Ebu Talib İle Hatice Hicretten üç yıl önce ve Ebu Talibin mahallesindeki muhasaradan sonra vefat ettiler. Ebu Talib Şevval veya Zilkade ayında seksen küsur yaşında iken vefat etti. Hatice de ondan otuz beş gün kadar daha önce vefat etmişti. Onların vefatları arasında elli beş gün vardır, denildiği gibi üç günlük bir süre vardır, diyenler de vardır. Bu iki kişinin vefatı Resulallah için büyük bir musibet idi. Resulallah şöyle buyurmuştur: “Kureyş Ebu Talib ölünceye kadar bana hoşuma gitmeyecek birşey yapamamıştır.” Çünkü Kureyş, Ebu Talibin vefatından sonra hayatta olduğu sürece yapamadığı şeyleri Resulallaha yapmaya başlamıştı. Öyle ki onlardan bazıları Nebiin başına toprak atar ve hatta bazıları namaz kılarken koyunun barsaklarım bile üzerine bırakırdı. Resulallah bu alışılmış hareketlere karşı çıkar ve şöyle derdi: “Ey Abdumenafoğulları, sizin bu yaptıklarınız ne biçim bir himayedir?” der ve üzerine atılanları yola bırakırdı.
Ebu Talibin vefatından sonra Resulallahın durumu daha da zorlaşınca yanına Zeyd bin Hariseyi de alarak yardım etmeleri ümidiyle Sakif Kabilesinin yanına gider. Bu kabileden o zaman Sakifin ileri gelenleri ve üç kardeş olan Amr bin Umeyrin üç oğlu Abd Yalil, Mesud ve Hubeyb idiler. Resulallah onları Allahın dinine davet eder ve İslam yolunda kendisine yardımcı olmalarını, kendisine karşı duranlara karşı durmalarını ister. Onlardan birisi şöyle der: “Seni eğer gerçekten Allah göndermiş ise bir isyankar çıkar, Kabenin örtülerini yırtar.” Öbürü: “Allah senden başka peygamber gönderecek kimseyi bulamadı mı?” diye alayeder. Üçüncüleri de şöyle der: “Allaha yemin ederim ki seninle bir kelime konuşmayacağım. Eğer sen gerçekten ileri sürdüğün gibi Allahın Resulü isen, sana karşı gelmek bir tehlike olur. Yok, eğer Allaha yalan söyleyen birisi isen benim seninle konuşmam zaten gerekmez.”
Resulallah onlardan bir hayır geleceğinden ümidini keserek Sakiflilerin yanından ayrılırken: “Dediğimi kabul etmiyorsanız bile aramızda gizli kalsın” diyerek bunun kavmine ulaşmamasını sağlamak istiyordu. Fakat Sakifliler bunu yapmadılar ve ayak takımlarını Ona karşı kışkırttılar. Sakifin ayaktakımı, bir araya toplanıp onu Rabianın iki oğlu olan Utbe ve Şeybeye ait bir çitin içine sığınmak zorunda bıraktılar. İçeride bir bahçe vardı. Utbe ve Şeybe de bu bahçedeydiler. Buraya sığındıktan sonra ayaktakımı Nebii bırakıp geri döndüler. Nebi de bir hurmanın gölgesine çekilerek şu duayı yaptı:
“Allahım, gücümün zayıflığının, çaresizliğimin, insanlar gözündeki değersizliğimin şekvasını sana yapıyorum. Allahım, ey merhametlilerin en merhametlisi, sen zayıf ve düşkünlerin Rabbisin benim de Rabbimsin. Beni kime bırakacaksın? Bana surat yapacak bir uzak kimseye mi, yoksa iş imi eline teslim ettiğin bir düşmana mı? Eğer sen bana karşı gazap etmemişsen hiçbir şeye aldırış etmiyorum. Fakat senin afiyetin, vereceğin sağlık ve esenlik bundan daha geniştir. Ben üzerime gazabını indirmenden ya da bana kızıp cezalandırmandan, karanlıkları aydınlatan ve dünya ile ahireti düzene koyan, yüzünün nuruna sığınırım.”
Rabianın iki oğlu Resulallaha isabet eden bu zulümleri görünce adı Addas olan hristiyan bir kölelerini çağırarak: “Şu üzümden bir salkım alıp onu bu adama götür” diye söylediler. Addas denileni yaptı. Resulallahın önüne bu üzümü koyunca Peygamber elini uzatıp “Bismillah” diyerek yemeğe başladı. Addas şunu söyledi: “Allaha yemin ederim bu bölge halkı bu sözü söylemezler.” Bunun üzerine Peygamber şunu söyler: “Sen hangi ülkedensin ve dinin nedir?” Addas: “Ben, hristiyanım ve Ninovalıyım.” diye cevap verince, Resulallah: “Salih adam Yunus bin Mettanın kasabasından mısın?” Addas: “Sen Yunusu nerden biliyorsun?” diye sorunca Resulallah: “O, benim Peygamber kardeşimdi ve ben de Peygamberim” deyince, Addas Resulallahın ellerine ve ayaklarına kapanarak onları öptü sonra da geri dönüp gitti.
Rabianın iki oğlu biri diğerine: “Senin köleni bile sana karşı ifsat etti” diye söyledi. Addas geri dönünce ikisi Ona şöyle dediler: “Ne oldu sana adamın ellerini ve ayaklarını öptün?” Addas: “Yeryüzünde bu adamdan daha hayırlı hiçbir kimse yoktur” cevabını verince Rabianın oğulları: “Yazıklar olsun sana, senin dinin onunkinden daha hayırlıdır” diye söylediler.
Resulallah oradan ayrılıp Mekkeye geri döndü. Gece yarısı olunca namaz kılmaya başladı. Yanından Nasibin cinlerinden yedi kişilik bir grup cin geçti ve Yemene giderken okuduğu Kuran-ı işittiler. Peygamber namazını bitirince onlar da kavimlerini Allahın azabından korkutmak üzere oraya gittiler ve iman edip İslam davetini kabul ettiler.
Bazı ilim adamları der ki: “Resulallah, Sakiften geri dönünce el-Mutim bin Adiyye haber göndererek kendisini himayesine almasını istedi. Resulallah böylelikle Rabbinin mesajını, Risaletini tebliğ etmenin yolunu aramıştı. Mutim onu himayesine aldı. Sabah olunca Mutim ve çocukları bir de yeğenleri ile birlikte silahlarını kuşanıp mescide gittiler. Ebu Cehil: “Sen himayene mi aldın, yoksa uydun mu?” diye sorunca Mutim: “Himayeme aldım” der. Bunun üzerine Ebu Cehil: “Sen kimi himayene aldınsa biz de onu himayemize aldık” der. Bu sırada Peygamber Mekkeye girer ve orada ikamet etmeye başlar. Ebu Cehil Onu görünce: “Ey Abdu Menafoğulları, bu sizin peygamberinizdir” diye bağırır. Bunun üzerine Utbe bin Rabia şöyle der: “Bizden niye bir peygamber ve bir hükümdar olmasın ki?”
Resulallah bu durumdan haberdar edilince yanlarına gelip şunları söyler: “Ey Utbe, sen Allah için beni himayene almadın. Beni ancak kendin için himayene aldın. Ebu Cehil, Allaha yemin ederim ki fazla bir zaman geçmeden sen çok az gülecek ve çokça ağlayacaksın ve ey Kureyşliler, size gelince Allaha yemin ederim ki fazla zaman geçmeden kabul etmediğiniz şu dine istemeyerek gireceksiniz.” Durum da gerçekten böyle oldu.
Resulallah çeşitli Önemli günlerde kendisini Arap kabilelerine takdim ederdi. Konakladıkları yerde Kinde Kabilesinin yanına gitti. Adı Müleyh olan reisIeri de onların arasında bulunuyordu. Onları Allahın yoluna çağırıp kendisini onlara takdim etti, kendisini himaye etmelerini istedi. Fakat kabul etmediler. Ondan sonra Abdullahoğulları diye bilinen Keb Kabilesinin bir kolunun yanına giderek kendisini himaye etmelerini istedi. Fakat onlar da bu teklifini kabul etmediler. Daha sonra Hanifeoğularına giderek kendisini himaye etmelerini istediyse de Araplar arasında onlardan daha çirkin ve kötü bir şekilde kimse Onu geri çevirmedi. Hanifeoğullarından sonra Amiroğullarının yanına giderek onları Allahın dinine çağırdı ve kendisini korumalarını istedi. Amiroğullarından birisi Ona: “Biz sana uyarsak Allah da sana karşı olanlara zafer verirse, senden sonra yönetim bizim elimize geçer mi?” diye sorunca Nebi: “Emir Allahındır onu dilediği yere koyar.” diye cevap verir. Bu sefer bu adam: “Biz, boyunlarımızı Araplara senin uğrunda hedef yapalım da sen muzaffer olunca bu iş başkasının eline gidecek, öyle mi? Bizim senin işine ihtiyacımız yoktur” diye söyler.
Amir oğulları aralarında oldukça yaşlı birisine geri dönüp Peygamberin haberini, nesebini bildirince elini başına koyarak şöyle der: “Ey Amiroğulları, artık bunu telafi edebilir miyiz? Nefsim elinde olana yemin ederim ki bundan önce İsmailoğullarından hiç kimse böyle bir şey söylemedi. Muhakkak ki bu doğrudur. Onun hakkındaki görüşünüz neredeydi?” diye çıkıştı.
Resulallah adı ve şerefi olan herkesi ve Mekkeye gelenleri Allahın yoluna davet etmekten geri durmadı. Gelen her bir kabileyi İslama davet ettikçe amcası Ebü Leheb de peşinden gider, Resulallah davetini bitirip oradan ayrılınca şöyle derdi: “Ey filan oğulları, bu adam sizleri Latı ve Uzzayı ve cinlerden sizin müttefikiniz olan kimseleri boynunuzdan çıkarıp atmayı, buna karşılık getirmiş olduğu sapıklık ve bidata sarılmaya sizleri davet eder. Ona itaat etmeyin ve onun dediğini dinlemeyin. ”