785. Abdullah b. Ömerden: Resulallah şöyle buyurmuştur: «Ay yirmi dokuz çekebilir, hilali görmeden oruca başlamayın, hilali görmeden bayram da yapmayın. Şayet Ramazanın son günü hava bulutlu olursa ayı otuz güne tamamlayın.»
Gerçi, «İHTİLAF-I METALİ»a itibar eden, fıkhı görüş açısından konuya bakıldığı zaman, bu konudaki ayrılığı tabii karşılamak mümkündür. Ancak, hemen ifade etmeliyiz ki, bugün bu konuda görülen ayrılık, «İHTİLAF-I METALİ»a itibar etmekten meydana gelmemektedir. Hilalin tesbitinde uygulanan farklı metotların meydana getirdiği bir ayrılıktır. Ancak, kabule mecburuz ki, «İHTİLAF-I METALİ»a itibardan dolayı meydana gelmiş de olsa, günümüz müslümanlarının ayrılığa tahammülü yoktur. Çünkü, biraz önce de belirttiğimiz gibi, dünyamız küçülmüş, mesafeler kısalmıştır. Çok seri haberleşme ve ulaşım imkanları sayesinde, dünyanın herhangi bir noktasında meydana gelen bir olay, bu noktaya en uzak köşesinde bile, anında duyulabilmektedir. Bir İslam Ülkesinde bayram yapılırken, bir başka İslam Ülkesinde oruca devam edilmesi, «İHTİLAF-I METALİ»a itibar eden fikhi görüşe dayanılmış da olsa, müslüman toplumları izahı mümkün olmayan bir sonuçla karşı karşıya getirmektedir. Aslında, çok iyi bildiğimiz gibi; Hanefi, Maliki ve Hanbeli Mezheplerinin cumhur-ı fukahası «İHTİLAF-I METALλa itibar edilmemesi, hilalin bir yerde sübutu halinde bütün İslam Dünyasının bu sübuta göre amel etmesi görüşündedir. Şafii mezhebinde de aynı görüşü benimseyen fakihler vardır. O halde, bu ayrılığı ortadan kaldırmak hepimiz için önemli bir görev olmaktadır.
Bu konuda özellikle Avrupa ülkelerinde çalışan ve değişik İslam Ülkelerine mensup bulunan müslümanlar, daha güç durumdadır. Bunların bir kısmı, kendi ülkelerine uymakta, diğer bir kısmı, başka ülkelerin ilanına itibar etmekte, böylece aynı şehirde yaşayan, aynı dine, hatta aynı millete mensup olan müslümanlar, ayrı günlerde oruca başlamakta ve bayram yapmaktadır. Bunlar içinde kırıcı ithamlarda bulunanlar ve farkında olmadan fitneye yol açanlar da pek çoktur. Bu halin onları, gayr-ı müslimler karşısında güç bir duruma sokmuş olması da ayrı bir gerçek ve ayrı bir acıdır.
Yabancı ülkelerde çalışan müslüman işçisi, kendisine müslüman olmayanlar tarafından sorulan «Siz hepiniz aynı dinin mensupları değil misiniz? Niçin aynı günde bayram yapmıyorsunuz?» sorusuyla karşı karşıya gelmekten kurtarılmalıdır. Bu konuda en yakın geçmişteki, Ramazan, Şevval ve Zilhicce hilallerinin tesbitini örnek olarak ele almak istiyorum.
Yüksek malumları olduğu üzere, 1398 H. -1978 M. yılı Ramazan orucuna bazı İslam Ülkelerinde (Mesela: Türkiye, Afganistan, Fas ve Nijeryada) 6 Ağustos 1978 Pazar günü başlanmışken, diğer bazıları (mesela: Mısır, Suudi Arabistan, Lübnan, Suriye gibi ülkelerde) oruca 5 Ağustos Cumartesi günü girilmiştir. İslam Ülkelerinin büyük çoğunluğu 5 veya 6 Ağustos günlerinde bölünerek oruca başlarken, 4 ve 7 Ağustos günleri Ramazana giren ülkeler de vardır. Büyükelçiliklerden aldığımız bilgiler bizi yanıltıcı nitelikte değilse, Irak ve Kuveytdeki müslümalar, 4 Ağustosta oruca niyyet etmişler, Pakistandaki müslüman kardeşlerimiz ise, oruç tutmağa 7 Ağustos günü başlamışlardır. «İHTİLAF-I METALλa itibar eden fıkhi görüş savunulsa bile, bu tablo karşısında İslam Dünyasının hazin durumunu görmemek mümkün değildir. 1398 H. /1978 M. yılı Şevval hilaline gelince:
Aynı hazin sonuç, bu hilalin ilanı konusunda da ortaya çıkmıştır. Şöyle ki: Bazı ülkelerde 2 Eylül akşamı Şevval hilali görülmüş gibi, 3 Eylülde bayram yapılmış, diğer bazı ülkelerde ise, aynı gün oruca devam edilerek, bayrama bir gün sonra (4 Eylülde) girilmiştir. Kesin tesbitlerimiz olmamakla beraber, Ramazana girişlerine bakarak, bazı ülkelerde de 2 ve 5 Eylül günlerinde bayram yapıldığım söylemek mümkündür. Yine bu yıl, Zilhicce hilalinin tesbitinde ve kurban bayramının ilanında karşılaşılan sonuç, Ramazan ve Şevval hilallerinin durumundan farklı olmamıştır. Bazı İslam ülkelerinde 31 Ekim akşamı Zilhicce hilali görülmüş gibi 1 Kasım tarihi 1 Zilhicce olarak ilan edilirken, diğer bazılarında 2 Kasım günü 1 Zilhicce olarak kabul ve ilan edilmiştir.
Kesim kanaatimiz olur ki, bu ayrılık, «İHTİLAF-I METALİ»dan doğan bir ayrılık değildir. Bu ülkelerde hilal gözlenmesi ve tesbitinin yol açtığı bir ayrılık da değildir. Şu veya bu ülkelerin hilali bizzat gözleyerek ve sadece bu gözlem olarak ilan ettiklerini, diğerlerinin ise, bunu yapmadıkları için yanlış yolda olduklarını iddia etmek de imkansızdır. İhtilafın temelinde, İslam ülkelerinde uygulanan farklı metotlar yatmaktadır.
1398 H./1978 M. yılı Ramazan, Şevval ve Zilhicce hilalleri ile ilgili olarak yaptığımız araştırma ve incelemeler göstermiştir ki, ülkemiz de dahil olmak üzere ve özellikle Ortadoğu İslam Ülkelerinin çoğunda hesapla amel edilmiştir. Ancak, hesapta uygulanan ayrı metotlar yüzünden, sonuçlar değişik olmuştur. Şöyle ki: Bazı İslam ülkeleri, hesaplarını yaparken Batıhlarca hazırlanmış olan «Almanak» larda gösterilen Ramazan, Şevval ve Zilhicce aylarına ait «İÇTİMA ANI»nı esas almışlar, bu «İÇTİMA ANI»nı takibeden günleri, hilal henüz görülmemiş olduğu halde, mezkur ayların birinci günü olarak ilan etmişlerdir. Diğer bazı ülkeler ise, bu ayların içtima zamanlarına değil, bu aylara ait hilallerin yeryüzünden görülebileceği zamanlara (hilalin sübutuna) itibar etmişler ve bu subutu takibeden günleri mezkur ayların birinci günleri olarak tesbit ve ilan etmişlerdir.
Bu konu ile ilgili görüşlerimizi ve tesbitlerimizi biraz daha açıklamak isterim:
a) 1398 H./1978 M. Yılı Ramazan hilalinin tesbiti ile ilgili çalışmalarımız: Batılılarca hazırlanan Almanaklar incelendiğinde görüleceği üzere, Ramazan hilalinin İÇTİMA ANI, 4 Ağustos Cuma günü Greenwich saati ile 01.01dir. Ancak bu tarihte, hesaba göre en batıda bulunan Fas dahil, islam Dünyasının hiç bir yerinde hilal görülmemiştir. Bu tarihte Ay, mesela: Fasta Güneşten 11 dakika, Mekkede 12 dakika, Ankarada 1 dakika sonra batmıştır. Halbuki, hilal, Güneşin gurubundan sonra, batıda ufukta ve mesela: Ekvator hattı üzerindeki bölgelerde en az 25 dakika, ekvatordan uzaklaştıkça ise daha fazla süre kalmadıkça, yani Güneşten en az bu kadar süre sonra batmadıkça, yer yüzünden görülmesi imkansızdır. Zira bu süre içinde Ay, henüz güneş ışınlarının etkisi altında bulunmakta ve yer yüzünden görülebilmesi söz konusu olan bölümü de görülemeyecek kadar ince bir hilal durumunda olmaktadır. Görülebilecek duruma gelmesi için Ayın içtima noktasından ayrılarak, Güneşle Dünyanın merkezini birleştiren doğruya 7 dereceden büyük bir açı meydana getirmesi şarttır.
Astronomik hesaplara göre, Zilhiccenin «İÇTİMA ANI», 31 Ekim günü Greenwich saati ile 20.06 (Mekke saati ile 23.06) dır. Ve 31 Ekim akşamı dünyanın hiç bir yerinde hilal görülmemiştir. Bu tarihte Ay, mesela Mekkede Güneşten 3 dakika, Fasta, 1 dakika önce batmış, şüphesiz görülmesi mümkün olmamıştır. Hilal ilk defa 1 Kasım günü Greemvich saati ile 07.39 da (Mekke saati ile 10.39 da) Japon adalariyle Yeni Gine adalarını birleştiren hattın üzerinde olan deniz bölgesinde, aynı günün akşamı ise, bütün İslam Ülkelerinde görülebilecek duruma gelmiştir.
Bu astronomik hesaplardan ve gözlemlerden çıkarılacak sonuç şudur ki, hilalin görülmesi ölçüsünün benimsenmesi halinde, Kurban Bayramı, 11 Kasım 1978 Cumartesi günüdür. RUYET şartı aranmıyor ve hilalin «İÇTİMA ANI»nın girmiş olması ile yetiniliyorsa, bu takdirde 10 Kasım 1978 Cuma günü, Kurban Bayramı günü olarak kabul edilebilecektir.
Bu açıklamalardan da anlaşıldığı üzere, Ramazan ve bayram günlerinin ilanında İslam Dünyasında görülen ayrılığın asıl sebebi, bu ülkelerin bazılarında hesapla amel edilmesi, diğer bazılarında ise, hilalin bizzat gözle görülmesi suretiyle hareket edilmesi değildir. Aslında, bu ülkelerin çoğunda, uygulanan yol, hesap yoludur. Aynı yol uygulandığı halde, ayrı metotların kullanılmış olması sebebiyle ayrı sonuçlara ulaşıldığı sanılmaktadır.
Buraya kadar yapılan açıklamalardan sonra ortaya şu sorular çıkmaktadır:
1— Ramazan ve Bayramların ilanında, dini ölçülere uygun olarak, önceden yapılmış astronomik hesaplara dayanılmak suretiyle hareket edilebilecek midir? Yoksa bu hesaplar yapılmış olsa bile, hilalin gözetlenmesi ve buna göre hareket edilmesi zarureti üzerinde durulacak mıdır?
Bu sorunun cevabı üzerinde ikinci hicri asırdan bu yana alimler arasında tartışmaların süregeldiği malumlarıdır. Bu tartışmaların ışığında, yüksek heyetiniz de bu konuda kesin tercih ve tavrını ortaya koymak durumundadır.
2— Hesaba itibar edilecekse, Ay, «İÇTİMA ANI»ndan sonra, 7 dereceden daha büyük bir açı yaparak Güneşten uzaklaşmadığı ve bu yüzden de yeryüzünden görülmediği halde «ASTRONOMİK GİRİŞ» yani «İÇTİMA ANI» ile sabit olmuştur diye, bazı kardeş ülkelerde yapıldığı gibi, Ramazan ve Bayram ilan edilebilecek midir?
3— İkinci soruya, «EVET», diyebileceksek, mesele yoktur. «HAYIR» diyeceksek, hilalin dünyanın herhangi bir yerinde görülmesi halinde, İslam ülkelerinden herhangi birinde görülmüş olması şartı aranmaksızın Ramazan ve Bayram ilanı yoluna gidilebilecek midir?
4— Üçüncü soruya «HAYIR» diyeceksek, hilalin İslam Ülkelerinin herhangi birinde görülmesi şartı üzerinde mi durulacaktır?
Yüksek malumları olduğu üzere, İslami hükümlere göre namaz vakitlerinin belirlenmesinde Güneşin hareketlerinin (daha doğrusu, Dünyanın kendi ekseni etrafındaki günlük hareketi ile Güneş etrafındaki yıllık hareketinin), oruç, hac, zekat, fıtır sadakası, kurban, bayram gibi ibadetlerin zamanlarının tesbitinde ise Ayın aylık ve yıllık hareketlerinin esas alınması gerekmektedir. Söz konusu ibadetlerin zamanlarının isabetle tayin edilebilmesi ise kameri aybaşlarının, özellikle Ramazan, Şevval ve Zilhicce aylarının ilk günlerinin doğru olarak tesbitine bağlıdır. Fıkhı eserlerin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere, İslam müctehit ve fakihlerinin büyük çoğunluğu, Resulallah Efendimizin, değişik: lafızlarla -hemen hemen- belli başlı bütün hadis kitaplarında Rivayet edilmiş olan «Ramazan hilalini görünce, oruca başlayın Şevval hilalini görünce bayram yapın. Hava kapalı olur da, hilal görülemezse (Şaban ve Ramazan aylarını) 30 güne tamamlayın» Ramazan ve bayramların belirlenmesi konusunda İslam ülkelerinin birlikteliğini sağlamak üzere Diyanet İşleri Başkanlığının öncülüğünde 1978 Rüyet-i Hilal Konferansı düzenlenmiş ve şu bildiri yayımlanmıştır:
Konferansımızın asıl konusu olan «RÜYETİ HİLAL» meselesindeki ayrılıklarla ilgili olarak İslam Dünyasının birliğini sağlayacak kesin sonuçlara ulaşmak en büyük arzumuzdur.
Bugün burada, üzerinde duracağımız «RÜYETİ HÎLAL» konusudur. Ramazana girerken, bütün İslam Dünyasında bu konu tartışılır, müslümanlar, kendi ülkelerinden ayrı hareket eden diğer ülkelerin tutumu karşısında şüpheye düşerler, huzursuz olurlar. hadis-i şerifi ile istidlal etmişler, kameri aybaşlarının tesbitinin, bu aylara ait ilk hilallerin görülmesi, bu mümkün olmadığı takdirde, ayın 30 güne tamamlanması ile olacağını, bu konuda hesapla ve müneccimlerin sözleriyle amel etmenin dinen caiz olmayacağını savunmuşlardır.
Buna karşılık, sayıca az olmakla birlikte kameri aybaşlarının (Ramazan, Şevval ve Zilhicce hilallerinin) hesapla da tayininin mümkün, caiz ve hatta zaruri olduğunu ifade eden muhakkak fakihler de her asırda bulunmuştur.
Kameri aybaşlarının tayininde, mutlaka RÜYETin esas olduğunu, hesapla amel etmenin caiz olmadığını savunan fakihlerih belli başlı delilleri şunlardır.
1- hadiste: «Hilali görmedikçe oruca başlamayın. Hilali görmeden orucu bırakıp bayram yapmayın. Hava kapalı olur da, hilali göremezseniz, ayı 30 gün takdir edin.» buyurulmuştur.
Diğer bir Rivayette ise: «Hilali görünce oruca başlayın. Hilali görünce orucu bırakıp bayram yapın. Hava bulutlu olur da hilali göremezseniz, takdir edin, yani adedi 30 güne tamamlayın» buyurulmuş, hesaptan ve müneccimlerin verecekleri bilgiden söz edilmemiştir. Aksine hilalin görülmesi, görülemediği takdirde ayın 30 güne tamamlanması emredilmiştir. Hesapla amel edilmesi caiz olsaydı, Peygamber 30a tamamlamayı emretmez «Hesap bilenlere başvurunuz» buyururdu.
2- Peygamberimiz müneccimlere inanmayı ve ilm-i nücum ile meşguliyeti yasaklamış, «kim bir kahine veya müneccime gider de (ondan gaibe ait haber sorarsa) Muhammede indirileni inkar etmiş olur.» İbn Abidin, Mecmuatur-resail, I, 245. istanbul, 1325. buyurmuştur.
3- İlm-i nücum, hayal ve tahminden ibarettir. Ne kesin bilgi, ne de galib zan ifade eder. Bu sebepledir ki, kameri aybaşlarının tayininde bu ilme itimat edilemez.
4- Dini vazifelerin vakitlerini hesapla tayin etmek, hesap bilenlerin azlığı sebebiyle, dini hükümlerin ifasını zorlaştırır. Din kolaylıktır. Bu sebeple ibadet zamanlarının tayini, alimin de cahilin de kolaylıkla tatbik edilebileceği basit esaslara bağlanmıştır.
5- Hesaba göre kameri ay, ne 29 ne de 30 olmayıp 29,5 gündür, yani kesirlidir. Halbuki oruç tamgün ölçüsüne bağlıdır.
6- Hesapla aybaşlarını (hilali) tayin, şuhudi ilim değil, istidlali ilimdir. İstidlali ilim, ehl-i fen ve havassa aittir. Hesapla hilalin belirlenmesi, halkı körü körüne taklide mecbur kılmak, şuhudi ilim zevkinden mahrum bırakmak demektir.
el-Buhari, el-Camius-Sahih, II, 229, İstanbul, 1315; Müslim, el-Camius-Sahih, II, 579 (Tahkik: M. Fuat Abdülbaki), Kahire, 1375/1955; Ebu Davud, es-Sünen, I, 543, Mısır, 1371/1952; el-Tirmizi, el-Camius-Sahih, III, 72 (Tahkik: M. Fuad Abdülbaki), Mısır, 1953; İbn Mace, es-Sünen, I, 259 (Tahkik: M. Fuad Abdülbaki), Mısır, ed-Darimi, es-Sünen, II, 3, Daru ihyais-sünnetin-nebeviyye, ta. en-Nevevi, Şerhu Sahihi Müslim, VIII, 188 -189; Beyrut, 1392/1972..
7- Kuran-ı Kerimde, Bakara suresinin 185. ayetinde: «Sizden her kim Ramazan ayma şahit olursa oruç tutsun» buyurulmaktadir.
«Şuhud» kelimesi «huzur» yani «ikamet» anlamına geldiği gibi her şeyi kesinlikle bilmek ve görmek anlamlarında da kullanılır. Bu duruma göre müfessirler ayet-i celileyi:
a) Her kim Ramazan ayında misafir olmayıp mukim olursa,
b) Her kim Ramazan ayının başladığını yakinen bilirse,
c) Her kim Ramazan hilalini görürse… şeklinde açıklamışlardır.
Ayete verilen ikinci manadaki yakinen bilme yolu mutlak değil, «hilali görünce oruca başlayınız…» hadis-i şerifi ile tefsir ve takyit edilmiştir. Bu sarahat karşısında, bir başka bilgi yolu olarak hesap yoluna meyletmeye sebağ yoktur.
Kameri aybaşlarının özellikle Ramazan, Şevval ve Zilhicce hilallerinin RÜYETten başka astronomik hesaplarla da tayin edilebileceği görüşünü benimseyen alimler, hesabı kabul etmeyenlerin ileri sürdükleri itirazlara şöyle cevap veriyorlar:
1- «Ramazan hilalini görünce oruca başlayın. Şevval hilalini görünce orucu bırakın, Hava kapalı olursa, ayı 30 güne tamamlayın.» anlamındaki hadis-i şerifler, kameri aylara ait ilk hilallerin hesapla tayin edilmesini yasaklamamakta; müslümanların oruç, hac, kurban, fıtır sadakası, bayram gibi ibadetlerini ifa için, kamerin hareketlerine ait ince hesaplan öğrenmekle mükellef kılınmadıklarını, bu iş için avamın da havassın da bilip tatbik edebileceği RÜYET yolunun kullanılabileceğini göstermektedir.
2- Hadis-i şerifle yasaklanan ilm-i nücum, günümüzün müsbet ve modern astronomi ilmi değildir. Bugünün müsbet ilmi olan astronomiyi, İslamın yasaklanmış olması muhaldir. Burada işaret edilen ve yasaklanan şey yıldızların hareketlerinden geleceğe ait haber ve hükümler çıkarmağa ve bir takım hurafi bilgiler elde etmeğe çalışmasıdır. Nitekim alimler bu ve benzeri hadis-i şeriflerde geçen «MÜNECCİM» terimini, «yıldızların doğup batmasından geleceğe ait haber veren kimse,» «KAHÎN» terimini ise «bir şeyi vukuundan önce haber veren veya gayb hakkında hüküm veren kimse» diye tarif etmişedir. a.g.c, 245.
Aslında bu hadis-i şeriflerde zemmedilen kişiler, bütün kudret ve tasarrufun gök cisimlerine ait olduğunu ileri süren müşrik arap kahinleri ve bakıcılarıdır. Gerçekten de bunlara inanan ve bunların ardından gidenlerin küfründe şüphe yoktur. Hesabın ve yıldızların bazı bilgileri elde etmede bir takım işaretler ve vasıtalar olduğuna inanan ve elde ettiği bilgilerle amel eden kişilere küfr isnat etmekten, herkesin Allaha sığınması gerekir. bkz., a.g.e.,1, 246.
3- Mütekaddim fakihlerin hads ve tahminden ibaret sayarak galip zan bile fade etmeyeceğini söyledikleri hesap ve ilm-i nücüm, günümüzün hesabı ve astronomisi değil, belki bu ilme ait ilk ve çok sınırlı bilgilerdi. Günümüzde astonomi ilminin elde ettiği sonuçlar ve hesaplar kesindir.
4- Ramazan, Şevval ve Zilhicce aylarına ait hilallerin hesapla tayin ve tesbiti için bütün müslümanların astronomi ve ince hesaplan öğrenmeleri gerekmez. Nitekim herkes, hilal aramakla da sorumlu tutulmamış, toplum içinden birkaç kişinin hatta bır-iki kişinin hilali arayıp görmesi ile diğerlerinden sorumluluk kalkmıştır. Özellikle günümüzde hesap, artık rüyetten daha kolay, toplumlar için çok daha pratik hale gelmiştir. Bu itibarla, hesapla hilalin tayini, müslümanlar üzerine külfet ve meşakkat değil, bilakis kolaylıktır.
5- Kameri ayların hesaba göre kesirli olması, bazı ayların 29 gün, bazılarının da 30 gün itibar edilmesi anlayışına aykırılık ifade etmez. Rüyet ölçüsüne göre yapılan hesap sonucunda da, kameri aylar pek ala bazan, 29, bazan da 30 gün olmaktadır.
6- Müslümanların tamamının hilali görerek şuhudi ilim zevkine ermeleri aklen mümkün ise de, tatbikatta hiç vaki olmamıştır. Göreni taklit ile, hesap ile haber vereni taklit arasında sonuç bakımından hiç bir fark yoktur.
7- «Hilali gördüğünüzde oruca başlayınız…» mealindeki hadis-i şerifi, «sizden kim Ramazanın başladığını kesinlikle bilirse, oruç tutsun.» anlamındaki ayet-i kerimede geçen «BÎLGλyi rüyetle sınıflayıcı olarak görmek doğru değildir. Önemli olan, bu bilgiye ermektir. Bu da rüyetle olabileceği gibi, hesapla da mümkündür. hadisteki emir, vücub için değil, irşat içindir. Ramazana başlamayı ve bayram yapmayı sağlayacak sınırı göstermektedir. Bu sınırın tesbiti, hilali gözleyerek, rüyetin sübutu ile olabileceği gibi, hesaba başvurarak da mümkündür. Şariin gayesi, hilali göstermek değil, hilalin sübutunu tayin yolu ile oruca başlatmak veya iftar ettirmektir. Bu itibarla, mezkur hadis-i şerifi, bu ayet-i kerimede işaret edilen bilgi yolunu rüyetle sınırlayıcı olarak görmek, isabetli olmasa gerektir.
Bilindiği üzere Cenab-ı Hak bütün kainatı belli bir düzen içinde yaratmıştır. Kainatta mevcut, değişmeyen bu nizam ve düzene Kuran-ı Kerim diliyle «SÜNNETULLAH» Fatır süresi, 35. denilmektedir. Güneş, ay ve yıldızlar da bu değişmeyen nizam içinde Allahın emrine ram olmuşlardır. el-Araf suresi, 54, İnsan oğluna düşen, gerekli es lışma ve araştırmayı yapıp kainattaki değişmeyen düzenin sırrını kavramaktır. Nitekim Kuran-ı Kerimde:
«Güneşi ışıklı ve ayı nurlu yapan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için aya konak yerleri düzenleyen Odur. Allah bunları ancak gerçeğe göre yaratmıştır… Bilen millete ayetleri uzun uzadıya açıklıyor. Gece ile gündüzün birbiri ardına gelmesinde, Allahın göklerde ve yerde yarattıklarında Ona karşı gelmekten sakınan kimseler için ayetler vardır.» Yunus sursi, 6-6 buyurulmaktadır.
Bir başka ayet-i celilede ise: «Güneş ve ay belli ve sabit bir hesaba göre hareket ederler.» er-Rahman süresi, 5 buyurulmuştur.
Görüldüğü üzere, bu ayetlerin ilkinde, insanların ay ve yıllan hesaplayabilmeleri için kamere menzileler tayin edildiği açıklanmaktadır. Ayrıca ilahi kudret ve azametin anlaşılabilmesi için Güneş ve Ayın hareketlerinin öğrenilmesi, gök bilime önem verilmesi teşvik edilmiştir.
İkinci ayet-i celilede ise, Güneş ve Ayın gelişi güzel değil, sabit bir düzen ve hesap uyarınca hareket etmekte oldukları beyan buyurulmuştur.
Ayet-i kerimelerdeki bu açıklık karşısında, güneşin ve ayın hareketlerini salisesine kadar tesbit edebilen günümüz astronomisine karşı menfi tavır almak, istiğna göstermek ve dini günlerin tayininde bu unsurdan yararlanmayarak, yalnız RÜYET üzerinde ısrar etmek, kanaatimizce Kuranın ve sünnetin ruhuna aykırı davranmaktır.
Resulallah Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: «Biz ümmi bir milletiz. Ne yazı biliriz, ne de hesap yapmayı. Bize gerekli olan, ayın bazan 29, bazan da 30 gün olduğunu bilmekten ibarettir.» buyurulmustur. el-Buhari, age., II, 229; Müslim, age., II, 579; Miras Kamil, Tecriıl-i Sarih tercemesi, VI, 308 (Hadis no: 908) istanbul, 1945
Bu hadis-i şerifle yukarıda geçen «Ramazan hilalini görünce oruca başlayın. Şevval hilalini görünce iftar edin. Hava ve atmosfer şartlan dolayısiyle hilal görülemediğinde ayı 30 güne tamamlayın.» anlamındaki hadis-i şerif birlikte incelenecek olursa, Resulallahın kameri ayların başlangıçlarını tayinde RÜYETi esas almasındaki sebebin, o günkü toplumda yazının ve ayın hareketleri ile ilgili hesapların bilinmemesi olduğu görülür.
O günkü toplumun içinde bulunduğu şartlara ve imkanlara uygun olarak gösterilen bilgi yolu üzerinde bugün de ısrar göstermek ve islamın her vesile ile teşvik ettiği müsbet bilimin sonuçları karşısında müstağni davranmak, doğru olmasa gerektir. Bu hadis-i şerif açıkça göstermektedir ki, kameri aybaşlarının tayininde hilal gözleme yolunun gösterilmesi, o günkü şartların ortaya koyduğu bir zarurettir. Görüldüğü üzere hadis-i şerif bir illete bağlıdır. Yani hilalin görülmesi kaidesini bir sebebe bağlı olarak vazetmiştir. Çünkü; Şariin gayesi oruçtur, iftardır ve bunların vaktinde yapılmasıdır. Hilalin görülmesi ile vaktin tayini, Onun gayesi değildir. Dini hükümler Mekasıd ve «Vesail» olmak üzere iki kısımdır. Ramazan ayında oruç tutmak, Şevvalin ilk günü Arafatta vakfe yapmak gibi hükümler mekasıd; bu ibadetlerin ifa edileceği günlerin ve vakitlerin tesbiti için uygulanacak metodlar ise, vesaildir. Dinin vesail kısmına giren hükümleri zaman, mekan ve şartların değişmesi ile değişebilir. Çünkü bunlar maksat değil, maksada götüren vasıtalardır. Fukaha beyan etmiştir ki, «Şeri hükümler, illet ve sebeplere bağlıdır. İllet sabit olduğu zaman, hüküm de sabit olur. İllet ortadan kalkınca, bu illete bağlı olan hüküm de ortadan kalkar.» Bkz. Mustafa Ahmet Ez-Zerka, el-Fıkhül-islami ff sevbihil-Cedid, İT, 905, Dimask, 1395/1965
Bunun islam hukukunda pek çok örnekleri vardır. Bir kaçma değinmeyi uygun buluyorum.
a) Zeyd b. Halid el Cüheniin Rivayet ettiğine göre Resulallah den bir kimse lükatanın (yani yitiğin) hükmünü sormuş, Resulallah de yanında bir yıl muhafaza ederek ilan etmesini, bir yıl içinde sahibi çıkmazsa bu yitiğin, bulana ait olacağım beyan etmiştir. Aynı kişi, yitik koyunun hükmünü sormuş, Resulallah aynı mealde cevapta bulunmuştur. Daha sonra yitik deveyi de sorunca: «Ondan sana ne… O hayvanın su tulumu ve gezecek tabanı beraberindedir. Sahibi buluncaya kadar kendi kendine barınabilir.» el-Buhari, age., III, 93; Müslim, age:, III, 1346; Malik, el-Muvatta, II, 759, Kahire, 1370/1951. buyurulmuştur.
Bu hadis-i şerife göre, bulan tarafından alınıp muhafaza edilmediği takdirde yok olacak lukataların, bulunduğu yerden alınarak muhafaza ve ilan edilmesi, deve gibi kendini yırtıcılara karşı koruyabilecek ve sahibi tarafından bulununcaya kadar yaşayışını sürdürebilecek hayvanların ise kendi hallerine terkedilmeleri gerekmektedir.
Bu uygulamaya, Osmanın hilafetine kadar devam edilmiştir. Osman, yitik develerin de bulan tarafından muhafaza edilmesini, gerekirse satılmasını, sahibi ortaya çıktığında satış bedelinin ödenmesini emretmiştir. Bkz. Malik, age, II, 759
Çünkü Osman, halkın ve cemiyetin ahlakında bozulma başladığını görmüş, böyle bir tedbirle yitik develerin hırsız bir kimsenin eline geçmesini önlemek istemiştir.
Bu tedbir, zahiren Resulallah efendimizin yukarıdaki emrine aykırı görünüyorsa da, gerçekte Şariin gaye ve maksadına uygundur. Çünkü bunda asi olan, mal sahibinin malını yok olmaktan kurtarmak ve onun eline geçmesini sağlamaktır.
b) Resulallah sünnetin ve kendi sözlerinin Kuran-ı Kerimle karıştırılması endişesiyle «Benden, Kuran-ı Kerimden başka hiç bir şey yazmayınız. Kim böyle bir şey yapmışsa, onu imha etsin.» Müslim, age., IV, 2298; ed-Darimi, age., 1,119 buyurmuştur.
Bu yasak gereğince, ashap ve tabiun devirlerinde hadis-i şerifler yazı ile zapt olunmamış, şifahen nakl ve hıfz edilegelmiştir.
Kuran-ı Kerim nüshaları her tarafa yayıldıktan ve hafızalara yerleştikten sonradır ki, sünnet ve hadisin yazılmasını gerektiren sebepler ortadan kalkmış, halife Ömer b. Abdülaziz, sünnetin yazı ile tesbitini emretmiş, İslam alimlerince de sünnetin yazı ile tesbiti vacib hükmünde görülmüştür. Çünkü onu zayi olmaktan kurtarmak, ancak yazmakla mümkündür.
c) Tevbe suresinin 60ıncı ayetinde «masarıf-ı zekat» arasında zikredilen müellefe-i kuluba zekat verilmesi şeklindeki uygulama, Ömerin içtihadı ile durdurulmuş, Ömerin bu içtihadı ashaptan hiç kimse tarafından red ve inkar edilmemiş, müellefe-i kuluba zekat verilmemesi hususunda icma vaki olmuştur. el-Merginani, el-Hidayc maa Fethül-kadir, II, 14, Mısır (Bulak) 1315.
Riba ile ilgili hadis-i şeriflerde, altın ile gümüşün cinsleri ele mübadelelerinin tartı ile, buğday, arpa, hurma ve tuzun ise ölçek ile yapılması emredilmiştir. Konu ile ilgili hadisleri topluca görmek için bkz., Ebu Caferit-Tahavi, Şerhu Meanil-asar, IV, 4 ve IV, 65-68; eş-Şevkani, Neylül-evtar, V. 202-208, Mısır, 138ÖA961.
Bu sebeple, başta Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve İmam Muhammed olmak üzere Hanefi müctehitleri, «halk bu konudaki uygulamasını değiştirmiş de olsalar, Resulallahın -riba ve fazlalığı önlemek için- ölçek ile mübadelelerini tayin etmiş olduğu buğday, arpa, hurma ve tuzun ebediyyen ölçek ile mübadele edilebileceği, altın ve gümüşün de ebediyen tartı ile mübadele edilmesi gerektiği, hadiste tasrih edilmeyen diğer eşyaların ise halkın örf ve adetine göre ölçü, tartı ve sayı ile mübadelelerinin caiz olduğu» içtihadında bulunmuşlardır.
Ancak Ebu Yusuf, Harun Reşit devrinin başkadısı olduktan sonra, müslümanların yaşadıkları çeşitli bölgelerde birbirinden farklı örf ve adetlerin bulunduğunu görerek, söz konusu hadis-i şerifleri «bazı şeylerin ölçek, bazı şeylerin de tartı ile mübadelesini tayin etmek için değil, Asr-ı Saadette halkın cari olan örf ve adeti üzere varit olduğu görüşüne varmıştır. Bu konudaki naslan da örf ile talil ederek, ilk içtihadından rücu etmiştir. Onun ikinci içtihadına göre hadis-i şeriflerde zikredilmeyen diğer eşyada olduğu gibi eşyay-ı sittenin de (6 çeşit eşya) halkın örf ve adetine göre ölçek, tartı veya sayı ile mübadeleleri caizdir. Başta Kemal b. Hümam olmak üzere, Ebu Yusufun bu ikinci içtihadını muhakkik fakihlerden bir çoğu halkın maslahatına daha uygun bularak Ebu Hanife ve İmam Muhammedin içtihadına tercih etmişlerdir. Bkz. Kemal b. Hümam, Fethul-Kadir, V. 283; M. Ahmet ez-Zerka, age., II, 889-894.
Görüldüğü üzere, özel bir durum veya sebebe bağlı olan hükümler, bu özel durum ve sebeplerin zail olması ile ortadan kalkmakta, her hüküm kendi sebep ve illeti ile devam etmektedir. Sebep ve illet zail olunca, buna bağlı hüküm de son bulmaktadır.
Kameri aybaşlarının tesbıtinde, fakihlerin «Hilali gördüğünüzde oruca başlayın…» ve benzeri hadis-i şeriflere istinaden rüyeti esas almaları o devirlerde yapılabilen astronomik hesapların aybaşiarını tesbitte yeterli olmadığındandır. Bu illet Peygamberin -daha önce zikrettiğimiz- «Biz ümmi bir milletiz. Ne yazı biliriz ne de hesap yapmayı…» mealindeki hadis-i şerifinde açıkça görülmektedir. Aybaşlarının tayininde hilal gözleme yolunun seçilmiş olması, hesapla bunu yapmanın -o gün için- mümkün olmadığındandır, özellikle günümüzde ise, artık Ayın bütün hareketleri, en ince teferruatına kadar hesaplanabilmekte, gerek kavuşum (içtima), gerekse yeryüzünden hilal halinde ilk defa görülebileceği yer ve zaman kesinlikle bilinebilmektedir.
Mutlaka rüyete bağlı kalmayı ve hesabı reddetmeyi gerektiren sebep ve illet ortadan kalktığına göre, astronomik hesapların sağladığı imkan ve kolaylıklardan yararlanmamak için herhangi bir sebep mevcut değildir.
Esasen -daha önce de işaret edildiği üzere- Tabii ve müsbet ilimlerin islam dünyasında gelişmeğe başladığı Tabiun devrinden itibaren her asırda -sayıca az da olsalar- bir kısım muhakkik fakihler Ramazan, Şevval ve Zilhicce hilallerinin tesbitlerinde hesapla amelin caiz olduğu içtihadında bulunmuşlardır. Nitekim Ayninin el-Ayni, umdetül-Kari, X, 271, Mısır, ta naklettiğine göre tabiunun büyüklerinden bazı kimseler, hesap yolu ile kamerin menzillerinin tesbitine itibar edilebileceğini kabul etmişlerdir. İbn Süreycin Rivayetine göre, Mutarrif b. Abdullah b. Şıhhir ile İbn Kuteybe bunlardandır. el-Kurtubi, el-Cami li ahkamil-Kuran, II, 293, Kahire, 1354/1935. Bu zatlar, yukarıda çeşitli vesilelerle zikredilen hadisteki «hava kapalı olursa, takdir yoluna başvurun» cümlesini, cumhurun anladığı «sayıyı 30 güne tamamlayarak takdir edin.» şeklinde değil, «ayın menzillerini hesapla tayin ve takdir edin» diye tefsir ve izah etmişlerdir.
Ahmet b. Hambel ise, bu sözü «hava kapalı olduğu zaman, hilali bulutların altında varmış gibi kabul edin» şeklinde anlamıştır; Onun içtihadına göre, Şabanın 29uncu günü havanın kapalılığı sebebiyle hilal görülemezse, ertesi günü Ramazanın 1. günü itibar edilerek oruca başlanması gerekir. Abdullah b.
Ömerin görüşü de budur,
hadisteki «onu takdir ediniz» tabirinin, «hesapla tayin ve takdir ediniz» şeklinde anlaşılması, özellikle yılın çoğu günlerinde havanın kapalı olduğu, güneşin bile ayda ancak birkaç gün görülebildiği coğrafi bölgeler için de, uygulamada kolaylık sağlayıcı niteliktedir. Aksi halde, bu bölgelerde Ramazan hilalini görmek çoğu zaman mümkün olmadığı gibi, Şaban hilali için de aynı durum söz konusu olduğundan önceki ayı 30 güne tamamlamak da genellikle mümkün olmayacaktır.
İbn Süreycin nakline göre, İmam Şafii de ayın hilal durumunun astronomik hesaplarla tayin edilebileceği kanaatini benimseyen kimselerin, hesapla amel etmelerinin caiz olduğunu söylemiştir. Muhammed b. Abdil Vehhab el-Endülusi, el-azbüz-Zülal, I, 244, Katar, 1973; (el-Hidaye Dergisi, 1398/1978, Sayı: 6, Sayfa: 82, Tunus)
Yedinci Hicri asrın içtihat derecesine ulaşılmış fakihlerinden Takıyyuddin b. Dakıkil-id ise şu görüşleri ileri sürmüştür:
«Ayın kavuşum zamanının hesapla tesbitine göre Ramazan orucuna başlanamaz. Çünkü, ayın hilal halinde yeryüzünden görülebilmesi kavuşum zamanından 1-2 gün daha sonra vaki olur. Şeriat, Ayın kavuşum (içtima) anını değil, hilal halini aybaşına esas almıştır. Fakat, bulut, toz, sis vs. gibi görüşe mani bir sebeple görülemeyen hilalin ufuktaki varlığı hesapla tayin edilebilirse, şeri sebep meydana geldiği için, yeni ayın başlaması gerçekleşmiş olur. Çünkü yeni ayın başlamasında şart olan, hilalin bizzat görülmesi değil, Ayın hilal halinde ufukta mevcut olmasıdır. Görülmüş olsa da, olmasa da, İlk hilal hali ile, dinen yeni ay başlamıştır, Bu durum, kesinlikle bilindiğinde, bu bilgi ile amel vacip olur.» el-Azbüz-Züial, I, 249-250, Katar, 1973.
Şeyh Bahit ise İbn Dakikin yukardaki sözlerini teyit ederek: «Ben de hesap ile amel edilmesi görüşünde olanlara katılıyorum. Çünkü, hangi bir meselede o konudaki bilgi ve tecrübesi olan kimselere baş vururlar. Mesela: Kuran-ı Kerim ve hadisi şeriflerin lafızları, dilcilerin sözlerine göre açıklanmış; mütehassıs bir doktorun tavsiyesi halinde Ramazanda oruç tutmamak veya tutulan orucu bozmak caiz görülmüştür. O halde, Ramazan, Şevval ve diğer ayların hilallerinin tayinlerinde bu konuda yetkili astronomi uzmanlarının bilgi, tecrübe ve hesaplarından yararlanmaktan bizi alakoyan sebep ne olabilir? Kaldı ki, «Güneş ve Ay, sabit, değişmeyen bir hesapla seyrederler.» Er-Rahman suresi, 5. «Güneşi ışıklı ve ayı nurlu yapan, yılların sayısını ve hesabı bilmemiz İçin Aya konak yerleri düzenleyen Odur. Allah bunları ancak gerçeğe göre yaratmıştır. Bilen millete ayetleri uzun uzadıya açıklıyor. Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, Allahın göklerde ve yerde yarattıklarında, Ona karşı gelmekten sakınan kimseler için ayetler vardır.» Yunus Suresi, 5-6. mealindeki ayet-i kerimeler, Güneş ve Ayın değişmeyen sabit bir düzen için hesapla seyrettiğini beyan etmektedir. Astronomların verdikleri bilgilerin kesinliği ise, ay ve güneş tutulmaları konusunda önceden verdikleri bilgilerin aynen gerçekleşmesi ile sabittir.
Rüyete engel çeşitli sebepler yüzünden hilal görülememiş de olsa, astronomların, rüyete mani sebepler olmasaydı ayın ilk hilal halinde görülebilecek durumda olduğunu ittifakla haber vermeleri, hilalin ufukta mevcudiyeti konusunda kesin ilim ifade eder.
Ramazan orucuna başlama konusunda Bakara suresinde «sizden kim Ramazan ayına şahit olursa, oruç tutsun.» buyurulmuştur. «Ramazana şahit olmak» demek, ya «O ayda seferde olmayıp mukim olmak» veya «Ramazan ayında bulunduğu ve bu ayın başladığını kesin şekilde bilmek» demektir. Ayetten zahir olan, ikinci manadır. Çünkü «Şuhut», «ilim» anlamındadır. İşte bu ilim, yani Ramazan ayının başladığım (bu aya ait hilalin ufukta görülebilecek hale geldiğini) kesinlikle bilmek, oruç tutmanın vacip oluşunun sebebidir. Bu açıklamaya göre, söz konusu ayet-i celilenin ifade ettiği mana, «içinizden kim, Ramazan aymın başladığını kesinlikle bilirse, bu ayda oruç tutmakla yükümlü olur» demektir.
Hesapla aybaşlarının tayini prensibi kabul edildikten sonra, akla gelen ilk mesele bu ayların başlangıç sınırı ne olacaktır? sorusudur. Başka bir deyimle, ayın başı için sınır, içtima (kavuşum) anı mı, yoksa ayın hilal halinde yeryüzünde ilk defa görülebilecek bir durumda olması hali mi olacaktır?
Konuşmamızın ilk bölümünde de zikredildiği üzere, Bakara suresinin 185. ayetinde «sizden kim, Ramazanın başladığını kesinlikle bilirse, oruç tutsun» buyurulmuştur.
Resulallah de hadis-i şeriflerinde: «Ramazan hilalini görünce oruca başlayın. Şevval hilalini görünce orucu bırakıp bayram edin…» buyurmuştur.
Ayet-i celileden, Ramazan ayının girmesi ile oruca başlamanın farz olduğunu, hadisten ise, aybaşının hilalin görülmesi ile sabit olduğunu anlamaktayız. Hadis-i şerife göre, eski ayın çıkıp yeni ayın girmesi, Ayın hilal halinde yeryüzünde görülebilir durumda ufukta mevcut olmasına bağlanmıştır.
Kuran-ı Kerimde: «Ey Muhammed, sana hilal halindeki aylan sorarlar. Söyle onlara: Onlar, insanların ve hac vakitlerinin ölçüsüdür..» buyurulmuştur. el-Bakara Suresi, 189
Bilindiği üzere hilal, Ayın ilk ve son günlerinde, yeryüzünden ince bir kavs halindeki görüntüsüne denir. Kavuşum (içtima) zamanında Ay, dünyanın hiç bir yerinden görülemediğinden kavuşum durumundaki Aya hilal denilemeyecektir. Gerek Ayet-i Celilede, gerekse hadiste ayın başlangıcını tayin için hilalden ve rüyetten söz edildiğine göre, ayın kavuşum (içtima) halinin, aybaşlarına mebde olarak alınması söz konusu olamayacaktır. Ayın kavuşum halinin, aybaşlarına mebde kabul edilmesi, kanaatimizce ayet-i celile ve hadis-i şeriflerin sarahatine aykırı düşmektedir.
Nasların zahirinden uzaklaşıp rüyet ölçüsünü (hilalin yeryüzünden görülebilme ölçüsünü) terkederek kavuşum kaidesine yönelmek için ortada hiç bir dini maslahat da bulunmamaktadır. Hesap görüşü prensip olarak kabul edildikten sonra, verilecek talimata göre astronomi uzmanlarının bu iki ölçünün ikisine göre de aybaşlarını tesbiti mümkündür.
Kameri aybaşlarının hesapla tesbitinde, hilalin yeryüzünden görülme ölçüsüne uyulması halinde, gözlem yaparak hilal arayanların elde edecekleri sonuçlarla, hesabın ortaya koyduğu sonuçlar arasında tam bir uygunluk ta meydana gelecektir. Böylece, “hesabı kabul etmeyenlerle, hesap taraftarları arasındaki ayrılık ta, uygulama açısından son bulmuş olacaktır.
Hesapların kavuşum anı ölçüsüne dayandırılması halinde ise, dini günlerin tayin ve ilanı genellikle bir gün önce olacak, rüyet üzerinde ısrar edenlerin «hilal görülmeden oruca başlandı veya iftar edildi» şeklindeki iddiaları, toplumları huzursuz etmeğe devam edecektir. O halde şeran ayın başlaması, Kamerin hilal halinde yeryüzünden görülebilecek duruma gelmesi ile sabit olacaktır. Ancak, bazı kardeş İslam ülkelerinde, Ayın kavuşun anı esas alınarak, Ramazan ve Bayram ilanları yapıldığı da bir gerçektir. Nitekim, 1398 H./1978 M. Yılının Ramazan, Şevval ve Zilhicce aylarının ilanında durum böyle olmuştur. 3 Eylülü Ramazan Bayramı, 10 Kasım ise Kurban Bayramı ilan eden ülkeler, hilalin yeryüzünden görülebilmesi ölçüsüne değil, ayın içtima haline itibar etmişlerdir.
Kameri aybaşlarının mebdei için, ayın yeryüzünden hilal halinde ilk defa görülebileceği zamanın esas alınması gerektiğinin prensip olarak kabul edilmesi konusundaki görüşümüzü de kısaca arzetmiş bulunuyoruz.
Kanaatimizce üzerinde durulacak bir başka konu da, hilalin görülmesinde, yeryüzünün hangi bölgesinin esas alınması gerektiği hususudur. Başka deyişle, hilalin görülebileceği noktanın mutlaka İslam ülkeleri sınırları içinde bulunması zorunlu mudur, yoksa bu nokta, yer yüzünün herhangi bir yeri de olabilecek midir? Bu sorunun vuzuha kavuşturulması da zorunludur.
Görüşümüz odur ki, bu noktanın mutlaka İslam ülkeleri sınırları içinde bulunmasını gerekli kılacak şeri bir sebep mevcut değildir. Gerçi, «Hilali gördüğünüzde oruca başlayın…» ve benzeri hadis-i şeriflerdeki rüyet emrinin muhatapları müslümanlardır. Bu itibarla, hilalin tayininde hesabın yeterli olmadığı ilk devirler için , bu noktanın İslam ülkeleri sınırları içinde bulunması zarureti söz konusu olabilir. Fakat, rüyet anının hesapla kesin şekilde tayin edilebildiği günümüzde ise, böyle bir zaruret yoktur. Üstelik, bugün hemen dünyanın her bölgesinde az veya çok müslüman vardır. Yakın bir gelecekte bunların sayılarının artması da muhtemeldir.
Söz konusu noktanın, mutlaka İslam ülkeleri sınırları içinde bulunması gerektiği prensip olarak kabul edildiği takdirde, İslam ülkeleri dışındaki bir bölgeden hilali daha önce görecek olan bir müslüman, «Hilali gördüğünüzde oruca başlayın…» enirine uyarak, İslam ülkelerinden önce oruca başlayacak veya daha önce bayram yapmak durumunda kalacaktır. Böylece, müslümanlar arasında arzu edilen ibadet birliği de tam olarak sağlanmış olmayacaktır.
Arzedilen sebepler dolayısiyle, kameri aybaşlarının tayini için, bu aylara ait ilk hilallerin görülebilecekleri bölgelerin, İslam ülkeleri sınırları içinde bulunması şartı aranmaksızın, yeryüzünün herhangi bir yerinden görülmesi veya hesap sonucu görülebilecek durumda olduğunun tesbiti ile yetinilerek, kameri aybaşları ilan edilmelidir.
Burada dikkate alınması gereken husus, dünyanın herhangi bir bölgesinde ayın ilk hilali görüldüğünde, yeryüzünün bütün bölgelerinde vakit ve saatin aynı olmadığıdır. Söz gelimi, 1398 H. /1978 M. yılı Şevval hilali ilk defa 3 Eylül günü (Pazan-Pazartesiye bağlayan gece) Avustralyanın güneydoğu deniz bölgesinde, Greemvich saati ile 7.17 de görülmüştür. Bu anda, söz konusu bölgede Güneş batmış durumda iken, mesela daha batıda bulunan Mekkede gündüz mahalli saat henüz 10.17yi göstermektedir. Bu duruma göre, 3 Eylül Pazar günü hilalin görüldüğü bölgenin gecesine iştirak eden yerlerde bayram ilan edilmesi mümkün iken, böyle olmayan yer ve ülkelerde (mesela Türkiye, Suudi Arabistan, Suriye, Mısır, Cezayir, Tunus, Fas gibi hemen bütün İslam ülkelerinde) bayram ilam mümkün değildir. O halde meselenin çözümünde uygulanacak hal tarzı kanaatimizce şöyle olacaktır; Kavuşum anını takibeden guruptan sonra, hilalin görüldüğü ülkenin gecesine iştirak eden, (yani hilal sabit olduğunda henüz imsak vakti girmemiş olan) diğer bütün ülkelerdeki müslimanlar bu sübuta uyacak, o geceyi takibeden günü, yeni ayın ilk günü olarak kabul ve ilan edeceklerdir.
Buraya kadar açıklamağa çalıştığımız düşünce ve görüşlerimizi şöylece özetlemek istiyorum:
1- Çeşitli asırlar içinde yaşamış İslam alimlerinin büyük çoğunluğu, kameri aybaşlarının tesbitinde rüyetin esas alınması, hesaba (astronomiye) itibar edilmemesi görüşünü savunmuşlardır. Buna karşılık, her asırda, rüyetten başka, dini ölçülere uygun olarak hesapla da aybaşlarının tayininin mümkün olduğu, yapılan hesaplara göre Ramazan ve bayram ilanlarının caiz bulunduğu görüşünü benimseyen ve savunan muhakkik alimler de bulunmuştur. Aslında, rüyet üzerinde ısrar eden alimlerin büyük çoğunluğu da, hesabın değerini inkar ettikleri için değil, kendi devirlerinde astronomi ilminin pek çok konularda yetersiz olması, hesap bilenlerin azlığı, bu yolun benimsenmesi halinde müslümanların sıkıntıya düşecekleri gibi… düşünce ve endişelerle hesap metodunu benimsememişlerdir. Daha sonraki asırlarda yetişen ve aynı yolu benimseyen alimler de -genellikle öncekilerin rüyet üzerinde ısrar göstermelerindeki gerçek sebebi araştırmadan- onların savundukları yola bağlı kalmışlardır.
Günümüzde artık Ayın bütün hareket ve menzilleri en ince teferruatına kadar bilinip kolaylıkla hesap edilebildiği ve dini ölçülere uygun olarak, hilalin ilk görüleceği yer ve zamanın kesinlikle bilinebildiği cihetle, kameri aybaşlarının tesbit ve ilanında astronomiye itibar edilmelidir. Ancak dini bir geleneğin yaşatılması düşüncesinden hareketle de ayrıca yetkili ve sorumlu merciler tarafından, hilalin usulüne göre gözlenmesi de mümkündür. Hesaplar, hilalin yeryüzünden görülebilme ölçüsüne dayandırıldığı takdirde, -ihtilaf-ı metalı-ya itibar etmemek şartı ile- hesap ile bu gözlem arasında bir mübayenet de olmayacaktır.
2- Kameri ayların başlamasına esas alınacak sınır, kavuşum (içtima) zamanı değil, Ayın hilal halinde, yeryüzünden ilk defa görülebileceği zaman olmalıdır. Çünkü, bu konudaki ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde «RÜYET» ve «HİLAL» lafızları kullanılmıştır. Bilindiği üzere içtima halinde, Ayın yeryüzünün hiçbir yerinden rüyeti mümkün değildir. Hilal ise, Ayın yeryüzünden ince bir kavs halindeki görüntüsü demektir.
3- Kameri ay başlarının tesbiti için, hilalin yeryüzünün herhangi bir bölgesinden görülmesi (veya bu durumun hesapla bilinmesi) yeterli görülmeli, bu bölgenin İslam ülkeleri sınırları içinde bulunması şartı aranmamalıdır. Çünkü artık asrımızda dünyanın her noktasında çok sayıda müslümanlar vardır. İslam ülkeleri sınırları dışındaki rüyete itibar edilmediği takdirde, bu bölgelerde yaşayan müslümanlarla İslam ülkeleri arasında Ramazan ve bayram birliği sağlanamayacaktır.
4- İçtima anını takibeden guruptan sonra hilalin ilk defa görüldüğü ülkelerin gecesine iştirak eden diğer bütün ülkelerde bu rüyete uyularak, o geceyi takibeden gün, yeni kameri ayın ilk günü sayılmalıdır. Birliğin temini için ihtilaf-ı metalia itibar edilmemelidir. Esasen, şafii mezhebi istisna edilecek olursa, diğer üç mezhepte cumhurun görüşü, ihtilaf-ı metalia itibar edilmemesi yolundadır.
Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığının ve Başkanının Konu ile ilgili Teklif ve Düşünceleridir.
Ramazan Ve Bayramların Tesbitinde Benimsenen Müşterek Konferans Kararları
Konferansa katılan ilim adamları arasından «Din Komisyonu» ve «Astronomi Komisyonu» olmak üzere iki ayrı komisyon teşkil edilmiştir. Bunlardan her biri kendi ihtisası dahilindeki konularda sunulmuş tebliğleri etüt etmiştir. Detaylara inilerek enine-boyuna yapılan tartışmalardan sonra konferans, son oturumunda oy birliği ile aşağıdaki kararları almıştır.
1- İster çıplak gözle, isterse modern ilmin rasat metodlarıyla olsun, aslolan Hilalin Rüyetidir.
2- Astronomların hesapla tesbit ettikleri Kameri Aybaşlarına dinen itibar edilebilmesi için, onların bu tesbitlerini Hilalin güneş battıktan sonra ve görüşe mani engellerin bulunmaması halinde gözle görülebilecek şekilde, ufukta fiilen mevcut olması esasına dayandırmaları gerekir ki, bu Rüyete «Hükmi Rüyet» denir.
3- Hilalin görülebilmesi için iki temel şartın gerçekleşmesi zorunludur.
a) İçtimadan (kavuşum) sonra Ay ile Güneşin açısal uzaklığı 8 dereceden az olmamalıdır. Bilindiği üzere Rüyet 7 ile 8 dereceler arasında başlamaktadır. 8 derecenin esas alınmasında, ihtiyat bakımından görüş birliğine varılmıştır.
b) Güneşin batışı anında Ayın ufuktan yüksekliğinin açısal değeri, 5 dereceden az olmamalıdır.
Sadece bu esasa göre normal durumlarda Hilalin çıplak gözle görülebilmesi mümkündür.
4- Hilalin Rüyet edilebilmesi için belli bir yer şart değildir. Yeryüzünün herhangi bir bölgesinde Hilalin Rüyeti mümkün olursa, buna istinaden Ayın başladığına hükmetmek doğru olur. İslam dünyasının birlik ve beraberliğini sağlamak için Rüyetin ilanı müteakip maddede işaret edilen Müşterek Hicri Takvimin tesbitleri uyarınca Mekke-i Mükerremede tesis edilecek olan rasathane tarafından yapılmalıdır.
5- Din ve Astronomi bilgini eriyle rasathane yetkililerince her kameri yıl için 2. 3. ve 4. maddelerde zikredilen kriterlere dayalı bir takvim hazırlanmalıdır. Takvim komisyonu, «Müşterek Takvim Taslağı»nı kabul etmek üzere periyodik olarak her yıl toplanacaktır, ilk toplantı Rebiulahir 1399, Mart 1979 ayında istanbulda yapılacaktır.
6- Yukarıda işaret edilen Takvim komisyonu şu ülkelerin temsilcilerinden oluşacaktır.
Bangaldeş, Cezayir, Endonezya, Irak, Katar, Kuveyt, Mısır, Suudi Arabistan, Tunus, Türkiye, Komisyonunun toplanması için bütün üyelerin hazır bulunmaları gerekli değildir.
7- Anılan komisyon, yukarıda açıklanan kriterlere göre Ramazan, Şevval ve Zilhicce aylan için hilalin görülebileceği bölgeleri gösteren haritalar hazırlayacaktır. Böylece durum müsaitse, bizzat hilali gözleyerek Rüyeti gerçekleştirmek ve hesabın doğruluğu konusunda ikna olmak isteyen herkese kolaylık sağlayacaktır. Ayrıca bu haritalar, isteyen her devletin yetkili kılacağı uzman ve güvenilir bir heyete rasat yaptırmasına yardımcı olacaktır.
8- Bu karar ve tavsiyeler, İslam ülkeleri Dışişleri Bakanları Konferansı genel sekreterliğine sunularak Dışişleri Bakanlarının Rabatta yapılacak olan ilk toplantısında kabulü ve uygulamaya konulması istenecektir.