Ebrehe yerini sağlamlaştırıp Yemen valiliğini sürdürdüğü bir sırada Sana şehrinde Kulleys denilen ve yer yüzünün hiç bir yerinde benzeri görülmeyen bir kilise yaptırdı. Sonra Necaşiye bir mektup yazarak: “Ben senin için eşi ve benzeri görülmemiş bir kilise yaptırdım, Arap hacıları bu kiliseye çevirinceye kadar bu işin peşini bırakmayacağım.” dedi. Araplar arasında bu kiliseden bahsedilince, Fukaymoğullarından ve haram aylarım erteleyenler (neşee)den birisi öfkelenerek çıkıp bu kiliseye geldi ve def-i hacetini yapıp burasını kirlettikten sonra ailesinin yanına geri döndü. Bu durum Ebreheye bildirildiği gibi ayrıca ona bunu yapan kimsenin Arapların hac maksadıyla Mekkede ziyaret ettikleri Kabe taraftarı birisi olduğunu ve hacıların Kabe den buraya çevrileceğini duyduğu için öfkelenerek bunu yaptığını, söylediler.
Bunun üzerine Ebrehe öfkelendi ve Mekkeye gidip Kabeyi yıkacağına dair yemin etti. Diğer taraftan Habeşlilere hazırlanmalarını emretti, onlar da hemen hazırlandılar. Böylece Ebrehe yanında bulunan Mahmud adındaki fil ile beraber yola çıktı. Bir rivayete göre, Mahmud adlı filin peşinden giden on üç fil daha vardı. Kuran-ı Kerimde til kelimesinin müfred (tekil) olarak zikredilmesi, bu fillerin büyükleri olan Mahmud adındaki filin kastedilmesinden ileri gelmiştir. Fillerin sayısı konusunda daha başka rivayetler de vardır.
Araplar Ebrehenin yola çıktığını duyunca bunu büyük bir hadise sayarak onunla savaşmayı üzerlerine bir vazife telakki ettiler. Bu sırada Yemenin ileri gelen eşrafından ve hükümdarlarından Zu-Nifr adında birisi Ebreheye karşı koydu ve onunla savaşa tutuştu; fakat Ebrehe onu hezimete uğratıp esir aldı ve öldürmek istedi; ancak daha sonra öldürmekten vazgeçerek yanında mahpus olarak tutmağa karar verdi. Bundan sonra Ebrehe yoluna devam etti. Bu defa Nüfeyl bin Habib el-Hasami ona karşı koydu ve savaşa tutuştu. Neticede Nüfeyl bin Habib yenildi ve esir edildi. Ebrehe onu da öldürmek istedi, fakat Nüfeylin Arap topraklarında kendisine kılavuzluk edeceğine dair söz vermesi üzerine onu serbest bıraktı ve kılavuz olarak yanında götürdü. Nihayet Ebrehe Taife gelince, Sakif kabilesi yol gösterip kılavuzluk etmesi için Ebrehe ile birlikte Ebu Riğfıli gönderdi ve o da Ebreheyi Muğammise kadar getirdi. Ebu Rigal buraya gelince öldü. Araplar, Habeşlilere yol gösterdiği için onun kabrini taşladılar. İşte taşlanan kabir budur.
Ebrehe, Muğammise vardıktan sonra önce Esved bin Maksudu Mekkeye gönderdi, o da Mekkelilerin mallarını (hayvanlarını) sürüp Ebrehenin yanına götürdü. Bu malların arasında Abdülmuttalib bin Haşimin iki yüz devesi de bulunuyordu. Bundan sonra Ebrehe, Hunata el-Himyeriyi Mekkeye gönderdi ve ona: “Git, Kureyşin efendisini (reisini) bul ve ona benim onlarla harbetmek için gelmediğimi, sadece Kabeyi yıkmak için geldiğimi, buna engel olmadıkları takdirde kendileriyle savaşmayacağımı söyle.” dedi.
Ebrehenin bu sözleri Hunata tarafından Abdülmuttalibe ulaştırıldığında Hunataya: “Allaha yemin ederim ki, biz de onunla harbetmek istemiyoruz. Burası Allahın ve dostu İbrahimin evidir. Eğer evinin ve hareminin yıkılmasına mani olmak isterse, ancak O mani olur. Şayet O, evi Kabe ile Ebrehe arasından engelleri kaldıracak olursa, bizim yapacak bir şeyimiz yoktur. ” dedi. Bunun üzerine Hunata: “Benimle gel, hükümdarın yanına gideceğiz.” dedi. Hunata ile beraber Abdülmuttalib yola çıktı ve Ebrehenin karargahına gelince Zu-Nifri sordu. Zu-Nifr Abdülmuttalibin eski dostlarındandı. Bir kılavuz vasıtasıyla Abdülmuttalib Ebrehenin yanında tutuklu bulunan Zu-Nifrin yanına götürüldü ve ona: “Başımıza gelen bu felakete karşı bir yardımın dokunur mu?” diye sordu. Zu-Nifr: “Hükümdarın elinde esir bulunan ve sabah akşam ölümünü bekleyen birisinin nasıl yardımı dokunabilir? Ancak filin seyisi olan Üney benim dostumdur. Seni ona tavsiye eder ve büyük bir zat olduğunu söylerim; ayrıca istediklerinizi konuşabilmeniz için hükümdarın huzuruna girmenizi temin etmesini, yapabilirse hükümdarın katında senin için şefaatçi olmasını rica ederim.” dedi. Abdülmuttalib de: “Bu kadarı benim için yeter.” diye karşılık verdi. Bunun üzerine Zu-Nifr birisini gönderip Üneysi yanına çağırttı ve ona Abdülmuttalibi tavsiye edip Kureyşin efendisi ve ulusu olduğunu bildirdi. Bu tavsiye üzerine Üneys Abdülmuttalibi yanına alıp hükümdar Ebrehenin huzuruna geldi ve ona: “Dışarda bekleyen kişi Kureyşin efendisi ve büyüğüdür, huzurunuza girmek için sizden izin bekliyor.” dedi, Ebrehe de girmesi için izin verdi.
Abdülmuttalib, iri yapılı, heybetli ve güzel yüzlü bir zattı. Ebrehe onu görünce saygı gösterip ikramda bulundu, tahtından inip bir sergi üzerine oturdu, Abdülmuttalibi de yanına oturttu. Sonra tercümanına dönerek: “Sor bakalım, ihtiyacı ne imiş?” dedi. Tercüman Ebrehenin bu sözünü Abdülmuttalibe aktardı, bunun üzerine Abdülmuttalib: “Benim isteğim almış olduğu iki yüz devemi geri vermesidir.” dedi. Ebrehe de tercüman vasıtasıyla ona: “Gerçekten seni ilk gördüğüm zaman beni hayret ve şaşkınlığa düşürmüştün. Şimdi bu sözlerini işittikten sonra sana karşı saygım azaldı. Benden develerini istiyorsun, hem senin ve hem de atalarının dininin bir sembolü olan Kabeden hiç söz etmiyorsun. Halbuki ben onu yıkmak için geldim.” dedi. Bunun üzerine Abdülmuttalib: “Ben develerin sahibiyim, Kabenin de Sahibi var ve O, onu korur.” diye cevap verdi. Ebrehe de onun bu sözlerine karşı: “Orasını benden koruyacak kimse yoktur.” dedi ve develerin Abdülmuttalibe iade edilmesini emretti. Abdülmuttalib develerini alınca, bu develer yüzünden Allahı gazaba getirip başlarına bir zarar gelmesinden korktuğu için onların boyunlarına kurbanlık nişam takarak Hareme sevk etti. Sonra Kureyşin yanına gelip durumu haber verdi ve Ebrehe ordusunun eza ve cefasından korktuğu için kendisiyle birlikte Mekkeyi terk edip dağ başlarına çıkıp sığınmalarım istedi. Bundan sonra Abdülmuttalib bir grup Kureyşli ile birlikte Kabeye geldi ve Kabe kapısının halkasından tutup Kureyşlilerle beraber Ebrehe ordusuna karşı kendilerine yardım etmesi için Allaha dua edip yalvardı. Ayrıca Abdülmuttalib Kabe kapısının halkasından tutup şu mealdeki mısralarla da Allaha yalvarıp dua etti: “Ey Rabbim! Onlara karşı senden başka kimseden yardım istemiyorum.
Ey Rabbim! Kendi himayende bulunan bu evini onların zararından koru. Kabeye düşman olan, senin de düşmanındır. Kendi ihsanın olan bu evi onlara karşı koru.” Yine Abdülmuttalib şu mealdeki mısralarla da Allaha dua edip yalvardı: “Ey Allahım! Kulun bile kendi meskenini ve eşyalarını korur, sen de insanların toplanma yeri olan evini koru ki, onların hac ve kuvvetleri gaddarlık yoluyla senin kuvvet ve kudretine galip gelmesin. Bunu yaptığın takdirde işlerini tamamlayacak olan önemli bir işi yapmış olursun. Bir zalim üzerimize geldiği zaman ona karşı yardım ümidini beklediğimiz tek varlık sensin. Böylece onlar zilletten ve rüsvaylıktan başka bir şey kazanmadan çekilip giderler. İstersen onları orada helak edip yok edersin. Bu güne kadar seninle savaşmak arzusuyla harp çığlıkları atan bunlardan daha cüretkar birisini duymadım. Onlar, senin iyalini (kullarını) esir almak için filleri ve ülkelerindeki askerleri gruplar halinde çekip buraya getirdiler. Cehaletlerinden dolayı hileye başvurarak himayende olan mübarek evinin üzerine yürüdüler, zavallılar senin kudret ve azametini hiç düşünmediler.”
Abdülmuttalib sonra Kabe kapısının halkasını bıraktı ve beraberindeki Kureyşlilerle birlikte dağların tepelerine çıktı. Böylece kendilerini koruma altına alıp Ebrehenin Mekkeye girdiği zaman yapacağı şeyleri gözlemeğe başladılar.
Ertesi gün Ebrehe Mekkeye girmek üzere hazırlandı ve Mahmud adındaki filini de hazırladı. Ebrehe Kabeyi yıkıp tekrar Yemene dönmeğe kararlıydı. Nihayet fili Mekkeye doğru çevirip sürdükleri bir sırada Nüfeyl bin Habib el-Hasami gelip filin kulağından tuttu ve ona: “Ey Mahmud! Çök, sonra sağ salim geldiğin yere geri dön; çünkü Allahın beldesi Haramda bulunuyorsun.” diyerek filin kulağını bıraktı. Bunun üzerine fil kendisini yere bırakıverdi. Nüfeyl bin Habib ise bütün gücüyle koşup dağın tepesine çıktı. Habeşli askerler, çöken fili kaldırmak için bir hayli dövdüler, fakat fil yine de yerinden kalkmadı. Bu defa fili Yemen tarafına doğru çevirdiler ve fil koşmağa başladı. Aynı şekilde fil Suriye tarafına çevrilince yine koşmasını sürdürdü. Bu defa filin yönü doğuya çevrildi ve fil yine koştu. Fakat Mekke tarafına çevrilince tekrar yere çöktü ve yerinden kıpırdamadı. Bu sırada Allah onların üzerine deniz tarafından kırlangıç kuşuna benzeyen sürüler halinde kuşlar gönderdi; bu kuşların her birinin gagasında bir, ayaklarında ikişer taş bulunuyordu. Mercimek ve nohut tanesi büyüklüğünde olan bu taşları kuşlar getirip üzerlerine bıraktılar. Bu taşlar kime isabet ettiyse öldürdü, fakat atılan taşlar hepsine isabet etmemişti. Bu defa Allah bir sel gönderip onları denize sürükledi. Bu sırada Ebrehe ile birlikte kurtulanlar geldikleri yola doğru koşuşmağa ve Yemene giden yolu göstermesi için Nüfeyl bin Habibi aramağa başladılar. Nüfeyl bin Habib Allahın onların üzerine indirdiği bu felaketi görünce şu mealdeki mısraları söyledi: “Allah, peşini bırakmadıktan sonra nereye kaçıp kurtulacaksın. Artık Ebrehe el-Eşrem galip değil, mağlup durumdadır.”
Nüfeyl bin Habib diğer mısralarında mealen şöyle diyor: “Ey Rudeyne!
Sana bizden selam olsun. Biz sabahleyin erkenden sizi sevindirdik. Sizden birisi akşam vakti ateş parçası almak için yanımıza geldi, fakat ateşi alamadı. Ey Rudeyne! Eğer Muhassab vadisinin yakınında cereyan eden ve gözümüzle gördüğümüz hadiseyi görmüş olsaydın, şaşırıp kalır, beni mazur görürdün; hatta fikrimi beğenir, geçmişte kalan ayrılıklarımıza esef ve kaygı duymazdın. Ben Ebrehe ordusunu yok eden kuşları gördüğüm zaman Allaha hamd ettim ve onu övdüm, fakat üzerimize taşlar atıldığı zaman çok korktum. Sanki Habeşlilere yol göstermek boynumun borcu imiş gibi, kaçarlarken kendilerine yol göstersin diye Nüfeyli arıyorlardı.” Ebrehenin cesedi öyle bir hale geldi ki, bütün uzuvları tek tek döküldü; öyle ki Sanaya getirdiklerinde kuş kadar kalmıştı. Ölmezden önce göğsü yarılıp kalbi dışarı çıktı ve bundan sonra öldü.
Ebrehe ölünce yerine oğlu Yeksılm hükümdar oldu. Babası Ebrehe bu oğluna izafetle Ebu Yeksum künyesini almıştı. Yeksum hükümdar olunca, Himyerliler ile Yemenliler ona boyun eğdiler. Bu arada Habeşliler, onların erkeklerini öldürüp kadınlarını kendilerine nikahladılar ve oğlan çocuklarını da Araplarla kendi aralarında tercüman olarak kullandılar. Allah, Habeşlileri helak ettikten ve Ebrehe ile birlikte diğer kurtulanlar geri döndükten sonra, ertesi gün Abdülmuttalib ile Ebu Mesud es-Sakafi Habeşlilerin ne yaptıklarına bakmak üzere Mekkeye indiler; fakat hiç bir ses işitmediler ve karargahlarına geldiklerinde Habeşlilerin ölmüş olduklarını gördüler. Bunun üzerine Abdülmuttalib iki çukur kazdırdı, bu çukurlara Ebu Mesud ile kendisi için bir hayli altın ve mücevher doldurdu, sonra diğer insanları çağırdı, onlar da bu çağrı üzerine geldiler ve artan altın ve mücevherleri aldılar. İşte Abdülmuttalib çukura doldurduğu bu mallar sayesinde ölünceye kadar bolluk ve zenginlik içerisinde yaşadı. Allah, gönderdiği bir sel ile Habeşlileri denize sürükleyip döktü.
Habeşlileri Kabeden uzaklaştırıp başlarına bu felaketi musallat edince, Arapların katında Kureyşlilerin itibarı arttı. Bu yüzden Araplar Kureyşliler için: “Onlar Ehlullahtır (Allahın yakınlarıdır), bu yüzden Allah Habeşlileri helak edip onların başından uzaklaştırdı.” dediler. Sonra Yeksum öldü, yerine kardeşi Mesruk hükümdar oldu.