بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
Bu Mektup mühim bir ilaç olup dört ayetin hazinesinden dört küçük cevherine işaret eder.
AZİZ kardeşim,
Şu dört muhtelif meseleyi muhtelif vakitlerde Kuran-ı Hakim nefsime ders vermiş. Arzu eden kardeşlerim dahi bundan bir ders veya bir hisse almaları için yazdım. Mebhas itibarıyla başka başka dört ayet-i kerimenin hazine-i hakaikinden birer küçük cevher nümune olarak gösterilmiştir. O dört mebhastan herbir mebhasın ayrı bir sureti, ayrı bir faidesi var.
BİRİNCİ MEBHAS: اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا
Ey su-i vesveseden meyus nefsim! Tedai-yi hayalat, tahattur-u faraziyat, bir nevi irtisam-ı gayr-ı ihtiyaridir. İrtisam ise, eğer hayırdan ve nuraniyetten olsa, hakikatin hükmü bir derece suretine ve misaline geçer: güneşin ziyası ve harareti, ayinedeki misaline geçtiği gibi. Eğer şerden ve kesiften olsa, aslın hükmü ve hassası, suretine geçmez ve timsaline sirayet etmez. Mesela necis ve murdar birşeyin ayinedeki sureti ne necistir, ne murdardır. Ve yılanın timsali ısırmaz.
İşte şu sırra binaen, tasavvur-u küfür, küfür değil; tahayyül-ü şetm, şetm değil. Hususan ihtiyarsız olsa ve farazi bir tahattur olsa, bütün bütün zararsızdır.
Hem ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaatin mezhebinde birşeyin şeran çirkinliği, pisliği, nehy-i İlahi sebebiyledir. Madem ki ihtiyarsız ve rızasız bir tahattur-u farazidir, bir tedai-yi hayalidir; nehiy ona taalluk etmez. O dahi ne kadar çirkin ve pis birşeyin sureti dahi olsa, çirkin ve pis olmaz.
İKİNCİ MESELE: Barla Yaylası, Tepelicede, Çam, Katran, Karakavakın bir meyvesi olup, Sözler mecmuasına yazıldığı için buraya yazılmamıştır.
ÜÇÜNCÜ MESELE: Şu iki mesele, Yirmi Beşinci Sözün, icaz-ı Kurana karşı medeniyetin aczini gösteren misallerinden bir kısmıdır. Kurana muhalif olan hukuk-u medeniyetin ne kadar haksız olduğunu ispat eden binler misallerinden iki misal: فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ اْلاُنْثَيَيْنِ olan hükm-ü Kurani, mahz-ı adalet olduğu gibi, ayn-ı merhamettir.
Evet, adalettir. Çünkü, ekseriyet-i mutlaka itibarıyla bir erkek, bir kadın alır, nafakasını taahhüt eder. Bir kadın ise, bir kocaya gider, nafakasını ona yükler, irsiyetteki noksanını telafi eder.
Hem merhamettir. Çünkü, o zaife kız, pederinden şefkate ve kardeşinden merhamete çok muhtaçtır. Hükm-ü Kurana göre o kız, pederinden endişesiz bir şefkat görür. Pederi, ona “benim servetimin yarısını ellerin ve yabanilerin ellerine geçmesine sebep olacak zararlı bir çocuk” nazarıyla endişe edip bakmaz. O şefkate, endişe ve hiddet karışmaz. Hem kardeşinden rekabetsiz, hasetsiz bir merhamet ve himayet görür. Kardeşi, ona “hanedanımızın yarısını bozacak ve malımızın mühim bir kısmını ellerin eline verecek bir rakip” nazarıyla bakmaz; o merhamete ve himayete bir kin, bir iğbirar katmaz.
Şu halde, o fıtraten nazik, nazenin ve hilkaten zaife ve nahife kız, sureten az birşey kaybeder; fakat, ona bedel, akaribin şefkatinden, merhametinden tükenmez bir servet kazanır. Yoksa, rahmet-i Haktan ziyade ona merhamet edeceğiz diye hakkından fazla ona hak vermek, ona merhamet değil, şedit bir zulümdür.
Belki, zaman-ı cahiliyette gayret-i vahşiyaneye binaen kızlarını sağ olarak defnetmek gibi gaddarane bir zulmü andıracak şu zamanın hırs-ı vahşiyanesi, merhametsiz bir şenaate yol açmak ihtimali vardır. Bunun gibi, bütün ahkam-ı Kuraniye وَمَۤا اَرْسَلْنَاكَ اِلاَّ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ fermanını tasdik ediyorlar.
DÖRDÜNCÜ MESELE: فَلاُمِّهِ السُّدُسُ İşte, mimsiz medeniyet, nasıl kız hakkında, hakkından fazla hak verdiğinden böyle bir haksızlığa sebep oluyor. Öyle de, valide hakkında, hakkını kesmekle, daha dehşetli haksızlık ediyor.
Evet, rahmet-i Rabbaniyenin en hürmetli, en halavetli, en latif ve en şirin bir cilvesi olan şefkat-i valide, hakaik-i kainat içinde en muhterem, en mükerrem bir hakikattir. Ve valide, en kerim, en rahim, öyle fedakar bir dosttur ki, o şefkat saikasıyla, bir valide, bütün dünyasını ve hayatını ve rahatını, veledi için feda eder. Hatta, valideliğin en basit ve en edna derecesinde olan korkak tavuk, o şefkatin küçücük bir lemasıyla, yavrusunu müdafaa için ite atılır, arslana saldırır.
İşte böyle muhterem ve muazzez bir hakikati taşıyan bir valideyi veledinin malından mahrum etmek, o muhterem hakikate karşı ne kadar dehşetli bir haksızlık, ne derece vahşetli bir hürmetsizlik, ne mertebe cinayetli bir hakaret ve arş-ı rahmeti titreten bir küfran-ı nimet ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyenin gayet parlak ve nafi bir tiryakına bir zehir katmak olduğunu, insaniyetperverlik iddia eden insan canavarları anlamazlarsa, elbette hakiki insanlar anlar. Kuran-ı Hakimin فَلاُمِّهِ السُّدُسُ hükmünü, ayn-ı hak ve mahz-ı adalet olduğunu bilirler.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Said Nursi