"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Bisetten Önce Resulallahta Görülen Nübüvvet Alametleri

Bize Abdülvehhab b. Ata anlattı. O da Sevr b. Yezidten nakletti; dedi ki: Ayrıca bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bize Sevr b. Yezid haber verdi. O da Halid b. Madandan rivayet etti; dedi ki: Resulallaha , “Bize kendinden haber ver.” denildi. Resulallah şöyle dedi: “Ben, atam İbrahimin duasıyım. Meryem oğlu İsa beni müjdelemiştir. Annem beni dünyaya getirdiği zaman, Şam saraylarını aydınlatan bir nurun kendisinden çıktığını görmüştür. Ben, Beni Sad b. Bekir kabilesinde sütanneye verildim. Bir ara ben ve kardeşim evimizin arkasında hayvan otlatırken, üzerlerinde beyaz elbiseler bulunan ve ellerinde içi karla dolu altından yapılmış bir leğen olan iki adam bana geldiler. Beni aldılar ve göğsümü açtılar. Kalbimi çıkarıp yardılar ve içinden siyah bir kan pıhtısı çıkarıp attılar. Sonra göğsümü ve kalbimi bu karla yıkadılar. Sonra onlardan biri, “Onu ümmetinden 100 kişi ile tart.” dedi. Beni tarttılar; tartıya geldim. Sonra, “Onu ümmetinden 1.000 kişi ile tart.” dedi. Beni tarttılar, tartıya geldim. Sonra, “Onu bırak, eğer onu bütün ümmetiyle tartarsan onları dengeler.” dedi. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bize Musa b. Ubeyde anlattı. O da kardeşinden nakletti; dedi ki: Resulallah dünyaya geldiği zaman ellerinin üzerinde yere düşmüş; gözlerini semaya dikerek eliyle yerden bir avuç toprak kavramıştı. Bu haber Lihb kabilesinden bir adama ulaştı. Arkadaşına, “Dikkat et, eğer fal doğru çıkarsa bu çocuk yeryüzündeki insanları elbetteki mağlup edecektir.” dedi. Bize Yezid b. Harun ve Affan b. Müslim haber verdiler; dediler ki: Bize Hammad b. Seleme haber verdi. O da Sabit b. Enes b. Malikten rivayet etti; dedi ki: Resulallah çocuklarla oynuyordu. Birisi geldi, onu aldı ve karnını yardı. Karnından bir et parçası çıkarıp attı ve “Bu şeytanının sendeki payıdır.” dedi. Sonra onu Zemzem suyu ile altından bir leğen içinde yıkadı. Ardından açtığı yeri dikip sardı. Çocuklar onun sütannesine koşarak, “Muhammed öldürüldü! Muhammed öldürüldü!” dediler. Resulallah çıkageldi; fakat benzi sararmıştı. Enes dedi ki: “Biz dikişin izlerini Resulallahın göğsünde görüyorduk.” Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Abdullah b. Zeyd b. Eslem anlattı. O da babasından nakletti; dedi ki: Halime (Mekkeye) geldiğinde kocası ve Abdullah adında emzirdiği bir oğlu da onunla gelmişti. Yanlarında gümüş rengi bir dişi eşekleri ve çok zayıf bir develeri vardı. Devenin memesinde bir damla bile süt yoktu; hatta yavrusu zayıflıktan ölmüştü. “Emzirmek için bir çocuk buluruz” düşüncesiyle Mekkeye giden Halime ile birlikte Sad kabilesine mensup kadınlar da vardı. Mekkeye gelip birkaç gün kaldılar. Birer çocuk aldılar, fakat Halime emzirecek çocuk bulamadı. Ona sadece Muhammed Resulallah teklif edilmişti. Halime, “Yetimdir, babasızdır.” diyerek onu almak istemiyordu. Nihayet çocuk alma zamanı sona ermişti. Halime Muhammedi aldı. Fakat Halimenin arkadaşları ondan bir gün önce yola çıkmışlardı. Annesi amine, Halimeye yönelerek şöyle dedi: “Ey Halime! Bilmiş ol; sen öyle bir çocuk aldın ki, onda önemli bir hal vardır. Vallahi ben ona hamile kaldım; fakat başka kadınların hamilelikte duydukları şeyleri duymadım. Ziyaretime gelindi ve bana denildi ki, Sen bir erkek çocuk dünyaya getireceksin; ona Ahmed adını koy. O alemlerin efendisidir. Ayrıca, başını semaya kaldırmış ve ellerine dayanmış olarak dünyaya geldi.” Halime kocasına gitti ve durumu ona haber verdi. Kocası buna sevindi. Dişi eşeklerinin ve develerinin üzerinde yola çıktılar. Eşek daha rahat yürüyordu. Devenin memeleri de sütle dolmuştu. Sabah ve akşam onu sağıyorlardı. Halime arkadaşlarına yetişti. Arkadaşları onu gördüklerinde, “Kimi aldın?” dediler. Halime durumu onlara haber verdi. Onlar, “Umarız bereketli olur.” dediler. Halime ise “Biz onun bereketini gördük bile. Ben oğlum Abdullahı doyuramıyordum. Açlık yüzünden uyumamıza fırsat vermiyordu. Şu anda o ve kardeşi istedikleri kadar doyuyorlar ve uyuyorlar. Eğer üçüncü biri daha olsaydı, o da doyacaktı. Annesi, onu iyi korumamı bana emretti.” dedi. Halime onu memleketine götürdü. Ukaz panayırına kadar orada kaldı. Nihayet Halime Resulallahı Ukaz panayırına götürdü. Orada Hüzeyl kabilesine mensup bir kahin vardı. İnsanlar ona çocuklarını gösteriyorlardı. Kahin Resulallaha bakar bakmaz, “Ey Hüzeyl kabilesi! Ey Arap topluluğu!” diyerek bağırmaya başladı. Pazara gelen insanlar etrafında toplanınca, kahin, “Bu çocuğu öldürünüz!” dedi. Halime onu hemen alıp uzaklaştı. İnsanlar, “Hangi çocuk?” diye soruyorlar; kahin, “İşte şu çocuk!” diyordu. Tabi, bir şey göremiyorlardı; annesi onu alıp götürmüştü. Sonra kahine, “Neydi o?” denildi. Kahin, “Ben bir çocuk gördüm. Tanrılarıma yemin ederim, o sizin dindaşlarınızı öldürecek, tanrılarınızı kıracak ve size galip gelecektir.” dedi. Kahinin dediği çocuk Ukazda arandı, fakat bulunamadı. Halime onu evine götürmüştü. Bundan sonra onu ne bir kahine ne de herhangi bir insana gösterdi. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Ziyad b. Sad bana anlattı. O da İsa b. Abdullah b. Malikten rivayet etti; dedi ki: Hüzeyl kabilesine mensup yaşlı adam, “Ey Hüzeyl kabilesi! Tanrılara yemin ederim ki, bu çocuk semadan bir emir bekliyor!” diye bağırıyordu. O kahin insanları Peygambere karşı kışkırtıyordu. Durmadan bunu tekrarlayarak sonuçta aklı gitti ve kafir olarak öldü. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Muaz b. Muhammed anlattı. O Ata b. Ebu Rebahtan, o da İbn Abbastan rivayet etti; dedi ki: Halime, Peygamberi aramak için çıktı. Hayvanlar öğle istirahatına çekilmişti. Onu kız kardeşiyle buldu. “Bu sıcakta mı dolaşıyorsunuz?” dedi. Kız kardeşi, “Anneciğim, kardeşim hiç sıcak görmedi. Ona gölge yapan bir bulut gördüm; buraya gelinceye kadar, o durduğu zaman duruyor, yürüdüğü zaman onunla birlikte hareket ediyordu.” Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Ebu Maşer Necih anlattı; dedi ki: Abdülmuttalib için Kabenin gölgesinde bir minder serilirdi; çocukları gelirler, minderin etrafında otururlar ve Abdülmuttalibi beklerlerdi. Resulallah ise, çocuk iken gelir, üzerine oturmak için mindere tırmanırdı. Amcaları, “Babanın döşeğinden uzak dur, ey Muhammed!” derlerdi. Abdülmuttalib bu durumu gördüğünde, “Muhakkak ki bu oğlum büyüklüğe ve otorite sahibi olmaya alışıyor.” ya da “Muhakkak ki, o kendi kendine otorite sahibi olmayı düşünüyor.” diyordu. Bize İshak b. Yusuf el-Ezrak haber verdi; dedi ki: Bize Abdullah b. Avn haber verdi. O da Amr b. Saidden rivayet etti; dedi ki: Ebu Talib şöyle dedi: Ben, Zülmecazda idim. Kardeşimin oğlu (yani Peygamber) benimle birlikteydi. Susuzluktan ağzım kurumaya başlamıştı. Durumumu ona şikayet ettim ve “Ey kardeşimin oğlu! Susadım ben.” dedim. Ben öylesine durumumu ona söylemiştim; çünkü ondan çaresizlikten başka bir şey ummuyordum. Birden doğruldu, sonra (devesinden) indi ve “Amca susadın mı?” diye sordu. “Evet” dedim. Topuklarıyla yere vurdu, birden su çıktı. Bana “İç amca!” dedi. Ben de içtim. Bize Abdullah b. Cafer er-Rakki haber verdi; dedi ki: Bize Ebül- Melih haber verdi. O da Abdullah b. Muhammed b. Akildan rivayet etti; dedi ki: Ebu Talib Şama gitmek istedi. Resulallah ona, “Ey Amca! Beni burada kime bırakıp gidiyorsun? Bana bakacak anne, beni koruyacak bir kimse yok!” dedi. Dedi ki: Ebu Talib çok duygulandı sonra onu da yanında götürdü. Onunla yola çıktı; bir kilisenin sahibine misafir oldular. Rahip, “Bu çocuk senin neyindir?” diye sordu. Ebu Talib, “Oğlumdur.” dedi. Rahip, “O senin oğlun değildir. Onun babası hayatta olamaz.” dedi. Ebu Talib, “Neden?” diye sordu. Rahip, “Çünkü onun yüzü bir peygamber yüzü, gözleri de bir peygamberin gözleridir.” dedi. Ebu Talib, “Peygamber nedir?” dedi. Rahip, “Peygamber , gökten kendisine vahiy gelen, kendisi de onu yerdeki insanlara anlatandır.” dedi. Ebu Talib, “Allah, senin bu söylediklerinden daha büyüktür.” dedi. Rahip, “Onu Yahudilerden koru.” dedi. Sonra yola çıktı, yine bir manastıra sahip bir rahibe misafir oldular. Rahip, “Bu çocuk senin neyindir?” dedi. Ebu Talib, “Oğlumdur.” dedi. Rahip: “O, senin oğlun değildir. Onun babası hayatta olamaz.” dedi. Ebu Talib, “Neden?” diye sordu. Rahip, “Çünkü onun yüzü bir peygamber yüzü, gözleri de bir peygamberin gözleridir.” dedi. Ebu Talib, “Sübhanellah! Allah senin bu dediklerinden büyüktür” dedi ve “Ey kardeşimin oğlu! Bunların dediklerini duymuyor musun?” dedi. Peygamber , “Allahın kudretini inkar etme.” dedi. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; Bize Muhammed b. Salih b. Dinar ve Abdullah b. Cafer ez-Zühri haber verdi; dedi ki: Ayrıca bize İbn Ebu Habibe haber verdi. O da Davud b. el-Husayndan nakletti; dediler ki: Resulallah – Ebu Talib ile birlikte- Şama ilk kez gittiğinde on iki yaşındaydı. Kervan Şamın Busra kasabasına vardığında orada, Bahira adında bir rahip kendisine ait bir manastırda duruyordu. Hristiyan alimler bu manastırda, birbirinden miras aldıkları bir kitabı öğreniyorlardı. Bahiranın yanına vardıklarında -ki, daha önce oradan geçtiklerinde o zamana kadar Rahip onlarla hiç konuşmamıştı- onun manastırına yakın bir yerde konakladılar. Daha önce de, geçtiklerinde hep burada konaklıyorlardı. Rahip Bahira kervandakilere bir yemek hazırlayıp onları davet etti. Rahibi bu davete sevkeden şey, onlar göründükleri zaman, ağacın altına gelinceye kadar bir bulut parçasının, kervandakilerin arasından Peygamberi takip ediyor olmasıydı. Rahip o bulut parçasının ağacın üzerinde gölge yaptığını gördü. Ayrıca ağaç dallarının da, ağaç altında gölgelenen Resulallah üzerinde nemlendiklerini gördü. Bahira bunu görünce manastırından indi ve yemeğin yapılmasını emretti. Yemek getirildi; Bahira onlara haber gönderdi ve “Ey Kureyş topluluğu! Size yemek hazırladım. Hepinizin yemeğe gelmenizi istiyorum. Küçük-büyük, hür ya da köle, sizden hiçbir kimse geride kalmasın. Bu gelişinizle beni şereflendirmiş olursunuz.” dedi. Kureyşten bir adam, “Ey Bahira! Sen bize yemek hazırlamazdın. Bugün sana ne oldu?” dedi. Bahira, “Ben size ikramda bulunmak istedim. Bu sizin hakkınızdır.” dedi. Bunun üzerine bütün Kureyş, Bahiranın etrafında toplandı. Kervan içinde Resulallahtan daha genç kimse yoktu. Bu yüzden arkada kalmıştı. Bahira, Kureyşe baktığında, kendi kitaplarında bulduğu ve tanıdığı sıfatları onlarda göremedi. Ayrıca bulut parçasının onlardan hiçbirisinin üzerinde olmadığını fakat geride kalan Resulallahın üzerinde olduğunu gördü. Bahira, “Ey Kureyş topluluğu! Sizden hiçbiri size vereceğim yemekten geri kalmasın.” dedi. Kureyşliler ise “Kimse geri kalmadı; ancak yaşı genç olan bir çocuk kervanın yanında kaldı.” dediler. Bahira, “Onu da çağırın, o da yemeğime gelsin. Yemekte hazır bulunmanız yanında, sizden biri olarak gördüğüm halde, bir tek adamın katılamaması ne kadar çirkin olur!” dedi. Kureyş, “Vallahi o soy bakımından bizden biridir. O ( Ebu Talibi kastederek), bu adamın yeğenidir. O, Abdülmuttalibin çocuklarındandır.” dediler. Bunun üzerine el-Haris b. Abdülmuttalib b. Abdümenaf, “Vallahi, eğer aramızdan sadece Abdülmuttalibin oğlu geri kalırsa bu bizim için bir cimrilik olur.” dedi, sonra kalkıp onu kucakladı ve sofranın üzerine oturtuncaya kadar elinden tuttu. Bulut parçası da onun başının üzerinde dolaşıyordu. Bahira onu büyük bir dikkatle incelemeye ve kendi kitaplarında bulduğu sıfatları onun vücudu üzerinde görmeye çalıştı. Yemekten kalkıp dağıldıklarında Rahip, Muhammede yanaşıp, “Ey çocuk! Lat ve Uzzanın hakkı için sana soracağım sorulara cevap ver.” dedi. Resulallah , “Bana Lat ve Uzzanın hakkı için sorma. Vallahi onlara kızdığım kadar hiçbir şeye kızmıyorum.” dedi. Bunun üzerine Rahip, “Allah için sorduklarıma cevap ver.” dedi. Resulallah , “İstediğini sor.” dedi. Bunun üzerine Rahip, Muhammedin halini sormaya başladı; hatta uykusunu sordu. Resulallah ona cevap veriyordu. Bu bilgiler, Rahibin yanındakilerle uygunluk arz ediyordu. Sonra onun gözlerinin arasına baktı; sonra sırtını açtı ve omuzları arasında, yanındaki bilgilere uygun olarak peygamberlik mührünü gördü. [Dedi ki:] Bahira mührün yerini öptü. Kureyş, “Kuşkusuz Muhammedin bu Rahibin yanında büyük bir değeri vardır.” dediler. Ebu Talib, Rahibin yaptıklarını görünce yeğeni için korkmaya başladı. Rahip, Ebu Talibe, “Bu çocuk senin neyin olur?” dedi. Ebu Talib, “Oğlumdur.” dedi. Rahip, “O, senin oğlun değildir. Onun babası hayatta olamaz” dedi. Ebu Talib, “Kardeşimin oğludur.” dedi. Rahip, “Babasına ne oldu?” dedi. Ebu Talib, “Annesi, Muhammede hamile iken öldü.” dedi. Rahip, “Annesine ne oldu?” dedi. Ebu Talib: “Yakında vefat etti.” dedi. Rahip şöyle dedi: “Doğru söyledin. Kardeşinin oğlunu al ve memleketine dön. Yahudilerin ona bir şey yapmalarına karşı dikkatli ol. Vallahi eğer onu görüp benim tanıdığım gibi tanısalar muhakkak ona bir kötülük yapacaklardır. Hiç şüphesiz, dedelerimizden rivayet ettiğimiz ve kitaplarımızda bulduğumuz bilgilere göre bu senin yeğeninin başında büyük bir iş vardır. Bil ki, ben sana nasihatı iletmiş oldum.” Ebu Talib ticaretlerini bitirince hızlı bir şekilde yeğeniyle birlikte (dönmek üzere) yola çıktı. Yahudilerden bazı adamlar da Resulallahı görmüş ve ondaki sıfatları tanımışlardı. Ona bir suikast düşündüler. Bunun için Bahiranın yanına gittiler; Muhammedin işini ona danıştılar. Bahira onları şiddetli bir şekilde bu işten vazgeçirmeye çalışarak onlara, “Onun sıfatlarını yanınızda buluyor musunuz?” dedi. Onlar, “Evet!” dediler. Bahira, “O halde çareniz yok.” dedi. Onlar da onu tasdik ettiler ve vazgeçtiler. Ebu Talib onunla birlikte geri döndü. Onun için duyduğu endişeden dolayı bir daha onu beraberinde sefere çıkarmadı. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Yakup b. Abdullah el-Eşari anlattı. O, Cafer b. Ebül-Muğireden, o da Said b. Abdurrahman b. Ebzadan rivayet etti; dedi ki: Rahip, Ebu Talibe dedi ki: “Yeğeninle birlikte buralara gelme. Çünkü Yahudiler düşmanlık ehlidirler. Bu ise, bu ümmetin peygamberidir. O Araplardan biridir. Yahudiler ise, son peygamberin İsrailoğullarından olmasını istedikleri için onu kıskanırlar. Yeğenin için son derece dikkatli ol.” Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bize Musa b. Şeybe haber verdi. O Umeyre bt. Ubeydullah b. Kab b. Malikten, o Ümmü Sad bt. Saddan, o da Yala b. Münyenin kız kardeşi Nefise bt. Münyeden rivayet etti; dedi ki: Resulallah yirmi beş yaşına gelince, hep hayırlı hasletlere sahip olduğundan, onun için Mekkede el-Eminden başka isim bilinmiyordu. Resulallah yirmi beş yaşına gelince Ebu Talib kendisine, “Yeğenim! Ben malı-mülkü olmayan bir adamım. Zaman da bizim için kötü olmaya başladı. İşte senin kavminin kervanı. Şam için yola çıkışı yakındır. Hatice bt. Huveylid de senin kavminden bazı adamları kervanlarıyla birlikte gönderiyor. Durumunu ona arz etsen…” dedi. Haber Haticeye ulaştı. Hemen ona bir adam gönderdi ve başkasına verdiği ücretin iki mislini Muhammede vereceğini söyledi. Bunun üzerine Resulallah Haticenin kölesi Meysere ile birlikte yola çıktılar. Şamın Busra kasabasına geldiler. Busra çarşısında, Nastur denilen ruhbanlardan birisinin manastırına yakın yerde, bir ağacın gölgesinde durdular. Rahip, Meyserenin yanına geldi; daha önce onu tanıyordu. Kendisine, “Ey Meysere! Bu ağacın altında duran zat kimdir?” dedi. Meysere, “Harem ehlinden olan bir Kureyşlidir” dedi. Rahip ona, “Bu ağacın altında bir peygamberden başkası oturmamıştır.” dedi. Sonra, “Gözlerinde kırmızılık var mıdır?” dedi. Meysere, “Evet, ondan asla ayrılmaz.” dedi. Rahip, “O peygamberlerin sonuncusudur. Keşke hicretle emrolunurken ona yetişseydim.” dedi. Sonra Resulallah Busra çarşısına gitti; yanında götürdüğü mallarını sattı ve diğer bazı malları satın aldı. Onunla bir adam arasında bir anlaşmazlık oldu. O adam Resulallaha “Lat ve Uzzaya yemin et.” dedi. Bunun üzerine Resulallah , “Onlara asla yemin etmedim. Ben onlardan men edilen bir insanım.” dedi. Adam, “Doğru söz, senin söylediğindir.” dedi. Sonra tenha bir yerde Meysereye şöyle dedi: “Ey Meysere! Vallahi bu bir peygamberdir. Nefsim elinde olan Allaha yemin ederim ki, o son peygamberdir ve bizim bilginlerimiz onun vasıflarını kitaplarında görmüşlerdir.” Meysere meseleyi anladı. Sonra tüm kervan dönmeye başladı. Bir şey Meyserenin dikkatini çekti: Resulallah devesinin üzerinde iken, tam öğle vakti olunca ve sıcaklık arttığında, iki melek güneşe karşı ona gölge yapıyorlardı. [Dediler ki:] Sanki Allah, Resulünün sevgisini Meyserenin kalbine koymuştu. Meysere sanki Resulallahın kölesiydi. Dönüşte Merrüzzahran denilen yere geldiklerinde Meysere Peygambere , “Ey Muhammed! Benden önce Haticeye git, senin yüzündeki hayır sebebiyle Allahın kendisine neler ihsan ettiğini ona haber ver. Hatice bunun karşılığını sana verecektir.” dedi. Resulallah yola çıktı. Tam öğle vakti Mekkeye ulaştı. Hatice ise bazı kadınlarla birlikte kendisine ait bir çardakta idi. Kadınlar arasında Nefise bt. Münye de vardı. Hatice, Resulallahı girerken gördü. O devesinin üzerinde, iki melek de ona gölge yapıyorlardı. Onun bu halini yanındaki kadın arkadaşlarına gösterdi. Hepsi buna hayret ettiler. Resulallah , Haticenin yanına girdi ve elde ettikleri kazançları ona haber verdi. Hatice çok sevindi. Meysere yanına girince de Hatice gördüklerini ona anlattı. Meysere, “Bu durumu Şamdan çıktığımızdan beri görüyordum.” dedi. Ayrıca Rahip Nasturun söylediklerini ve alış-verişte anlaşmazlığa düştüğü adamın söylediklerini de ona aktardı. Hatice bu seferde, daha önceki seferlerden kat kat fazla kar elde etti. Peygambere de anlaştıkları meblağın çok üstünde bir ücret ödedi. Bize Abdülhamid el-Himmani haber verdi. O en-Nadr Ebu Amr el- Hazzazdan, o İkrimeden, o da İbn Abbastan rivayet etti; dedi ki: “Resulallahın nübüvvetten ilk gördüğü şey, çocuk iken kendisine Örtün! diye emredilmesiydi. O günden sonra onun avreti hiçbir zaman görülmedi.” [Dedi ki:] Bize Abdülhamid el-Himmani haber verdi. O Süfyan es- Sevriden, o Mansurdan, o Musa b. Abdullah b. Yezidten, o bir kadından, o da Ayşeden (r) rivayet etti; dedi ki: “Resulallahın avretini hiç görmedim.” Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: O, Ali b. Muhammed b. Ubeydullah b. Abdullah b. Ömer b. el-Hattabdan, o Mansur b. Abdurrahmandan, o annesinden, o da Ebu Ticranın kızı Berredan rivayet etti; dedi ki: Allah, Resulünü peygamberlikle şereflendireceği sıralarda, Resulallah def-i hacet için dışarı çıktığında evleri görmeyecek kadar çok uzaklara giderdi. Suyun açtığı yarıklara ve vadilere girerdi. Yanından geçtiği taş veya ağaç kendisine “es-Selamü aleyke ya Resulallah” derdi. Resulallah ise, sağına, soluna ve arkasına bakar, fakat hiç kimseyi görmezdi. Bize Muhammed b. Abdullah b. Yunus haber verdi; dedi ki: Bize Ebül-Ahvas haber verdi. O Said b. Mesruktan, o da Münzirden rivayet etti; dedi ki: Bana er-Rebi yani İbn Huseym dedi ki: İslamdan önce, cahiliye döneminde muhakeme için Resulallaha da müracaat edilirdi. Daha sonra İslam döneminde sadece ona müracaat edildi. Rebi dedi ki: “Kim Peygambere itaat ederse o Allaha itaat etmiş olur.” ayeti ne müthiş bir kelamdır. Yani Allah onu vahyine emin kılmıştır. Bize Halid b. Hıdaş haber verdi; dedi ki: Bize Hammad b. Zeyd haber verdi. O Leysten, o da Mücahidden rivayet etti; dedi ki: Beni Gıfar kabilesi, kendilerine ait bir buzağıyı putlarına kurban yapmak üzere getirdiler; onu bağladılar. Buzağı bağırdı: “Ya ale Zerih, emrün necih, saihün yasih, bi-lisanin fasih, bi-Mekkete yeşhedü en la ilahe İlellah.” (Ey Zerih kabilesi, kazançlı bir iş var. Birisi fasih bir lisanla Mekkede bağırır der ki: Allahtan başka ilah olmadığına şehadet eder). Dedi ki: Baktılar ki, Muhammed peygamber olarak gönderilmiş. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Ebu Bekir b. Abdullah b. Ebu Sebre anlattı. O Hüseyn b. Abdullah b. Ubeydullah b. el-Abbastan, o İkrimeden, o da İbn Abbastan rivayet etti; dedi ki: Ümmü Eymen bana anlattı; dedi ki: Büvane denilen yerde bir put bulunuyordu. Kureyşliler tazim için yanına geliyorlardı. Ona kurbanlar adıyorlar, yanında tıraş oluyorlar ve bir gün akşama kadar orada itikafa giriyorlardı. Bu durum, senede bir kez olurdu. Ebu Talib de yanındakilerle onun yanına giderdi. Resulallahın da, böyle bir bayram gününde kendileriyle birlikte gelmesini istiyordu. Resulallah bunu reddetti. Hatta Ebu Talibin bu yüzden ona kızdığını gördüm. Ayrıca halalarının da o günde ona çok kızdıklarını gördüm. Halaları, “Bizler, tanrılarımıza karşı bu şekilde davranmandan dolayı senin için korkuyoruz.” diyorlardı. Ayrıca, “Ey Muhammed, bir bayram günü kavminin yanına gelmek istemiyor musun? Onların topluluğunu dağıtma, ne olursun!” diyorlardı. Resulallah , Allahın istediği müddet kadar onlardan kayboluncaya kadar, halaları bu ısrarlarını sürdürdüler. Sonra Resulallah ürkmüş ve korkmuş olarak yanımıza geri döndü. Halaları ona, “Ne oldu sana?” dediler. Resulallah , “Çarpılmaktan korkuyorum.” dedi. Bunun üzerine halaları, “Sende bu hayırlı hasletler olduğu müddetçe Allah şeytanı sana musallat etmez.” dediler. Resulallah, “Ben onlardan bir puta yaklaştığım zaman, uzun boylu beyaz bir adam bana görünüyor ve Ey Muhammed, geri dön, ona dokunma! diye bana bağırıyor.” dedi. Dedi ki: Peygamber oluncaya kadar da onların hiçbir bayramına gitmedi. Bize Muhammed b. Ömer b. Vakıd el-Eslemi haber verdi; dedi ki: Süleyman b. Davud b. el-Husayn bana anlattı. O babasından, o İkrimeden, o İbn Abbastan, o da Übey b. Kabdan nakletti; dedi ki: Tubba, Medineye gelip bir kanalın yanına indiğinde, Yahudilerin alimlerini çağırdı ve onlara şöyle dedi: “Bir tek Yahudi kalmayıncaya kadar bu kenti tahrip edeceğim ve durum Arapların dininin lehine dönecek.” Dedi ki: Bunun üzerine, o zaman onların en alimi olan Yahudi Samuel! “Ey Melik, Mekkede doğacak, ismi Ahmed olan ve İsmailin neslinden gelen bir peygamberin bu kente hicreti olacak. Burası onun hicret yeridir. Şu anda bulunduğun yerde ölüler ve yaralılar olacak ve o peygamberin Ashabı ve düşmanları nezdinde büyük bir durum olacak.” dedi. Tubba, “O peygamber ise, söylediğiniz gibi, kim onunla savaşacak?” diye sordu. Samuel, “Kavmi ona karşı çıkacak ve şurada savaşacaklar.” dedi. Tubba, “O peygamberin kabri nerede olacak?” dedi. Samuel, “Bu şehirde olacak” dedi. Tubba, “Savaş yapıldığı zaman hezimet kimin olacak?” dedi. Samuel, “Bazen galip gelecek, bazen de mağlup olacak. Şu anda senin bulunduğun yerde mağlup olacak. Şurada, hiçbir yerde olmamış kadar Ashabı öldürülecek. Sonra zafer onun olacak; galip gelecek ve hiç kimse din hususunda onunla tartışamayacak.” dedi. Tubba, “Sıfatları nedir?” dedi. Samuel, “Ne kısa, ne de uzun, orta boylu bir adamdır. Gözünde kırmızılık vardır. Deveye biner, ince kadifeden bir örtü giyer. Kılıcı omuzundadır; galip gelinceye kadar, kardeşiyle, amcasının oğluyla ya da amcasıyla karşı karşıya gelir, bunu önemsemez.” dedi. Tubba, “(O halde) bu kente (hakim olmak için) bir yol yoktur ve vergileri elimde olamayacaktır.” dedi ve Yemene gitmek üzere Medineden ayrıldı. Bize Muhammed b. Ömer el-Eslemi haber verdi; dedi ki: Abdülhamid b. Cafer bana anlattı. O da babasından nakletti; dedi ki: Yahudilerin en alimi Zübeyr b. Bata şöyle diyordu: “Babamın bana okuduğu Tevratın bir bölümünü buldum. İçinde, el-Karaz (selem ağacı) toprağında, Ahmed adında bir peygamber çıkacak. yazılıydı.” Zübeyr, henüz Resulallah gönderilmemiş iken, babasının vefatından sonra da bunu hep anlatırdı. Fakat Peygamberin Mekkede ortaya çıktığını duyunca, Tevratın o bölümünü imha etti, Peygamberin durumunu gizledi ve “Kastedilen o değildir.” dedi. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: ed-Dahhak b. Osman bana anlattı. O Mahreme b. Süleymandan, o Küreybden, o da İbn Abbastan rivayet etti; dedi ki: Resulallah gönderilmeden az önce, Kurayza, Nadir, Fedek ve Hayber Yahudileri onun sıfatlarını kendi kitaplarında görüyorlardı. Hatta onun hicret yerinin Medine olduğunu biliyorlardı. Resulallah dünyaya gelince Yahudi alimleri. “Ahmed bu gece doğdu. O yıldız doğdu.” dediler. Peygamber olunca da, “Ahmed peygamber oldu; doğan yıldız ortaya çıktı.” dediler. Onlar Peygamberi biliyor, itiraf ediyor ve vasıflarını anlatıyorlardı. Ancak kin ve haset onlara engel oldu. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Muhammed b. Salih anlattı. O asım b. Ömer b. Katadeden, o Nemle b. Ebu Nemleden, o da babasından rivayet etti; dedi ki: Beni Kurayza Yahudileri, Resulallahın , kitaplarındaki vasıflarını birbirlerine anlatıyorlardı. Onun sıfatlarını, ismini ve bize (Medineye) yapacağı hicreti çocuklarına öğretiyorlardı. Resulallah ortaya çıkınca kıskandılar, inkar ettiler ve “Kastedilen o değildir.” dediler. Bize Muhammed b. Ömer el-Eslemi haber verdi; dedi ki: Bana İbrahim b. İsmail b. Ebu Habibe anlattı. O Davud b. el-Husayndan, o da İbn Ebu Ahmedin mevlası Ebu Süfyandan rivayet etti; dedi ki: Salebe b. Said, Esid b. Saye ve onların amcalarının oğlu Esed b. Ubeydin İslama girmeleri, Ebu Umeyr İbnül-Heyyebanın hadisinden dolayı olmuştur. Şöyle ki: Şam Yahudilerinden olan İbnül-Heyyeban İslamdan birkaç yıl önce Medineye geldi. [Dediler ki:] “Ondan daha güzel beş vakit namaz kılanı görmedik.” Kuraklık olduğu zaman ona durumu arz eder ve “Ey İbnül-Heyyeban! Çık bizim için yağmur iste.” derdik. Bunun üzerine o “Siz evinizin önünde bir sadaka vermedikçe olmaz.” derdi. Biz de “Peki, sadaka olarak ne verelim?” derdik. O, “Fert başına bir sa (3300 gr) hurma ya da iki avuç arpa.” derdi. Biz bunu yapardık. O da bizimle birlikte vadilerimizin yamaçlarına gelirdi. Vallahi, biz henüz oradan ayrılmadan, bulutlar toplanır ve üzerimize yağmuru boşaltırdı. İbnül-Heyyeban bunu bizim için defalarca yaptı. Her defasında yağmur yağardı. Bir ara, henüz aramızda iken ölüm döşeğine düştü. Hasta iken şöyle dedi: “Ey Yahudi topluluğu! Sizce beni bolluk ve bereket toprağından çıkarıp yokluk ve fakirlik toprağına getiren şey nedir?” Onlar, “Ey Ebu Umeyr! Sen daha iyi bilirsin.” dediler. İbnül-Heyyeban, “Gölgesi size yakın olan bir peygamberin çıkışını beklemek için geldim. Bu belde, onun hicret yeri olacaktır. Ben kendisine yetişip ona tabi olmayı umuyordum. Eğer onu işitirseniz sakın geride kalmayınız. Çünkü o kan dökecek, çocukları ve kadınları esir alacak. Bu durum sizi ondan alıkoymasın.” dedi; sonra da vefat etti. Daha sonra, Beni Kurayzanın fethedildiği sabah, Esed b. Ubeyd ve iki genç delikanlı olan Sayenin oğulları Salebe ve Esid şöyle konuştular: “Ey Yahudi Topluluğu! Bize Ebu Umeyr İbnül-Heyyebanın vasıflarını anlattığı peygamber budur. Allahtan korkunuz ve ona tabi olunuz.” Yahudiler, “Hayır, o değildir.” dediler. Gençler, “Evet vallahi, onun ta kendisidir.” dediler. Gençler kalelerinden inip Müslüman oldular, fakat kavimleri inkar edip Müslüman olmadılar. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Muhammed b. Abdullah anlattı. O ez-Zühriden, o Muhammed b. Cübeyr b. Mutimden, o da babasından rivayet etti; dedi ki: Resulallah peygamber olmadan bir ay önce, Büvanede bir putun yanındaydık. Develer kurban ettik. Bir de ne görelim! Bir ses şöyle haykırıyor: “Acaip şeylere kulak verin. İsmi Ahmed olan Mekkedeki bir peygamber hatırı için artık vahiy hırsızlığı sona erdi; (Hırsızları) yıldızlarla kovalanacağız. Onun hicret yeri Yesribdir.” [Dedi ki:] Biz (ağzımızı) tuttuk ve hayretler içinde kaldık. Sonra Resulallah ortaya çıktı. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana İbn Ebu Zib anlattı. O Müslim b. Cündebden, o en-Nadr b. Süfyan el-Hüzeliden, o da babasından rivayet etti; dedi ki: Bir kervanla Şama gittik. ez-Zerka ile Muan arasında geceleyin mola verdiğimiz bir sırada bir atlı çıkageldi ve “Ey uyuyanlar! Kalkınız, şimdi uyuma zamanı değildir. Ahmed ortaya çıktı. Bütün şeytanlar kovuldu.” dedi. Bizler cesur arkadaşlar olduğumuz halde korktuk. Hepsi bu atlının sesini duydular. Ailelerimize döndük. Bir de baktık ki, Beni Abdülmuttalib ailesinden Ahmed isminde ortaya çıkan bir peygamberden dolayı Kureyş arasında bir ihtilaftan söz ediyorlar. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Ali b. İsa el-Hakemi bana anlattı. O babasından, o da amir b. Rebiadan rivayet etti; dedi ki: Zeyd b. Amr b. Nüfeylden işittim; şöyle diyordu: “Ben İsmailin neslinden, Beni Abdülmuttalib ailesinden çıkacak bir peygamber bekliyorum. Doğrusu, ona yetişip ona iman edip onu tasdik edip, onun peygamber olduğuna şehadet edebileceğimi sanmıyorum. Eğer ömrün yetip onu görürsen benden ona selam söyle. Onun hali sana gizli kalmasın diye sıfatlarını sana haber vereceğim.” Bunun üzerine “Buyur, anlat.” dedim. Dedi ki: “O ne uzun ne de kısa orta boylu bir adamdır. Kılları ne çok ne de azdır. Gözündeki kırmızılık ondan ayrılmaz. Peygamberlik mührü omuzları arasındadır. İsmi Ahmedtir. Bu belde (Mekke) onun doğum yeri ve peygamber olarak gönderildiği yerdir. Sonra kavmi onun getirdiği dini hoş karşılamayacak, onu bu beldeden çıkaracaktır. Buradan Yesribe hicret edecek ve dini orada galip gelecektir. Sakın ondan geri durma. Ben, İbrahimin dinini aramak üzere bütün memleketleri dolaştım. Yahudi, Hristiyan ya da Mecusi, kime sorduysam, Senin aradığın din arkandadır. diyorlardı. O dinin peygamberini, sana anlattığım gibi tavsif ediyorlardı. Hatta Ondan başka peygamber kalmadı. diyorlardı.” amir b. Rebia dedi ki: “Ben Müslüman olduğumda, Zeyd b. Amrın sözünü Resulallaha naklettim ve selamını ona ilettim; Resulallah da selamını aldı, ona rahmet diledi ve “Onu cennette gördüm, elbiseleri çok uzundu.” dedi. Bize Ali b. Muhammed b. Abdullah b. Ebu Seyf el-Kureşi haber verdi. O İsmail b. Mücalidten, o Mücalidten, o eş-Şabiden, o da Abdurrahman b. Zeyd b. el-Hattabdan rivayet etti; dedi ki: Zeyd b. Amr b. Nüfeyl şöyle dedi: Hristiyanlığı ve Yahudiliği kokladım, onlardan hoşlanmadım. Şam ve civarında bulunuyordum. Bir gün bir manastırdaki rahibin yanına gittim; onu inceledim. Sonra gurbette olduğumu, putlara tapmaktan, Yahudilik ve Hristiyanlıktan hoşlanmadığımı kendisine söyledim. Bana şöyle dedi: “Gördüğüm kadarıyla İbrahimin dinini arıyorsun. Ey Mekkeli kardeş! Öyle bir din arıyorsun ki, bugün onun tabileri yoktur. O, senin baban İbrahimin dinidir. İbrahim Hanif idi; Yahudi veya Hristiyan değildi. O namaz kılar ve senin memleketindeki eve (Kabeye) yönelirdi. Hak, senin memleketindedir. Kuşkusuz, senin kavminden bir peygamber çıkacak ve İbrahimin Hanif dinini getirecektir. O Allahın yanında mahlukatın en şereflisidir.” Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Ebu Ubeyde b. Abdullah b. Ebu Ubeyde b. Muhammed b. Ammar b. Yasir ve diğerlerinden, o Hişam b. Urveden, o babasından, o da Ayşeden (r) rivayet etti; dedi ki: Ticaretle meşgul olan bir Yahudi Mekkeye yerleşmişti. Resulallahın dünyaya geldiği gece, Kureyş meclislerinin birinde, “Bu gece sizin kabileden dünyaya gelen çocuk oldu mu?” diye sordu. Kureyşliler, “Bilmiyoruz.” dediler. Yahudi, “Hoşlanmadığım halde yanlış söyledim galiba. Ey Kureyş! Bakınız ve size söyleyeceklerimi iyi dinleyiniz. Bu gece, bu ümmetin peygamberi, sonuncu Ahmed dünyaya geldi. Eğer yanılıyorsam o halde Filistinde dünyaya gelmiştir. Omuzları arasında sarıya çalan siyah bir ben vardır. İçinde bazı sert kıllar bulunur.” dedi. İnsanlar onun konuştuklarına hayret ederek oturdukları yerlerden kalktılar. Evlerine vardıklarında ailelerine anlattılar. Bu arada onlardan bazılarına, “Bu gece Abdullah b. Abdülmuttalibin bir oğlu oldu. Ona Muhammed ismini koydular.” denildi. Ertesi gün bir araya gelip Yahudiyi evinde ziyaret ettiler ve “Biliyor musun? Dün gece bizde bir çocuk dünyaya gelmiş!” dediler. Yahudi, “Size verdiğim haberden önce mi sonra mı?” dedi. Kureyşliler, “Ondan önce. İsmi de Ahmedtir.” dediler. Yahudi, “Bizi onun yanına götürün.” dedi. Onunla birlikte çıkıp çocuğun annesinin yanına gittiler. Annesi çocuğu onlara gösterdi. Yahudi omzundaki beni gördü ve baygınlık geçirdi. Sonra ayıldı. Kureyşliler, “Yazık, ne oldu sana?” dediler. Yahudi şöyle dedi: “Peygamberlik Beni İsrailden gitti. Kitap, onların ellerinden çıktı. Bu (peygamber), onları öldürecek ve alimlerini yenecektir; bu yazılıdır. Araplar peygamberlikle kazandılar. Sevindiniz mi ey Kureyş topluluğu? Vallahi size öyle bir darbe vuracaktır ki, sesi doğudan batıya kadar duyulacaktır.” Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Yahya b. Man Ebu Zekeriya el- Aclaniden, o da Yakup b. Utbe b. el-Muğire b. el-Ahnesten rivayet etti; dedi ki: Yıldız falından ilk medet uman Arap kavmi Sakif kabilesidir. Onlar Amr b. Ümeyyeye gelerek, “Bu gece ne oldu, görmedin mi?” dediler. Amr şöyle dedi: “Evet, gördüm. Bakınız, eğer insanlara yol gösteren ve yaz ile kış mevsimlerini tanıtan yıldız kümelerinin yolları dağılıyorsa, bu dünyanın kötüye gidişi ve dünya içindeki mahlukatın helakı demektir. Eğer onların dışındaki yıldızlar söz konusu ise, Allahın bu halk için istediği bir iş ve Araplar içinde bir peygamberin gönderilmesi anlamında olup bundan haber verilmiş demektir.” Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Ebu Zekeriya el-Aclaniden, o da Muhammed b. Kab el-Kuraziden rivayet etti; dedi ki: Allah, Yakuba şunu vahyetti: “Ben senin neslinden krallar ve peygamberler göndereceğim. Hatta Harem ehli olan bir peygamber göndereceğim ki, onun ümmeti Beytülmakdisi inşa edecektir. O peygamberlerin sonuncusudur ve ismi Ahmedtir.” Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Ali b. Mücahidden, o Hamid b. Ebül-Bahteriden, o da eş-Şabiden rivayet etti; dedi ki: Allah, İbrahimin suhuflarında, “Senin soyundan birçok millet gelecektir. Hatta nebilerin sonuncusu olan ümmi Peygamber de gelecektir.” dedi. Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Süleyman el-Kafilaniden, o Atadan, o da İbn Abbastan rivayet etti; dedi ki: İbrahim Hacerin (Mısırdan) çıkarılmasıyla emrolununca Buraka bindirildi. Dağlık veya ova, ne tür arazinin üzerinden geçiyorsa İbrahim , “Ey Cibril! Bizi buraya indir.” diyordu. Cebrail de, “Hayır!” derdi. Nihayet Mekkeye geldi. Cibril, “İn ey İbrahim!” dedi. İbrahim, “Öyle bir yer ki, ne süt ne de ekin var.” dedi. Cibril: “Evet, İşte oğlunun neslinden olan peygamber buradan çıkacaktır. “el-Kelimetül-ulya” (en yüce kelime) onunla tamamlanacaktır.” dedi. Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Ebu Amr ez-Zühriden, o da Muhammed b. Kab el-Kuraziden rivayet etti; dedi ki: Hacer validemiz oğlu İsmail ile çıkınca bir zat onu karşılamış ve “Ey Hacer! Senin bu oğlun birçok milletin babasıdır. Onun neslinden birisi de, Haremin sakini olan ümmi peygamberdir.” dedi. Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Ebu Maşerden, o da Yezid b. Ruman, asım b. Amr ve diğerlerinden rivayet etti; dediler ki: Resulallah Beni Kurayzanın kalelerine girdiği zaman Kab b. Esed Beni Kurayzaya şöyle dedi: “Ey Yahudiler! Bu adama tabi olunuz. Vallahi o peygamberdir. Sizler, onun gönderilmiş bir peygamber olduğunu açıkça biliyorsunuz. Kitaplarda vasıflarını gördüğünüz peygamber işte budur. İsanın müjdelediği zat budur. Sizler onun vasıflarını biliyorsunuz.” Yahudiler, “Doğru, o peygamberdir; fakat Tevratın hükmünden ayrılamayız.” dediler. Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Ali b. Mücahidden, o Muhammed b. İshaktan, o Abdullah b. Mutiin mevlası Salimden, o da Ebu Hüreyreden rivayet etti; dedi ki: Resulallah Yahudilerin medreselerine geldi ve “En aliminiz kimse onu bana çıkarınız.” dedi. Yahudiler, “Abdullah b. Suriyadır” dediler. Resulallah onunla yalnız kaldı; ona dinini anlattı. Ayrıca Allahın Yahudilere verdiği nimetleri, kudret helvası, bıldırcın eti ve bulutla gölgelenmelerini anlattı. Sonra, “Benim Resulallah olduğumu biliyor musun?” dedi. Abdullah b. Suriya, “Allah hakkı için evet, hatta bütün Yahudiler, benim bildiklerimi biliyorlar. Senin vasıfların Tevratta açık seçiktir. Fakat onlar seni kıskanıyorlar.” dedi. Resulallah , “Seni iman etmekten alıkoyan nedir?” dedi. Abdullah b. Suriya: “Kavmimin hilafına gitmek istemiyorum. Umarım kavmim sana tabi olup Müslüman olurlar da ben de Müslüman olurum.” dedi. Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Ebu Maşerden, o da Muhammed b. Cafer b. ez-Zübeyr ve Muhammed b. Umare b. Gaziyyeden ve diğerlerinden rivayet ettiler; dediler ki: Necran delegesi (Medineye) geldi; içlerinde el-Haris b. Alkame b. Rebia da vardı. Onların dini hakkında biraz bilgisi ve riyaseti vardı. Onların en kültürlüleri, onların lideri ve midraslarının (medreselerinin) sorumlusuydu. Onların içinde bir değeri vardı. Katırının ayağı kaydı. Bunun üzerine kardeşi, Resulallahı kastederek, “Kahrolasıca!” dedi. Ebül-Haris, “Sen kahrolasın! Peygamberlerden olan birisine mi dil uzatıyorsun? O, İsanın müjdelediği bir insandır. O, Tevratta da vardır.” dedi. Kardeşi, “O halde neden onun dinine girmiyorsun?” dedi. Ebül-Haris, “Bu insanlar bizi şereflendirip bize ikramda bulundular, bize mal verdiler. Sadece o zatın hoşuna gitmeyen şeyleri reddettiler.” dedi. Bunun üzerine kardeşi, Medineye varıp iman edinceye kadar bir eğriliğini düzeltmeyeceğine yemin etti. Ebül-Haris, “Yavaş ol kardeşim! Sana şaka yaptım.” dedi. Kardeşi, “Şaka bile yapmış olsan fark etmez.” diyerek bineğini mahmuzlayıp yola çıktı. O sırada şöyle diyordu: Kavmin en hızlı olanı, Karnında cenini olduğu halde, İtiraz ederek sana doğru koşuyor. Onun dini Hristiyanların dinine muhaliftir. Ebül-Harisin kardeşi Medineye geldi ve Müslüman oldu. Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Ebu Ali el-Abdiden, o Muhammed b. es-Saibden, o Ebu Salihten, o da İbn Abbastan rivayet etti; dedi ki: Kureyş, en-Nadr b. el-Haris b. Alkame, Ukbe b. Ebu Muayt ve diğer bazılarını Yesrib Yahudilerinin yanına gönderdiler ve onlara, “Muhammedi onlara sorunuz.” dediler. Heyet Medineye geldi ve Yahudilere, “Bizde olan bir iş için size geldik. Yetim ve toplumun gerisinde olan bizden bir genç var, fakat büyük sözler söylüyor. Kendisi Rahmanın elçisi olduğunu söylüyor. Biz ise Yemame Rahmanı dışında Rahman tanımıyoruz.” dediler. Yahudiler, “Onun vasıflarını bize anlatın.” dediler. Kureyş heyeti onlara Peygamberi anlattı. Yahudiler, “Sizden kimler ona tabi oldu?” dediler. Kureyş, “En geride olanlarımız.” dediler. Yahudilerden bir alim güldü ve “Vasıflarını Tevratta gördüğümüz peygamber budur. Ayrıca insanlar içinde en çok kendisine düşman olanların onun kavmi olduğunu görüyoruz.” dedi. Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Yezid b. İyad b. Cudübeden, o da Haram b. Osman el-Ensariden rivayet etti; dedi ki: Esad b. Zürare, kavminden kırk adamla birlikte ticaret için gittiği Şamdan geldi. Bir rüya gördü. Görüyor ki, bir adam kendisine gelip şöyle diyor: “Ey Ebu Ümame! Mekkeden bir peygamber çıkacak, ona tabi ol. Bunun delili de şudur ki, sizler bir yere ineceksiniz. Arkadaşların belaya düçar olacaklar, sadece sen kurtulacaksın. Falanca arkadaşının gözü kör olacak.” Gerçekten bir yerde mola verdiler. Geceleyin tauna maruz kaldılar. Taun, Ebu Ümamenin dışında hepsine bulaştı. Bir diğer arkadaşı da gözünden kör oldu. Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Said b. Halid ve diğerlerinden, o da Salih b. Keysandan, İbn Saidin şöyle dediğini rivayet etti: Resulallah peygamber olmadan önce bir rüya gördüm. Gördüm ki, simsiyah bir bulut tüm Mekkeyi kaplamış. Hatta hiçbir tepe ya da ovayı göremiyordum. Sonra, sabahyıldızının ışığına benzeyen bir ışığın Zemzemden çıktığını gördüm. Işık yükseldikçe büyüyor ve güçleniyordu. Sonra onun yükselişiyle birlikte önce Kabeyi görmeye başladım. Sonra daha çok büyüdü. Hatta görmediğim tepe ve ova kalmadı. Sonra göğe doğru uzandı. Sonra tekrar indi, Yesribdeki hurmalarda taze hurma görecek kadar bana aydınlık yaptı. Işıkta birinin sesini işittim şöyle diyordu: “Sübhaneh, Sübhaneh… Kelime sona erdi. İbn Marid (Şeytan), Ezruh ile Ekame arasındaki kum tepeciğinde helak oldu. Bu ümmet mutlu oldu. Ümmilerin peygamberi geldi. Yazılan müddet sona erdi. Bu köy onu tekzib etti. İki kez azab görecek. Üçüncüsünde tövbe edecek. İkisi doğuda birisi batıda olmak üzere üç şey kaldı.” Halid b. Said bu rüyasını kardeşi Amr b. Saide anlattı. Kardeşi, “Sen acaip bir şey görmüşsün. Ben bunu Beni Abdülmuttalibde olacak bir iş olarak görüyorum. Çünkü sen nurun Zemzemden çıktığını görmüşsün.” dedi. Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Mesleme b. Alkameden, o da Davud b. Ebu Hindten rivayet etti; dedi ki: İbn Abbas şöyle dedi: Allah, bazı Beni İsrail peygamberlerine şunu vahyetti: “Emrimi zayi ettiğinizden dolayı size olan öfkem şiddetlendi. Arapların toprağından, kendisine Ruhul-Kudüs gelecek olan ümmi peygamberi gönderinceye kadar size Ruhul-Kudüsü göndermemeye yemin ettim.” Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Muhammed b. el-Fadldan, o da Ebu Hazimden rivayet etti; dedi ki: Resulallah beş yaşlarında iken bir kahin Mekkeye geldi. O sıralarda, sütannesi onu Abdülmuttalibe getirmişti. Her yıl onu getirirdi. Kahin, Abdülmuttalib ile birlikteyken ona (Resulallaha) baktı ve “Ey Kureyş topluluğu! Bu çocuğu öldürünüz. Vallahi o sizi öldürüp sizi darmadağın edecek.” dedi. Bunun üzerine Abdülmuttalib onu kaçırdı. O kahin, Kureyşi ona karşı uyardığı sürece Kureyş de onun durumundan korkuyordu. Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Ali b. Mücahidden, o Muhammed b. İshaktan, o asım b. Ömer b. Katadeden, o da Ali b. el- Hüseynden rivayet etti; dedi ki: Benün-Neccar kabilesinde Fatıma bt. en-Numan adında bir kadın vardı. Onun cinlerden bir arkadaşı vardı. Zaman zaman ona gelirdi. Resulallah Medineye hicret ettiğinde cini ona geldi, fakat duvarın üzerinde kaldı. Fatıma, “Neden daha önce geldiğin gibi gelmedin?” dedi. Cini, “Zinayı ve içkiyi yasaklayan peygamber geldi.” dedi. Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Verka b. Ömerden, o Ata b. es- Saibden, o Said b. Cübeyrden, o da İbn Abbastan rivayet etti; dedi ki: Muhammed peygamber olarak gönderilince cinler kovulup yıldızlarla taşlandılar. Bundan önce (semadaki sözlere) kulak misafiri oluyorlardı. Hatta her bir cin kabilesinin bir dinleme yeri vardı. İlk defa bu durumu fark eden Taiflilerdi. Taif halkından gücü yetenler, ilahlarına her gün bir deve ya da bir koyun kurban kesmek durumundaydı. Hatta neredeyse malları bu yüzden hep telef olmak üzereydi. Sonra birbirlerini engelleyip kendi aralarında şöyle dediler: “Gökyüzündeki işaretlerin eskisi gibi devam ettiğini ve onlardan hiçbir şeyin eksilmediğini görmüyor musunuz?” Şeytan ise “Bu yeryüzünde meydana gelen bir olaydır. Bana her bölgeden biraz toprak getirin.” dedi. Şeytana toprak getirilirdi; onu koklayıp atardı. Nihayet Tihame toprağı kendisine getirilince, onu kokladı ve “Olay burada.” dedi. Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O, Beni Esed b. Abdüluzza kabilesinden Abdullah b. Muhammed el-Kureşiden, o da ez-Zühriden rivayet etti; dedi ki: Eskiden vahiy dinleniyordu. Beni Esed kabilesinden bir kadının, cinlerden bir hizmetçisi vardı. Bir gün kadına geldi ve “Baş edilemeyen bir durum ortaya çıktı. Ahmed zinayı haram kıldı.” diyerek bağırdı. İslam geldikten sonra artık vahiy dinlenemez oldu. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Abdullah b. Yezid el-Hüzeli anlattı. O Said b. Amr el-Hüzeliden, o da babasından rivayet etti; dedi ki: Kavmimden bazı adamlarla birlikte Süva adlı putumuzun yanına gitmiştik. Ona kurbanlar sunmuştuk. İlk olarak, ona semiz bir dana takdim eden bendim. Danayı puta kurban ettim; putun içinden bir ses işittik. Şöyle diyordu: “Acaip, hem de çok acaip! Odunların arasından, zinayı ve putlara kurbanların takdimini yasaklayan bir peygamberin çıkışı ne kadar acaip! Üstelik gökler korunmuş, oralardan akan yıldızlarla kovulduk ve dağıldık.” Mekkeye giderek durumu soruşturduk; Muhammedin ortaya çıkışını bize haber verecek hiçbir kimse bulamadık. Nihayet Ebu Bekir es-Sıddık ile karşılaştık. Kendisine, “Ey Ebu Bekir! Mekkede Ahmed isminde birisi ortaya çıkmış ve insanları Allaha çağırıyor, doğru mu?” diye sorduk. Ebu Bekir, “Niye soruyorsunuz?” dedi. Biz haberi ona anlattık. Bunun üzerine Ebu Bekir, “Evet, bu Allahın elçisidir.” dedi ve bizi İslama davet etti. Biz ise, “Bakalım, kavmimiz neler yapacak, bekleyeceğiz” dedik. Keşke o gün Müslüman olsaydık; ama ondan sonra Müslüman olduk. Bize Muhammed b. Ömer el-Eslemi haber verdi; dedi ki: Bana Abdullah b. Yezid el-Hüzeli anlattı. O Abdullah b. Saide el- Hüzeliden, o da babasından rivayet etti; dedi ki: Biz putumuz Süvaın yanında idik. 200 koyundan oluşan bana ait bir koyun sürüsünü ona götürmüştüm. Sürüye hastalık bulaşmıştı; puta yaklaştırdım, bereketini koymasını istiyordum. Birden putun içinden birisinin şöyle bağırdığını duydum: “Cinlerin planları altüst oldu. Ahmed isminde bir peygamberin hatırı için artık akan yıldızlarla kovuluyoruz.” [Dedi ki:] “Vallahi çok etkilendim.” dedim. Koyunlarımın yüzünü aileme çevirdim. Yolda bir adama rastladım; bana Resulallahın ortaya çıktığını haber verdi. Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Abdurrahman b. Abdullahtan, o Muhammed b. Ömer eş-Şamiden, o da şeyhlerinden rivayet etti; dediler ki: Resulallah Ebu Talibin evindeydi. Ebu Talibin malı azdı. Birkaç devesi vardı; onların sütünü içiyorlardı. Ebu Talibin çocukları tek tek ya da hep birlikte sofraya oturduklarında doymuyorlardı. Ama Resulallah onlarla birlikte yediği zaman doyuyorlardı. Ebu Talib onlara yemek vereceği zaman, “Oğlum (Muhammed) gelinceye kadar bekleyin.” derdi. Muhammed gelir, onlarla birlikte yer, yemekleri artmaya başlardı. Eğer bir tas sudan ilk önce kendisi içer, sonra onlara vermeye başlarsa hepsinin suzuzluğu giderdi. Bu yüzden Ebu Talib, “Sen mübarek bir insansın.” derdi. Ebu Talibin çocukları sabah uyandıklarında gözleri yorgun, üstleri-başları dağınıktı. Resulallah ise yüzü parlatılmış ve gözleri sürmeli olarak uyanırdı. Ümmü Eymen şöyle dedi: “Resulallahın , küçük iken ya da büyüdüğünde, açlıktan ya da susuzluktan şikayet ettiğini asla görmedim. Sabah kalkar, Zemzemden su içerdi. Kendisine yemek sunulduğu zaman, İstemem, ben tokum. derdi.”