Daha önce anlattığımız üzere, Haris bin Amr bin Hucr el-Kindi Arapların başına geçip Numan bin İmruül-Kaysı öldürünce, Kubad ona bir elçi gönderip önceki hükümdar ile aralarında bir anlaşma bulunduğunu ve kendisiyle görüşmek istediğini bildirdi. Kubad bir zındık olmasına rağmen iyilikten yana olan, kan dökülmesinden hoşlanmayan ve düşmanlarını idare etmesini bilen bir kişi idi. Nihayet bir gün Haris bin Amr Kubadın yanına geldi ve hiçbir Arabın Fıratı geçmemesi hususunda anlaşmaya vardılar, fakat Haris bin Amr el-Kindi hırsa kapılıp, adamlarına Fıratı geçip Sevad bölgesine akın ve baskınlar yapmalarını emretti. Durumu öğrenen Kubad bu hadisenin Haris bin Amrın elinin altından çıktığını anladı ve onu huzuruna çağırıp: “Bir kısım hırsız Araplar şöyle şöyle yapmışlar.” dedi, bunun üzerine Haris bin Amr Kubada: “Böyle bir şeyin vuku bulduğunu bilmiyorum, Arapları ancak maddi imkan ve askerlerle durdurabilirim.” dedi ve ondan Sevad bölgesinden bazı yerler istedi. Kubad bu isteğini kabul etti ve ona Fıratın alt kısmından altı bölge (kaza) tahsis etti. Bunun üzerine Haris bin Amr Yemende bulunan Tubbana haber göndererek onu Acem (İran) memleketleri üzerine yürümeğe teşvik ve tahrik etti. Bu durum karşısında Tubba hemen harekete geçerek Hireye geldi ve yeğeni Şemir Zül-Cenanı Kubadın üzerine gönderdi. Nihayet Kubad ile savaşa tutuşan Şemir onu yendi ve Rey şehrine çekilmeğe mecbur etti, sonra da burada yakalayıp öldürdü. Bundan sonra Tubba Şemiri Horasana, kendi oğlu Hassanı da Suğda gönderdi ve onlara: “Hanginiz Çine önce girerse, oraya hakim olacaktır.” dedi. Hassan ve Şemirden her biri büyük bir orduya sahipti; hatta söylendiğine göre sahip oldukları bu orduların sayısı altı yüz kırk bin kişiden ibaretti. Ayrıca Tubba diğer yeğeni Yafuru da Bizans üzerine gönderdi. Yafur, Kostantiniyyeye (İstanbula) geldiği zaman Bizans halkı onun itaatine girip vergi verdi. Yafur sonra buradan Roma üzerine yürüdü ve burasını muhasara etti. Fakat beraberindeki askerlerin arasında veba hastalığının yayılması üzerine Rumlar saldırıya geçtiler ve hepsini kılıçtan geçirip öldürdüler, öyle ki içlerinden kurtulan olmadı.
Sonra Şemir Zül-Cenan Semerkant üzerine yürüyüp burasını muhasara etti, fakat ele geçiremedi. Şemir, Semerkant hükümdarının ahmak birisi olduğunu ve işleri kızının idare ettiğini duyunca bu kıza hediyeler gönderdi ve ona: “Ben seninle evlenmek için geldim, yanımda ise dört bin sandık dolusu altın ve gümüş var. Bunları sana vereceğim ve ben kendim Çine geçeceğim. Eğer bu toprakları ele geçirirsem hanımım olursun, şayet ölürsem bunlar senin olur.” diyerek haber gönderdi. Şemirin bu sözleri kıza iletilince: “Teklifini kabul ediyorum, altın ve gümüş sandıklarını göndersin.” dedi. Bunun üzerine Şemir her sandığa ikişer kişi yerleştirerek dört bin sandık gönderdi. Semerkant şehrinin dört kapısı vardı ve her kapıyı ikişer bin kişilik muhafız korurdu. Şemir, sandıktaki kişilerin dışarı çıkma zamanını belirlemek için parola olarak zil çalınmasını kararlaştırdı. Nihayet sandık içerisindeki kişiler şehre sokulunca, Şemir yüksek sesle bağırdı ve zil çalındı. Bunun üzerine adamlar hemen sandıklarından çıkıp şehrin kapılarını tuttular. Bundan sonra Şemir askerinin başında olduğu halde şehre girdi ve ahalisini öldürüp, şehirde ne varsa hepsini alıp götürdü. Böylece Semerkant işini tamamladıktan sonra Şemir Çin üzerine yürüdü; Türkleri hezimete uğratarak ülkelerine girdi. Şemir Çin ülkesine gelip Hassan bin Tubba ile karşılaştığı zaman, Hassan ondan üç yıl önce Çine gelmiş bulunuyordu.
Nihayet Hassan ve Şemir ölünceye kadar her ikisi de Çin ülkesinde kaldılar. Bir rivayete göre onların buradaki ikamet müddetleri yirmi bir yıldır. Diğer bir rivayete göre ise, onlar almış oldukları ganimetIer, esirler ve mücevherler ile birlikte gelmiş oldukları yoldan geri dönerek Tubbaın yanına geldiler, sonra hepsi birlikte tekrar ülkelerine geri döndüler. Tubba ise Yemende öldü ve ondan sonra bir daha Yemen hükümdarlarından diğer kavimlerle savaşmak üzere memleketinden çıkan olmadı.
Tubbaın hükümdarlığı yüz yirmi bir yıl sürdü. Bir rivayete göre Yahudiliğe girmiştir. İbn İshak şöyle diyor: “Doğu seferine çıkan Tubba son Tubba olup adı Tübban Esad Ebu Kerib idi. Bu Tubba, birçok memleketi ele geçirdikten sonra doğu seferinden dönerken yolunu Medineye uğratmıştı. Bu ilk geçişi esnasında ahaliye dokunmayıp oğlunu onların yanında bırakmıştı, fakat oğlunun bir tuzak neticesinde öldürülmesi üzerine şehri tahrip edip halkının kökünü kazımak ve yok etmek maksadıyla tekrar Medineye hareket etti, Tubbaın üzerlerine gelmekte olduğunu duyan Medinenin yerlileri Ensar, Neccaroğullarının Amr bin Mebzuoğulları kolundan olan Amr bin et-Tallenin komutası altında toplandılar ve Tubba ile savaşmak üzere üzerine yürüdüler. Gündüzleri Tubba ile savaşıyor, geceleri ise onu takip ediyorlardı. Bu sırada Tubbaın yanına Kurayzaoğullarından iki Yahudi alimi geldi ve ona: Senin yapmak istediklerini duyduk. Medineyi yıkmak, ahalilisini yok etmek hususunda ısrar etsen bile bunu yapamayacaksın. Aynı zamanda senin başına pek yakında bir felaketin gelip gelmeyeceğinden emin değiliz. dediler. Bunun üzerine Tubba: Bunun böyle olmasının sebebi nedir? diye sordu. Onlar: Medine şehri Kureyşten gelecek olan bir peygamberin hicret yurdu olacaktır. diye cevap verdiler. Tubba, onların bu sözleri üzerine Medineyi yıkmaktan ve halkını öldürmekten vazgeçti, hatta onların bu sözlerini beğenip dinlerine girdi. Bu iki Yahudi alimden birinin adı Kaab, diğerinin ki ise Esed idi. Tubba ve kavmi ise putperest idiler. Bundan sonra Tubba yolu üzerinde bulunan Mekkeye geldi ve Kabeye çubuklu alaca kumaştan bir örtü giydirdi. Rivayete göre Kabeye ilk örtü giydiren kişi Tubba idi. Ayrıca Kabeye bir kapı ve bir anahtar yaptırdIktan sonra Mekkeden ayrıldı, Yemene hareket etti. Nihayet Yemene gelen Tubba kavmini Yahudiliğe davet etti; fakat kavmi buna yanaşmadı ve onu ateşin hakemliğine davet etti. Yemenlilerin iddialarına göre, bir ateşleri vardı ve ihtilaflı konuların çözümünde bu ateşe başvururlardı. Bu ateş haksızı yakar, haklıya zarar vermezdi. Tubba kavminin bu teklifine: Adaletli ve insaflı hareket ettiniz. diye cevap verdi. Nihayet Tubbaın kavmi putlarıyla, beraberinde Yemene getirdiği iki Yahudi alimi de boyunlarında asılı olan Tevrat kitaplarıyla birlikte gelip ateşin çıkacağı yere oturdular. Ateş çıkınca onları kuşatıp sardı, putlarını, putlarla birlikte getirmiş oldukları şeyleri ve putları taşıyan Himyerli adamları yakıp yok etti. Öteki iki Yahudi alimi ise, Tevrat kitapları boyunlarında asılı olduğu halde hiçbir zarar görmeden, sadece alınları terleyerek ateşten çıktılar. Bunun üzerine Himyerli Tubba ın kabul ettiği Yahudilik dinine girdiler.
Bundan önce, bir kahin olan Şafi bin Küleyb es-Sadefi Tubbaın yanına gelip bir müddet kalmıştı. Bir gün Tubba ona: Sen benim mülk ve saltanatıma denk başka bir milletin mülk ve saltanatını biliyor musun? diye sordu. Şafi bin Küleyb: Hayır, Gassan hükümdarının mülk ve saltanatından başka yoktur. diye cevap verdi. Bu defa Tubba: Gassanın mülk ve saltanatını aşan daha üstün bir mülk ve saltanat var mıdır? diye sordu. Şafi bin Küleyb: Evet vardır. Bu mülk ve saltanatın sahibi olan zat, hayır ve iyilikleri olan, iyilikleri kabul edilen, nitelikleri Zeburda tavsif olunan, ümmeti bütün semavi kitaplarda üstün görülen ve karanlıkları nurla gideren peygamber Ahmeddir. O, Lueyy ve Kusayy oğullarındandır. Geldiği zaman ne mutlu Onun ümmetine! diye cevap verdi. Bunun üzerine Tubba Zebura baktığı zaman Muhammedin anlatıldığını gördü.”
“Bu Tubba, yani Tübban Esad Ebü Kerib bin Melikeykeribden sonra Rabia bin Nasr el-Lahmi hükümdar oldu. Rabia bin Nasr öldükten sonra Yemen ülkesinin hakimiyeti tekrar Hassan bin Tübban Esadın eline geçti.”
“Rabia bin Nasr hükümdar olduğu zaman korkulu bir rüya gördü. Bunun üzerine ne kadar sihirbaz, kahin ve falcı varsa hepsini huzuruna getirtti ve onlardan görmüş olduğu korkulu rüyanın tabir edilmesini istedi, onlar da Rabiadan görmüş olduğu rüyayı anlatmasını istediler. Rabia: Eğer gördüğüm rüyayı size anlatırsam, yapacağınız tabir beni tatmin etmez. dedi. Rabianın bu sözü üzerine içlerinden birisi: Eğer hükümdar rüyasının tabirinden mutmain olmak istiyorsa, Satih ve Şıkka haber salsın, zira onun rüyasını ancak onlar tabir edebilirler. dedi. Satihın asıl adı Rabi bin Rabia idi. Aynı zamanda Zib bin Adiyye nisbeten ona ez-Zibi de deniyordu. Şıkkın neseb şeceresi ise, Şıkk bin Musab bin Yeşkur bin Enmar idi.”
“Rabia onlara haber gönderdi ve Şıkktan önce Satih geldi. Satih hükümdar Rabianın huzuruna girince önce ona rüyasını ve rüyasının tabirini sordu. Bunun üzerine Satih: Sen bir kafatası gördün, bu kafatası karanlık bir yerden çıkıp hayvanların otladığı bir yere düştü ve kafatası olan hayvanları yiyip bitirdi. dedi. Hükümdar Rabia: Söylediklerin tamamen doğrudur, hiç hata yapmadın. Acaba bu rüyanın yorumu nedir? diye sordu. Satih: İki kara taşlık arasında yaşayan kuş ve böcekler adına yemin ederim ki, Habeşliler topraklarınızı istila edecek ve Ebyen ile Cureş arasındaki yerleri ellerine geçireceklerdir. diye cevap verdi. Bunun üzerine hükümdar Rabia: Ey Satih! Baban hakkı için söylüyorum, bu, asap bozucu ve üzücü bir şeydir. Acaba bu söylediklerin benim zamanımda mı, yoksa benden sonra mı olacak? diye sordu. Satih: Bu senin zamanında değil, senden altmış veya yetmiş yıl sonra vuku bulacaktır. diye cevap verdi. Bu defa Rabia: Onların bu hakimiyeti devam edecek mi, yoksa kesintiye uğrayıp sona mı erecek? diye sordu. Satih: Yetmiş küsur yıl sonra hakimiyetleri son bulacak, sonra toplu halde burada öldürülecekler, sağ kalanlar ise burasını terk edip kaçacaklar dedi. Hükümdar Rabia: Onların öldürülüp memleketten çıkarılması kimin tarafından olacaktır? diye sordu. Satih: Aden tarafından çıkacak olan İrem Zu Yezen bunu üstlenecek ve Yemenden onları sürüp çıkaracaktır dedi. Hükümdar Rabia: Bu zatın hükümranlık ve saltanatı devam edecek mi yoksa kesintiye uğrayıp son bulacak mı? diye sordu. Satih: Kendisine gökten vahiy inen ve Galib bin Fihr bin Malik bin Nadrın soyundan gelen pak ve akıllı bir peygamber onun saltanat ve hükümranlığına son verecek ve uzun müddet hükümranlık ve saltanat onun kavmi (ümmeti)nde kalacaktır. diye cevap verdi. Bu defa Rabia: Acaba bu uzun müddetin bir sonu var mıdır? diye sordu. Satih: Evet vardır. Bu müddetin sonu, geçmiş ve geleceklerin toplandığı, iyilerin bahtiyar olup kötülerin bedbaht olduğu kıyamet günüdÜL diye karşılık verdi. Son olarak Rabia: Ey Satih! Bu söylediklerin doğru mu? diye sordu. Satih: Evet doğrudur. Tan yerinin aydınlığına, gecenin karanlığına ve tam aydınlanan sabah vaktine yemin ederim ki, sana haber verdiğim şeyler elbette doğrudur diye cevap verdi.”
“Bundan sonra Rabianın huzuruna Şıkk geldi ve ona: Ben korkulu bir rüya gördüm, bu rüyayı ve yorumunu bana söyle. dedi. Rabia, her iki kahinin söylediklerinin birbirine uyup uymadığını kontrol etmek için Satihın söylediklerini ona açmadı. Bunun üzerine Şıkk: Evet, sen bir kafatası gördün, bu kafatası karanlık bir yerden çıkıp yüksek bir tepe ile bir çimenlik arasına düştü ve bütün canlıları yiyip bitirdi. dedi. Hükümdar Rabia Şıkkın bu sözlerini duyunca: Yanılmadın, doğru söyledin, fakat bu rüyanın yorumu nedir? diye sordu. Şıkk: İki kara taşlık arasında yaşayan insanlar adına and içerek derim ki, ülkenize Sudanlar (siyahiler) gelecek ve Ebyen ile Necran arasındaki yerleri ellerine geçirip hakim olacaklardır. diye cevap verdi. Hükümdar Rabia: Ey Şıkk! Baban hakkı için söylüyorum, bu, insanı öfkelendirecek acıklı bir hadisedir. Acaba bu ne zaman olacaktır? diye sordu. Şıkk: Senin hakimiyetinden biraz sonra vukua gelecektir. Sonra Zu Yezen hanedanından mazisi temiz, şan ve şeref sahibi bir genç çıkıp onlara zilletin acısını tattıracak ve sizi onların elinden kurtaracaktır diye karşılık verdi. Rabia: Acaba onun hükümranlığı devam edecek mi, yoksa son bulacak mı? diye sordu. Şıkk: Onların hükümranlığı bir peygamber ile son bulacak, bu peygamber din ve fazilet sahibi insanlar arasına hak ve adaleti getirecek, hükümranlık ise fasıl gününe kadar onun ümmetinin elinde bulunacaktır. diye cevap verdi. Bunun üzerine hükümdar Rabia: Fasıl günü ne demektir? diye sordu. Şıkk: İdare ve yetki sahiplerinin hesaba çekilip cezalandırılacakları, gökten ölü ve dirilerin duyabilecekleri bir nidanın geleceği ve bütün insanların tayin edilen bir vakitte hesap vermeleri için toplandıkları bir gündür. diye cevap verdi.”
“Rabia böylece kahinlere soracaklarını sorup cevaplarını aldıktan sonra, gerekli ihtiyaçlarını hazırlayıp oğullarını ve diğer aile fertlerini Iraka gönderdi. Hire hükümdarı olan Numan bin Münzir, Rabia bin Nasrın Iraka gönderdiği oğullarının devam eden neslinin bir kalıntısı olup asıl nesep şeceresi Numan bin Münzir bin Numan bin Münzir bin Amr bin İmruül-Kays bin Amr bin Adiyy bin Rabia bin Nasrdır.”
“Rabia bin Nasrın ölmesi üzerine, Hassan bin Tübban bin Ebu Kerib bin Melikeykerib bin Zeyd bin Amr Zül-ezarın Yemen hükümdarlığına geçmesi ve onun Yemen halkını yanına alarak kendinden önceki yemen tübbalarının yaptıkları gibi Arap ve Acem topraklarını çiğnemek maksadıyla harekete geçip yola çıkması, Habeşlileri harekete geçirdi ve hükümdarlığın Himyerilerin elinden çıkmasına sebep oldu. Nihayet Hassan bin Tübban Iraka gelince Yemenli Arap kabileleri onunla beraber bu sefere katlanmak istemeyerek kendi memleketlerine geri dönme arzusuna kapıldılar, bu arada kardeşi Amr ile Hassanı öldürmesi ve yerine kendisini geçirmeleri, sonra Yemene birlikte dönmeleri konusunda konuştular. Amr, onların bu tekliflerini kabul etti; ancak Zü Ruayn el-Hımyeri buna karşı çıktı ve Amra engelolmak için onu caydırmağa çalıştı, fakat Amr onun sözlerine kulak asmadı. Bunun üzerine Zü Ru ayn eline bir kağıt alarak şu mealdeki mısraları yazdı:
Acaba uykusuzluğumu uyku ile değiştiren birisi yok mu? Gecesini huzur içinde geçiren kişi bahtiyardır. Himyerliler, hükümdarlarına ihanet edip gaddarlıkta bulundular. Allah, Zü Ruaynin özrünü kabul eder.
“Zü Ruayn, bu mısraları üzerine yazmış olduğu kağıdı mühürleyip Amrın yanına geldi ve Ona: Al bu kağıdı bir yere koy. dedi. Amr, kağıdı aldı ve bir yere bıraktı. Bu arada Hassan kardeşi Amr ile Yemenli Arap kabilelerinin kendisini öldürmeyi kararlaştırdıklarını öğrenince şu mealdeki iki mısraı söyledi: Ey Amr! Beni öldürmek hususunda acele etme; çünkü sen etrafına adamlar toplamadan da hükümdarlığı alabilirsin.
“Fakat Amr kardeşi Hassanı öldürmek hususunda direndi ve Rahbetü Malik denilen yerde öldürdü. Bir rivayete göre buranın diğer adı Furdatu Num idi. Bundan sonra Amr Yemene döndü, fakat uykusuzluk hastalığına tutuldu. Durmadan uykusuzluğunun sebebini tabip, kahin ve fakılardan soruyor ve onlara şikayette bulunuyordu. Nihayet sorduğu kimselerden birisi ona: Bir kimse kardeşini veya akrabasını haksız yere öldürürse, mutlaka uykusuzluk hastalığına tutulur. dedi. Amr bu sözü işitince, kardeşi Hassanı öldürmeğe teşvik ve tahrik eden herkesi öldürdü. Öldürülme sırası Zü Ruayna gelip de onu öldürmek istediği zaman Zü Ruayn: Benim senin yanında beratım var. dedi. Amr: Ne gibi bir beratın var? diye sorunca, Zü Ruayn: Sana emanet olarak bıraktığım yazıyı çıkar. dedi. Amr, yazıyı çıkarıp baktığında Zü Ruayn tarafından yazılmış olan ve yukarıda bahsi geçen iki mısraı gördü ve onu öldürmekten vazgeçti; fakat çok geçmeden Amr öldü, onun ölümü ile de Himyeriler dağılıp parçalandılar. ”
Bana göre, Ebu Cafer et-Taberinin Kubadın Reyde öldürüldüğü ve onun öldürülmesinden sonra Tubbaın buraları ele geçirdiğine dair yapmış olduğu nakil doğru değildir ve fahiş derecede hatalıdır. Aslında onun bu naklinden bahse bile gerek yoktur. Eğer Taberinin Tarihindeki ana başlıkları, özelliklerini ihlal etmeden muhtevasını zikretmeyi kendimize şart koşmamış olsaydık, onun zikrettiği bu hususları buraya almamak daha uygun olacaktı. Bu nakildeki hata yönüne gelince: Taberi, Kubadin Reyde öldürüldüğünü zikretmektedir; halbuki Fars tarihçileriyle diğer tarihçiler arasında Kubadın belli bir tarihte kendi eceliyle öldüğü hususunda ihtilaf bulunmamaktadır. Yukarıda da zikrettiğimiz üzere, onun hükümdarlığı belli bir müddet devam etmiştir. Ayrıca bu rivayet hariç, Kubadın öldürüldüğüne dair hiç bir nakil de mevcut değildir. Diğer taraftan Kubad ölünce yerine oğlu Kisra Enuşirvan geçmiştir. Bunun böyle olduğu “Kıra nebki .. ” cünılesiyle başlayan kaside başlığından daha meşhurdur. Eğer Fars hükümdarlığı Kubadın ölümünden sonra Himyerilere geçmiş olsaydı, kendisinden sonra yerine oğlu Enuşirvan nasıl geçip hükümdar olabilir? Hatta Bizansı kendisine vergi getirmeğe zorlayacak ve diğer milletlerin hükümdarlarını itaati altına alacak kadar tahtını nasıl sağlamlaştırabilirdi?
Sonra Ebu Cafer et-Taberi, Tubbaın oğlu Hassanı Çine, Şemiri Semerkanta, oğlan kardeşinin oğlunu, yani yeğenini Bizansa gönderdiğini ve yeğeninin Kostantiniyyeyi ele geçirdikten sonra Romaya hareket edip burasını muhasara ettiğini zikrediyor . Yemen ve Hazaramevtin ne kadar nüfusu vardır ki, bu ikisinden ordular teşekkül etsin. Kaldı ki onların bir kısmı memleketIerini korumak için yerlerinde kalacaklar. Hal böyle iken Tubbaın bir orduyla çıkmasını, Hassanın diğer bir orduyla harekete geçip Çin gibi askeri kalabalık, savaşçıları çok olan ülkeye yürümesini, Tubbaın yeğeninin bir başka orduyla Kisra gibi birisiyle karşılaşıp hezimete uğrattıktan sonra ülkesini ele geçirmesini, yine aynı orduyla Semerkant gibi kalabalık nüfuslu ve büyük bir şehri kuşatmasını, yine başka bir orduyla Yafurun harekete geçip Bizans üzerine yürümesini ve Kostantiniyyeyi ele geçirmesini bir türlü anlayamıyorum. Halbuki Müslümanlar memleketlerinin çokluğuna, ülkelerinin genişliğine ve sayılarının nüfusça çokluğuna rağmen Kostantiniyyeyi ve civarındaki yerleri almak için çok çaba sarfettiler. Yemen ise asker ve nüfus bakımından en küçük bir ülkedir. Şu halde onların bu nakledilenleri yapmağa güçleri yetmez. Hele Tubba ile birlikte bulunan bir kısım askerle bu işleri yapmağa nasıl güç yeter? İşte bu tür nakiller kulakları tırmalar, akıl ve havsalalar bunları kabul etmez.
Diğer taraftan Ebu Cafer, Tubbaın Fars, Bizans, Çin ve diğer ülkeleri KuMdın öldürülmesinden sonra, yani oğlu Enuşirvanın hükümdarlığı döneminde ele geçirdiğini zikrediyor. Peygamberin, hükümdarlığı kırk yedi yıl devam eden hükümdar Enuşirvanın döneminde dünyaya geldiği hususunda ihtilaf yoktur. Yine Habeşlilerin Yemeni ele geçirmelerini müteakip Himyerllerin hükümranlığının sona erdiği konusunda da ihtilaf yoktur. Himyerllerin en son hükümdarı ise ZU Nuvastır ve onların hükümranlığı ZU Nuvas tan önce sarsılıp gevşediği ve nizamları bozulduğu için Habeşliler göz koyup ülkelerini ellerinden almışlardır. Himyerilerin Yemen hakimiyetleri ise Kubadın dönemine rastlamaktadır. O halde Habeşlilerin Yemen hakimiyetinin KuMdın döneminde olduğu kesin olarak bilinirken ve Habeşlilerin Yemeni ele geçirmezden önce, Yemen hükümdarı olan Tubbaın KuMdı öldürüp ülkesini ele geçirmesi nasıl mümkün olur? Bu, kabul edilemez ve vukuu da imkansızdır.
Habeşlilerin Yemen hakimiyeti yetmiş yıl sürmüştür. Bir rivayette daha fazla sürdüğü söylenir. Onların Yemen hakimiyetinin sona ermesi, Enuşirvanın hükümdarlığının sonlarına doğru olmuştur. Bu husustaki tarihi nakiller bilinmektedir ve Seyf Zü-Yezen hadisesi bu hususu apaçık ortaya koymaktadır. Habeşlilerden sonra Yemen, Müslümanlar tarafından fethedilip ele geçirilinceye kadar Farsların elinde kalmıştır. Bu durum karşısında Fars memleketlerini eline geçiren Tubbaın hükümdarlık müddeti, kendisinden sonra gelen Himyerli hükümdarların hükümranlık müddetleri ve yetmiş yıl süren Habeşlilerin Yemen hakimiyetleri kırk küsur yıl devam eden Enuşirvanın hükümdarlık müddetinin içerisine nasıl sığdırılabilir? Mesela, bu hakimiyet müddetleri arasında yetmiş yıl süren Habeş hakimiyetinin kırk küsur yıl devam eden Enuşirvanın hükümdarlık müddetinden önce sona ermesi çok garip ve hayreti mucip bir şeydir. Eğer Ebu Cafer et-Taberi bu hususu düşünseydi, böyle bir nakilde bulunmaktan elbette haya ederdi.
Bundan daha garibi de, Ebu Caferin adı geçen Tubbadan sonra yerine Rabia bin Nasr el-Lahminin hükümdar olduğunu söylemiş olmasıdır. Adı geçen Rabia ise Cezimenin kız kardeşinin yeğeni Amr bin Adiyyin atasıdır. Amr bin Adiyyin Müluküt-tavaif döneminde dayısı Cezimeden sonra Hire hükümdarlığına gelmesi, Erdeşir bin Babekin hükümdarlığından doksan beş yıl önce olmuştur. Erdeşir ile Kubad ın arasında ise yaklaşık yirmi hükümdar gelip geçmiştir. Bu durum karşısında Amrın atası olan Rabia Kubaddan bu kadar uzun zaman önce yaşamasına rağmen nasılolur da Kubaddan sonra hükümdar olur? Eğer Ebu Cafer et-Taberi bu hadiseyi: “Kubadın döneminde meydana gelen hadiseler” başlığı altında vermemiş olsaydı, bir tevil ihtimali olabilirdi. Hatta Ebu Cafer bununla da yetinmeyip Tubbaın seferini anlattıktan sonra “Kubadı öldürdü ve ülkesini ele geçirdi.” şeklinde bir de cümle eklemiştir.
İbn İshak ise, Tubbalardan doğu seferine çıkan kişinin son Tubba olduğunu söylüyor ve son Tubba sözüyle de doğuya sefer yapan ve buraları ele geçiren Tubbaların sonuncusunu kasdediyor; çünkü İbn İshak olsun, başkaları olsun, doğu seferine çıkan Tubbaın ölümünden sonra bir takım Tubbaların hükümdarlık yaptıklarını, sonra uzun süren bir karışıklık neticesinde Habeşlilerin göz koymasıyla ülkeleri olan Yemenin ellerinden çıktığını söylüyorlar. Ebü Caferin bu sözünün doğru olması için bu Tubbaın Kubadın döneminde yaşadığı kabul edilirse, şüphe yoktur ki Yemen ülkesi elinden alınan son Tubbaın Ümeyyeoğulları (Emeviler) zamanında yaşaması, Habeşlilerin Yemeni istila edip ele geçirmeleri, Abbasoğullarının (Abbasilerin) hilafete geçmelerinden bir müddet sonra olması ve İslamın başlangıcının ise onların hükümdarlıklarından üç yüz yıl sonra olması gerekir.
Sonra İbn İshak, Amr bin Talle el-Ensarinin Tubbaa karşı koyup üzerine yürüdüğünü söylüyor. Halbuki Amr bin Tallenin yaşlı bir zat olarak Peygambere yetiştiği ve Bedir savaşından dönerken vefat ettiği rivayet edilmektedir. İbn İshakın bu sözünün doğru olmadığının bir delili de şudur: Müslümanlar savaş maksadıyla Fars memleketleri üzerine yürümek istedikleri zaman, devamlı surette Farslar Müslüman Araplara savaşla ilgili mektuplaşma ve konuşmalarında: “Siz milletlerin en hakiri, en zelili ve sayıca en azısınız.” derlerdi ve Müslüman Araplar da onların bu sözlerini sineye çekip itiraf ederlerdi. Eğer Tubbaın hükümdarlığı yakın bir zamanda olsaydı, Araplar onların bu sözlerine karşı: “Biz daha dün sizin hükümdarınızı (yani Kubadı) öldürdük, ülkenizi elinizden aldık, namusunuzu çiğnedik ve mallarınıza el koyduk.” diyerek kendilerini savunurlardı. Arapların böyle söylemeyip, Farsların kendilerine söyledikleri sözleri ikrar edip itiraf etmeleri, bu Tubbaın çok uzun zaman önce yaşadığını veya böyle bir Tubbaın olmadığını gösterir. Kaldı ki Farslar ne geçmişte ve ne de yakın bir tarihte böyle bir şeyin vaki olduğunu kabul etmezler; çünkü onlar, Müluküt-tavaif (bölge hükümdarları) dönemi hariç, Keyumersten itibaren İslamın gelişine kadar mülk ve saltanatlarının kesintiye uğramadan devam ettiğini iddia ederler. Keyumers ise bazı Farslılara göre Ademin kendisidir. Bununla birlikte Müluküt-Tavaif döneminde ülkenin bir kısmında hakimiyetini sürdüren Fars hükümdarlarının saltanatları tamamen kesintiye uğramamıştır. Bu arada tarihçiler doğu seferine çıkan ve ülkeler fetheden Tubba hakkında pek çok ihtilaf etmişlerdir. Bir rivayette bu Tubbaın Şemir bin Guşş olduğu, diğer bir rivayette ise onun Tubba Esad olup Şemir Zül-Cenanı Semerkanta gönderdiği söylenir. Bu hususta neticesinde fayda hasıl olmayan bir takım ihtilaflar daha vardır. Hulasa, yapılan bu hataların açıklığa kavuşmasında bu kadarı kafidir.