Rivayet edildiğine göre Musanın şeceresi, Musa bin İmran bin Yasher (Yashur ) bin Kahes bin Lava bin Yakup bin İshak bin İbrahimdir. Yakup seksen dokuz yaşında iken oğlu Lava dünyaya gelmiş, Lava de kırk altı yaşında iken oğlu Kahes doğmuştur. Kahesten Yasher, Yasherden de altmış yaşında iken oğlu İmran doğmuş ve İmran yüz otuz yıl yaşamıştır. Musanın annesi Yuhabid, hanımı ise Şuaybin kızı Saruradır. Musanın zamanında Mısır firavunluğunda ikinci Yusuf (yani Yusuf)un dönemindeki Firavun Kabus bin Musab bin Muvaiye bulunuyordu. Bu Firavunun hanımı ise birinci Yusufun zamanında bulunan Firavun Reyyan bin el-Velidin torunlarından Müzamm bin Ubeydin kızı Asiye idi. Bir rivayette ise Asiyenin İsrailoğullarından olduğu söylenir. Musaya nida (vahiy ) geldiği zaman Mısır Firavunu Kabus bin Musabın öldüğü bildirildi ve bu Firavunun yerine kardeşi Velid bin Musab geçti. Uzun ömürlü olan Velid kardeşi Kaabustan daha kibirli ve daha facir bir kimse idi. Allah tarafından Musa ile kardeşi Harun peygamber olarak gönderildiler ve firavuna gidip onu hak yola davet etmek için Allahtan emir aldılar. Rivayet edildiğine göre, firavun Velid bin Musab kardeşi Kaabıls öldükten sonra onun hanımı Asiye ile evlenmiştir. Bundan sonra Musa ile kardeşi Harun peygamber olarak firavunun huzuruna hareket ettiler. Musanın dünyaya gelişi ile İsrailoğullarını Mısırdan çıkarıp götürmesi arasından seksen yıllık bir zaman geçmişti. Musa İsrailoğullarını Mısırdan çıkarıp denizden geçirdikten sonra Tih çölüne gitti ve burada onlar, Yuşa bin Nun ile birlikte kırk yıl kaldılar. Musa doğumundan Tih çölünde vefat etmesine kadar yüz yirmi yıl ömür sürmüştür.
İbn Abbas ve diğer alimler, rivayetleri birbirlerine karışmış olmakla birlikte bu hususta şunları söylüyorlar: Allah Yusufun ruhunu kabzedip onun zamanındaki firavunu helak ettikten sonra firavunlar Mısır ülkesinin saltanatını veraset yoluyla devam ettirdiler. Bu arada Allahın iradesiyle İsrailOğulları orada yayıldılar. Bu müddet içerisinde İsrailoğulları firavunların idaresinde yaşamağa devam ettiler ve Musanın zamanındaki firavun (Velid bin Musab) başa geçinceye kadar İbrahim, İshak, Yakup ve Yusufun tebliğ ettikleri İslam şeriatının kalıntıları (yaşayan hükümleri) ile amel etmelerini sürdürdüler. Musanın zamanındaki Mısır firavunu, diğer firavunların arasında Allaha karşı en çok büyüklük taslayam, Ona karşı en ağır söz söyleyeni ve ömürce en uzun olanı idi. Rivayete göre, bu firavun Velid bin Musab idi. O, İsrailoğullarına kötü muamele ediyor, eziyet çektiriyor, onları köle olarak kullanıyor ve çektirmedik işkence bırakmıyordu.
Allah İsrailoğullarını kurtarmak istediği zaman Musa yetişip yaşça kemale erdi ve Allah tarafından kendisine peygamberlik verildi. Musa doğmazdan önce firavun bir rüya görmüş, rüyasında Beytül-Makdis tarafından çıkan bir ateş Mısır ülkesinin evlerine kadar gelip Kıptileri yakmış ve Mısırdaki bütün evleri tahrip etmiş, İsrailoğullarına ise hiç dokunmamıştı. Bunun üzerine Firavun sihirbazları, kahinleri ve falcıları toplayarak onlardan rüyasının yorulmasını istedi. Onlar bu rüyayı: “İsrailoğullarının neşet edip geldikleri Beytül-Makdisten bir adam çıkacak ve Mısırın helak olmasına sebep olacak.” diye yordular. Bunun üzerine firavun, İsrailoğullarından doğacak her erkek çocuğun boğazlanıp öldürülmesini, kız çocuklarının ise öldürülmemelerini emretti. Rivayet edildiğine göre, Musanın gelmesi yaklaştığı zaman Firavunun bilginleri ve müneccimleri ona gelerek: “Bizim bilgilerimize göre, İsrailoğullarının arasından doğacak olan erkek çocuğunun doğması çok yaklaşmıştır. Bu çocuk senin tahtını alacak, saltanatını eline geçirecek ve dinini değiştirecektir.” dediler. Bunun üzerine Firavun, İsrailoğullarından doğacak olan her erkek çocuğun öldürülmesini emretti.
Bir başka rivayette ise, Firavun ve kendine yakın olan üst seviyedeki adamları bir araya gelerek Allahın İbrahime, zürriyetinden peygamberler ve hükümdarlar çıkaracağına dair vermiş olduğu va dini görüşüp konuştular. Bu adamlardan bazıları ona şunları söylediler: “İsrailoğulları Allahın bu vaadini beklediler ve beklemiş oldukları kişinin Yusuf olduğunu zannettiler; fakat Yusuf vefat edince: Allahın İbrahime vadettiği bu değildir. dediler.” Bunun üzerine Firavun onlara: “Siz vaziyeti nasıl görüyorsunuz?” diye sordu. Onlar da, her tarafa adamlar gönderilerek İsrailoğullarından doğacak olan her çocuğun öldürülmesini kararlaştırıp tavsiyede bulundular. Bu durum karşısında Firavun Kıptilere: “Dışarıda çalışan kölelerinizi gözden geçirin ve onları içeriye, yanınıza alın, bundan böyle bu gibi (Pis) işleri İsrailoğullarına gördürün.” dedi. Bunun üzerine Kıptiler kölelerini yanlarına alıp, İsrailoğullarının kölelerinin yerinde çalıştırmağa başladılar. Bu husus bir ayette: Gerçekten firavun o yerde istibdada kalkıştı, oranın ahalisini sınıflara ayırdı. Onlardan bir zümreyi zaafa uğratıyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise diri bırakıyordu. Çünkü o fesat çıkaranlardandı. (Kasas 4) tarzında açıklanmaktadır. Böylece İsrailoğullarından doğan erkek çocuklar boğazlanıp öldürüldüler. Hatta Firavun, çocuklarını düşürmeleri için gebe kadınlara işkence yapılmasını emretmişti. Kadınlara uyguladığı işkence türü ise, kamışları yardırıp gebe kadınları bu keskin kamışların üzerinde yürütüyor, böylece kadınların ayaklarını kesip doğruyordu. Hatta çocuğunu düşüren kadının bu haldeyken yavrusunun üzerine basıp kendisini korumağa çalıştığı görülüyordu. Bu sırada Allah İsrailoğullarının yaşlıları arasında ölüm oranını artırmıştı. Kıptilerin ileri gelenleri Firavunun huzuruna gelerek: “İsrailoğullarının arasında ölüm çoğaldı, pek yakında bütün işler bizim kölelerimizin üstünde kalabilir. Çünkü onların erkek çocukları küçük iken boğazlanıp öldürüldüğü için büyümüyor, büyükleri ise ölümle yok olup tükeniyor. Onların erkek çocuklarının hayatını bağışlaman için bir ferman çıkarsan iyi olur.” dediler. Bunun üzerine Firavun, erkek çocukların bir yıl boğazlanıp öldürülmelerini, bir yıl sağ bırakılmalarını emretti. Çocukların sağ bırakılmaları emredilen yılda Harun, öldürülmeleri emredilen müteakip yılda ise Musa dünyaya geldi. Musanın annesi doğum zamanı yaklaşınca çocuğunun başına gelecekleri düşünerek üzülmeğe başladı. Bu sırada Allah ona: Oğlun Musayı emzir, ona karşı bir tehlike gelirse, onu denize (Nile) bırak, (boğulacağından) korkma, (ayrılığından) dolayı da kederlenme; çünkü biz onu yine sana döndüreceğiz, hem de onu peygamberlerden biri yapacağız. (Kasas 7) diye vahyetti.
Nihayet Musayı annesi doğurup onu emzirmeğe başladı, sonra bir marangoz çağırarak ona kilidi içerden olan bir tabut (sanduka) yaptırdı ve Musayı tabutun içine koyup Kızıldenize (Nile) bıraktı. Tabut Musanın annesinden uzaklaşmağa başlayınca İblis ona gelip vesvese verdi ve Musanın annesi kendi kendine: “Ben kendime ne yaptım! Eğer çocuğum yanımda boğazlanmış olsaydı, hiç olmazsa onu kendi elimle kefenler, defnederdim. Bu ise onu kendi elimle denizdeki balıklara ve hayvanlara yem olarak atmaktan daha sevimli olurdu.” diye söylenmeğe başladı. Annesi Musayı tabutla birlikte denize bıraktığı zaman: (Musanın) kız kardeşine: Onun izini takib et. dedi. O da berikilerin (kendisinin onun kız kardeşi olduğunun farkına varmadan) onu uzaktan gözetledi. (Kasas 11). Musanın kız kardeşinin adı ise Meryem idi. Tabutu sürükleyip götüren dalgalar, bazen onu yukarıya kaldırıyor, bazen de aşağıya indiriyordu. Nihayet dalgalar, tabutu Firavunun konağının önündeki ağaçların arasına getirip soktu. Bu sırada Nilde yıkanmak üzere oraya gelmiş olan Firavunun eşi Asiyenin cariyeleri tabutu yakalayıp Asiyeye götürdüler. Onlar, tabutun içinde para ve kıymetli eşya bulunduğunu sanmışlardı. Tabut açılınca Asiyenin gözü çocuğa ilişti ve ona karşı içinde bir acıma ve sevgi hissi belirdi. Asiye çocuğu Firavunun yanına getirip durumu anlattıktan sonra ona: (Bu çocuk) benim için de, senin için de bir göz bebeğidir, sakın onu öldürmeyin. Olur ki bize faydası dokunur yahut onu bir evlat ediniriz. (Kasas 9) dedi. Bunun üzerine Firavun: “Senin için öyle olabilir, benim ona ihtiyacım yok.” dedi.
Peygamber bu hususla ilgili bir hadislerinde: Allaha yemin ederim ki, eğer Firavun karısı Asiyenin kabullendiği gibi bu çocuğu göz bebeği olarak kabullenseydi, Allah, Asiyeyi hidayette kıldığı gibi ona da hidayet nasip ederdi. buyurmuşlardır.
Aslında Firavun, Musayı boğazlayıp öldürmek istemişti; fakat Asiyenin devamlı ısrarı üzerine onun hayatını bağışladı. Hatta Firavun bu çocuk hakkında: “Ben, bu çocuğun İsrailoğullarından olmasından ve helakimizin bunun elinden çıkmasından korkuyorum.” demişti. Bu hususla ilgili bir ayette: Firavunun adamları onu yitik olarak aldılar. Çünkü o, (ilerde) kendileri için bir düşman ve tasa olacaktı .. (Kasas 8) buyrulur. Nihayet onlar, Musayı emzirmek için bir sütannesi aramağa başladılar; fakat Musa bu kadınlardan hiç birinin sütünü ağzına alıp emmedi. Bu konu ile ilgili bir ayette: Biz daha önce, ona sütannelerin (sütünü emmeği) haram etmiştik. Bunun üzerine (kardeşi Meryem) onlara: Sizin için onun bakımını üstIenecek, ona iyi davranıp bakacak bir aile göstereyim mi? dedi. (Kasas 12) buyrulur. Bunun üzerine onlar Musanın kız kardeşini yakalayıp ona: “Sen bu ailenin bu çocuğa karşı iyi davranacaklarını nereden öğrendin? Yoksa onlar bu çocuğu tanıyorlar mı?” diye sordular, hatta onlar bu hususta kuşkuya düştüler. Musanın kız kardeşi Meryem de onlara: “Bu ailenin bu çocuğa karşı iyi davranması, onun hayrını istemeleri, onların bu çocuğa karşı olan şefkatlerinden, hükümdar Firavunun hacetini yerine getirmek arzusundan ve ondan menfaat ummak kaygısından ileri gelmektedir.” diye cevap verdi. Bundan sonra Musanın kız kardeşi annesinin yanına gelerek durumu kendisine bildirdi. Bunun üzerine hemen Musanın annesi çocuğunun yanına geldi ve memesini ağzına verince sütünü emmeğe başladı. Bu sırada Musanın annesi az kalsın: “İşte bu benim oğlum.” diyecekti. Fakat Allah onu korudu ve böyle söylemesine fırsat vermedi.
Musanın bu adı alması, onun ağaçlık içinde ve suda bulunmasından ileri gelmişti. Çünkü Kıpti dilinde Mu su, sa ise ağaç demekti. Allah Musa ile annesinin birbirlerine kavuşması konusunda: İşte (böylece) onu annesine iade ettik, ta ki gözleri onunla aydınlansın ve kaygılanmasın .. (Kasas 13) buyurur.
Musa, annesinden üç gün ayrı kalmıştı. Bundan sonra annesi onu alıp evine götürdü ve Firavun onu kendisi için evlat edindi; hatta Musa Firavunun oğlu olarak çağrılırdı. Musa büyüyüp hareketlenince annesi Onu Asiyeye getirdi. Asiye ise Onunla oynuyor ve hoplatıyordu; bir ara Firavuna uzattı. Firavun Onu kucağına alınca sakalından tutup yoldu. Bunun üzerine Firavun: “Cellatları çağırın, hemen bunu boğazlasınlar! İşte bu, beklenilen o çocuktur.” dedi. Asiye Musa nın boğazlanmasını engellemek için kocası Firavuna: “Sakın onu öldürmeyin. Olur ki bize faydası dokunur yahut onu evlat ediniriz.” (Kasas 9). “Hem o küçük bir çocuktur, ne yaptığını bilmiyor, bunu da bilmeyerek yapmıştır. Hem sen, Mısırda süs eşyası bakımından benden daha çok ziynete sahip olan bir kadının bulunmadığını da bilirsin. Ben onun önüne yakuttan bir süs eşyası koyacağım, bir de ateş koru koyacağım. Eğer çocuk yakutu alırsa, bunu bilerek yapmış sayılır ve akıllı olduğu anlaşılır; bu takdirde onu boğazlatırsın. Eğer ateş korunu alırsa çocuk olduğu ve aklının ermediği anlaşılır.” dedi. Hemen Asiye çocuğun önüne bir yakut, bir de bir tas içerisinde ateş koru koydu. Bu sırada Cebrail gelip çocuğun elini ateş koruna uzatmasını sağladı, böylece Musa ateşi alıp ağzına götürdü ve dilini yaktı. Bu hususu dile getiren bir ayette: Dilimden de şu düğümü çöz ki, sözümü iyi anlasınlar. (Taha 27, 28) buyrulur. Böylece Musa elini ateşe uzatmakla ölümden kurtulmuş oldu.
Nihayet Musa bir hayli büyüdü, Firavunun bineklerine binmeğe ve giyindiklerinden giyinmeğe başladı. Bu arada O, Firavunun oğlu olarak biliniyor ve ona nispet edilerek çağrılıyordu. İsrailOğulları ise Onun sayesinde güçlenip kuvvet kazanmışlardı; hatta Musadan korktukları için İsrailoğullarına zulmeden hiçbir Kıpti kalmamıştı.
Bir gün Firavun, Musa yanında yokken bineğine binip saraydan uzaklaşmıştı. Musa saraya geldiği zaman kendisine Firavunun bineğine binip gittiğini söylediler. Bunun üzerine Musa da bir bineğe binip onun peşinden gitti; fakat Musa Menfe geldiğinde kaylule (öğle istirahatı) vakti olmuştu. Menf ise Yusufun şehri olan eski Mısırda bir büyük şehirdi. Bu gün ise burası büyük bir kasabadır. Nihayet Musa, çarşıların kapalı olduğu bir sırada öğle vaktine doğru: .. Ahalisinin gaflet üzere bulunduğu bir zamanda şehre girdi, (orada) birbiriyle kavga etmekte olan iki adam gördü. Şu kendi taraftarlarından (İsrailoğullarından -bir rivayette bu kişinin Samiri olduğu söylenir-), bu da düşmanlarından (Kıptilerden)dı. Derken taraftarlarından olan (adam) düşmanının aleyhinde ondan yardım istedi.. (Kasas 15). Musa ise, kendisinin İsrailoğullarını Kıptilerden koruyup kolladığını bilmesine rağmen bu Kıptinin İsrailli ile kavgaya tutuşmasına öfkelendi. Kıpti halkı ise Musanın İsrailoğullarından olduğunu bilmiyordu ve Onun İsrailoğullarına olan yakınlığının sütanneliği meselesinden kaynaklandığını sanıyorlardı. Neticede fena halde öfkelenen Musa: Ona (Kıptiye) bir yumruk vurup öldürdü, (sonra) o, bu şeytanın işlerindendir, o gerçekten şaşırtıcı, apaçık bir düşmandır. (Kasas 15) dedi. Ayrıca Musa: Ey Rabbim! Ben cidden kendime yazık ettim. Artık beni bağışla, dedi. Bunun üzerine Allah onu yarlıgayıp bağışladı. Çünkü O, yarlıgayıcı ve merhamet edicidir. (Kasas 16).
Bu sırada Allah Musaya vahiy yoluyla: İzzet ve celalime yemin ederim ki, eğer öldürdüğün kişi (Kıpti) bir saniye olsun benim yaratıcı ve rızk verici olduğumu ikrar edip inansaydı, mutlaka (katil suçundan dolayı) sana azabı tattırırdım. buyurdu. Bunun üzerine Musa: Ey Rabbim! Bana inam ve ihsan ettiğin (af ve yargılama gibi) şeyler hakkı için artık suçlulara asla arka çıkmayacağını. (Kasas 17) dedi. Bu arada Musa: (yakalanmak) korkusuyla şehirde (başına gelecek akıbeti) bekleyerek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden imdat isteyen (adam yine) ona feryat edip (ondan yardım) istiyor. Bunun üzerine Musa ona: Sen gerçekten apaşikar bir azgınsın. dedi. (Kasas 18). Sonra ona yardım etmek üzere ilerledi; fakat o, kavgaya tutuştuğu Kıptiyi yakalamak için Musanın kendisine doğru gelmekte olduğunu görünce, daha önce Musa kendisine ağır konuştuğu için kendisini öldüreceğinden korkarak Musaya: Sen, dün bir canı öldürdüğün gibi (şimdi de) beni mi öldürmek istiyorsun? Sen arabuluculardan olmayı arzu etmiyorsun da, bu yerde illa bir zorba olmak istiyorsun. (Kasas 19) dedi. Bunun üzerine Musa Kıptiyi bırakıverdi. Fakat Kıpti hemen harekete geçerek dünkü öldürülen adamın Musa tarafından öldürüldüğünü halka yayıp duyurdu. Bu durum karşısında Musanın aranmasını isteyen Firavun adamlarına: “Onu hemen yakalayın, zira o bizim adamımızdır.” dedi. Bu esnada bir adam gelerek Musaya: Şehrin önde gelen adamları seni öldürmek için (toplandılar) ve hakkında müzakere ediyorlar. Hemen (buradan) çık (git). (Kasas 20) dedi.
Rivayet edildiğine göre, Musaya haber getiren adam Harbil (Hızkil) idi ve Firavunun hanedanından mümin bir kişiydi. O, İbrahimin getirmiş olduğu dinin kalıntıları (yaşayan hükümleri) üzerine amel eden bir kimse idi ve Musaya da ilk defa o iman etmişti. Harbil, Musaya durumu bildirince hemen Musa korkarak ve etrafı gözetleyerek onların arasından ayrıldı. Bu arada: Ey Rabbim! Beni o zalimler güruhundan kurtar! (Kasas 21) diyerek Allaha yalvardı.
Musa onların arasından ayrıldıktan sonra ana yoldan değil, sarp ve dönemeçli bir yoldan şehri terk etmeğe başladığı sırada onun yanına at sırtında elinde süngü bulunan bir melek geldi. Musa onu görünce korkusundan yere kapandı. Bunun üzerine melek: “Önümde yere kapanma, beni takip et.” dedi. Ve Musayı Medyen tarafına yöneltti. Musa Medyen tarafına yöneldiğinde: Umarım Rabbim beni doğru yola iletir. (Kasas 22) dedi. Nihayet melek Musa ile birlikte Medyene kadar yolculuk etti. Bu yolculuk esnasında Musanın yiyecek bir şeyi olmadığı için, o ağaç yapraklarım yiyerek karmm doyurmağa çalışıyordu; hatta Musanın yürümek için takati kalmamıştı. Fakat buna rağmen güç bela Medyene geldi. Nihayet Musa: Medyen suyuna vardığında, üst tarafında hayvanlarını sulayan bir sürü insan buldu. Onların gerisinde (alt yanında) sürülerini alıkoyan iki kadın gördü .. (Kasas 23). Bu kadınlar Şuaybin kızlarıydı. Bir rivayette ise bu kadınlar, Şuaybin biraderinin oğlu, yani yeğeni Yesrunun kızlarıydı. Musa onları görünce: Bu haliniz nedir? dedi. Onlar: Çobanlar (hayvanlarım) sulayıp dönünceye kadar biz sulamıyoruz. Babamız ise yaşlı bir adamdır. dediler. (Kasas 23).
Musa onlara acıdı ve gelerek kuyunun üzerindeki büyük taşı kaldırdı. Halbuki bu taşı Medyenlilerden bir grup kimse bir araya geldiği zaman ancak kaldırabiliyordu. İşte böylece Musa kadınların koyunlarını suladı, onlar da hemen süratle geri döndüler. Halbuki daha önce bu kadınlar koyunlarına havuzda artan suyu içiriyorlardı. Bu sırada Musa serinlemek için bir ağacın gölgesine çekildi ve: Ey Rabbim! Ben, gerçekten bana indirdiğin hayırdan ötürü böyle yoksulum. (Kasas 24) dedi.
İbn Abbas bu ayetin izahında: “Musa bu sözü söylediği vakit, herhangi bir insan onu görmüş olsaydı, şiddetli açlıktan (yediği yeşil yapraklar yüzünden) onun barsaklarının yeşilliğini görürdü ve kendisi için Allahtan ancak bir lokma istemekle yetinirdi.” diyor. Şuaybin iki kızı hemen çabucak babalarının yanına döndüler, erken dönüşlerinin sebebini soran babalarına durumu olduğu gibi anlattılar. Bunun üzerine Şuayb kızlarından birisini Musayı çağırmak üzere gönderdi. Fakat onu çağırmak üzere giden kız utana utana yanına vardı ve Ona: Sürülerimizi sulamanıza karşılık ücretinizi vermek için sizi babam çağırıyor. (Kasas 25) dedi. Bunun üzerine Musa kız ile birlikte babası Şuaybin yanına gitmek üzere ayağa kalktı, kız önde, kendisi arkada yürümeğe başladı. Yolda giderlerken rüzgar kızın eteğini savurunca Musa mahrem yerini gördü. Bunun üzerine Musa ona: “Siz arkamdan yürüyün, bana gideceğim yolu gösterin. Zira biz kadınların bacaklarına bakmayan bir aileye mensubuz.” dedi.
Nihayet Musa Şuaybin yanına gelip: Ona kıssayı (başından geçenleri) anlatınca, O: Artık korkma, o zalimler güruhundan kurtuldun. dedi. (Kasas 25). Bu arada Musayı babasına getiren kız ise: Babacığım! Onu ücretle (çoban) tut. Çünkü ücretle kullandıklarının en hayırlısı şüphesiz ki, bu kuvvetli ve emin (kişidir). (Kasas 26) dedi. Bunun üzerine babası bu kızına: “Onun kuvvetli olduğunu gördün, fakat emin bir kişi olduğunu nerden biliyorsun?” dedi. Kız babasına:
“Ben onunla birlikte yolda gelirken rüzgarın eteğimi açması üzerine, bana arkasından yürümemi söyledi. İşte buradan onun emin bir insan olduğunu anlıyorum.” diye cevap verdi. İşte bunun üzerine Şuayb Musaya Ben iki kızımdan birini -bana sekiz yıl ırgatlık yapmak üzere- sana nikahlamağı arzu ediyorum. Eğer (hizmetini) on (yıl)a tamamlarsan o da kendinden (olur). (Bununla beraber) sana zorluk çektirmek istemem. İnşallah beni salihlerden bulacaksın. (Kasas 27) dedi. Musa ise ona: Bu, seninle benim aramdadır. Bu iki müddetten hangisini doldurursam demek ki bana karşı bir husumet olmayacaktır. Allah da bu dediğimiz sözün üstünde bir şahiddiro (Kasas 28) dedi.
Musa gününü Şuaybin yanında geçirdi; akşam olunca da Şuayb Ona akşam yemeği hazırlatıp getirdi, fakat Musa yemedi. Şuayb, kendisine niçin yemediğini sorunca: “Biz öyle bir aileye mensubuz ki, azıcık bir ahiret ameli karşısında bütün dünyayı verseler almayız.” diye cevap verdi. Şuayb: “Biz bu yemeği sana bunun için getirmedik, misafire yemek yedirmek benim ve atalarımın bir adetidir.” dedi. Bunun üzerine Musa getirilen yemeği yedi. Musanın bu şekilde davranması, Şuaybin Ona karşı rağbetini iyice artırdı ve Musayı yanına getiren Safura adındaki kızı ile evlendirdi. Bu arada Şuayb kızına, bir asa getirip Musaya vermesini emretti. Kızı bir asa getirdi. Bu asa Şuaybe, insan suretine girmiş bir melek tarafından getirilip emanet bırakılmıştı. Şuaybin kızı bu asayı getirip Musaya verince, babası kızından bunu yerine koyup, bir başkasını getirmesini istedi. Bunun üzerine kızı asayı yerine bıraktı ve bir başkasını almak istedi; fakat eli bir türlü başkasına varmıyordu. Hatta babası Şu ayb kızını defalarca geri çevirdi, fakat geri geldiğinde elinde aynı asa ile dönmüş oluyordu.
Nihayet Musa koyunları otlatmak üzere asayı alıp çıktı; Şuayb pişmanlık duydu ve arkasından gidip emanet olan asayı onun elinden geri almak istedi. Musa Ona mani oldu ve vermedi. Bunun üzerine onlar, ilk rastlayacakları adamı hakem yapmak suretiyle meseleyi halletmeğe karar verdiler. Bu sırada onların yanına insan suretinde bir melek gelerek Musanın elinde bulunan asanın yere bırakılmasını istedi ve asayı yerden kim kaldırırsa asa onun olur, diye hükmetti. Neticede Musa asayı yere bıraktı; hanımının babası Şuaybin asayı yerden alıp kaldırmağa gücü yetmedi. Musa eliyle tuttuğu gibi asayı yerden alıp kaldırdı. Bunun üzerine Şuayb asayı ona bıraktı.
Bu asa, böğürtlen ağacından yapılmış, ucu kıvrık olan çatal bir değnekten ibaretti. Bir rivayette ise bu asa cennetteki Mersin ağacından yapılmıştı ve Adem cennetten çıkarıldığı zaman beraberinde getirmişti. Musanın bu asayı ele geçirmesi konusunda daha başka rivayetler de vardır.
Musa on yıl Şuaybin koyunlarını otlatıp Onun yanında kaldı. Bundan sonra ailesi ile birlikte soğuk bir kış gününde yola çıktı. Nihayet Allahın Musaya kerametini bahşedip peygamberliğini başlatacağı ve kendisiyle mükalemede bulunacağı gece, Musa yolunu şaşırdı ve nereye gideceğini bilemez hale geldi. Bu sırada hanımı Safura hamileydi; gök gürültülü, şimşekli ve yağmurlu bir kış gecesinde onu doğum sancıları yakalamıştı. Musa ise sabahleyin erkenden şaşırıp kaybettiği yolunu bulmak maksadıyla ailesinin ısınmasını sağlamak ve geceyi bulunduğu yerde geçirmek için çakmak taşını çıkarıp ateş yakmağa çalışıyordu. Hatta Musa yoruluncaya kadar çakmaktan ateş çıkarmağa çalıştı, fakat muvaffak olamadı. İşte bu sırada bir ateş parladı; Musa bunu görünce gerçekten ateş sandı, halbuki gördüğü ateş Allahın nurlarından bir nur idi. Bunun üzerine Musa: Ailesine: Siz (burada) eğlenin. Çünkü ben bir ateş gördüm; olur ki size ondan (yolumuz hakkında) bir haber getiririm. (Eğer haber bulamazsam) ısınmanız için bir ateş parçası getiririm. (Kasas 29; Neml 7) dedi.
Musa gördüğü ateşe doğru yöneldiğinde, onu gökten büyük bir böğürtlen, bir rivayete göre de unnab ağacına doğru uzanmış bir nur olarak gördü. Musa yeşil bir ağacın içerisinden dumansız bir şekilde alevlenen, gittikçe büyüyen ve ağacın yeşilliğini artıran bu büyük ateşi görünce şaşırıp kaldı ve korkuya kapıldı. Hatta ateşe yaklaştığı zaman ateş geri çekildi; Musa ise feryat ederek gerisin geri döndü. Bu sırada ağaçtan bir ses geldi; Musa bu sesi işitince bir yakınlık hissetti ve geri döndü. Musa: Ağacın yanına gelince, Ceyizli (ve mümtaz) bir yerdeki vadinin sağ kıyısından ve ağaçtan: Ateş (mahallinde) bulunan ve çevresinde olan kimselere muhakkak (feyiz) ve bereket verildi. Ey Musa! Ben alemlerin Rabbı olan Allahun denildi. (Kasas 30; Neml 8).
Musa bu sesi işitip, bu heybeti görünce, onun gerçekten Rabbi olan Allah olduğunu anladı; bu sebepten kalbi çarpmağa başladı, dili tutuldu, gücü tükendi, ruhu gelip giden bir ölü halini aldı. Bunun üzerine Allah ona bir melek göndererek kalbini takviye edip güçlendirdi.
Nihayet Musanın aklı başına gelince Ona: Şüphesiz ben senin Rabbinim. Haydi ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes bir vadi olan “Tuva”dasın. (Taha 12) diye seslenildi. Musaya, ayakkabılarını çıkarması için Allah tarafından emredilmesinin sebebi, onların ölmüş eşek derisinden yapılmış olmasıydı; başka bir rivayette ise onun ayaklarının mübarek yere değmesini temin etmekti.
Bundan sonra Allah Musanın kalbini teskin etmek için ona: Ey Musa! O sağ elindeki nedir? (Taha 17) diye sordu. O da: O, benim asamdır, ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkerim. Onu (su kabımı, azık torbamı taşımak gibi) başka işlerim için de kullanırım. (Taha 18) diye cevap verdi.
Aynı zamanda bu asa karanlık gecelerde ışık vererek Musanın yolunu aydınlatır, susuz kaldığı zaman onu kuyuya sarkıttığında, baş kısmında meydana gelen kovaya benzer bir kapla su çıkarır, canı meyve istediği zaman onu yere diker ve anında mevsimine has meyveleri taşıyan dallı budaklı bir ağaç olurdu.
Allah: Ey Musa! Asanı bırak. buyurdu. O da hemen asasını bıraktı. Fakat Musa asasını çevik hareket eden iri cüsseli bir yılan olarak görünce: .. arkasına dönüp kaçtı ve geri dönmedi. Bunun üzerine kendisine: Ey Musa! Korkma; çünkü ben varım, benim katımda peygamberler (hiçbir şeyden) korkmazlar. (Neml 10) buyurdu Ayrıca: Gel, korkma! Biz onu yine evvelki haline çevireceğiz. (Taha 21) dedi.
Allahın Musaya asasını bırakmasını emretmesi ise, Firavunun yanında onu bıraktığı zaman ejderhaya dönüştüğünde korkmamasını sağlamak ve buna alıştırmak gayesine matuftu.
Musa geri dönünce Allah: Asayı eline al, sakın korkma!
Elini de onun ağzına sok. buyurdu. Bu sırada Musanın üzerinde yünden yapılmış bir cübbe vardı, o korku içerisinde elini bu cübbenin yenine sokmuştu. Bunun üzerine Allah: Elini cübbenin yeninden çıkar. dedi, o da hemen elini yenden çıkardı ve çıplak elini yılanın ağzına soktu. Musa elini yılanın ağzına sokunca, yılan, daha önce Musanın hiçbir korku ve yadırgama hissetmeden elinde tuttuğu asa haline geliverdi.
Bundan sonra Allah: Elini koynuna sok da Firavuna ve kavmine (göstereceğin) dokuz mucize içinde o, (el), kusursuz, bembeyaz olarak çıkıversin. (Neml 12) buyurdu. Bunun üzerine Musa elini koynuna soktu. Koynundan elini çektiğinde hiçbir kusur (alacalık) olmaksızın kar gibi parlak bir şekilde çıkardı. Sonra tekrar elini koynuna soktuğunda, eli eski haline geldi. Bu sırada kendisine: …İşte bu iki (mucize), Firavuna ve cemaatine Rabbinden iki burhandır. çünkü onlar fasıklar güruhudur. (Kasas 32) buyruldu. Bunun üzerine Musa: Ey Rabbim! Gerçekten ben onlardan bir cana (kıydım), öldürdüm. Onun için beni öldüreceklerinden korkuyorum. Kardeşim Harun, o, lisan bakımından benden daha fasihtir. Onu da benimle beraber yardımcı (bir peygamber) olarak gönder ki, söylediklerimi doğrulamış olsun (yani sözlerimden onların anlamadıklarını o anlar, dolayısıyla söylediklerimi onlara açıklar). Çünkü ben, beni tekzip edeceklerinden endişe ediyorum. (Kasas 34) dedi. Bunun üzerine Allah da Ona: Biz, senin pazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz ve size öyle bir satvet (hüccet) vereceğiz ki, onlar size erişemeyecek. Ayetlerimizle (verdiğimiz mucizelerle) gidiniz; siz de, size tabi olanlar da galip geleceksiniz. (Kasas 35) buyurdu.
Bundan sonra Musa ailesinin yanına döndü ve onları alarak Mısıra doğru yola çıktı. Nihayet Musa gece vakti Mısıra geldi ve annesinin evine misafir oldu. Ne Musa misafir olduğu hane halkını tanıyordu, ne de onlar Musayı tanıyorlardı. Bir ara Harun gelip annesinden onun kim olduğunu sordu. O da, bir misafir olduğunu söyledi. Bunun üzerine Harun onu yemeğe çağırdı ve birlikte yemeklerini yediler. Bu sırada Harun: “Sen kimsin?” diye sordu. O da: “Ben Musayım” diye cevap verdi. Bunun üzerine ayağa kalkıp kucaklaştılar.
Rivayet edildiğine göre, Allah Musayı yedi gün serbest bıraktıktan sonra: Rabbinin söylediklerini yerine getir. buyurdu. Bunun üzerine O: Ey Rabbim! Göğsüme genişlik ver, işimi kolaylaştır, dilimden (şu) düğümü çöz ki, sözümü iyi anlasınlar. Bana kendi ailemden bir de vezir ver, yani biraderim HarUnu, ki, onunla arkamı güçlendir, onu işime ortak kıl. (Taha 25-32) diye duada bulundu. Musanın ailesi ise oldukları yerde kalmışlardı, Musanın ne yaptığından da habersizlerdi. Nihayet Medyen halkından bir çoban yanlarına gelip onları tanıdı ve onları alıp Medyene getirdi. Daha sonra Musanın denizi yarıp geçtiği haberi kendilerine ulaşıncaya kadar onun ailesi Şuaybın yanında kaldılar, ancak bu hadiseden sonra Musanın yanına geldiler.
Musa Mısıra gitmek üzere yola çıktığı sırada Allah Haruna vahyederek, Musanın Mısıra dönmekte olduğunu bildirdi ve onu karşılamasını emretti. Bu emir ve vahiy üzerine Harun Mısırın dışına çıkarak Musayı karşıladı. Musa kardeşi Haruna: “Ey Harun! Allah ikimizi de peygamber olarak Firavuna gönderdi, haydi benimle gel ona gideceğiz.” dedi. Bunun üzerine Harun: “Emrin başım üstüne, gidelim.” dedi. Musa kardeşi Harunun evine geldikten sonra Firavunun yanına gideceklerini açığa vurduğunda Harunun kızı bunu duydu ve hemen seslenip annelerine duyurdu. Bunun üzerine anneleri onlara: “Allah aşkına Firavunun yanına gitmeyin, yoksa ikinizi birden öldürür.” diye uyardı. Fakat onlar annelerinin sözünü kabul etmediler ve bir gece Firavunun kapısını çaldılar. Bunun üzerine Firavun kapıcısına: “Bu saatte kapımı çalan kim?” diye sordu. Kapıcı hemen onların yanına gelip görüştü. Musa kapıcıya: “Firavuna haber ver, biz alemlerin Rabbi olan Allahın iki elçisiyiz.” dedi. Bunun üzerine onlar Firavunun huzuruna kabul edildiler.
Rivayet edildiğine göre, Musa ile Harun Firavunun huzuruna girebilmek için tam iki yıl gidip gelmişlerdi; hatta hiçbir kimse onların durumlarını Firavuna bildirmeğe cesaret edememişti. Ancak sözleriyle Firavunu güldürüp eğlendiren bir maskara (soytarı) ona bu haberi götürüp iletmişti. İşte bu haber üzerine Firavun onların huzuruna girmesine müsaade etti. İçeriye girdikten sonra Musa Ona: “Ben alemlerin Rabbi olan Allahın bir elçisiyim.” dedi. Firavun ise Musayı tanıdı ve Ona: Biz seni yeni doğmuş (bir çocuk)ken içimizde büyütmedik mi? Sen ömründen bir hayli yıl bizim aramızda kalmadın mı? O yaptığın işi (öldürme işini) de sen işledin. Sen nankörlerdensin. (Şuara 18) dedi. Bunun üzerine Musa da Ona: Ben bu işi o vakit, bilmez durumda iken yaptım. Sizden korkunca da hemen içinizden (bırakıp) kaçtım. Nihayet Rabbim bana bir hüküm (peygamberlik) verdi ve beni peygamberlerden yaptı. (Şuara 20, 21) dedi. Firavun Ona: Eğer sen bir ayet (mucize) getirdiysen ve doğrulardan isen onu göster bakalım! (Araf 106) dedi. Bunun üzerine Musa: Asasını bırakıverdi. Bir de ne görsünler ki, o apaçık bir ejderha oluverdi. (Araf 107).
Bu ejderha ağzını açıp alt çenesini yere, üst çenesini ise Firavunun sarayının üzerine koydu ve kapmak üzere Firavunun üzerine yürüdü. Bu durum karşısında Firavun korkusundan çığlık atıp yerinden fırladı ve altına yaptı. Bundan sonra Firavun yirmi küsur gün karın ağrısına tutuldu, hatta nerdeyse ölecek hale gelmişti. Bunun üzerine Firavun, Allahadına Musadan ejderhayı eski haline getirmesini istedi. Musa onu eline alınca eskisi gibi asa şekline dönüverdi.
Bundan sonra Musa elini koynuna soktu, çıkardığında ise eli kar gibi bembeyaz olmuştu ve nur gibi parıldıyordu. Sonra elini koltuğunun altına tekrar soktuğunda eski halini almıştı. Bundan sonra elini tekrar koltuğunun altına sokup çıkardığında elinden göklere yükselen ve gözleri kamaştıran parıltılar yükseliyor ve ortalığı aydınlığa boğuyordu. Bu aydınlık evlerin içine kadar giriyor, pencere ve perdelerin arkasından görülebiliyordu. Firavunun ise onun parıltı ve aydınlık saçan eline bakmağa gücü yetmiyordu. Bundan sonra Musa elini tekrar koynuna sokup çıkardığında eli eski halini almıştı.
Allah Musa ile kardeşi Haruna vahyederek: Ona yumuşak söz söyleyin. Olur ki nasihat dinler yahut (Allahtan) korkar. (Taha 44) buyurdu. Bunun üzerine Musa Firavuna: “İster misin gençliğini geri getireyim, bir daha ihtiyarlamayasın, mülkün elinden alınmasın, evliliğin, yiyip içmenin ve binmenin zevkini tekrar sana iade edeyim, öldüğün zaman cennete giresin? İşte bunları yaparsam, bana iman eder misin?” dedi. Firavun ona: “Haman gelip bunları ona soruncaya kadar sana iman etmem.” diye cevap verdi. Haman gelince Firavun ona Musanın söylediği bu sözleri arzedip anlattı. Bunun üzerine Haman onu acizlikle suçladı ve ona: “Sen, kendine tapılan bir kimse iken, şimdi kulolup başkasına mı tapacaksın?” dedi. Sonra ona: “Ben sana gençliğini geri getiririm.” dedi ve boya bitkisinden bir boya hazırlayıp onu bu boya ile boyayıp genç göstermeğe çalıştı. İşte böylece siyah renkle boyanan ilk kimse Firavun oldu.
Musa onu bu vaziyette görünce, korktu. Bunun üzerine Allah Ona vahiy yoluyla: “Gördüğün durum seni korkutmasın, zira onun çok az bir ömrü kalmıştır.” buyurdu.
Firavun Musaya gelen bu vahyi duyduğu zaman kavminin huzuruna çıkarak onlara: Şüphesiz o bilgili bir sihirbazdır. (Şuara 34) dedi ve onu öldürmek istedi. Bunun üzerine Firavunun hanedanından iman etmiş bir kişi olan Harbil onlara: Siz bir adamı Rabbİm Allahtır demesiyle öldürür müsünüz? Halbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler de getirmiştir .. (Mümin 28) dedi. Bu defa Firavunun kavminden bir grup kişi ona: Onu ve kardeşini geciktir, sonra şehirlere toplayıcı (adamlar) gönder, onlar sana çok bilen (hünerli) her sihirbazı getirsinler. (Şuara 36, 37) dediler. Firavun bu kimselerin sözünü tuttu ve bütün sihirbazları yanında topladı. Onun yanında toplanan sihirbazların sayısı ise yetmiş iki, bir başka rivayette on beş bin, diğer bir rivayette otuz bin kişiydi. Hulasa Firavun bu sihirbazlara galip geldikleri takdirde bir takım vaatlerde bulundu. Bu arada Musa ile karşılaşmak için Firavuna mahsus olan bir bayram gününü kararlaştırdılar. Nihayet bayram günü gelince, Firavun halkı topladı ve sihirbazları sıraya dizdi. Bu sırada Musa kardeşi Harun ile birlikte elinde asa ile toplanan halkın yanına geldiler. Firavun ise kavminin ileri gelenleriyle birlikte kendilerine ayrılan özel meclislerinde oturuyorlardı. Musa sihirbazların yanlarına geldiğinde onlara: Yazıklar olsun size, Allaha karşı yalan düzmeyin. Sonra azap ile sizin kökünüzü kurutur .. (Taha 61) dedi. Bunun üzerine sihirbazlar birbirlerine: “Bu söz sihirbaz sözüne benzemiyor.” dediler. Sonra onlar Musaya “Biz sana bu güne kadar bir benzerini görmediğin bir sihir göstereceğiz.” dediler ve: Firavunun ululuğu hakkı için galip olanlar elbette biz olacağız. (Şuara 44) diyerek öğündüler. Bundan sonra sihirbazlar Musaya: Ey Musa! (ilkin hünerini ortaya) sen mi atacaksın? Yoksa biz mi atalım? (Araf 115) dediler. Musa onlara: Önce siz atın. (Araf 116) dedi. Bunun üzerine onlar da: İplerini ve sopalarını attılar. (Şu ara 44). Neticede onların ortaya attıkları ipler ve sopalar insan gözünde yılanlara dönüştüler ve birbirlerinin üzerine yığılmış bir vaziyette dağlar gibi vadiyi doldurdular. Bu durumu gören Musa korkuya kapıldı. Bunun üzerine Allah ona: Ey Musa! Sağ elindekini bırakıver. Bu, onların yaptıklarını yutar. Çünkü onların sanat diye ortaya attıkları ancak bir büyücü tuzağıdır. Büyücü ise nerede olsa felah bulmaz. (Taha 69) buyurdu. Musa hemen asasını elinden bırakıverdi ve asa büyük bir ejderha haline gelerek insanların gözlerinde yılan gibi gözüken onların sopa ve iplerinin üzerine saldırdı, onları yutup bitirdi ve ortada hiçbir şey bırakmadı. Bundan sonra Musa asasını eline alır almaz o tekrar eski haline döndü.
Sihirbazların reisi ise ama bir kimseydi. Başkanlığını yaptığı diğer sihirbazlar kendisine: “Musanın asası büyük bir ejderha oldu ve sopalarımızIa iplerimizi yuttu.” dediler. Sihirbazların reisi olan ama sihirbaz, onlara: “Ortaya atmış olduğunuz ip ve sopalardan hiç kalan olmadı mı ve asa eski haline dönmedi mi?” diye sordu. Onlar: “Hayır” diye cevap verdiler. Bunun üzerine ama sihirbaz: “Bu sihir değildir.” dedi ve secdeye kapandı; diğer sihirbazlar da ona tabi oldular, secdeye kapanarak: Alemlerin Rabbine, Musa ile HarUnun Rabbine iman ettik. (Şuara 47, 48) dediler. Bu durum karşısında Firavun onlara: Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Şüphesiz ki o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Öyleyse ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim. Sizi muhakkak surette hurma dallarına asacağım. Siz de hangimizin azabı daha çetin ve sürekli olduğunu elbet bileceksiniz. (Taha 71) dedi. Neticede Firavun inanmış olan bu sihirbazların ellerini ve ayaklarını çaprazlama bir şekilde keserek onları öldürdü. Onlar ise öldürülürlerken: Ey Rabbimiz! Üstümüze sabır yağdır, bizi Müslümanlar olarak öldür. (Araf 126) diye Allaha yalvarıyorlardı. Nihayet onlar günün başında kafir iken sonunda şehit olarak can verdiler.
Harbil, Firavun hanedanından inanmış bir kişi idi ve imanını saklıyordu. Bir rivayette onun İsrailoğullarından, diğer bir rivayette ise Kıptilerden olduğu söylenir. Başka bir rivayette Harbilin, içerisine Musanın konulup Nil nehrine bırakılan tabutu yapan marangoz olduğu da söylenmektedir. Harbil, Musanın sihirbazlara galip geldiğini görünce imanını açığa vurmuştu. Başka bir rivayette ise o, imanını bu hadiseden önce açığa vurmuş ve iman eden sihirbazlarla birlikte asılarak öldürülmüştür. Harbilin, kendisi gibi iman eden, fakat imanını gizleyen bir hanımı vardı ve bu hanım Firavunun kızının saçlarını taramakla görevli idi. Bir gün Firavunun kızının saçlarını tararken tarak elinden düştü, eğilip alırken Bismillah dedi. Bunun üzerine Firavunun kızı, “Bu cümledeki Allah sözünden babamı mı kastediyorsun?” diye sordu. O: “Hayır, benim ve senin hatta babanın Rabbini kastediyorum.” diye cevap verdi. Nihayet Firavunun kızı bu hadiseyi babasına anlattı. Bunun üzerine Firavun bu hanımı ve çocuklarını huzuruna çağırttırdı ve hanıma: “Rabbin kim?” diye sordu. O da: “Benim de senin de Rabbin Allahtır.” diye karşılık verdi. Onun bu sözlerine öfkelenen Firavun hemen bakırdan yapılmış bir fırın getirilip kızdırılmasını ve bu kadınla çocuklarının bu fırına atılarak yakılmalarını emretti. Harbilin hanımı fırına atılmazdan önce Firavuna: “Benim senden bir dileğim var.” dedi. Firavun ona: “Dileğin nedir?” diye sordu. O: “Benim ve çocuklarımın kemiklerini bir araya toplayarak onları gömmenizi istiyorum.” dedi. Firavun: “Dileğiniz yerine getirilecektir.” dedi ve anneleriyle birlikte çocuklarının da fırına atılmalarım emretti. Nihayet çocuklar teker teker fırına atılıp yakıldılar. Kadının en küçük çocuğu ise sabi yaşta bir erkek çocuğuydu ve bu çocuk annesine: “Anneciğim! Sabret, zira sen hak yoldasın.” dedi. Bunu müteakip çocuğuyla birlikte kadın fırına atılıp yakıldı.
Firavunun hanımı Asiye İsrailoğullarındandı. Bir rivayete göre ise o, İsrailoğullarından değil, başka bir kavimdendi. Asiye de inanmış mümin bir kadındı ve imamm saklıyordu. Harbllin hanımı öldürüldüğü zaman, Allahasiyenin basiretini açmış, o da bu hanımın ruhunun melekler tarafından göklere yükseltildiğini görmüştü. Aynı zamanda Asiye, Harbilin hanımı işkence çekerken onu karşıdan seyredip üzülüyordu. Harbllin hanımın ruhunu göklere çıkaran melekleri görünce de imanı kuvvet kazanmış, Musaya olan yakini ve tasdik derecesi artmıştı. Tam bu sırada Firavun Asiyenin yanına gelerek Harbilin hanımına yaptıklarını anlattı. Bunun üzerine Asiye ona: “Yazıklar olsun sana! Allaha karşı ne kadar cüretkarsın?” dedi. Firavun da Asiyeye: “Her halde o kadına arız olan delilik hali sana da bulaştı.” dedi. Asiye ise ona: “Bende delilik yok, ben yalnızca benim, senin ve alemlerin Rabbi olan Allaha inandım,” diye cevap verdi.
Bu arada Firavun, hanımı Asiyenin annesini huzuruna çağırıp ona:
“Harbilin hanımının başına gelen senin kızının başına da geldi. Yemin ederim ki, ya Musanın Allahını inkar eder, ya da ölümü tadar.” dedi. Bunun üzerine Asiyenin annesi kızım bir köşeye çekip onu Firavunun isteğine uygun hareket etmeye çağırdı; fakat Asiye annesinin bu isteğini reddetti ve: “Allahı inkar etmek meselesine gelince, Allaha yemin ederim ki, asla bunu yapamam.” dedi. Bunun üzerine Firavunun emriyle Asiye ellerinden dört kazığa vurularak ölünceye kadar işkenceye tabi tutuldu. Nihayet öleceğini anlayan Asiye ölüme giderken: Ey Rabbim! Bana kendi katında, cennetin içinde bir ev yap. Beni Firavundan ve onun (fena) amel (ve hareket)inden kurtar. Beni o zalimler güruhundan selamete çıkar. (Tahrim 11) dedi. Asiye ölürken Allah onun basiret gözünü açtı, o da melekleri ve kendisi için hazırlanan ikram ve ihsanları gördü, sevincinden güldü. Bunun üzerine Firavun: “Şu delinin haline bakın, azap çekerken gülüyor.” dedi. Bundan sonra Asiye ruhunu teslim edip vefat etti.
Firavun, kavminin içerisine Musanın korkusunun düştüğünü görünce, onların Musaya inanıp kendisine tapmayı terk edeceklerinden endişe duydu ve bir çare düşünerek veziri Hamana: Ey Haman! Benim için yüksek bir kule yap. Olur ki ben o yollara, göklerin yollarına ulaşırım da Musanın tanrısına yükselip çıkarım. Ben onu mutlak bir yalancı sanıyorum … (Mümin 36, 37) dedi. Bunun üzerine Haman tuğla yapılmasını emretti. Yeryüzünde ilk defa tuğla yapan kişi Hamandır. Nihayet Haman bütün ustaları topladı ve yedi yıl içerisinde bu kuleyi tamamladı; hatta kulenin yüksekliği diğer binaların yüksekliğini çok aşmıştı.
Firavunun böyle bir işe girişmesi Musaya çok ağır geldi ve bu hareket onun gözünde büyümeğe başladı. Bunun üzerine Allah vahiy yoluyla Musaya: “Ey Musa! Bırak onu, istediğini yapsın. Ben ona şımarması için mühlet tanıyorum, yaptırdığı kuleyi ise bir saniyede yok ederim.” buyurdu. Nihayet kule tamamlanınca Allah Cebraile emir verdi, o da kuleyi tahrip edip yıktı ve bu kulenin inşasında çalışan bütün usta ve işçileri helak edip yok etti.
Firavun, bu tahrip ve helak hadisesinin Allah tarafından vukua geldiğini öğrenince, adamlarından, Musaya ve İsrailoğullarına şiddet uygulamalarını istedi. Onlar da Firavunun bu isteğini uyguladılar ve İsrailoğullarına takat getiremeyecekleri işleri yüklediler. Hulasa İsrailoğullarının bütün erkek ve kadınları baskı altına alındı. Bundan önce, Firavunun adamları İsrailoğullarını çalıştırdıkları zaman onlara yiyecek verirlerdi. Şimdi ise onlara yiyecek hiçbir şey vermemeğe başladılar. Bu yüzden onlar en kötü bir duruma düşmüşlerdi ve yiyeceklerini kazanmağa çalışıyorlardı. Hatta bu durumlarını Musaya şikayet edip bildirmişlerdi. Bunun üzerine Musa onlara: “Allahtan yardım isteyin ve sabredin. Zira şüphesiz güzel akıbet Allahtan korkanlarındır.” dedi ve: Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helak edecek, sizi bu yerde hüküm sahibi yapacak da sizin nasıl hareket edeceğinize bakacaktır (Araf 129) diyerek onları teselli etti.
Firavun ve kavmi Allahı inkar konusunda direnip küfürlerine devam edince, Allah onlara peş pe şe ayetler (mucizeler) göndererek onları hakkı kabule çağırdı. Önce Allah onların üzerine bir tufan, ardı arkası kesilmeyen bir yağmur gönderdi ve bu yağmur onların her şeyini sürükleyip götürdü. Bunun üzerine onlar Musaya gelerek: “Ey Musa! Rabbine dua et de bu felaketi üzerimizden kaldırsın. O takdirde sana iman eder, seninle birlikte İsrailoğullarını göndeririz.” dediler. Musanın duası üzerine Allah onlardan bu musibeti kaldırdı ve ekinleri yeniden yeşermeğe başladı. Bu defa onlar: “Yağmurun yağdırılmaması bizim hoşumuza gitmiyor.” diyerek sözlerinden döndüler. Bu defa Allah onların üzerine çekirge sürüleri gönderdi ve çekirgeler onların ekinlerini yiyip bitirdi. Bu durum karşısında yine onlar Musanın yanına gelip ondan, başlarındaki felaketin kaldırılmasını istediler ve kaldırdığı takdirde kendisine iman edeceklerini söylediler. Musa dua etti, Allah da onların başından bu felaketi defetti. Fakat onlar: “Ekinlerimizin bir kısmı kaldı, bu bize yeter.” diyerek yine iman etmediler. Bu defa Allah, onların üzerine haşarat (ekin bitleri) gönderdi. Bunlar bütün ekinleri ve bitkileri yiyip bitirdiler. Hatta bu haşarat onların yemeklerini ifsat ediyordu ve bir türlü bunlardan kendilerini koruyamıyorlardı. Yine onlar Musadan, bu felaketin üzerlerinden kaldırılmasını istediler. Musanın duasıyla felaket üzerlerinden kaldırıldı; fakat onlar iman etmediler. Sonra Allah onların üzerine kurbağalar gönderdi. Kurbağalar tencerelerinin içine düşüyor, yemeklerinin içerisine giriyor, hatta evlerini doldurup taşıyordu. Onlar, Musaya iman etmeleri için bu felaketin onun tarafından kaldırılmasını istediler. Musanın duasıyla felaket onların üzerinden yine kaldırıldı. Onlar, bu defa da iman etmediler. Son olarak Allah onların üzerine kan gönderdi ve Firavuna mensup olanların suları kana dönüştü. Hatta Firavuna mensup olanlar ile İsrailoğulları aynı yerden su alıyorlardı, İsrailoğullarından bir kimsenin aldığı su, su olarak kalıyor, Firavuna mensup olan birisinin aldığı su ise hemen kana dönüşüyordu. Öyle ki İsrailOğulları na mensup olan birisi ağzına aldığı suyu Firavuna mensup olan birisinin ağzına boşaltıyor, fakat hemen ağzının içerisinde su kana dönüşüyordu. Bu kan hadisesi yedi gün sürdü. Onlar, yine kendisine iman etmeleri için bu felaketin Musa tarafından kaldırılmasını istediler. Musa dua etti, Allah da duasını kabul ederek bu felaketi onların üzerinden kaldırdı; fakat onlar bu sefer de iman etmediler.
Nihayet Firavunun ve kavminin imanlarından ümidini kesen Musa: Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavuna ve ileri gelenlerine dünya hayatında zinet (haşmet) ve (nice) mallar verdin. Senin yolundan saptırsınlar diye mi hey Rabbimiz! (bunları onlara verdin). Ey Rabbimiz! Sen onların mallarını yok et; kalplerini şiddetle sık. Onlar o çetin azabı görecekleri zamana kadar iman etmeyeceklerdir. (Yunus 88) diyerek dua etti ve kardeşi Harun da amin dedi. Allah da onların dualarını kabul etti. Firavunun ve mensuplarının at, mücevherat ve ziynet eşyalarının dışında kalan un, hurma ve yiyecek maddeleri gibi diğer bütün mallarını taşa çevirdi. Musaya verilen (dokuz) mucizeden birisi de budur.
Nihayet durum uzayıp Musaya ağır gelince, Allah ona vahiy yolu ile İsrailoğullarını alıp götürmesini, bu arada Yakubun oğlu Yusufun naaşının bulunduğu tabutu da yanına alıp onu Arz-ı Mukaddes (Filistin)e defnetmesini emretti. Bunun üzerine Musa Yusufun tabutunun bulunduğu yeri sordu, fakat onun bulunduğu yeri hiçbir kimse bilemedi. Ancak tabutun bulunduğu yeri bilen yaşlı bir kadın gelip ona Nil nehrindeki yerini gösterdi. Musa, mermer bir sanduka içerisinde bulunan Yusufun naaşını Nil nehrinden çıkarıp yanına aldı ve İsrailoğullarıyla birlikte yola çıktı. Ayrıca Musa İsrailoğullarına, mümkün olduğu kadar Kıptilerden ariyet olarak süs eşyası almalarım emretti. Onlar da Musanın emrini yerine getir-diler ve Kıbtilerden pek çok şeyler aldılar. Musa İsrailoğullarıyla birlikte Mısırdan gece vakti çıkmıştı ve Kıbtiler onların Mısırı terk ettiklerini bilmiyorlardı. Musa İsrailoğullarının artçı kollarının, kardeşi Harun ise öncü kolların başında bulunuyordu. İsrailoğulları Mısırdan hareket ettikleri zaman altı yüz yirmi bin kişiden ibaretti. Firavun, öncü birliklerinin başında bulunan veziri Haman ile birlikte İsrailoğullarının peşine düştü. Bu arada: İki ordu (Firavun ve İsrailoğullarının orduları) birbirlerini görünce, Musanın yanındakiler: “(İşte yetiştiler), yakalandık.” dediler. (Şuara 61). Ayrıca İsrailoğulları Musaya: “Ey Musa! Sen aramıza gelmezden önce de, geldikten sonra da eza ve cefa çekiyoruz, durum hiç değişmedi. Sen gelmezden önce onlar erkek çocuklarımızı boğazlıyorlar, kız çocuklarımızı ise diri bırakıyorlardı. Şimdi ise Firavun bize yetişmek üzeredir, bizi öldürecek.” dediler. Bunun üzerine Musa onlara: Hayır, şüphesiz ki Rabbim benimle beraberdir. O, beni (selamet) yol (una) iletecektir. (Şu ara 62) dedi.
Neticede İsrailoğulları denize varmıştı; Önlerinde deniz, arkalarında Firavun vardı. Onlar, helak olacaklarını yakinen anlamışlardı. İşte bu sırada Musa öne geçip asasını denize vurdu ve hemen deniz yarıldı. Hatta her parçası kocaman dağ gibi oldu ve her kabile (sıbt) için denizde on iki yol açıldı. Hatta her kabile (sıbt): “Adamlarımız mutlak surette helak olacak.” diyerek üzüldüler. Fakat Allahın emriyle su ağ gibi bir hal aldı. Böylece her kabile denizden çıkıp kurtuluncaya kadar sağındakini ve solundakini görür hale geldi.
Firavun ve adamları denize yaklaştıklarında, suyun öylece durduğunu ve içerisinde yolların bulunduğunu gören Firavun, adamlarına: “Şu denizin benim korkumdan yarıldığını ve düşmanlarıma yetişmek için açıldığını görmüyor musunuz?” dedi. Sonra Firavun denizin içerisindeki yolların ağzına gelip durunca, bindiği at korkudan denize girmedi. Bu sırada Cebrail kösnemiş (canı aygır isteyen) bir kısrağa binerek geldi. Firavunun ordusundaki atlar bu kısrağın kokusunu alınca onun peşine takılıp yürüdüler. Hatta Firavunun ordusundan ilk kişi karaya ayak basmağa niyetlenip en son kişi denize girdiği bir sırada Allah tarafından gelen bir emirle deniz onları yakalayıp üzerlerine kapandı ve onları boğup öldürdü. Bu sırada İsrailoğulları onların boğuluşlarını seyrediyorlardı; Cebrail de denizin dibinden aldığı balçığı Firavunun ağzına dolduruyordu. Firavun boğulmak üzere iken: …İsrailoğullarının iman ettiği (Allahtan) başka bir ilah olmadığına gerçekten inandım. Ben de Müslümanlardanım. (Yunus 90) dedi ve boğuldu. Bu arada Allah ona Mikaili gönderdi ve Mikail onu: Şimdi mi (iman ediyorsun)? Halbuki sen bundan evvel (ömrün boyunca) isyan etmiş, daima fesatçılardan olmuştun. (Yunus 91) diyerek ayıpladı.
Cebrail Peygamber Efendimize hitaben: “Firavunun Allahın merhametini celbedecek bir kelime söylemesinden korktuğum için onun ağzına balçık tıkarken ah sen beni bir görseydin!” demiştir.
İsrailoğulları kurtulduktan sonra: “Firavunun gerçekten boğulduğuna inanmıyoruz.” dediler. Bunun üzerine Musa Allaha dua etti ve Allah onu boğulmuş bir vaziyette denizden çıkardı; İsrailoğulları ise onun cesedini aldılar ve ibret gayesiyle seyredip baktılar. Bundan sonra İsrailOğulları yollarına devam ettiler, derken putlara tapan bir kavme rastladılar ve Musaya hitaben: Ey Musa! “Onların nasıl tanrıları varsa, sen de bize öyle bir tanrı yap.” dediler. (Bunun üzerine) Musa: “Siz gerçekten cahillik eden bir kavimsiniz.” dedi.” (Araf 138). Musanın bu sözleri üzerine İsrailoğulları bu düşünceden vazgeçtiler. Bundan sonra Musa Firavunun şehirlerine her biri on ikişer bin kişiden meydana gelen iki büyük ordu gönderdi. Bu sırada Firavunun şehirlerinde ahali kalmamıştı. Çünkü Allah tarafından onların ileri gelen büyükleri ve başkanları helak edilmişlerdi. Bu şehirlerde sadece kadınlar, çocuklar, kötürümler, hastalar, yaşlılar ve aciz kimseler kalmışlardı. Nihayet bu iki ordu bu şehirlere girdiler ve pek çok ganimet malı ele geçirdiler. Bu arada onlar taşınması mümkün olan ganimet mallarını yanlarına aldılar, taşınması mümkün olmayanları ise satıp paralarını aldılar. Bu iki ordunun başında kumandan olarak Yuşa bin Nun ile Kalib bin Ylifenna bulunuyordu.
Allah Musaya daha Mısırda iken İsrailOğulları ile birlikte Mısırı terk ettikten ve Allahın, onların düşmanlarım helak etmesinden sonra kendilerine neleri yapacakları ve neleri yapmayacakları konularım ihtiva eden bir kitap (Tevrat) vermeyi vadetmişti. Nihayet Allah Firavunu ve kavmini helak edip İsrailoğullarını kurtarınca onlar: “Ey Musa! Bize vadettiğin kitabı getir.” dediler. Bunun üzerine Musa Rabbine dua ederek Ondan bu kitabı istedi. Allah ona, otuz gün oruç tutmasını, yıkanıp temizlenmesini ve temiz elbiselerini giyip kendisiyle mükalemede bulunmak ve istediği kitabı almak üzere Tur-i Sinaya gelmesini emretti. Bunun üzerine Musa Zilkadenin ilk gününden başlayarak otuz gün oruç tuttu ve kardeşi Harunu kendi yerine İsrailoğullarının başına halef tayin ettikten sonra Tur-i Sinaya hareket etti. Musa Tur-i Sinaya yöneldiği sırada ağzındaki kokuyu yadırgayıp hoşlanmadı, bu yüzden harnub (keçi boynuzu) ağacından koparılmış bir dal ile ağzını misvakladı; bir rivayete göre o, ağzını ağaç kabuğu ile misvaklamıştı. Bunun üzerine Allah vahiy yoluyla ona: Ey Musa! Benim katımda oruçlunun ağız kokusunun, misk kokusundan daha hoş olduğunu bilmiyor musun? buyurdu ve ona bir on gün daha oruç tutmasını emretti. Musa da emre uyarak bir on gün daha oruç tuttu. Bu on günlük oruç ise Zilhiccenin onunda tamamlanmış oldu. Bir ayette bu konu ile ilgili olarak: Bu suretle Rabbinin tayin buyurduğu vakit kırk gece olarak tamamlandı .. (Araf 142) buyrulur.
İşte bu on gece zarfında İsrailoğulları fitne ve tereddüde düştüler; çünkü otuz gecelik müddet tamamlanmış, Musa ise henüz geri dönmemişti. Bu sırada Harun İsrailoğullarına hitaben: “Ey İsrailoğulları! Ganimet malları sizin için helal değildir, Kıptilerden ariyet (emanet) olarak aldığınız süs eşyaları ise ganimet malıdır. Musa geri dönüp bu husustaki fikrini beyan edinceye kadar şimdilik bir çukur kazın ve bu süs eşyalarını oraya bırakın.” dedi. Onlar, Harunun sözünü dinlediler ve bir çukur kazarak süs eşyalarını oraya gömdüler. Bu arada Bacerma, ahalisinden, bir rivayette ise İsrailoğullarından olan Samiri Cebrailin atının tırnak izinden aldığı toprağı getirip bu çukurun üzerine attı. Allahın emriyle bu süs eşyaları böğüren bir buzağı şekline girdi. Bir rivayette ise bu ziynet eşyaları ateşe atılıp eritildi, sonra Samiri Cebrailin atının ayağının altından aldığı bu toprağı üzerine serpti ve bu ziynet eşyaları Allahın emriyle böğüren bir buzağı oldu. Yine bir rivayete göre, buzağının böğürüp yürüdüğü söylenir, diğer bir rivayette ise onun ancak bir defa böğürdüğü, başka böğürmediği ifade edilmektedir. Bir başka rivayette, Samirinin üç gün içerisinde bu ziynet eşyalarından bir buzağı heykeli yaptığı, sonra Cebrailin atının ayağının altından aldığı toprağı bu heykelin üzerine serptiği ve anında buzağının böğürerek ayağa kalkıp dikildiği de söylenmektedir.
Samiri, buzağıyı bu vaziyette görünce İsrailoğullarına: İşte sizin de, Musanın da tanrısı budur. Fakat Musa unuttu (yani onu burada bıraktı ve Tura aramağa gitti). (Taha 88) dedi. Bunun üzerine İsrailoğulları buzağıya tapmağa başladılar. Bu durum karşısında Harun onlara: Ey kavmim! Siz bu (buzağı) ile ancak imtihana çekildiniz. Sizin gerçek Rabbiniz çok esirgeyen (Allahtır). Haydi bana tabi olun, benim emrime itaat edin. (Taha 90) dedi. Bunun üzerine bir kısmı ona itaat edip tabi oldular, bir kısmı ise isyan edip karşı geldiler; fakat Harun onlara savaş açmadı.
Musa Allaha münacatta bulununca, Allah ona: Ey Musa! Seni kavminden (ayırıp böyle) acele ettiren nedir? (Taha 83) diye sordu. Musa: Onlar benim arkamdan geliyorlar. Ey Rabbim! Razı olasın diye sana çabucak geldim. (Taha 84) diyerek cevap verdi. Allah ona: Biz senden sonra kavmini imtihan ettik; Samiri onları saptırdı. (Taha 85) dedi. Bunun üzerine Musa: “Ey Rabbim! Bu Samiri kavmime buzağıyı tanrı edinmelerini emredip söyledi; pek iyi ona ruhu kim verdi?” dedi. Allah: “Ben verdim.” buyurdu. Bunun üzerine Musa: “O halde onları sen saptırdın.” dedi.
Bundan sonra Allah Musa ile mükalemede bulununca, Musa Onu görmek istedi ve: “Ey Rabbim! Bana kendini göster, sana bakayım!” dedi. Rabbi (ona): “Sen beni katiyen göremezsin, fakat şu dağa bak. Eğer o, yerinde durursa, sen de beni görürsün.” dedi. Rabbi dağa tecelli edince onu paramparça ediverdi, Musa da baygın bir vaziyette yere düştü. Ayılınca: “Seni tenzih ederim, sana tövbe ettim, ben iman edenlerin ilkiyim.” dedi. (Araf 143).
Bundan sonra Allah tarafından Musaya, içerisinde hel al ve haram konularının bulunduğu, bir hayli öğütlerin toplandığı levhalar verildi. Bunun üzerine Musa kavminin yanına döndü, fakat ilahi nurla kuşatıldığından hiçbir kimse onun yüzüne bakamıyordu. Hatta Musa mikattan döndükten sonra kırk gün yüzünü ipek bir örtüyle kapattı, daha sonra bu örtüyü bırakıp yüzünü açtı.
Nihayet Musa kavminin yanına gelip onların buzağıya taptıklarını görünce, elindeki levhaları bırakıverdi ve kardeşi Harunun başından ve sakalından tutup onu sert bir şekilde kendine doğru çekti. Bunun üzerine Harun ona: Eyanamın oğlu! Sakalımdan Ve başımdan tutma. Zira ben senin: “İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü tutmadın” diyeceğinden korktum. (Taha 94) dedi. Harunun bu sözü üzerine Musa Samiriye dönerek: Ey Samiri! Ya senin zorun ne idi? (Taha 95) dedi. Samiri de ona: Ben onların görmediklerini gördüm, o elçinin (Cebrailin) ayak bastığı yerden bir avuç (toprak) aldım, onu (eritilmiş mücevheratın içine) attım. Nefsim bana bunu böyle hoş gösterdi. (Taha 96) dedi. Bunun üzerine Musa Ona: Defol git. Çünkü hayatın boyunca senin nasibin: “Bana dokunmayın (benimle temas kurmayın) demekten ibaret olacaktır.” dedi. (Taha suresi. ayet 97). Bundan sonra Musa buzağı heykelini törpüledi ve onu ateşe atıp yaktı, sonra Samiriye verdiği bir emirle onun üzerine idrarını yapmasını istedi. İdrarını yaptıktan sonra da onun kırıntılarını denize serpti.
Musa levhaları elinden bırakıp attığı zaman onların yedide altısı kırılmış, geriye ancak yedide biri kalmıştı. Bu sırada İsrailoğulları tövbe etmek istediler, fakat Allah onların tövbesini kabul etmedi. Bunun üzerine Musa onlara: Ey kavmim! Sizler buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz. Gelin, yaratanınıza tövbe edin de kendinizi öldürün. (Bakara 54) dedi. Musanın bu sözleri üzerine İsrailoğullarından buzağıya tapanlarla tapmayanlar savaşa tutuşup birbirlerini öldürmeğe başladılar ve bu savaşta her iki taraftan öldürülen kişiler şehit sayıldılar. Bu hadisede İsrailoğullarından yetmiş bin kişi öldürüldü. Bu arada Musa ile kardeşi Harun Allaha dua edip yalvardılar; bu sebeple Allah İsrailoğullarını affetti ve onlara birbirlerini öldürmekten vazgeçmelerini emretti. Ayrıca Allah onların tövbesini de kabul etti. Bu arada Musa Samiriyi öldürmek istedi, fakat Allah Musaya öldürmemesini emretti ve: “Samiri cömert bir kişidir.” buyurdu. Bunun üzerine Musa Ona lanet etmekle yetindi.
Bundan sonra Musa kavminin hayırlılarından yetmiş kişi seçti ve onlara: “Benimle birlikte mikat mahallinde Allahın katına gelin, yaptıklarınızdan tövbe edin, oruç tutun ve elbiselerinizi temizleyin.” dedi ve Allahın tayin ettiği vakitte mikat mahallinde buluşmak üzere onlarla birlikte Tur-i Sinaya gitti. Bu arada yanında bulunan bu kimseler Musaya: “Biz Rabbimizin sözünü işitmek istiyoruz, bizim için Ondan bir dilekte bulunun.” dediler. Bunun üzerine Musa: “Sizin için bir dilekte bulunacağım.” dedi.
Musa Tur dağına yaklaşınca, dağın her tarafını bir bulut kapladı ve Musa bulutun içerisine girdi. Bu sırada Musa kavmine: “Yaklaşın.” diye seslendi. Onlar da yaklaşıp bulutun içerisine girdiler ve hemen secdeye kapandılar. Nihayet onlar, Allahı, Musa ile konuşurken ve ona emirler ve yasaklar vazederken dinlediler. Fakat Musa Rabbisiyle olan mükalemesini tamamladıktan sonra bulut dağıldı ve Musa onların yanına geldi. Bu sırada onlar Musaya: Ey Musa! Biz Allahı açıkça görmedikçe sana inanmayız .. (Bakara 55) dediler. Bu sözlerinin ardından onları yıldırım çarptı ve hepsi orada öldüler. Bunun üzerine Musa Allahtan dilekte bulunarak Ona: “Ey Rabbim! İsrailoğullarının en hayırlılarını seçip getirdim; şimdi ise onlarsız tek başıma geri dönüyorum, kavmim bana inanmaz.” diyerek yalvarıp dua etti. Hatta Musa onların ruhlarının iade edilip diriltilmesine kadar Allaha ısrarla yalvardı. Böylece onlar teker teker diriltildiler; hatta onlar diriltilirken birbirlerinin nasıl diriltildiklerini görüyorlardı. Diriltildikten hemen sonra onlar Musaya hitaben:
“Ey Musa! Sen Allaha dua ediyorsun, O da sana istediğin şeyleri veriyor. Ona dua et de bizi peygamber yapsın.” dediler. Musa dua etti, Allah da onları peygamber yaptı.
Rivayet edildiğine göre, bu yetmiş kişi ile ilgili hadise İsrailoğullarının tövbe etmesinden önce meydana gelmiştir. Musa tarafından seçilen bu yetmiş kişi mikat mahallinde iken, İsrailoğullarının tövbesinden ve Musanın onlara birbirlerini öldürmelerini emretmesinden önce Allahtan özür dileyip tövbe etmişlerdir. Bu işin doğrusunu ise Allah daha iyi bilir.
Musa İsrailoğullarının yanına Tevrat ile birlikte geri döndüğünde, Tevratta ağır ve yapılması zor olan hükümler bulunması sebebiyle onlar Tevratı kabul etmekten ve içindekilerle amel etmekten çekindiler. Bunun üzerine Allah Cebraile emretti, o da İsrailoğullarına mensup askerlerin kapladıkları yer ölçüsünde ve bir fersaha bir fersah miktarında Filistinden bir dağ koparıp getirdi, bir gölge gibi normal bir insan boyu onların başlarının üzerine kaldırdı. Bu sırada Allah onların yüzlerine doğru bir ateş gönderdi, arkalarından ise bir deniz getirdi. Bunun üzerine Musa onlara: “Size getirdiğim şeyi (Tevratı) kuvvetle tutun ve dinleyin. Eğer getirdiklerimi kabul eder, emrettiklerimi yaparsanız ne ala, aksi takdirde şu dağın altında ezilir, şu denizde boğulur ve şu ateşle de yanar kavrulursunuz.” dedi. Nihayet İsrailoğulları kendileri için bir kurtuluş yolunun bulunmadığını görünce, Musanın teklifini kabul ettiler ve yüzlerinin bir yanını yere koyarak secdeye vardılar. Hatta onlar bu vaziyette secdede dururken gözlerinin uçlarıyla üzerlerinde gölge gibi duran dağı korkuyla takip ettiler ve: “Dinledik, itaat ettik.” dediler. Bu hadiseden sonra yüzlerinin bir yanını yere koyarak secde etmek İsrailoğulları için bir sünnet olmuştur.
Musa münacattan döndükten sonra kırk gün içerisinde kendisini gören kişi muhakkak ya ölür veya bir rivayete göre gözleri kör olurdu. Bu yüzden Musa yüzünün görülmemesi için yüzüyle başını bürnüs denilen bir örtü ile örterdi.
Daha sonra İsrailoğullarından bir adam kendisinden başka varisi bulunmayan amcasının oğlunun malına varis olmak için onu öldürdü ve onu götürüp başka bir yere attı. Sonra sabah olunca da Musanın katına gelerek bir kısım İsrailoğullarından onun kanını talep etti; fakat onlar, bunun iftirasını reddedip onu öldürmediklerini söylediler. Bunun üzerine Musa katilin bulunması için Allahtan dilekte bulundu ve Allah onlara bir inek boğazlamalarını emretti. Onlar Musaya: “Bizimle alay mı ediyorsun?” dediler. Musa onlara: “Cahillerden (alay edicilerden) olmaktan Allaha sığınırım” dedi. (Bakara 67). Bunun üzerine onlar Musaya: “Nasıl bir inek olacak?” diye sordular. Eğer onlar herhangi bir inek boğazlamış olsalardı, bu onlar için kafi gelecekti. Fakat onlar titizlik gösterip zorluk çıkardılar, Allah da onların üzerine zorluk çıkarıp durumu ağırlaştIrdı. Aslında onların zorluk çıkarıp titizlik göstermelerinin sebep ve hikmeti, annesine iyilik yapan ve anlatılan vasıfta bir ineği olan kişinin Allah tarafından bu vesile ile faydalandırılmak istenmiş olmasıydı. Nihayet onlar aradılar, taradılar ve istenilen vasıftaki ineği ancak bu kişide bulabildiler ve derisi dolusu altın vererek onu satın aldılar. Onlar, Musaya boğazlayacakları ineğin nasıl olması gerektiğini sorduklarında: O (inek) ne yaşlı, ne de körpe, ikisinin ortasında bir inektir .. (Bakara 68) diye cevap verdi. Bunun üzerine onlar: Bizim için Rabbine dua et, renginin nasıl olduğunu açıklasın .. (Bakara 69) dediler. Musa onlara: Rabbim: “Onun, bakanlara sevinç veren, rengi parlak sapsarı bir inek olduğunu” söylüyor. (Bakara 69) dedi. Onlar, yine Musaya: Bizim için Rabbine dua et, onun nasıl bir şey olduğunu bize açıklasın. Zira o inek bize (başka ineklere) benzer geldi.. (Bakara 70) dediler. Musa onlara: Rabbim: “Onun henüz boyunduruk altına alınmamış, toprak sürmemiş, ekin sulamamış, (ayıbı veya alacası olmayan) salma bir inek olduğunu” söylüyor. (Bakara 71) dedi. Bunun üzerine onlar Musaya: İşte şimdi gerçeği getirdin (vasfını tastamam bildirdin). (Bakara 71) dediler ve bu vasıftaki ineği aramağa başladılar; fakat aradıkları bu vasıftaki ineği ancak annesine iyilik eden o adamın yanında bulabildiler. Neticede onu derisi dolusu altına satın aldılar ve boğazladılar. Bundan sonra boğazlanan ineğin dilini, bir rivayette başka bir azasını öldürülen kişinin cesedine vurdular. Bunun üzerine öldürülen kişi Allahın izniyle dirilip ayağa kalktı ve: “Beni falan öldürdü.” dedikten sonra tekrar öldü.