dinledin. Onların emirlerine tabi ol ve onlara danışmadan hiç bir şeye tevessül etme.” Sonra da Hasan ile Hüseyine dönüp: “Şu kardeşinizi size bırakıyorum. Babanızın Onu ne kadar sevdiğini çok iyi biliyorsunuz.” Sonra Hasana şöyle der: “Ey oğlum! Allahtan korkmanı, namazını vaktinde kılmanı, zekatı tam olarak vermeni, abdestini alırken iyi almanı, abdestsiz ve taharetsiz hiç bir namazın olmayacağını, Yüce Allahın hataları mağfıret ettiğini bildiririm. Sinirli anında kızgınlığını ve öfkeni yenmeni, akrabalarına yakınlık göstermeni, cahile karşı yumuşak davranmanı, dinde derinlemesine fakih olmanı, Allahın emirlerine bağlanmakta sabırlı hareket etmeni, Kuran-ı Kerimin emirlerinin dışına çıkmamanı, komşuna iyi davranmanı, marufu emredip münkeri nehyetmeni, her türlü ahlaksızlıktan uzak durmanı tavsiye ederim.” Daha sonra Ali vasiyetini yazdı ve ölünceye kadar “La ilahe illallah” kelimesinden başka hiç bir şey söylemedi. Allah Ondan razı olsun ve Onu razı etsin.
Sonra cesedini Hasan, Hüseyin ve Abdullah bin Cafer yıkamış, kefenleyip üç parça kumaşa sarmış ve cenaze namazını Hasan yedi tekbirle kıldırmıştı. Ali vefat ettiğinde Hasan ibn Mülcemin getirilmesi için haber göndermiş, ibn Mülcem getirilince Hasana şöyle demişti:
“Doğrusunu söyleyeyim mi? Ben vallahi Rabbime öyle bir ahidde bulundum ki mutlaka Ona verdiğim bu ahdi yerine getirmeyi arzu ediyorum. Ben hatimde Yüce Allaha Aliyi ve Muaviyeyi öldürmeyi veya bu uğurda ölmeyi ahdetmiştim. Bana izin ver ve beni Muaviye ile baş başa bırak, Allah vekilim olsun ki Onu ya öldürürüm, ya da öldüremediğim takdirde tekrar sana gelir beyat ederim.” Hasan Ona şöyle der: “Hayır! Vallahi, seni cehennem ateşiyle baş başa bırakıncaya kadar izin vermeyeceğim.” Sonra Onu yaklaştırıp öldürür. Müslümanlar cesedini alarak hasırlara sararlar ve ateşe verirler.

Amr bin el-Asam şöyle der:
Hasan bin Aliye şöyle sordum: “Bu Şia Alinin kıyametten evvel dirilip geleceğine inanıyorlar, ne dersin?” Hasan bana şöyle dedi: “Vallahi, bunu söyleyen adamlar yalan söylüyorlar. And olsun Onun kıyametten evvel tekrar dirilip geleceğini bilseydim hanımlarını evlendirmez ve bıraktığı malını da mirasçıları arasında taksim etmezdim.” O “bu Şia” derken şüphesiz ki Şiadan bir grubu kastetmiştir, çünkü bütün Şia bunu söylememektedir. Bu sözü söyleyen, Şianın çok az bir kısmıdır. Bu kesimin en meşhurlarından birisi Cabir bin Yezid el-Cufi idi. Bizim bildiğimiz kadarıyla bu itikatta olan kitle de tamamen kaybolup gitmiştir.

Burek bin Abdullaha gelince, Alinin vurulduğu gece Muaviyenin gittiği yolda pusu kurmuş ve Muaviye sabah namazı için çıktığında üzerine atılarak kılıçla vurmuş, ancak kılıç yan tarafına isabet etmişti. Burek hemen yakalanmış, o anda Muaviyeye: “Seni sevindirecek bir haberim var. Eğer sana bu haberi verirsem beni affeder misin?” demiş, Muaviye: “Evet, nedir bu haberin?” diye sorunca: “Bir arkadaşım bu gece Aliyi öldürdü.” diye cevap vermişti. Ancak Muaviye: “inşaallah buna gücü yetmemiştir.” şeklinde karşılık verince Burek bin Abdullah: “Hayır mutlaka öldürülmüş olması lazım, çünkü Aliyi koruyan muhafızlar yoktur.” demiş, Muaviye Onu dinlememiş ve öldürülmesini emretmişti.
Muaviye es-Saidi isminde bir tabibe haber gönderip çağırtır. Tabip Muaviyenin yarasına baktığında şöyle der: “Bir demiri kızdırıp bu yarayı dağlamam veya neslinin kesilmesine sebep olacak bir ilacı alman gerekir, çünkü sana indirilen bu darbe zehirli bir kılıç darbesidir. Böylece Muaviye bu iki tedavi usulünden birisini seçmekle karşı karşıya gelince şöyle demişti:
“Ateşle dağlama gerçekten çok zor bir iştir. Neslimin kesilmesi meselesine gelince, benim Yezid ve Abdullahım vardır. Bunlarla benim gözüm aydın olur, yeter.” Bunun üzerine tabip bir ilaç içirerek Onu tedavi etmiş, fakat bundan sonra hiç çocuğu olmamıştı.
Bu olaydan sonra Muaviye kendisine etrafı surlarla çevrili bir ev yaptırıp geceleyin bekçilerle muhafızlar koydurmuş, namaz esnasında secdeye vardığında kendisini bekleyen emniyet görevlileri yerleştirmiş idi. islam tarihinde böyle muhafızlar koyan ilk hükümdar Odur. Başka bir rivayette ise Muaviyenin Bureki öldürmediği, bir eliyle bir ayağının kesildiği ve Ziyadın Basra Valiliği zamanına kadar Onun böyle kaldığı anlatılır. el-Burek bu haliyle Basraya gitmiş ve orada çoluk çocuğu olmuştu. Ancak Onu gören Ziyad bin Ebih: “Senin çocukların oluyor da müminlerin emirini nesilsiz bıraktın, öyle mi?” demiş ve öldürüp darağacına asmıştı.
Üçüncü harici olan Amr bin Fekre gelince; o gece Amr bin el-Asa pusu kurup beklemiş, ancak Amr bin el-As karnında meydana gelen bir hastalıktan dolayı mescide çıkmamıştı. O gece Amr ibn el-As, Amir bin Lüey Kabilesinden olup emniyet görevlisi bulunan Harice bin Ebi Habibeyi sabah namazı kıldırmak üzere görevlendirmişti. Namaza çıktığında Amr bin Bekir Onun Amr bin elAs olduğunu zannederek üzerine atlamış ve öldürmüştü. Müslümanlar Onu yakalayıp Amra götürmüş ve Ona emir selamı ile selam verince Harici, bunun kim olduğunu sormuş, Ona Amr ibn el-As olduğunu söylemişlerdi. Adam: “O halde ben kimi öldürdüm?” diye sorunca da, Harice b; Ebi Habibeyi öldürdüğünü söylemişlerdi. Bunun üzerine adam Amr bin el-Asa şöyle demişti: “Ey fasık adam! Vallahi, ben seni öldürdüğümü zannetmiştim.” Amr ise cevaben: “Sen beni öldürmek istedin, Yüce Allah da Haricenin öldürülmesini murad etti.” demiş ve yaklaştırarak öldürmüştü.