"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Nuhun zamanında meydana gelen olaylar

Nuhun peygamber olarak gönderildiği kavmin diyaneti hakkında alimler farklı görüşler ortaya atmışlardır. Bazı alimler, bu kavmin küfür, fuhşiyat, içki içmek ve eğlencelere dalarak Allaha itaatten yüz çevirmek gibi Allahın hoşlanmadığı çirkin işlerle meşgul olduklarını söylemişler; diğer bir kısım alimler de bu kavmin Biveresba itaat eden insanlar olduklarını ifade etmişlerdir. Biveresb, Sabiilik mezhebini ilk defa ortaya koyan kişi olmuş ve Nuhun peygamber olarak gönderildiği kavim de ona tabi olmuştur. Biz, Biveresb ile ilgili haberleri yakında ileride bahsedeceğiz.
Allahın kitabı Kuran ise onların putperest bir kavim olduklarını söylüyor ve bir ayette: (Onlar halka): “Sakın taptıklarınızı bırakmayın. Hele Vedden, Suvadan, Yeğustan, Yeuktan ve Nesrden asla vazgeçmeyin” dediler. Onlar böylece pek çok kimseyi saptırıp baştan çıkardılar. (Nuh 23, 24) buyrulur.
Bana göre bu üç görüş arasında tenakuz yoktur, çünkü hakkında şüphey e mahal bulunmayan en doğru görüş Kuran-ı Kerimin de beyan ettiği üzere bu kavmin putperest olmasıdır. Aynı zamanda puta tapan bu kavim, Sabillerin bir kolunu teşkil etmektedir. Sabiilik mezhebinin esası ise ruhanilere ibadet etmekten ibarettir. Bu ruhaniler de meleklerdir. Onların meleklere ibadet etmelerinin sebebi ise kendilerini Allaha yaklaştıracakları inancından kaynaklanmaktadır. Aslında Sabiller, kainatın bir yaratıcısının bulunduğunu ve Onun kudret ve hikmet sıfatlarına sahip mukaddes bir varlık olduğunu itiraf ederler; bununla birlikte: “Bize düşen görev Onun celal ve azametini kavramaktaki aczimizi bilmek, Ona yaklaştırıcı vasıtalar olan ruhanilerin aracılığı ile yaklaşmağa çalışmak olmalıdır,” derler. Ruhanileri gözle göremedikleri için de, kainatı idare ettiklerine inandıkları büyük varlıklar (heyakil), yani yedi gezegenden ibaret olan yıldızlar vasıtasıyla ruhanilere yaklaşmağa çalışırlar.
Sabiilerden Eshfıbul-eşhfıs denilen bir grup, bu büyük varlıkların, yani yedi gezegenin doğup battıklarını, gece görünüp gündüzün görünmediklerini düşünerek gözlerinin önünde devamlı bulunmak üzere putlar ihdas etmişlerdir. Onların bundan maksadı, putlar vasıtasıyla heyakil denilen yedi gezegene, bunlarla ruhanilere, ruhaniler ile de kainatın yaratıcısına tevessül edip yaklaşmağa çalışmaktı. İşte bu tarz bir düşünceden yeryüzünde ilk defa putlar ortaya çıkmıştır.
Yakın zamana, yani İslamiyetten biraz öncesine kadar Arapların arasında da bu itikadı taşıyanlar vardı. Bu hususla ilgili olarak bir ayette: (Onlar derler ki): Biz, bunlara (putlara) ancak bizi Allaha daha fazla yaklaştırsınlar diye tapıyoruz. (Zümer 3) buyrulur. Neticede putlara tapmaktan Sabiilik, küfür, hayasızlıklar ve diğer günah çeşitleri meydana gelmiştir.
Nuhun kavmi küfür ve isyanlarında direnince, Allah, kendilerini azabından sakındırmak, tövbeye, hakka dönmeğe ve Allahın emirlerini yerine getirmeğe davet etmek üzere Nuhu elli yaşında iken onlara peygamber gönderdi ve Nuh kavminin arasında dokuz yüz elli yıl kaldı.
Avn bin Ebu Seddada göre, Nuh peygamber olarak gönderildiği zaman üç yüz elli yaşındaydı ve o kavminin arasında dokuz yüz elli yıl kalmış, bundan sonra da üç yüz elli yıl daha yaşamıştır. Yukarıda geçtiği üzere, bu konuda başka rivayetler de vardır.

İbn İshak ve diğer alimler bu konuda şöyle diyorlar: “Nuhun kavmi kendisinin üzerine çullanır, boğazını sıkar ve bayıltıncaya kadar onu döverlerdi. Nuh kendine gelince: Ey Rabbim! Beni ve kavmimi affet, bağışla; zira onlar bilmiyorlar derdi. Nihayet onlar isyanlarına devam ettiler, gittikçe de hataları çoğaldı ve bu durum hem Nuh, hem de kavmi için çok uzun sürdü; gün geçtikçe Nuhun onlar tarafından çektiği sıkıntılar daha da arttı, hatta o, bir nesil gelip geçtikçe daha sonra gelecek olan neslin iman etmesini bekledi; fakat ne yazık ki sonra gelen nesil öncekinden daha beter çıkıyordu. Bu arada onlardan birisi: Bu adam bizim atalarımızla birlikte yaşadı, o zaman da şimdiki gibi mecnundu, atalarımız onun hiç bir sözünü kabul etmediler. dedi. Nuh kavmi tarafından dövülür, bir beze sarılarak evine atılırdı. Onu öldü sanırlardı. Nuh kendine gelince gusleder ve kavminin arasına çıkarak onları Allaha imana davet ederdi. Durumun uzadığını ve her gelen neslin atalarından daha fena olduklarını gören Nuh ellerini kaldırıp: Ey Rabbim! Kullarının bana yaptıklarını görüyorsun. Eğer senin bunlara bir ihtiyacın varsa onları doğru yola ilet, şayet onlara ihtiyacın yoksa onlar hakkında hükmünü vermen için bana fırsat ver. diye dua etti. Bunun üzerine Allah vahiy yoluyla Nuha: İnananlar hariç, diğerleri inanmayacaktır. buyurdu. Nihayet kavminin imanından ümidini kesen Nuh onların aleyhine bedduada bulundu. Allah, onun bedduasını şu ayetlerle bize haber veriyor: Ey Rabbim! Yeryüzünde kafirlerden yurt tutan hiç bir kimse bırakma! Çünkü sen onları bırakırsan (mümin) kullarını yoldan çıkarırlar, onlar kafir ve facirden başka da evIad doğurmazlar. Ey Rabbim! Beni, anamı, babamı, iman etmiş olarak evime giren kimseleri, erkek müminleri ve kadın müminleri sen mağfiret et; zalimlerin helakinden başka bir şeylerini de artırma. (Nuh 26 28).

“Nuh, kavmini Allaha şikayet edip onlara karşı yardım isteyince kendisine Allah tarafından: (Ey Nuh!) Bizim nezaretimiz ve vahyimizle gemi yap. Zalimler hakkında bana bir şey söyleme; çünkü onlar suda boğulacaklardır. (Hud 37) buyruldu. Bunun üzerine Nuh gemi yapmağa yöneldi, dine davet işini durdurup ağaç, demir, zift gibi gemi için gerekli olan şeyleri hazırlamağa başladı. Bu arada Nuh geminin inşası ile meşgul olurken yanından gelip geçen kavmi onu alaya alıyordu. Bir ayette bildirildiği üzere Nuh da onlara: … Eğer bizimle eğlenirseniz biz de sizinle, bu eğlendiğiniz gibi eğleneceğiz. Artık kendisini rüsvay edecek olan azabın kime gelip çatacağını, daimi azabın da kimin başına geleceğini ileride bileceksiniz. (Hud 38-39) tarzında karşılık veriyordu. Bu arada kavmi de ona! Ey Nuh! Peygamberlikten sonra şimdi de marangoz oldun” diyerek alay ettiler. Nihayet Allah onların kadınlarını kısır hale getirdi, bu yüzden onlar çocuk yapamaz oldular. Nuh gemisini sac (Hindistanda yetişen bir ağaç) ağacından yapıp tamamladı ve Allahın emriyle uzunluğunu seksen, genişliğini elli, yüksekliğini ise otuz arşın yaptı.
Katade, bu geminin uzunluğunun üç yüz, genişliğinin elli, yüksekliğinin ise otuz arşın olduğunu söylüyor.
el-Hasen ise geminin uzunluğunun bin iki yüz, genişliğinin ise altı yüz arşın olduğunu ileri sürüyor; fakat işin doğrusunu Allah bilir. Ayrıca Allah Nuha gemisini üst, alt ve orta olmak üzere üç katlı yapmasını emretmişti. Bu emre uygun olarak hareket edip tamamladı ve gemiyi hazır hale getirdi.

Allah, Nuha vermiş olduğu bir söz üzerine: Nihayet emrimiz gelip de fırın kaynadığı zaman (Nuha) dedik ki: “Her birinden (her çeşit hayvandan erkek ve dişi olmak üzere) ikişer çift ile aleyhinde söz geçen (helakleri takdir edilen) kimselerden gayri aileni ve iman edenleri gemiye yükle.” Zaten onunla beraber iman edenler de pek azdı. (Hud 40) buyurdu. Allah bu fırını kendisiyle peygamberi olan Nuh arasında bir alamet kılmıştı.
Rivayet edildiğine göre, bu fırın (tennur) Havvanın sahip olduğu bir taştan ibaretti. İbn Abbasa göre ise bu fırın Hindistan topraklarında bulunuyordu. Mücahid ve eş-Şabi ise bu fırının Küfe topraklarında bulunduğunu, fırında suyun kaynadığını gören eşinin bunu Nuha haber verdiğini söylüyorlar.
Ayrıca Allahın emriyle Kabe Cebrail tarafından dördüncü kat göğe kaldırıldı. Yukarıda da bahsi geçtiği üzere, Kabe cennet yakutundan yapılmıştı. el-Hacerul-esved denilen taş da yine Cebrail tarafından Ebu Kubeys dağının bir yerine gizlice bırakılmıştı. İbrahim Kabeyi yeniden inşa edip bu taşı yerine yerleştirinceye kadar bırakıldığı yerde kalmıştı.
Nihayet fırın kaynayıp fışkırınca Allahın gemiye almasını emrettiği kimseleri Nuh gemisine aldı. Bunlar, Nuhun üç oğlu Sam, Ham ve Yafes ile bunların hanımları ve diğer altı kişiden ibaretti. Böylece Nuh ile birlikte gemiye binenlerin sayısı on üç olmuştu. İbn Abbasa göre, gemide sekiz erkek kişi bulunuyordu; bunlardan biri Cürhüm idi ve hepsi de Şisin oğullarındandı.
el-Ameş ise gemide bulunanların yedi kişiden ibaret olduğunu söylüyor; fakat bunların arasında Nuhun hanımının bulunduğunu zikretmiyor.

Katadeye göre de gemide sekiz kişi vardı. Bunlar, Nuh, hanımı ve üç oğlu ile bunların hanımlarından ibaretti.
Nuh kendisiyle birlikte Ademin cesedini gemiye aldı; sonra Allahın, yanına almasını emrettiği hayvanları gemiye soktu; fakat kafir olan oğlu Yam ise gemiye binmedi. Bu arada gemiye en geç binen hayvan merkep oldu. Merkep gemiye alınırken göğsü gemiye girdiği halde, İblis kuyruğuna yapıştığı için ayakları bir türlü yerden kalkmıyordu. Hz Nuh, merkebe gemiye girmesini emrettiyse de o bir türlü girmeğe güç yetiremiyordu. Nihayet Nuh merkebe: “Şeytan yanında olsa dahi gemiye gir.” diye seslendi. Böylece Nuhun ağzından sürc-i lisan kabilinden bu söz çıkmış oldu. Nuh bu sözü söyler söylemez şeytan merkep ile birlikte gemiye girdi. Bunun üzerine Nuh: “Ey Allahın düşmanı, seni gemiye kim soktu?” diye şeytanı sorguya çekti. Şeytanın: ” Her ne kadar yanında şeytan bulunsa dahi gemiye gir. diye merkebe seslenen siz değil miydiniz?” demesi üzerine onu serbest bıraktı.
Nuhun gemiye hayvanları alması emredilince o: “Ey Rabbim! Şimdi ben aslanla sığırı, oğlakla kurdu, kuşla kediyi bir arada nasıl barındıracağım?” dedi. Bunun üzerine Allah ona: “Daha önce aralarına düşmanlığı koyan, şimdi de onların arasını bulur.” cevabını verdi ve aslanın üzerine humma hastalığı atarak onu kendisiyle meşgul etti.
İşte bu yüzden bir şiirde: Uzun ömürlü de olsa köpek humma hastalığına yakalanmaz; fakat humma hastalığı aslanın alın yazısıdır. denmiştir.

Nuh geminin en alt katına kuşları, orta katına vahşi hayvanları yerleştirdi, kendisiyle birlikte bulunan Memoğulları da en üst kata yerleştiler. Nuh gemide kendisini garanti altına alıp alınmaları emredilenleri gemiye yüklediği zaman, bir rivayette, bizim zikrettiğimiz gibi, diğer rivayette ise altı yüz yaşlarında bulunuyordu. İşte bu sırada sular boşanmağa başladı. Nitekim bu hususla ilgili bir ayette: Biz de derhal nehir gibi devamlı akan bir su ile göğün kapılarını açtık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. Her iki su takdir edilmiş bir işin olması için birleşti. (Kamer 11-12) buyrulur. Suların boşanınağa başlaması ile geminin su üzerinde yükselmesi arasında kırk gündüz ve kırk gecelik bir zaman geçti; hatta gittikçe sular çoğalıp yükselmeğe başladı. Nuh kendisinin ve beraberindekilerin üzerine geminin çatısını kapatıp örttü. Sonra gemi dağlar gibi dalgalar arasında yüzmeğe başladı. Bu sırada Nuh kendisinden ayrılıp bir kenarda bekleyen ve helak edileceklerden olan oğlu Yama: Yavrucuğum! Sen de bizimle beraber bin, kafirler ile beraber olma. (Hud 42) diye seslendi. Fakat kafir olan oğlu Yam babasına: Beni sudan koruyacak bir dağa çıkacağım … ” (Hud 43) karşılığını verdi. Nuhun oğlu Yam, barınak ve sığınak yerleri olan dağlara çıkıp kurtulmak istemişti. Bunun üzerine Nuh oğluna: Bugün Allahın emrinden (azabından) merhamet sahibi olan Allahtan başka koruyucu yoktur … (Hud 43) diyerek uyardı. Ama ne yazık ki bu sırada: Aralarına bir dalga girdi ve oğlu (Yam) suda boğulanlardan oldu. (Hud 43).
Bu sırada sular dağların başlarına yükseldi; hatta en yüksek dağın başından on beş arşın daha yükseldi. Neticede yeryüzünde bulunan hayvanlar ve bitkiler telef oldular. Yer yüzünde ise sadece Nuh, onunla birlikte bulunanlar, bir de Tevrat ehlinin iddialarına göre Uc bin Anak sağ kaldılar.
İbn Abbas anlatıyor: “Allah kırk gün yağmur yağdırınca, yağmur ve çamurdan rahatsız olan hayvanlar ve kuşlar Nuhun yanına gelip onun emrine boyun eğdiler. Bunun üzerine Nuh, Allahın emrettiği üzere onlardan alınacakları gemiye yükledi. Nihayet Nuh ve beraberindekiler on üç Ağustos (Ab)a rastlayan Recep ayının onuncu gününde gemiye bindiler, Muharrem ayının onuncu günü olan Aşure gününde gemiden dışarı çıktılar, işte Aşure günü oruç tutanlar bundan dolayı tutarlar.”
“Tufan hadisesinde yükselen sular iki yönden geliyordu. Bu suların yarısı gökten boşanıyor, diğer yarısı ise yerden fışkırıyordu. Nuhun gemisi bütün yeryüzünü dolaştı ve hiç bir yerde karar kılamadı. Nihayet Hareme (Mekkeye) geldi ve içine girmeden bir hafta onun çevresinde dolaştı. Sonra buradan ayrıldı; içinde bulunanlarla birlikte yeryüzünü dolaşarak Musul topraklarındaki Kardada bulunan Cudi Dağına gelip onun üzerinde karar kıldı. İşte bu anda Allah tarafından: … Zalimler güruhuna: Uzak olsunlar denildi (Hud 44).
Gemi Cudi Dağının üzerine karar kılınca, yine Allah tarafından: Ey yeryüzü! Suyunu yut; ey Gök! Sen de suyunu tut, denildi. (Hud 44). Nihayet yeryüzü suyu yutup içine çekti. Sular çekilinceye kadar Nuh gemide kaldı. Bundan sonra Nuh gemiden çıkıp el-Cezire topraklarında bulunan Karda tarafında bir yere gitti ve orada bir köy kurup Semanin (Seksen) adını verdi. Çünkü yanında bulunanların sayısı seksen kişiden ibaretti ve her biri kendisi için bir ev yapmıştı. Bu köy halen de Sukus-Semanın adını taşımaktadır.”
Tevrat ehlinden bazıları, Nuhun çocuklarının Tufandan sonra dünyaya geldiğini söylüyorlar. Bir rivayete göre de Samın Tufandan doksan sekiz yıl önce dünyaya geldiği ileri sürülüyor. Bir rivayette de Nuhun boğulan oğlunun adı Yam olarak bilinen Kenandır.
Mecusilere gelince, onlar Tufan hadisesini bilmezler, devletin Keyumers (Adem)in devrinden beri kendilerinde bulunduğunu söylerler. “Eğer Tufan olsaydı bunların nesilleri kesilmiş olur ve devletleri de yıkılıp gitmiş olurdu.” derler.
Bazı Mecusiler ise Tufan hadisesini kabul ederler, fakat bunun Babil ve ona yakın çevrede meydana geldiğini ileri sürerek, Keyumers (Adem)in çocuklarının meskenleri doğuda olduğu için Tufan baskınının onlara ulaşmadığını söylerler. Fakat bu hususta söylenen en doğru söz, Allahın: Biz onun (Nuhun) zürriyetini (yeryüzünde) devamlı kıldık. (Saffat 77) buyruğudur. Çünkü gemide birlikte bulunduğu kimselerden oğulları Sam, Ham ve Yafes hariç hiçbir kimse onun neslini devam ettirmemiştir.
Nuh ölüm döşeğinde iken kendisine: “Dünyayı nasıl buldun?” diye sormuşlar. O da: “İki kapılı bir ev gibi buldum, bir kapıdan girdim, diğer kapıdan çıktım.” buyurmuşlar. Nuh ölümünden sonra yerine en büyük oğlu Samı vasi tayin etmiştir.