Allah katında makbul amellerin en üstünlerinden biri de, ana-babaya iyilik ve ihsan etmektir. Allah, anaya-babaya itaat ve iyiliğin öneminin büyüklüğünü belirtmek için, bunu, kendine ibadete yakın tuttu. hadiste; “Babalarınıza iyilik ve itaat ediniz, çocuklarınız da size iyilik ve itaat etsinler” buyruldu. Rivayet olunur ki: Allah, Musa a; “Ana-babasına güzel muamele edip, bana isyan edeni iyilerden yazarım. Bana itaat edip, ana-babasına isyan edeni asilerden yazarım” buyurdu. Ana hakkı, baba hakkının iki katıdır. O halde anaya itaat, iyilik ve güzel muamele, öncelikle lazımdır ve farzdır. Çünkü Allah, anaya güzel muamele etmeği, kitabında açıkça tavsiye ve emretmektedir. Bir hadiste; “Cennet, anaların ayakları altındadır.” buyruldu.
Ana-babanın haklarından biri; onlara karşı alçak gönüllü olmak, yaşadıkları müddetçe hizmet etmek ve bununla onların rızalarını kazanmaktır. Hakiki müslüman, ana ve babasına karşı, az da olsa hoşlanmadıkları hareket ve ifadede bulunmaz. Konuşurken, onların sesinden yüksek sesle konuşmaz, bağırarak hitab etmez. Dinde mubah olan hususlarda, kafir de olsalar, onlara itaat eder. Çünkü Allahın rızası, ana ve babanın rızasındadır. Gadabı da onların kızmasındadır. Salih müslüman, anne ve babasını beğenmeyerek, ben onların oğlu, kızı değilim demez. Kendi malından, parasından onlara sarf eder. Çünkü ana ve babasına harcayacağından, verdiğinden kendisine sual olunmaz. Hüseynin oğlu Zeynelabidin Ali , edeblerini gözetemem endişesiyle ana ve babasıyla yemek yemezdi. Çocuk, ana-babasına şefkat, merhamet ve sevgi ile bakar. Ona, böyle her bakışı için, kabul edilmiş bir hac sevabı verilir. Harbe, hacca, ilim öğrenmeğe ve para kazanmağa ana-babasından izinsiz gitmez.
Ebu Hüreyre sabah olunca, annesinin kapısına varıp; “Esselamü aleyki ve rahmetullahı ve berekatühü ey annem! Küçükken beni yetiştirip terbiye ettiğin gibi, Allah sana hayırlı karşılıklar versin” derdi. Annesi de; “Sen bana, yaşlandığım zaman itaat ve iyilik ettin. Bunun için, sana da Allah, benim tarafımdan hayırlı karşılıklar versin” cevabını verirdi. Sonra Ebu Hüreyre evden çıkar, döndüğü zaman yine aynı şekilde söylerdi.
Salih müslüman, anne ve babasına karşı saygılı ve itaatli olur. Emirlerini dinler. Onlara karşı alçak gönüllü davranır. Alçak gönüllülük ifadesi olarak, anasının elini öper. Ana ve babasına bizzat kendisi, eli ile hizmet eder, hizmetlerini başkasına bırakmaz. Babanın haklarından biri de; oğlu daha bilgili ve alim olsa da, babasına hürmet ve tazimi gözetip, namazda ona imam olmaz. Ana ve babası müşrik, kafir olsalar da, hizmetten geri kalmaz.
Salih müslüman, ana ve babaya dünyada Allahın emrettiği şekilde muamele eder. Ana ve baba hakkını, öldükleri zaman ve sonra da gözetir. Onları, dinimizin emrine uygun teçhiz, tekfin ve defneder. Yaşadıkları müddetçe onlara hayır ve hidayetle dua eder.
Salih müslüman, ana ve babasının önünden yürümez. Onların yanında, meclisin baş köşesinde oturmaz. Ana ve babasını isimleri ile çağırmaz. Anneciğim, babacığım diye hitab eder. Kimsenin anasına-babasına sövmez. Çünkü o kimse de kendi anasına-babasına sövebilir. Yemek, içmek, oturmak, konuşmak ve benzeri şeylerde onlardan önce davranmaz. Onlara keskin ve dik bakışla bakmaz. Mümin iseler, cenaze namazlarını kılar ve Allahtan onlar için mağfiret diler. Anası ve babası öldükten sonra, verdikleri sözleri ve vasiyetleri yerine getirir. Onların dost ve ahbaplarına hürmet eder. Sevdiklerini arar, akrabalarını ziyaret eder. Bir hadiste; “Babanın arkadaşını ve arkadaşının oğlunu arayıp sorman, babana iyiliktendir” buyruldu. Bir hadiste de; “Babasını kabrinde ziyaret etmek isteyen, babasından sonra onun ahbaplarını ziyaret etsin. Ana-babasına iyilik, ihsan etmeyen, bari onlar vefat ettikten sonra iyilik yapsın ve onlar için sadaka versin, böylece, ana-babasına iyilik edenlerden yazılsın” buyruldu. Bir hadiste de; “Ana ve babasının veya bunlardan birinin kabrini her Cuma günü ziyaret eden, onlara iyilik yapanlardan yazılır” buyruldu.
Salih müslüman, malından, parasından verdiği sadakalarda, ana ve babasına diye niyet eder. Böyle niyet ederse kendi sevabından bir şey eksilmez ve ana-babasına da onun kadar sevab verilir. Rebi bin Heysem büyüklerden idi. Yolda, insanlara eziyet veren taşları, birini babasına niyetle kaldırıp sağ tarafına, diğerini annesine niyetle sol tarafına atardı. Ana-babasına iyilik etmek ve sevabı onlara olmak üzere kızgınlığını yenerdi. Buradan anlaşılıyor ki, çocuk, yaptığı her iyilik için ana-babasına niyet ederse, aldığı sevab hiç azalmadan, birer misli de onlara verilir. Kuşluk vakti iki rekat namaz kılıp, sevabını onlara bağışlarsa, sevabı ruhlarına ulaşır. İyi bir evlat, onların hakkını ödemede, kendini daima eksik ve kusurlu görür.
7- Tevazu sahibi olup, itaatkar ve halim selim idi. Yahya ın Kuran-ı kerimde zikredilen güzel vasıflarından birisi de tevazu sahibi itaatkar ve halim selim olmasıdır. Nitekim Meryem suresi 14. ayetinin devamında mealen; “… Ve cebbar (zorba, Allaha ve ebeveynine karşı) isyan edici değildi. (Pek itaatkar, halim selim ve mütevazı idi) buyrularak bu vasfı da zikredildi.
8- Yahya doğduğu, öldüğü ve dirildiği günlerde, Allah tarafından, selamete erdirildi. Zira insanların en çok yalnızlık ve korku duydukları vakitler; doğduğu, öldüğü ve dirildiği vakitlerdir. İşte, Allah, Yahya ın bu vakitlerde selamette olduğunu, Meryem suresi 15. ayetinde mealen; “Doğduğu günde, öleceği günde, diri olarak (kabrinden) kaldırılacağı günde ona selam olsun” buyurmuştur.
Bu ayetin tefsirinde, Muhammed bin Cerir et-Taberi buyurdu ki: “Yahya ı, doğduğu günde, şeytanın diğer insanlara musallat olduğu gibi musallat olmasından Allah emin kıldı. Vefat ettiği zaman, kabir azabından emin kıldı, öldükten sonra dirildiği zaman da kıyametin azabından emin kıldı.”
Süfyan bin Uyeyne buyurdu ki: “İnsan üç yerde yalnızlık ve korku duyar. Doğduğu zaman, alıştığı ve bulunduğu bir yerden harice çıkması sebebiyle yalnızlık duyar. Öldüğü zaman, daha önce beraber olduğu kimselerden, bir şahsın bile bulunmadığını görür, yalnızlık hisseder. Öldükten sonra dirileceği günde de kendini büyük bir kalabalık içinde görür ve şaşkınlık duyar. Allah, Yahya ı, derecesinin yüksekliği sebebi ile bu üç yerde emniyette kılmakla ikramda bulunmuştur.”
Abdullah bin Niftaveyh buyurdu ki: “Dünyayı gördüğü anda, ahiret hayatının evvelinde ve kıyameti, Cennet ve Cehennemi gördüğü zamanın evvelinde, Allah Yahya ı emin kıldı.”
Bu ayet-i kerimede bildirilen üç yerde insan yalnızlık duyar. Bu hallerde, insana bazı fitneler arız olur. Allah bu ayet-i kerimede, Yahya ın, bu fitnelerden de emniyette kılındığını beyan buyurmuştur.
Bu haller şunlardır:
1- Doğum anı: Doğum anında, çocuğa şeytan arız olur. Bu hususta İmam-ı Ahmed senetlerini bildirerek Ebu Hüreyreden rivayet ettiği hadiste; “Dünyaya gelen her çocuğa, doğarken muhakkak şeytan dokunur. Çocuk şeytanın dokunmasından, yardım isteyerek sesle ağlayıp, feryad eder. Ancak, Meryem ve oğluna dokunmamıştır” buyruldu. Yine Ahmed bin Hanbelin , Ebu Hüreyreden rivayet ettiği hadiste, Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Her insan doğarken, şeytan böğürlerine vurur. Ancak bu, Meryeme ve oğluna olmamıştır. Çocuğun, dünyaya geldiği zaman, yere düşünce nasıl feryad ettiğini görmez misiniz?” Orada bulunanlar; “Evet ya Resulallah” dediler. “Bu ağlaması, şeytanın böğürlerine vurmasındandır” buyurdu.
Buhari ve Müslimin, Ebu Hüreyreden rivayet ettikleri hadiste Resulallah efendimiz buyurdular ki; “ademoğullarının çocuklarından hiç bir çocuk yoktur ki, doğduğu zaman, şeytan orada bulunup da çığlık atmasın. Attığı çığlıktan çocuğu da korkutur. Yalnız Meryem ve oğlu bundan istisna edilmiştir.” Müslimin rivayetinde; “Şeytan ona çığlık atar, onun çığlığı etkisinde kalarak çocuk da ağlamaya başlar” ibaresi de vardır.
Ebu Hüreyre bu anda; “Ya Rabbi! Ben, onu ve zürriyetini, senin rahmetinden boğulmuş ve tard olunmuş şeytanın vesvese ve şerrinden, senin muhafaza ve himayene ısmarlıyorum” mealindeki al-i İmran suresi 3. ayetini okumağı tavsiye buyurmuştur.
Bu ayet-i kerimede, doğum anında Yahya ın da şeytanın fitnesinden muhafaza buyrulduğu bildirilmektedir.
2- Ölüm ve kabre konulma hali: İnsan öldüğü ve kabre konulduğu sırada da yalnızlık hisseder. Ayrıca bu sırada, insana çeşitli fitneler ve sıkıntılar arız olur. Ölüm anında, insanın cesedi terler. Gözler süratle iki tarafa gider. Burnunun iki tarafı çekilir. Göğüs kemikleri kalkar, soluğu kabarır. Benzi sararır. Ruhu kalbe gelince, dili tutulur. Hiç kimse ruhu göğsüne gelmiş iken konuşamaz. Nefes alıp veremediği için, bedenin harareti kalmaz, soğur. Bu zamanda mevtaların halleri çeşit çeşit olur.
Bazıları vardır ki, melek, zehirli su verilmiş kızgın demir ile vurur. Hemen ruh kaçar, harice çıkar. Melek onu eline alır, civa gibi titremeye başlar. Bal arısı kadar insan şeklinde olur. Sonra, melek onu zebaniye (azab yapıcı meleğe) teslim eder.
Bazı mevta vardır ki, ruhu azar azar çekilir. Ta ki, boğazında tutulur. Boğazında da kalmaz. Ancak kalbe bağlı olarak kalır. Bu zamanda, melek zehirli kızgın demir ile vurur. Demirle vurmayınca, ruh kalbden ayrılmaz. Demirle vurmanın sebebi, demir, ölüm denizine daldırılmıştır. Kalb üzerine konulunca, diğer yerlerine de sirayet eden zehir gibi olur. Zira, hayatın sırrı ancak kalbdedir. Onun sırrı ancak dünya hayatında tesir eder. Bunun için, bazı kelam alimleri; “Hayat ruhun gayrıdır” ve “Hayatın manası, ruhun beden ile karışmasıdır” dediler.
Ruh çekilip son teli kopacağı zaman, kendisine bir çok fitneler arız olur. İblis, avanesini (yardımcılarını) hassaten o kimseye musallat eder. Ölüm halinde iken gelirler ve o kimsenin anası, babası, kardeşi, kızkardeşi ve sevdiği kimselerden vefat etmiş olanlar suretinde görünerek ona derler ki:
“Ey filan! Sen ölüyorsun. Biz, bu halde seni geçtik. Sen yahudi dininde olarak öl. Bu din Allah indinde, makbul olan hak dindir.” Eğer bunların sözlerine aldanmaz, dinlemez ise yanından giderler. Başkaları gelip, derler ki: “Sen nasrani (hristiyan) olarak öl! Zira o din, Mesihin yani Îsa ın dini olup, Musa ın dinini, nesh etmiştir.” Böylece, her milletin dinlerini ona söylerler. O zamanda, cenab-ı Hakkın şaşırmasını dilediği kimse şaşırır. İşte bu; “Ey bizim Rabbimiz! Dünyada iken bize iman verdiğin gibi, ölürken de kalblerimizi şaşırtma” mealindeki al-i İmran suresinin 8. ayet-i kerimesinin haber verdiği haldir.
Cenab-ı Hak, bir kulunun hidayet ve imanda sebatını dilerse, o kimseye rahmet-i ilahiye gelir. Bazıları, bu rahmetten maksat, Cebrail dır dediler.
Rahmet-i ilahiye, şeytanı uzaklaştırıp, hastanın yüzünden o yorgunluğu giderir. O zaman insan ferahlar ve güler. Çok kimselerin bu halde güldüğü görülür. Çünkü Allah tarafından rahmet gelmiştir. Bunun ile onu müjdeleyip; “Beni bilir misin, ben Cebrailim. Bunlar ise senin düşmanların olan şeytanlardır. Sen millet-i Hanifiyye ve şeriat-ı Muhammediyye üzere vefat et!” der. İnsana, o an bu melekten daha çok sevgili ve ferahlandırıcı bir şey yoktur. “Ey bizim Rabbimiz! Dünyada iken bize iman verdiğin gibi, ölürken de kalblerimizi şaşırtma” meal-i şerifindeki al-i imran suresi 8, ayet-i kerimesi bu hali haber vermektedir.
Bazı kimseler ayakta namaz kılarken vefat eder. Bazısı uykuda iken, bazısı bir şeyle meşgul iken, bazısı da çalgı ve oyunlara dalmış iken, kimisi de sarhoş iken, ansızın vefat eder. Bazı kimselere, ruhu çıkarken kendinden evvel geçen tanıdıkları gösterilir. Bunun için etrafında olan kimselere bakar. Bu zamanda o kimse için horuldamak olur. Bunu insandan başka her şey işitir. İnsan işitmiş olsa, elbette helak olur, korkudan ölürdü.
Ölünün his duygularından en son gayb edeceği şey işitmesidir. Zira ruh kalbden ayrıldığı vakit yalnız görmesi bozulur. Fakat işitmek, ruh kabz oluncaya kadar devam eder. Bunun için, Fahr-i alem efendimiz; “Mevtanıza, şehadeteyn-i kelimeteyn ki, “La ilahe illallah Muhammedün Resulallah”dır. Bu kelimeyi telkin ediniz!” buyurmuşlardır. Ölüm halinde olanın yanında çok söz söylemekten de nehy buyurmuştur. Çünkü o zaman, insan şiddetli sıkıntı içindedir.
Eğer ölünün ağzından tükrüğü akmış, dudağı sarkmış, yüzü kararmış, gözü dönmüş ise, bilmiş ol ki, o şakidir. ahiretteki şekavetini görmüştür.
Şayet, ağzı açık, sanki gülüyor, yüzü gülümsüyor, gözü dahi kırpık gibidir. Bilmiş ol ki, o kimse ahirette kavuşacağı sürur ile tebşir (müjde) olunmuştur.
Mevta kabre konunca, bilinmeyen bir hayat ile dirilecek, rahat veya azab görecektir. Münker ve Nekir adındaki iki meleğin, bilinmeyen korkunç insan şeklinde mezara gelip sual soracaklarını hadis-i şerifler açıkça bildirmektedir. Kabir suali, bazı alimlere göre, bazı akaidden olacak, bazılarına göre ise, bütün akaidden olacaktır. Bunun için, çocuklara; “Rabbin kim? Dinin hangi dindir? Kimin ümmetindensin? Kitabın nedir? Kıblen neresidir? Îtikadda ve amelde mezhebin nedir?” suallerinin cevaplarını öğretmelidir. Ehl-i sünnet olmayanın doğru cevap veremeyeceği Tekzire-i Kurtubide yazılıdır. Güzel cevap verenlerin kabri genişleyecek, Cennetten bir pencere açılacaktır. Sabah ve akşam, Cennetteki yerlerini görüp, melekler tarafından iyilikler yapılacak, müjdeler verilecektir. İyi cevap veremezse, demir tokmaklarla öyle vurulacak ki; bağırmasını, insandan ve cinden başka her mahluk işitecektir. Kabri o kadar daralır ki, kemiklerini birbirine geçirecek gibi sıkar. Cehennemden bir delik açılır. Sabah ve akşam Cehennemdeki yerini görüp, mezarda, mahşere kadar, acı azablar çeker.
Ölü kabre konulduğu zaman, üzerine toprak örtülünce, kabir meyyite şöyle söyler: “Benim üzerimde iken ferah idin. Şimdi altımda mahzun olursun. Benim üzerimde yemekler yerdin. Şimdi de seni benim altımda kurtlar yer.”
İbn-i Mesuddan rivayet olundu ki: “Ya Resulallah! Ölü kabre konduğu vakit, ilk karşılaştığı şey nedir” diye sordum. Peygamberimiz buyurdu ki: “Ya İbn-i Mesud! Bunu bana senden başka kimse sormadı. Ancak sen sordun. Ölü kabre konulduğu vakit, önce bir melek seslenir. O meleğin ismi Rumandır. Kabirlerin arasına girer, der ki: Ya Abdellah! Amelini yaz! O kimse der ki; Benim burada ne kağıdım ne kalemim var. Ne yazayım? O melek der ki: Bu sözün kabul edilmez. Senin kefenin kağıdındır. Tükrüğün mürekkebindir. Parmakların kalemindir. Melek, kefeninden bir parça kesip verir. O kul, dünyada her ne kadar yazı yazmak bilmese de, orada sevabını ve günahını adeta o bir günde işlemiş gibi yazar. Bundan sonra, melek, o yazdığı kefen parçasını dürer. O ölünün boynuna asar.” Bundan sonra, Resulallah efendimiz; “Her insanın yaptığı işleri gösteren sahifelerini, biz boynunda kıldık.” mealindeki İsra suresinin 13. ayet-i kerimesini okudular.
Sonra, gayet korkunç iki melek gelir. İnsan şeklinde görünürler. Yüzleri gayet siyah olup, dişleriyle yeri yararlar. Başlarının tüyleri yeryüzüne sarkmış görünür. Sözleri gök gürler gibi, gözleri şimşek çakar gibidir. Nefesleri de şiddetli esen rüzgara benzer. Her birinin demir kamçıları vardır ki, insanlar ve cinler bir araya gelseler, yerden kaldıramazlar. Dağlardan daha büyük ve ağırdır. Bir kere bir kimseye vurursa, mazallah parça parça eder. Ruh bunları görünce hemen kaçar, ölünün burnundan göğsüne girerler. Göğsünden yukarısı dirilir, öleceği zamandaki hali gibi olur. Hareket etmeye kadir olmaz. Fakat ne söylenirse onu işitir ve görür. Bunlar ona şiddet ile sual ederler. Cefa ederek onu üzerler. Toprak ona su gibi olmuştur. Ne vakit kımıldarsa, yer açılıp bir boşluk olur.
Bu iki melek; “Rabbin kimdir? Dinin nedir? Peygamberin kimdir? Kıblen neresidir?” diye sual sorarlar. Allah kimi muvaffak eder ve kimin kalbine hak sözü yerleştirirse, der ki: “Sizi vekil ederek bana kim gönderdi ise, rabbim Odur, Benim rabbim Allah, peygamberim Muhammed , dinim, din-i İslamdır.” Buna ancak, ilmi ile amil hayırlı kimseler böyle cevap verir.
O zaman bunlar da der ki: “Doğru söyledi. Delilini getirdi. Bizim elimizden kurtuldu.” Bundan sonra, onun üzerine, kabrini büyük bir kubbe gibi yaparlar ve sağ tarafına iki kapı açarlar. Sonra da, kabrini güzel kokulu fesleğenlerle döşerler. Cennet kokuları o meyyitin üzerine gelir. Dünyada yaptığı güzel amelleri, en sevdiği dostu suretinde gelip, onu eğlendirir ve ona güzel haberler söyler. Kabri nur ile dolar. Kıyamet kopuncaya kadar, kabrinde neşeli sevinçli olur. O kimseye kıyamet kopmasından daha sevgili bir şey olmaz.
İlmi ve ameli az olan ve ilimden ve melekut esrarından haberi olmayan müminlerin derecesi bundan aşağıdır. Onun yanına Rumandan sonra güzel surette, güzel kokulu ve güzel elbiseli olarak ameli gelir. “Beni bilmez misin?” der. O da der ki: “Sen kimsin ki, Allah seni benim şu garib olduğum zamanda bana ihsan eyledi.” O da; “Ben senin salih işlerinim. Korkma, mahzun olma! Biraz sonra Münker ve Nekir melekleri gelirler ve sana sual ederler. Onlardan korkma” der.
Bundan sonra sual meleklerine söyleyeceği şeyleri öğretirken, Münker ve Nekir melekleri gelir. Şimdi anlatacağımız şekilde onu sıkıştırırlar. Onu oturturlar. Ona; “Men Rabbüke, yani Rabbin kimdir?” derler. O da evvelki söylediği gibi söyler: “Rabbim Allahtır. Peygamberim Muhammed , imamım Kuran-ı kerim, kıblem Kabe-i şerif ve babam İbrahim dır ki, onun milleti benim milletimdir” der. Onun dili hiç tutulmaz. Onlar da; “Doğru söyledin” derler. Önceki melekler gibi muamele ederler. Fakat onun için sol tarafından Cehennemden bir kapı açarlar. Cehennemin yılan, akrep, zincir, sıcak suyu ve zakkumu, velhasıl ne varsa hepsini görür. O kimse, onun üzerine pek çok feryad eder.
Ona; “Korkma, buranın dehşeti sana bir zarar vermez. Burası senin Cehennemdeki yerindir. Allah bunu Cennetteki yerinle değiştirdi. Uyu sen saidsin” derler. Sonra onun üzerine Cehennem kapısı kapanır. Aylarca, senelerce geçen zamanı bilmez, öylece kalır.
Bir çok kimsenin, ölürken dili tutulur. Eğer itikadı bozuk olursa (Ehl-i sünnet alimlerinin bildirdiklerine uygun olarak inanmadı, bidat ehline uydu ise). “Rabbim Allah” diyemez. Başka söz söylemeye başlar. Melekler bir kere vururlar, kabri ateşle dolar. Sonra söner. Bir kaç gün sönük olarak durur. Sonra yine kabirde onun üzerinde ateş hasıl olur. Kıyamet kopuncaya kadar, bu hal devam eder.
Bir çok kimse dahi; “Dinim İslamdır” diyemez. Bunlar, ya şüphe üzere vefat etmişlerdir yahut vefat ederken kendisine fitnelerden bir fitne arız olmuştur. (Ehl-i sünnet olmayan kimselerin sözlerine, yazılarına aldanmıştır). Buna bir kere vururlar. Kabri, yukarıda denildiği gibi ateşle dolar.
Bazı kimseler “El-Kuran-ü imamı” yani Kuran-ı kerim imamımdır diyemezler. Çünkü bunlar, Kuran-ı kerimi okurlar, fakat ondan nasihat almazlardı ve Kuran-ı kerimde olan emirlerle amel etmezler ve nehy ettiği şeylerden kaçınmazlardı. Bunlara da öncekilere yaptıkları gibi yaparlar.
Bazı kimse de, peygamberim Muhammed dır diyemez. Zira bu kimse, dünyada sünnet-i nebeviyyeyi (yani, İslamiyetin emirlerini ve yasaklarını) unutmuş idi. Zamana, modaya uymuş idi. Çocuklarına Kuran-ı kerim okutmamış, Allahın emirlerini, yasaklarını öğretmemiş idi.
Bazı kimse, kıblem Kabe-i şerif diyemez. Zira, namaz kılmak için kıbleye az yönelmiş, Yahut abdestinde fesad bulunurmuş, yahut namazında başka şeylere iltifat eder, dünya işleri ile meşgul olurmuş, yahut rükuunda ve sücudunda noksanlık olup, tadil-i erkana riayet etmezmiş.
3- Bas ve haşr hali: İnsanların yalnızlık hissedecekleri vakitlerden birisi de; İsrafil ın suru üflemesiyle bütün canlıların yeniden dirildikleri, korku ve dehşet içinde mahşer yerine toplandıkları zamandır. İnsanlar kabirden kalktıkları an kabri üzerine çıkıp, bazısı çıplak, bazısı siyah, bazısı beyaz elbiseli, bazısı da nur saçar bir halde oturur. Her biri başlarını eğmiş olarak, ne yapacağını bilmeyerek bin sene kadar dururlar. Sonra bir ateş zuhur eder. Onun gürültüsüyle, halk mahşere sürülür. Bu zamanda her mahluk dehşete düşer. İnsan olsun, cin olsun, vahşi hayvanlar olsun her birini kendi ameli alıp; “Kalk mahşere git” der.
İnsanlar, dünyadaki işlerine göre, mahşer yerine grup grup gelirler. Bazıları çalgı çalmakla ve dinlemekle meşgul olmuştur. (Her çalgı kasd olunmaktadır. İbadetleri, Kuran-ı kerim ve zikr okumağı, çalgı ile yapmak da buna dahildir. Çünkü, hiç bir çalgıda Allahın rızası yoktur.) Hayatlarında çalgı çalmağa ve dinlemeğe devam edenler, kabirden kalkınca, sağ eliyle onu alır ve atar. O çalgıya der ki: “Lanet olsun sana! Allahı zikirde bana mani oldun!” O çalgı ona geri gelir. Der ki: “Allah, aramızda hüküm edinceye kadar, ben senin arkadaşınım. O vakte kadar ayrılamam.” Böylece, dünyada alkollü içki içenler, sarhoş olarak haşr olunur. İslamın emrine uygun olarak giyinmeden sokağa çıkan kadınlar, kızlar; buralarından kanlar, irinler akarak haşr olunur. Zurnacı, zurna çalarak haşr olunur. Her kim, böyle Allahın yolundan ayrılırsa, o hal üzere haşr olunur.
Sahih olan hadiste rivayet olundu ki: “Şarab içen kimse, ateşten şarab kabı boynuna asılmış ve kadehi elinde olarak yeryüzündeki leşlerin hepsinden daha fena koktuğu ve yeryüzündeki eşyanın hepsi ona lanet ettiği halde haşr olunur.”
Zulmedilerek ölenler, zulm olundukları üzere haşr olunurlar. Sahih olan hadiste buyruldu ki: “Allah yolunda öldürülüp şehid olanlar, kıyamet gününde, yaralarının kanı akarak gelirler. Rengi kan ve kokusu misk kokusu gibi olur. Huzur-ı Mevlaya haşr oluncaya kadar, bu hal üzere bulunurlar.”
Bu zamanda melekler, onları, fırka fırka, cemaat cemaat sevk ederler. İnsan, cin ve şeytan ve yırtıcı hayvanlar ve kuşlar, bir yerde toplanırlar. O zaman, yeryüzü beyaz ve gümüş gibi düz olur.
9- Yahya ; zühd, ilim, hilim ve bütün din işlerinde zamanının en büyüklerinden olduğu için, Kuran-ı kerimde, Seyyid olarak zikredilmiştir.
10- Îsayı tasdik etmişti: Yine aynı ayet-i kerimede Yahya ın Îsa ı tasdik edici olduğu bildirildi.
11- Yahya ın üstün vasıflarından bir tanesi de şehid olmasıdır. Peygamberlikten sonra en yüksek derece olan şehitlik al-i İmran suresi 169 ve 170. ayetlerinde mealen; “Sakın Allah katında öldürülenleri ölüler sanma! Doğrusu onlar, Rableri katında diridirler, Cennet meyvelerinden rızıklanırlar. Onlar, Allahın kendilerine verdiği ihsandan (şehitlik rütbesinden) dolayı neşeli haldedirler ve arkalarından kendilerine şehitlik rütbesi ile katılamayan mücahidler hakkında şunu müjdelemek isterler: Onlara hiç bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklar” buyrulan şekilde bildirilmiştir.
Allah yolunda canını feda eden, dinini, vatanını, bayrağını, namusunu müdafaa ederken ölen, haksız yere öldürülen müslümanlara şehid denir.